Osmanlıda Hazine Nedir, Ne Demek, Tarihçe, Hakkında Geniş Bilgi

Hazine. Osmanlılar’da devlete ait nakit, kıymetli eşya ve bunlarla ilgili evrakın saklanıp korunduğu yer.

Sözlükte “bir şeyi saklamak, biriktir­mek” anlamına gelen hazn kökünden me­kân ismi olan hizâne kelimesi Türkçe’ye hazîne şeklinde geçmiş ve XIII. yüzyıldan itibaren hazne biçiminde de kullanılmış­tır. Diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi Selçuklular’da da para, hil’at, vesika, si­lâh, kıymetli eğer takımları ve mücevhe­ratın saklandığı yer olarak hazine kelime­sine sıkça rastlanır. İbn Bîbî, asıl devlet hazinesine “hazîne-i âmire” dendiğini be­lirttiği gibi tahsil edilen paraların, savaş­ta ele geçirilen ganimet mallarının, bun­larla ilgili kayıtları içeren defterlerle muahede metinlerinin burada bulundu­ğunu yazar; ayrıca “hizâne-i hâs” denilen hükümdara ait bir iç hazinenin varlığın­dan da söz eder. Osmanlı malî bürokrasisine geniş ölçüde örnek teşkil eden İlhanlılar’da ise vezirin yetki alanı içinde “hizâne-i büzürg” adlı devlet hazinesinden bahsedilmekte­dir. Memlükler’de de “hazînedâr-ı sânı, hazinedar, nâzırü’l-hizâne” gibi görevli­lere rastlanmaktadır. Osmanlılar’da ha­zine tabirinin geniş anlamıyla ve yaygın olarak kullanılışı XV. yüzyıldan itibaren başlar. Bu dönemlerde kelimeye, doğru­dan doğruya devlete veya şahıslara ait paraların, ziynet eşyalarının saklandığı yer (mîrî hazine) anlamında kaynaklarda rastlanmaktadır.

Osmanlı devlet teşkilâtında daha ku­ruluş yıllarında kıymetli nakit ve malların korunduğu bir hazinenin var olduğu sa­nılmaktadır. Osmaniılar’da XVIII. yüzyılın son çeyreğine kadar Enderun (Hazîne-i Hâssa, iç hazine) ve Bîrun (maliye hazi­nesi, devlet hazinesi, dış hazine) adların­da iki hazinenin varlığına rastlanmakta, ancak bu ayırımın hangi dönemde kesin olarak şekillendiği bilinmemektedir. Fâ­tih Sultan Mehmed’in teşkilât kanunnâ­mesinde, baş defterdarın bütün devlet mallarının nâzın durumunda olduğun­dan söz edilmesi, yine burada “ceyb harç­lığı” tabirine rastlanması bu ayırımın ya­vaş yavaş meydana gelmekte olduğuna işaret etmektedir. Fâtih Sultan Mehmed dönemine ait 1478 tarihli bir mevâcib defterinde, Enderun hizmetlileri arasında “Bölük-i Hazîne” başlığı altında üç gö­revlinin adının yer alması da bu ayırımın varlığı­na delil olarak gösterilebilir. Bununla bir­likte sarayın harem kısmında bulunan En­derun Hazinesİ’nin bir çeşit ihtiyat hazi­nesi olarak kullanıldığından, yani yedek hazine durumunda olduğundan yola çı­kan bazı araştırmacılar, bu dönemi ge­nel görünüş itibariyle tek hazineli devir olarak kabul ederler.

Enderun Hazinesi veya iç hazine Has Oda, bodrum, çilhâne, raht (Has Ahur), hil’at ve ceyb-i hümâyun hazinelerinden oluşmaktaydı. Burası XVII. yüzyılın orta­larında yaklaşık 110 görevli tarafından idare edilirdi. Bunların başında hazine-darbaşı ve yardımcısı hazinedar kethü­dası vardı. 118S’te (1772) görevli sayısı 157’ye çıkmıştı. XVIII. yüzyılın sonunda hazine, hazinedar kethüdası tarafından yönetilmekte ve yardımcılığını ise hazine başkâtibi yapmaktaydı. Bu dönemde ha­zinenin mührü kethüdada ve anahtarı kâ­tipte bulunurdu. Hazineden para almak gerektiğinde sultanın izni alınır ve görev­lilerin huzurunda hazine açılır, işlem he­men kaydedilerek daha sonra esas def­tere geçirilirdi. Hazinede çalışan görevli­ler sıkı denetime tâbi tutulurlar ve üzer­leri arandıktan sonra çıkabilirlerdi. Hazi­nenin kontrolü hazinedar kethüdası ve hazine ağalannca yapılır ve hazine kayıt­ları kâtipler tarafından gerçekleştirilirdi. Yeni padişah tahta çıktığında hazineye giderek bizzat teftişte bulunurdu. Bu teftiş saray görevlilerinin de katıldığı önemli bir törendi. Padişah hazineye gir­meden önce hazine başkâtibi hazine bilgi­lerinin kayıtlı olduğu defteri sultana tak­dim ederdi.

XV ve XVI. yüzyıllarda Hazîne-i Âmire’-yi (Hizâne-i Âmire) ifade eden dış hazine yani Bîrun Hazinesi, yine bir hazinedarbaşı ve hazine kâtiplerinden oluşmaktaydı. Bunlar doğrudan doğruya defterdara bağlıydılar. II. Bayezid dönemine ait ka­yıtlara göre “serhâzin” de denen hazine-darbaşı defterdara karşı sorumluydu ve gerekli harcamalar, hatta in’âm, tasad-duk gibi hazineden çıkan hediyeler onun eliyle dağıtılırdı. 909 (1503) tarihli kayıt­larda “Cemâat-i Hademe-i Hazîne-i Bîrûnî”, “Cemâat-i Kâtibân-ı Hizâne-i Âmire” başlıkları altında görevliler yer almaktay­dı. “Hazine Kâtipleri” başlığı altında, da­ha sonra mukâtaacı olarak kaydedilecek olan hazine kâtibi Hamîd Bey ve birçoğu defterdarlığa bağlı mukataacı. muhase­beci, mukabeleci, rûznâmçeci gibi on bir maliye kâtibiyle bunların yirmi şakirdinin adları geçmektedir. Daha sonraki bir ka­yıtta da bunlar hazine ve divan kâtipleri şeklinde yazılmıştır. Yine II. Bayezid dönemine ait olan ve 900 (1494) yılından biraz sonra tutulduğu sanılan bir “müşâherehöran” defterinde bir hazinedarbaşı, dokuz hazinedar, yirmi Hazîne-i Âmire kâtibi ve bunların yardımcı­ları kaydedilmiştir. Bu sonuncuları hiç şüphesiz maliye kâtip­lerini göstermekte ve 909 (1503) yılında­ki bilgiler çerçevesinde bürokratik orga­nizasyonun gelişmesini sürdürdüğü an­laşılmaktadır. Nitekim Kanunî Sultan Sü­leyman zamanında 1537-1542 yıllarına ait olduğu kabul edilen bir başka listede “Cemâat-i Hazînedârân-ı Bîrûnî” başlığı altında Serhâzin Hüsam Bey ve ona bağlı sekiz hazinedarın adları ile yevmiyeleri belirtilmiş, Hazîne-i Âmire kâtipleri ola­rak yirmi üç kâtip ve bunların yirmi üç şakirdinin ismi verilmiş, ayrıca dokuz ulû-feli hazine kâtibinin adı yazılmıştır. Bu listede hazine kâtipleri II. Bayezid devrindekiler gibi rûznâmçeci, muhasebeci, mukataacı, tezkireci. mevcûdâtî. vâridâtî. teslîmâtî gibi maliye kâ­tipleridir. Dolayısıyla hazine ile defterda­rın dairelerinin bürokratik olarak bir bü­tünlük oluşturduğu söylenebilir. 975’te (1567-68) hazineye bağlı kâtiplerin sayısı otuza çıkmıştı. XVII. yüzyılda hazine kâtipliğiyle hazinedarlar arasında belirli bir farklılaşma meydana geldi. Nitekim 1615 yılına ait, sefere giden sâlyâneli görevli­leri gösteren bir listede maliye kâtipleri, başmuhasebe, Anadolu muhasebesi, rûz-nâmçe kalemleriyle hazinedarlar ayrı baş­lıklar altında kaydedilmiş: hazînedârân-ı Bîrûnî ve vezzânân olarak seferde görev­li bir serhazine, dört hazinedar, dört vez-zân ile bir mehterân-ı hâssaya yer veril­miştir. Ancak hazinede görevli personelin sayısı bu rakamların daha da üzerinde olmalıdır.

955 (1548) yılı bütçe kayıtları, toplam 36.021.027 akçenin 25.021.027’sinin hazinede, 11,000.000’unun daYedikule mahzenlerinde muhafaza edildiğini, gü­müş ve altın paraların keseler halinde ve diğerlerinin açıkta bulunduğunu göster­mektedir. XVI. yüzyılın sonundan itibaren Ha­zîne-i Âmire ihtiyaçlarını Bîrun Hazinesi karşılayamaz olmuş ve Enderun Hazinesi’nden de yardım alınmaya başlanmış­tır. Bu tür zorluklar genellikle savaş dö­neminde ortaya çıkmaktaydı. III. Mehmed zamanında (1595-1603) hazırlanan bir mazbata, Enderun Hazinesi’nden Bî­run Hazinesi’ne destek verme uygula­masının Kanunî Sultan Süleyman devrin­den beri yapılmakta olduğunu göster­mektedir. Bununla birlikte III. Mehmed, tören kılıçları ve hırkaları gibi hediyeler için de Bîrun ve Enderun hazinelerinden para alındığını tesbit etmiş ve defterda­rını sert bir dille uyarmıştır. İhtiyaç halinde Enderun Hazinesi’n­den alınan paralar daha sonra iade edi­lirdi. Esasen Enderun Hazinesi Bîrun Ha­zinesi’nin fazla vermesiyle ortaya çıkmış­tı. Diğer bir ifadeyle Bîrun Hazinesi’nin fazla parası Enderun Hazinesi’nin kayna­ğını oluşturuyor ve ihtiyaç halinde bu pa­ra Enderun’dan tekrar alınıyordu. Mese­lâ Mısır’dan gelen yıllık gelirin fazlası En­derun Hazinesi gelirini oluşturmuştu. Ay­nı şekilde fazla harcamaları önlemek için Bîrun Hazinesi’nin fazlalıkları Enderun Hazinesi’ne aktarılırdı. Enderun Hazine­si’nin dış kaynaklan ise Bağdat gümrü­ğünden ve vârissiz kimselerin geride ka­lan mallarından ibaretti.

Bir vilâyetin merkeze gönderilen yıllık gelirine de hazine denirdi. Meselâ Mısır’­dan gönderilen para “irsaliye hazinesi” olarak anılmaktaydı. Ana­dolu ve Rumeli’de bulunan birçok vilâye­tin mahallî ihtiyaçlarını karşıladıktan son­ra merkeze gönderdiği artan gelirlerine de hazine adı verilir, bunlar Bağdat hazi­nesi, Dİyarbekir hazinesi, Erzurum hazi­nesi şeklinde kayıtlara geçerdi. Bununla birlikte iç kargaşalardan veya diğer se­beplerden dolayı kendi ihtiyaçlarını kar­şılayamayan vilâyetlerin açıklan İstanbul’­dan veya komşu vilâyetlerden gönderi­len ek hazinelerle kapatılırdı. Bunların dışında vilâyetlerde toplanan vergilere de hazine denirdi. Vilâyette vergi toplamak­la görevli birim vilâyet hazinesi idi. Hazi­ne kelimesi bu şekliyle “maliye” veya “def­terdarlık” anlamına gelmektedir. Meselâ Halep’te vergi sistemi Halep hazinesinde bulunan defterlere göre belirlenirdi ve burası da defterdarlık olarak geçmektey­di.

Hazîne-i Âmire’ye getirilen para vezne­dar (vezzân) tarafından kontrol edilir ve sahte olup olmadığının yanı sıra kayıtlar­da geçen miktarın gelip gelmediğinin de tesbiti yapılırdı. Hazineye giren ve hazi­neden çıkan paralar, defterdarın arkasındaki sırada oturan kâtipler tarafından kaydedilirdi. Kâtiplerin yanında da vez­nedarlar bulunurdu. Veznedarların alet­leri mangal, demir fırın ve terazilerden ibaretti. Tartıldıktan sonra paralar kese­lere doldurulur ve bu keseler Dîvân-ı Hü­mâyun önündeki toplantı salonunun ya­nında bulunan hazine odasına konurdu.

Hazine kelimesi, XVI. yüzyılın sonun­dan itibaren giderek daha geniş mânada kullanılmaya başlandı. Meselâ kale garni­zonunun ihtiyaçlarını karşılamak için ay­rılan paraya bu ad verildiği gibi savaş za­manında her çeşit askerin İhtiyacını kar­şılamak için gerekli olan para ve ordu ile birlikte gönderilen hazine defterlerine de “ordu hazinesi” denmiştir. Ordu hazi­nesi develer üzerine yerleştirilmiş kasa­larda nakledilirdi ve konak yerlerinde ha­zine çadırına konularak yeniçeri muhafız-lannca korunurdu. Dolayısıyla defterdar­lar ve ilgili büro elemanları sefer zamanı sultan ve sadrazamla birlikte olur. rûz-nâmçe de denen hazine defterlerine, yani gelir ve giderleri gösteren defterlere har­cama veya gelirler gündelik olarak işlenir­di; gereken alım satımlar, çeşitli mukâ-taalardan gelen gelirler dikkatle belirti­lirdi. Hazine defterleri ordu hazinesiyle birlikte hazine çadırında muhafaza edi­lirdi (Feridun Bey. I. 589-590). Ordu hazi­nesi hakkında bir fikir vermek için Lala Mustafa Paşa’nın 1578 İran seferi sırasın­da ordu için ayrılan hazineyi yirmi altı de­ve katarının taşıdığını belirtmek yeter­lidir. XVIII. yüzyılın sonunda Enderun Hazinesi aynî ve nakdî kaynak bakımından Hazîne-i Âmire’den daha zengindi. Bu dönemde bile savaş zamanı ve malî kriz dönemleri hariç Enderun Hazinesi’nden Bîrun Hazinesi’ne çok az yardım yapılırdı. Bununla birlikte bu yardımlar kredi olarak kabul edilir ve sonra geri ödenirdi.

Birçok savaşta devletin toprak kaybına uğraması Enderun ve Bîrun hazineleri­nin yeniden düzenlenmesini gerekli kıldı. Darphâne sadece para basan yer olmak­tan çıkarılarak bazı mukâtaaların toplan­dığı bir hazine haline getirildi. XVIII. yüz­yılın ikinci yarısında Darphâne giderek Ha-zîne-İ Âmire’nin yedeği görevini yapma­ya başladı. Haremeyn mukâtaaları. Sim-keşhâne mukâtaası ve diğer bazı mîrî mukâtaalar, muhallefât bedelleri Darphâ-ne’ye terkedildi. III. Selim devrinde yeni kurulan Nizâm-ı Cedîd ordusu ile savaş masraflarını karşılamak üzere oluşturul­ması düşünülen özel hazineyi de Darp-hâne’nin yürütmesi kararlaştırıldıysa da daha sonra Irâd-ı cedîd” adıyla yeni bir hazine teşkil edildi. 2 Mart 1793’te kuru­lan yeni hazineye birtakım gelir kaynak­ları aktarıldı. Bunlar arasında Haremeyn ile yıllık faizleri 10 keseyi geçen malikâne mukâtaaları da bulunuyordu. Bu gelirler sayesinde yeni hazine, bazı gelir kaynak­larını kaybeden devlet hazinesinden da­ha zengin hale geldi. Fakat III. Selim’in tahttan indirilmesinin ardından îrâd-ı ce­dîd hazinesi kaldırıldı. îrâd-ı cedîd hazinesinin gelirlerinin bir kısmı kayboldu, bir kısmı da Enderun Hazinesi’ne bağlı Darphâne-i Âmire hazine­sine devredildi. Böylece devlet masrafla­rı yine devlet hazinesince karşılanır oldu ve fazlalıklar ihtiyat hazinesi görevi ya­pan Enderun Hazinesi’ne aktarılmaya de­vam etti.

Bundan başka III. Selim döneminde İs­tanbul’un iaşesi ve zahire temini için bir nezâret kuruldu. Bunun hesapları ve pa­ranın işletilmesi Hazîne-i Âmire’ye ait ol­mak üzere Darphâne’de “zahire serma­yesi” adıyla bir fon oluşturuldu. Ardın­dan da Eylül 1795’te zahire hazinesi teş­kil edildi. Bu hazine, belirli gelir kaynak­larının tahsisi ile değil meydana getirilen fon yani döner sermaye ile işliyordu ve di­ğer hazinelerden bu yönüyle ayrılıyordu. Yine îrâd-ı cedidin kurulmasından sonra tersane masrafları için 1804 sonlarından itibaren bazı teşebbüslere girişildi ve Şu­bat 1805te Tersane Hazinesi kurularak tersane personelinin maaş, tayın, gemi yapım ve donanım masrafları buradan karşılanmaya başlandı. 1820’den itiba­ren on beş kadar Anadolu sancağının vali veya mutasarrıf tayini yapılmaksızın mü-tesellimler tarafından yönetilmeye baş­lanmasıyla vali veya mutasarrıflara dev­redilen gelirler başlangıçta Asâkir-i Man-sûre-i Muhammediyye masraflarını kar­şılamak üzere tahsis edilen ve bazı mu-kâtaa gelirlerini toplayan, bu sebeple Mu-kâtaat Hazinesi denen yeni hazineye ak­tarıldı. Timar sisteminin ve Yeniçeri Ocağı’nın ilgasından sonra 1834’te Mukâta-at Hazinesi’nin adı Mansûre Hazinesi’ne çevrildi ve buna bağlı Redif Hazinesi ku­ruldu. Mansûre Hazinesi’nin teşkilinden sonra Hazîne-i Amire ve Darphâne es­ki önemini kaybetti. 1837’de Hazîne-i Âmire Darphâne İle birleştirildi. Maliye Nezâreti kurulurken (1838) hazine ile Darphâne tekrar ayrılarak Hazîne-i Âmi­re Mansûre Hazinesi’yle birleştirildi; Tanzimat’ın ilânından biraz Önce de Hazîne-i Âmire Mukâtaat Hazinesi adıyla yeniden ayrıldı.

28 Şubat 1838*de Maliye Nezâreti ku­rularak karışıklık içinde bulunan malî iş­lerle İlgili merkezî bir sistem meydana ge­tirildi. Eski sistemle idare edilen yerler Hazîne-i Âmire’ye. yeni sisteme dahil olan­lar Maliye Nezâreti’ne bağlı maliye hazi­nesine bağlandı. Muhassıllıkların gelirle­ri, İstanbul emtia, duhan gümrüğü, ke­reste gümrüğü, ihtisap, zecriyye resim­leri, maden, karantina, tahmishâne hâsı­latı maliye hazinesi gelirleri arasında yer alıyordu. 1841 ‘de ise bütün hazineler bu­raya katılarak tek hazine, tek bütçe pren­sibi benimsendi. Padişah tarafından yö­netilen mülklerin tamamı da devlet ha­zinesine devredildi. Padişahın şahsına ait harcamaları karşılayan ceyb-i hümâyun hazinesi Hazîne-i Hâssa Dairesi haline ge­tirildi.

1871 ‘de carî masrafları iki başlık altın­da toplama karan alındı. Birincisi her ka­mu kuruluşunun belli özel giderlerini, di­ğeri Maliye Nezâretİ’nce ödenen genel masrafları içine almaktaydı. Birincisinde sultanın masrafları, askerî hazine. Bah­riye hazinesi, kadıların ve şer*î işlerin tah­sisatı, evkaf hazinesi, dahilî ve haricî iş­ler tahsisatı, ticaret ve bayındırlık tahsi­satı ve eğitim tahsisatı vardı. Hazîne-i Hâssa’nın dışında her nezâret ertesi yılın masraflarını gösteren bir defter takdim etmek zorundaydı. Vilâyetler de bir büt­çe tayin etmek ve bütçe muvazene def­terlerini Maliye Nezâreti’ne göndermek durumundaydılar. Hazine kelimesi bugün de hemen hemen aynı mânada kullanıl­makta olup Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın 1930’da kurulmasından son­ra burası hazinedarlık görevini de üstlen­miş: 1983te yapılan bir düzenlemeyle ha­zine işlemlerini yürütme görevi başba­kanlığa bağlı olarak oluşturulan Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığına devredil­miştir. Daha sonra da hazine ile ilgili işle­ri yürütmek üzere Hazine Müsteşarlığı kurulmuştur.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski