Osmanlıda Hükümet -Tan­zimat Öncesi- Tarihi, Hakkında Bilgi

Osmanlı Devleti’nde Hükümet(Tan­zimat Öncesi).
Bakanlar kurulu anlamını XIX. yüzyılda kazanan hükümet tabirinin tarihî kaynaklarda ilk dönemlerden itiba­ren özellikle idarî ve kazâî anlamda kulla­nılmış olduğu görülmektedir. Beylerbeyi veya valinin yetkileri belgelerde zaman zaman hükümet kelimesiyle ifade edildi­ği gibi sorumlu olduğu bölgeye de “taht-ı hükümet” denilmiştir. Aynı tabir kaza, sancak ve eyalet kadılarının sorumluluk bölgeleri için de kullanılmıştır. “Hasra teş­kilâtında ise tımar sisteminin uygulanma­dığı, iç idaredeki yetkilerin mahallî ailelere bırakıldığı ve bunun irsî olarak sürdü­rüldüğü “ocaklık-yurtluk” denilen idarî bölgeler, eyalet yanında hükümet tabiriy­le de anılmıştır. Ancak zamanla resmî kay­naklarda yurtluk- ocaklık denilen sancak­larla hükümet diye anılan sancaklar ara­sında bir farklılaşma ortaya çıkmış ve ikin­cilerin tahriri yapılmayarak halkı avarız türü vergilerden muaf tutulurken sancak beyliği görevi babadan oğula geçen bu bölgelerin idarecileri her yıl belirli bir mik­tar vergi ödemekle yükümlü kılınmıştır. Bununla beraber bu farklılık genel bir sta­tü haline gelmemiş, bu tabirler birbirinin yerine kullanılmıştır. Meselâ XVI. yüzyıla ait ilk sancak listelerinde, Diyarbekir böl­gesinde eyalet tabiriyle anılan on yedi ve 1578-1580 tarihlerine ait listede on üç idarî birim vardı. XVII. yüzyıl başlarından itibaren ise eyalet ismiyle kaydedilen sancakların bir bölümü­nün listelerde hükümet olarak yer aldığı görülmektedir. Meselâ Ayn Ali Efendi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ocaklık-yurtluk statüsündeki sancakları hükümet denilenlerden ayırmış ve ilk gruptakiler-de beylerin irsen tayin edildiklerini, zea­metleri bulunduğunu, beylerbeyinin emri altında hizmet gördüklerini, ikinci grup­takilerin ise tahrir edilmediklerini, timar sisteminin olmadığını, hâkimlerinin mül­kiyet üzere “zabt ve tasarrufta bulun­duklarını ve vergilerini de yılda bir defa gönderdiklerini belirterek bunların Cezîre (Cizre), Eğil, Genç. Palu, Hazzo Diyarbekir’de, Bitlis (Van’da), Mihrivan Mihriban (Şehrizol’da) ve İmâdiye’den (Bağ­dat’ta) ibaret olduklarını kaydeder. An­cak onun bu ayırımı kesin bir statüyü ve buna bağlı adlandırmayı ortaya koymaz. Nitekim Çıldır beylerbeyliğine bağlı Per-tekrek, Livâne ve Şavşat’ın da tıpkı hü­kümetler gibi yurtluk, ocaklık, mülkiyet üzere tasarruf edildiklerini yazmasına rağmen bunları “liva” tabiriyle tanımlar. 1632-1642 yıllarını kapsa­yan bir sancak tevcih defterinde hükümet olarak belirtilen sancaklara Tercil  Hizan, Hakkâri ve Mahmûdîde (Van’da) eklenmiştir. XVII. yüzyılın ortalarına ait bir risalede müstakil başlık altında hükümet statü­sündeki sancakların dokuz adet olduğu (Cezîre/Cizre, Eğil, Genç, Palu, Hazzo, Mahmûdî, Mihrivan, Uşnı, İmâdiye) ve Ayn Ali Efendi’nin verdiği bilgilere ilâve­ten bunların hepsinin padişahın emrine ve fermanına bağlı bulundukları, hangi beylerbeyine tâbi iseler onunla birlikte sefere gittikleri belirtilmektedir. 1820 yılından biraz önceye ait olduğu sanılan bir defterde de söz konusu hükümetlerin varlıklarını hâ­lâ sürdürdükleri görülmektedir. Ancak Tanzimat dönemindeki köklü reformlar sırasında bu yapının değiştirilerek genel idarî sistem içinde telakki edildiği anlaşıl­maktadır.

Klasik dönemde hükümet tabirine doğ­rudan doğruya merkez teşkilâtını ve ida­resini ifade eden bir terim olarak rastlan­maz. Ancak divan teşkilâtı içerdiği anlama uygun bir şekilde bu yapıyı ortaya koya­cak bir özellik gösterir. Osmanlı idarî ve hukukî yapısında yasama, yürütme ve yargı İslâm devletleri geleneğinden gelen bir uygulamanın devamı olarak birbiriyle yakından ilgili, hatta iç içe girmiş bir özel­liğe sahiptir. Yasama sınırlıydı ve sadece örfî alanı kapsıyordu. Yürütmeyi ise esas­ta Dîvân-ı Hümâyun temsil ediyor, onun­la bağlantılı biçimde merkezde ve eyalet­lerde çeşitli kurullar bulunuyordu. Divan­da devletin idaresiyle ilgili her türlü karar alınmakta, ayrıca talep vukuunda şikâyet ve davalara bakılmakta veya daha önce bakılmış davalar yeniden gözden geçiril­mekteydi.

Fâtih Sultan Mehmed dönemine kadar bizzat padişahın, bu dönemden itibaren onun mutlak vekili sıfatıyla sadrazamın başkanlığında toplanan, ancak bazı hal­lerde bizzat padişah tarafından yönetilen Dîvân-ı Hümâyun Kubbealtı vezirleri, Ru­meli ve Anadolu kazaskerleri, nişancı, def­terdar, -o sırada İstanbul’da ise- Rumeli beylerbeyi ve -vezir iseler- yeniçeri ağası ile kaptan-ı deryadan meydana geliyordu. Üstlendikleri görevler ve sorumluluklar açısından bir bakıma bugünkü anlamda hükümet üyelerine benzetilebilecek olan divan üyelerini iki grupta ele almak müm­kündür. Birincisi protokolde sadrazam­dan hemen sonra gelen vezirlerdir. Bun­lar imparatorluğun değişik bölgelerinde çeşitli kademelerde görev yapmış, devlet tecrübesi bulunan askerî idarîformas­yona sahip devlet ricali idi. Doğrudan so­rumluluğunu üstlendikleri belli bir alan bulunmayıp askerî idarî ve haricî konu­larda görüşlerinden istifade edilirdi; ay­rıca kararların alınmasında oy sahibi idi­ler. Diğer üyeler belli bir alanın yetkilisi durumundaydılar. Ülke çapındaki adliye ve eğitim teşkilâtları kazaskerlere Anadolu-Rumeli bağlıydı. Defterdar bütün malî ve iktisadî teşkilâttan sorumluydu. Nişancı örfî mevzuatı yani kanunları en iyi bilen kişi ve bürokrasisinin başıydı. Bütün divan bürokrasisinin ve onunla irti­bat halinde olan merkez-taşra muame­lâtının âmiri durumundaydı.

Tanzimat sonrası Batı modeli hükü­metlerde iç ve dış meseleler iki nezâretle idare edildiği halde klasik dönem merkez ve divan teşkilâtında doğrudan doğruya bu görevleri üstlenmiş yetkililer bulunma­maktadır. Bu durum, devletin batıda ve doğuda diplomatik münasebetlerinin çok yoğun olduğu, sınırlarının Budin’den Bas­ra’ya, Kırım’dan Cezayir’e kadar genişle­diği dönemlerde iç ve dış işleriyle ilgili ko­nuların ihmal edildiği anlamına gelmez. Bunun Osmanlılar’a geçen divan teşkilâ­tının yapısından kaynaklandığı söylene­bilir.

Dîvân-ı Hümâyun’un XVII. yüzyıldan İti­baren sembolik bir kurul haline gelerek zaman zaman toplanması devlet işlerinin sadrazam divanına intikal etmesine yol açmıştır. Ancak Dî­vân-ı Hümâyun üyelerinden her birinin müstakil sorumluluk sahibi ve padişah adına buyruldu yazmaya yetkili olmasına karşılık ikindi divanı üyelerinin sad­razamın memurları durumunda bulun­maları sebebiyle bu divan tam anlamıyla hükümete tekabül etmemektedir. Bu durumda önemli kararların alınabilmesi için yetkili bir kurula ihtiyaç duyulmuş ve daha önceleri nadiren top­landığı kroniklerdeki kayıtlardan anlaşı­lan meşveret meclisi bazan padişahın, çok defa da sadrazam veya şeyhülislâmın baş­kanlığında yetkili kimselerden oluşan üye­leriyle daha sık toplanarak önemli karar­lar almıştır.

Hükümetler için temel olan bürokrasi ve bunun sağlıklı bir şekilde yürümesini sağlayan resmî belgeleri saklama gelene­ği yani arşiv sistemi Osmanlı bürokrasisin­de dikkat çekici bir gelişme göstermiştir. Bu sayede hükümet teşkilâtının pratikte nasıl çalıştığını gösteren çok sayıda belge ve defter serileri bugüne ulaşmıştır. Bü­tün bu evrak ve defter serileri Osmanlı hükümet yapısı ve buna bağlı bürokrasi­nin anlaşılmasında Önemli bir yere sahip­tir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski