İslam Astronomi Tarihi, Dönemleri, Bilginleri, Hakkında Bilgi

İslâm bilim tarihinde astronomi karşılığında kullanılan terim.

“Gökküresi bilimi” anlamına gelen ilm-i felek terimi İslâm dünyasında aynı za­manda “felekiyyât, ilm-i nücûm, ilm-i nü-cûm-i ta’lîmî, sınâat-i nücûm, sınâat-i tencîm, ilm-i hey’e. ilm-i hey’eti’1-âlem” de denilen astronominin en yaygın karşı­lığıdır. Astronomi aritmetik, geometri ve mûsikiyle birlikte aklî ilimler tasnifındeki matematik bilimlerini [îlm-i ta’lîmî, ilm-i riyâzî, riyâziyyât] oluşturur. Latinler’in “quadrivium”una tekabül eden bu dört bilime Fârâbfnin tasnifinde mekanik ve optik de eklenmiştir. Bu tasnif, astronomiyle astrolo­jinin [ilm-i ahkâm-ı nücûm] çökerken bir dönemde birbirinden ayırt edildiğini or­taya koyması bakımından önemlidir.

İhvân-ı Safâ’nın tanımlamasına göre ilm-i felek üç dala ayrılır: Birincisi felek­lerin yapısını, yıldızlar ve sayıları, burçlar, büyüklükleri, aralarındaki uzaklıklar ve hareketleri; ikincisi astronomi cetvelleri­nin [zîc; ezyâc, zîcât] kullanımı, takvimle­rin düzenlenmesi, tarihlerin tesbiti; üçün­cüsü feleklerin dönüşü, burçların doğuşu ve yıldızların hareketinden dünyada ola­bilecekler hakkında bilgi çıkarılmasıyla ilgilidir. İbn Sînâ da aynı açıklamaları yapmakla birlikte tıp ve fızyonomoni (yüz hatlarından İnsan tanıma) gibi tabiat bilimlerinin alt dallan arasın­da sıraladığı astrolojiyi bu tanımlamanın dışında tutmaktadır. Aristo ve eserlerini şerhedenlerden esinlenerek yapılan bu tanımlama, astronomi ve ast­rolojiyi birbirinden ayıran İslâm filozofla­rının büyük çoğunluğu tarafından kabul görmüştür. Çünkü astronomi hesabı esas alırken astroloji tabiat olaylarından çıka­rılan işaretlere ve birtakım spekülasyon­lara dayanır. Batlamyus’un Tetrcıbiblon adlı eserindeki fikirleri benimseyen ast­rologlar ise bu ayırımı kabul etmemişler­dir. Çağın­daki İslâm ilim birikiminin bir değerlen­dirmesini yapan İbn Haldun da astrono­mi için, “Bu bilim geometri yöntemleri­ne başvurarak, gökyüzündeki yıldızlarla gezegenlerin bulundukları yer ve konum­lar itibariyle sergiledikleri gözlenebilir ha­reketleri tesbit eder ve inceler” der ve da­ha sonra da şunu ekler: “İlm-i felek de­ğerli bir ilimdir. Ancak yaygın kanaatin aksine gök cisimlerinin yerlerini (göklerin görüntüsünü) gerçekte olduğu gibi değil tesbit edilebilen semavî hareketlerden çıkardığı kadarıyla verir. İlm-i feleğin kesin bir tanımı­nı yapamayan İslâm astronomları, Bat-lamyus döneminin Yunanlı bilginleri gibi sadece gök cisimlerinin hareketleriyle il­gilenmiş, görünen bütün durumlardaki hareketleri açıklamak için geometrik şe­killer kullanmış ve bu şekiller yardımıyla yıldızların yerlerini İstenilen her vakitte hesaplayabilmişlerdir. Böylece gökteki hareketlerin menşei ve bütün gökcisim­lerinin mahiyetine dair araştırmalar ast­ronominin dışında bırakılmış ve tabiat felsefesi sahası içine alınmıştır. Buna gö­re de meselâ İslâm bilginlerinin gökte da­irevî olmayan hareketlerin varlığını neden imkânsız gördüklerini, gökteki hareketle­rin menşeini, feleklerle yıldızların mahi­yetini ve niçin küre şeklinde olduklarını öğrenmek isteyen bir kimse, tabiat fel­sefesiyle ilgili felsefe veya kelâm kitapla­rına başvurmak zorunda kalmıştır.

İslâm astronomi tarihinde dört aşama Söz konusudur:

1. İslâm Öncesi Dönem ve İslâm’ın Başlangıç Yılları. Şiirlere bakılacak olursa bütün ihtişamıyla gök yü­zünün incelenmesi bu dönemde olağan bir durumdu. Araplar’da Süreyya yıldızın­dan söz eden 421 şiirden yirmi altısı 132 (750) yılından önceye aittir. Aynı oran, 132-287 (750-900) yılları arasında yazılmış şiirler için de geçerlidir. Bu şiirlerde anlatılanlar, mecaz ve is­tiarelerle sınırlı bir ifadeye bürünmekle birlikte göğün durumu ve yıldızların ha­reketlerinden çıkarılan meteorolojik bil­gileri de kapsıyor, özellikle bazı yıldızların güneşten biraz önce doğması ve onunla birlikte batması arasındaki süreyle ilgile­nen ve Araplar’ın iftihar vesilesi olan ilm-i envâa dair bilgilere geniş yer ayırıyordu. İlm-i enva gözlemleriyle ilgili zengin bir edebiyat oluşmuş ve Fuat Sezgin “kütüb-i enva'” denilen bu edebiyat ürünü kitaplar­dan otuz yedisinin listesini vermiştir. Paul Kunitzsch de Araplar’-ca bilinen 300’den fazla yıldız hakkında Untersuchungen zur Sternnomenklatur der Araber adıyla (Wiesbaden 1961) müstakil bir çalışma yapmıştır.

Sabit yıldızlar, meteorolojik tahminle­rin dışında geceleri çölde yön bulmak ve mevsimleri belirlemek amacıyla da göz­lenmekteydi. Ayrıca bu yıldızlardan bazı­larına tapılıyordu; meselâ Himyerîler gü­neşe. Kinâne kabilesi aya, Lahm ve Cü­zam kabileleri Müşteri’ye (Jüpiter), Kays kabilesi Şi’râ’ya (Sirius) ve Esed kabilesi Utarid’e (Merkür) tapıyordu. Şi’râ yıldızı enva’ kitaplarında önemli bir yere sahip­ti; Kur’an’da da Şi’râ’nın rabbinin Allah olduğu ifade edilmektedir.[Necm 53/ 49] İlk müslümanlar bu meselelerle pek fazla İlgilenmediler. Ancak Kur’an’da gök cisimlerine oldukça fazla atıf yapıldığı gö­rülmektedir. Meselâ felek güneş, ay ve yıldızların içinde yüzdüğü gökküre anla­mında kullanılmıştır [Enbiyâ 21/33; Yâsîn 36/40] Allah’ın buyruğuna teslim olan yıldızlar [AYâf7/54; Nahl 16/12] birer yol göstericidir [Enâm 6/97] gezegen­ler (kevâkib) göklerin aydınlatıcıları [Tekvîr81/15-16] veziynetleridir [En:âm 6/76;Ra’d 12/4; Nûr 24/35; Sâffât 37/6; İnfitâr 82/2] burçlar göğün işa­retlerinden olan, yani yolculara yol göste­ren büyük yıldızlar yahut ayın konakları­dır.[Hicr 15/16, Furkân 25/61; Burûc 85/1] Aynı zamanda günleri, geceleri ve yılları hesaplamaya yarayan aydan yir­mi altı. güneşten otuz iki defa bahsedil­miştir.

2. Tercümeler Dönemi

2. Tercümeler Dönemi. Bu döneme ka­dar müslümanların astronomik bilgileri sadece yıldız gözlemleriyle sınırlı kalıyor ve bu bilgilerin teknik olmaktan çok şiir­sel yönü ağır basıyordu. Fetihler yabancı kaynaklara ulaşma imkânı sağlayınca İs­lâm bilgin ve düşünürlerinin önünde ge­niş ufuklar açıldı. Emevî halifeliğinin son yıllarında Hermes’e nisbet edilen astro­lojiye dair bir kitabın Kitâb Münkalebü sini’l-câlem ve mâ fîhi mine’l-kazâ’ ve Zerdüşt’e nisbet edilen aynı türde bir başka kitabın Kitâbü Zerâdüşt fi’n-nü-cûm ve te’sîrâtihâ ve’i-hükm cale’I-mevalîd adıyla Arapça’ya yapılan çevirileri, Arap astrologları ve Özellikle Mâşâallah b. Eserî tarafından kullanıldı. Bu eserlerle birlikte Arap diline yeni astronomi terimleri girmeye başladı ve daha sonraki çeviriler sayesinde termi­nolojik zenginleşme kesintisiz sürdü. II. (Vlll.) yüzyıl başlarındaki astronomiyle il­gili bilgilerin en önemli tanığı, üzerinde ekliptik koordinatlar ve ekvatorla birlikte 400 civarında yıldızın yer aldığı bir gök haritası bulunan. Batı Ürdün’deki Emevîler’e ait Kusayru Amre sarayının büyük salonu­nu örten kubbedir.

İslâm toplumunda gerçek anlamıyla astronomi bilimi, Brahmagupta’nın 770 yılı civarında yazdığı Sanskritçe Brahmasphutasiddhanta adlı eserin Halife Mansûr’un isteğiyle es-Sindhind (Siddhanta) başlığı altında Arapça’ya çevril­mesi üzerine başlamış ve ilk defa İbrahim b. Habîb el-Fezârî, ez-Zîc calû sİni’l-Arab adlı çalışmasında İslâmî günlerin kamerî takvime göre hesaplanması için kullanılacak cetvellerin düzenlenmesiyle ilgili temel bilgi ve yöntemlerin ana hat­larını vermiştir. Aynı yüzyılda Ya’küb b. Târik Terkîbü’l-eflâk adlı eseri yazmış, İbn Hibinta da bu kitaptan el-Muğnîfî ahkâmı’n-nücûm’unu yazarken sık sık faydalanmıştır. Aslında bu dönem öz­gün çalışmalar ortaya koymak bakımın­dan sönük geçmiştir. Elde edilen en kay­da değer sonuç, o zamanlar yeryüzünün merkezî meridyeni olarak kabul edilen Uzeyn meridyenine ait astronomi cetvel­lerinin Batlamyus’un 90° batı meridyeni­ne taşınmasıdır. Bu arada müslümanlar, Hint yazmalarından trigonometrinin ilk kavramlarını da Öğrenmişlerdir. Yüzyılın sonlarına doğru Batlamyus’un el-Mecis-fî’sinin tercüme edilmesi, İslâm astrono­misinin gelişmesine büyük bir hız kazan­dırdı. Haccâc b. Yûsuf b. Matar Neyrîzî ve İshak b. Huneyn tarafından da tercüme edilen eser hakkında Sabit b. Kurre ince­lemeler yaptı. el-Mecistî üzerinde Sabit b. Kurre’den başka İslâm bilim tarihinin klasik dönemi boyunca Câbir b. Hayyân, Fergânî, Hâzin, İbnü’l-Heysem. Câbir b. Eflah ve İbn Rüşd gibi âlimler tarafından da defalarca çalışılmış, açıklama ve özet­ler yazılmıştır.

3. Yükseliş Dönemi

3. Yükseliş Dönemi. Bu dönemdeki İSlâm âlimlerinin astronomiye katkıları özel­likle gözlem verilerinin arttırılması, astro­nomi aletlerinin geliştirilmesi, gökcisim­lerinin görünen hareketlerinin iyi model-lendirilmesi ve bu sayede matematiksel yöntemlerin geliştirilmesi şeklinde ol­muştur. Halife Me’mûn, Bağdat’taki Şem-mâsiye mahallesiyle Dımaşk’ın kuzeyinde­ki Kâsiyûn tepesinde yapılan gözlemlere bir ivme kazandırdı. Astronomi bilginle­ri, Batlamyus’un verilerinin “sağlamasını yapmak” gibi bir görev üstlenmişlerdi. Bu çalışmaların sonuçlan. Me’mûn’un astro­nom – astrologu Yahya b. Ebû Mansûr ta­rafından ez-Zîcü ‘l-mümte-han’da verilmiştir. Yahya b. Ebû Mansûr’un eseri. e7-Mecisfî’den sonra gerçekleşti­rilen büyük gelişmeyi göstermektedir. Bu gelişme, rasatlardan elde edilen astro­nomik bilgilerin kesinlik kazanmasından kaynaklanıyordu ve bu kesinliğe paralak-tik açı tanımı, güneş veya su saatleri ve uzun açı ölçerler gibi elemanlar sayesin­de ulaşılabilmişti. Ayrıca müslümanlar. İznikli Hipparkos’un (m.ö. U. yüzyıl) zama­nından beri bilinen usturlabı geliştirdiler ve ondan, küresel bir üçgene ait grafik mekanik çözümleri kullanarak gözlenen yıldızın saat açısının tayini gibi bazı ast­ronomi problemlerinin çözümünde fay­dalandılar.

Bu dönemin büyük astronomları ara­sında, Halife Me’mûn zamanında görev yapan ve aynı zamanda matematikçi, coğrafyacı olan Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî başta gelir. Me’mûn’un ei-Mecistî’yi şerhetmek üzere bilginleri Bağ­dat’a toplaması ve Bağdat’taki astro­nomik gözlemler için yeni aletlerin te­mini onun gayretleriyle gerçekleşmiştir. Hârizmî’nin, Latince’ye çevrilen ve birçok defa şerhedilen Zîcü ‘s-Sindhind adlı eseriyle ilgili olarak Ebû Mesleme b. Ahmed el-Mecrîtî çalışmalar yapmıştır. Fergânî kitaplarını 218-247 (833-861) yıllan ara­sında kaleme almıştır. Onun en önemli eseri olan Cevâmfu Vmi’n-nücûm ve uşûlü’l-harekâti’S’Semâviyye Latince ve İbrânice’ye çevrilmiştir. İslâm astronomisinde büyük izler bırakan bu kitap Batlamyus’un Kitâbü’l-İktişâş adıyla Arap­ça’ya çevrilen eserinin etkisi altında yazıl­mıştır. Meşhur astronom-astrolog Ebû Ma’şer el-Belhî kendisini Doğu’da ve Batı’da şöhrete ulaştıran birçok eser bırak­tı. Gökyüzünde aynı boylam üzerinde bu­luşan gezegenlerin durumunu konu edi­nen Kitâbü’l-Kırânât’\ hakkında çeşitli şerhler yazılmıştır. XVI. yüzyılın en büyük astronomlarından olan Tycho Brahe gezegenlerle ilgili teorisini açıklarken Ebû Ma’şer’in adını vermekte­dir. Ma­tematik, astronomi ve tıp bilgini Sabit b. Kurre yıldızların salınım ve titreşim teo­risiyle kendini tanıttı; önceleri Batlam­yus’un sarihi İskenderiyeli Theon tarafın­dan da savunulan bu teorinin yanlış ol­duğu daha sonra ortaya çıkmıştır. Orta­çağ Avrupası’nın astronomi ile ilgili dü­şüncelerini büyük ölçüde etkileyen Sabit b. Kurre, Batlamyus’un sekiz felekten meydana gelen sistemine bir dokuzuncu­sunu (primum mobil) eklemiştir. Diğer bir astronomi bilgini de Batı’da Albategnius adıyla bilinen Harranlı Muhammed el-Bettânî’dir. Bettânî, el-Cûmf ühisâbi’n-nücûm ve mevâzıH mesîrihe’I-müm-tehan adlı zîcinin XII. yüzyılda Latince’ye çevrilmesi sebebiyle Ortaçağ Avrupası’n-da geniş ölçüde tanınıyordu. Milâdî 877-919 yılları arasında Rakka’da gözlem yapan Bettânî özellikle güneş ve ayın hareketleriyle ilgileniyor­du. Batlamyus’un ei-Mecisfi’deki teori­sine göre oluşturduğu cetvellerinde beş gezegene dair veriler de bulunmaktaydı ve o kendi gözlemlerine dayanarak Bat­lamyus’un ortaya koyduğu birçok sayısal veriyi düzeltmişti. Bu dönemin astronomla­rı Batlamyus’un eserini temel alıyor ve onun hipotezlerinde bazı düzeltmelere gidiyorlardı. Bunların, o zamanlar hemen hemen herkese ilgi çekici gelen astrolo­jik uygulamalar için yaptıkları gözlemler. özellikle gezegenlere ait olanlar kayda de­ğer çalışmalardır.

Bir sonraki dönemin (X-XI. yüzyıl) âlim­leri Mısır Fâtımîleri. Endülüs Emevîleri gi­bi ayrı halifeliklerde, yahut Asya’da Ab­basî halifeliğinden bağımsızlık almış böl­gelerde yaşayan bilginlerdi. Bunların ba­şında Bîrûnî gelmektedir ve astronomiy­le ilgili temel eseri, 421 (1030) yılına doğ­ru tamamladığı el-Kânünü’1-Mes’ûdî adlı kitabıdır. Çağdaşı olan. Batılılar’m Alhazen diye adlandırdıkları İbnü’l-Heysem’in yazdığı Makale îî hey’eti’l-‘âlem Latince ve İbrânîce’ye çevrildi ve Batı ast­ronomi bilginleri üzerinde büyük bir etki yaptı; bunlar arasında özellikle Theoricae novae planetarum adlı kitabın yazarı Georg von Peurbach ile Copernicus, Re-giomontanus ve Reinhold zikredilebilir. Batı’da Arzachel adıyla bilinen Zerkâlî, La­tince’ye de çevrilen Tuleytula Zîci adlı kitabın yazarıdır. Bu zîc Peurbach, Coper­nicus ve Kepler’in de haberdar olduğu Al-fonsine Cetveller i’nin düzenlenmesinde kullanılmıştır. XII. yüzyıldan itibaren müs-lüman astronomlar Batlamyus’un hipo­tezlerini terketmeye başladılar. Bunu ilk başlatan İbn Bâcce (Avempace) olmuş, onu Câbir b. Eflah (Geber). Girnatalı İbn Tufeyl (Abubacer) ve İbn Tlıfeyl’in öğrencisi Me-rakeşli Bitrûcî izlemiştir. Bitrûcî’nin öne sürdüğü ve muhtemelen gerçek kurucusunun İbn Tufeyl olduğu gezegenlerin ha­reketleriyle ilgili teorinin temelinde Aristo’nun ortaya attığı eşmerkezli küreler teorisine dönüş yatmaktadır.

4. Gerileme Dönemi

4. Gerileme Dönemi. Endülüs’ün hiristiyanlar tarafından işgal edilmesi, ülkede yürütülen astronomi alanındaki araştır­maların sonu oldu. Ancak bu araştırma­lar Moğol istilâsından sonra İran’da yeni­den canlandı ve gelişti. Astronomi çalışmalarını himaye eden Hülâgû. Azerbay­can’daki Merâga’da yeni bir rasathane yaptırdı ve idaresini de Nasîrüddîn-i Tûsî’ye verdi. Bu rasathanede çok sayıda rasat aleti ve rivayete göre 400.000’den fazla kitap bulunuyordu. Merâga Rasathânesi’nde toplanan çok sayıdaki bilginin Nasîrüddîn-i Tûsî’nin başkanlığında ger­çekleştirdiği on iki yıl süren gözlemler so­nunda, adını Hülâgû’nun unvanından alan ünlü Zîc-i İlhânî oluşturuldu. Bu arada Batlamyus’un gezegenlerin hareketleriy­le ilgili teorisi değiştirilerek yerine başka bir teorinin temeli atıldı. Nasîrüddîn-i Tûsî, bu yeni teoriyi öğrencilerine okuttuğu rez/«re’sinde işlemiştir. Onun en tanın­mış takipçisi olan İbnü’ş-Şâtır güneşin ek­vatora eğiminin derecesini yeniden belir­ledi ve beş gezegenin hareketleri için de yeni bir model öne sürdü.

Müslümanların astronomi sahasındaki son sıçramaları XV. yüzyılda Semerkant’-ta gerçekleştirildi. Timurlu Hükümdarı üluğ Bey aynı zamanda büyük bir astro­nomi bilginiydi ve İçinde, yarıçapı 43 m. olan büyük bir rubu’ dairesinin yer aldığı bir rasathane kurmuştu. Uluğ Bey’in başlıca eseri, otuz yıl boyunca Semerkant’ta yap­tığı gözlemlere dayanarak oluşturduğu Zîc-i Uluğ Bey denilen zîcdir L. A Sedillot bu eseri Prolegomenes des tables astronomique de Ouloug-Beg adlı çalışmasında İncelemiş­tir. Uluğ Bey’in ölü­münden sonra İslâm astronomisinin ge­lişimi durmuş, fakat Latince’ye yapılan sayısız tercüme sebebiyle modern Avru­pa astronomisini etkilemesi ve öncü ast­ronomlarına verdiği ilmî destek bütün canlılığı ile devam etmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski