Issız Han -Bursa- Tarihçesi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Issız Han. Bursa yakınlarında XIV. yüzyıl sonlarında inşa edilen han.

Bursa’nın 65 km. kadar batısında. Ka­racabey ilçesine bağlı Seyran köyü yakı­nında Ulubat gölünün kuzey sahilinde bu­lunmaktadır. Burası, Roma döneminden beri İzmir’den İstanbul’a uzanan yolun önemli bir noktasını oluşturuyordu. Yapı, Anadolu’daki ticaret yollan üzerinde özel­likle Selçuklular devrinden kalma pek çok benzeri bulunan kervansaraylardan biri­dir. Issız Han’ın önemi, Selçuklu kervan­saraylarının mimari özelliklerini taşıyan bir erken Osmanlı dönemi yapısı olması­dır. Cümle kapısı üzerindeki kemerin için­de yer alan, girift bir sülüs hatla yazılmış iki satırlık Arapça kitabeye göre 797 (1394-95) yılında Celâleddin Eyne Bey b. Felek Meliküddin tarafından yaptırılmış­tır. Balıkesir-Karesi subaşılığı görevinde bulunan ve I. Kosova Savaşı’nın kumandanlanndan olan Celâleddin Bey, 808’de (1405) Şehzade Süleyman ile îsâ Bey ara­sında Ulubat’ta meydana gelen çarpışma­da ölmüştür.

Issız Han, Bursa gibi büyük bir merke­zin yakınında ve işlek bir yol üzerinde bu­lunmasından dolayı eski tarihlerden iti­baren seyyahların uğradıkları ve seya­hatnamelerinde bahsettikleri bir yapı ol­muştur. Aslında bir papaz olan Stephan Gerlach, XVI. yüzyılın son çeyreğinde Bur-sa’ya yaptığı seyahat sonrasında Ulubat üzerinden Karacabey’e giderken uğradı­ğı bu handan “kervansaray” diye bahse­der. Seyyah Richard Pococke 1740 yılı ya­zında bu hanı görmüş, 1779’da Bursa’yi ve yakın çevresini gezen İtalyan rahip Do-minico Sestini, Hassis Han dediği bu ya­pıyı etraflı şekilde anlatmıştır. 1834 yılın­da Bursa’da incelemelerde bulunan Fran­sız mimarı Charles Texier yapıdan Kırsız Han, bundan bir yıl sonra mart ayında Bursa’ya uğrayan William J. Hamilton ise Kız Hanı diye söz etmektedir. George Per-rot ise yapıyı 1861 yılında görmüştür.

Kuzey-güney doğrultusunda uzunla­masına dikdörtgen planlı. 42,30 x 21.30 m. boyutlarında bir yapı olan Issız Han’ın cümle kapısı güneydeki dar cephede, siv­ri kemerli yüksek ve derin bir eyvanın için­de yer almaktadır. İki yan duvarlarından dikdörtgen nişlerle genişletilmiş, cümle kapısı çift kademeli kör bir kemer içine alınmıştır. Kapının iki yanında dışa kapalı dikdörtgen planlı birer mekân bulunmak­tadır. Üzerleri beşik tonozlarla örtülü olan bu odalar birer kapı ile ana mekâna açıl­maktadır. Ana mekân, köfeki taşından yapılmış beşerli iki paye sırasının ayırdığı üç nefli (satın) bazilikal bir plana sahiptir. Dairevî kemerleriyle bağlantılı olan bu pa­yeler nöbetleşe olarak haçvari ve dikdört­gen kesitli biçimde yerleştirilmiş, netle­rin üzerleri uzunlamasına tuğladan yapılma beşik tonozlarla örtülmüştür. Ortada yer alan nefın zemini yanlara göre 0,64 m. kadar yükseltilmiş, bu yükseklik ör­tü sistemine de yansıtılmıştır. Yolcuların kullanımına mahsus olan ortadaki nefte, granitten yapılma dörder adet bodur sütun üstünde, yekpare taştan basık ke­merler üzerinde yükselen İki baca bulun­maktadır. Tuğla örgülü olan bu bacalar tavana doğru kademeli biçimde daral­maktadır.

İki pencere dışında hanın diğer on do­kuz penceresi mazgal şeklindedir. Bunun sebebi hiç şüphesiz ısı kaybını Önleme ve güvenliği sağlama düşüncesidir. Bugün oldukça harap durumda bulunsa da ya­pının üzerini İki yana eğimli bir kırma ça­tının örttüğü anlaşılmaktadır.

İri blok kesme taş ve tuğla malzeme kullanılarak temiz bir işçilikle inşa edilen yapının duvarlarında iki sıra taş, dört sı­ra tuğla dizisi almaşık olarak kullanılmış­tır. Tonoz ve kemerlerle bacalardaki mal­zemenin tamamı tuğla ise de bunlarda süs unsuru yoktur. Bunun yanında, eyva­nın doğu yan duvarındaki nişte tuğlanın dekoratif örgülü olarak kullanıldığı dik­kati çeker. Burada tuğlaların yatay ve di­key durumda yerleştirilip “meander” mo­tifi meydana getirildiği görülür ki yapıda bu basit süslemeden başka süslemeye rastlanmaz. Binanın inşasında kullanılan blok taşlar, yapının yakınındaki Apollonia (şimdi Gölyazı) şehri harabelerinden alın­mış olmalıdır. Duvarların dış yüzünün de­ğişik yerlerinde bulunan bazı mimarî par­çalarla üzeri yazılı taşlar da antik yapılar­dan devşirilmiştir. Bunlara sütun gövde­leri de eklenebilir. Ocaklara ait sütun baş­lıkları antik malzeme olsa da bunların üzeri Türk üslûbunda işlenmiştir. İşçilik­leri oldukça kaba görünen bu başlıklar üç ayrı tiptedir. Bir kısmı baklavalı tipin sa­de örnekleri olup iki başlık köşelerinde uçları aşağı doğru yönelik mızrak ucu yap­raklar bulunan kesik piramit biçiminde­dir. İkinci ocağın sütun başlıkları ters dön­dürülmüş çok kenarlı kesik piramidal bi­çime sahip olup kıvrılmış yaprak uçlarıy-la köşeleri pahlanmıştır.

Erken Osmanlı döneminde eski mima­ri geleneklere bağlı kalınarak inşa edildi­ği anlaşılan yapı halen depo vazifesi gör­mektedir. Son olarak 1956 yılında restore edilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski