Sûfînİn kalbine doğduğu kabul edilen işaretlere dayanarak âyetleri yorumlaması; mutasavvıfların bu yöntemle yaptıkları tefsirler için kullanılan bir tabir.
Sözlükte “bîr nesneyi gösterme; bir anlamı üstü kapalı bir şekilde ifade etme, dolaylı ve kinayeli bir sözle anlatma” gibi mânalara gelen işaret, tasavvufta “maksadı söz aracılığı olmadan başkasına bildirme; ibareyle anlatılamayan, yalnızca ilham, keşf gibi yollarla elde edilmiş bilgi ve sezgi sayesinde anlaşılabilecek kadar gizli olan mâna” şeklinde tanımlanmış, keşf ve ilhamla Kur’an âyetlerinin bir kısmının veya tamamının yorumlandığı tefsirler de işârî (remzî) tefsir adını almıştır. Söz konusu gizli anlamları kavramanın yolu olarak görüldüğü için tasavvufa “işaret ilmi” denmiştir.[94] Tasavvuf literatüründe bir metnin gizli anlamının açığa çıkarılması yapılan yorumun serbestlik derecesine göre “istinbat, işaret, itibar” gibi kelimelerle ifade edilmekte, bu metotla ulaşılan anlam için de “hakikat, latife, sır” vb. terimler kullanılmaktadır. Nitekim işârî tef sirlerden Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’nin eseri Haka’iku’t-tefsîr, Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin Lettfifü’l-işârât, Necmeddîn-i Dâye’nin Bahrü’l-hakâ’ik ve Reşîdüddîn-i Meybüdî’ninki Keşiü’l-esrâr adını taşır.
Sûfîlere göre Kur’an’da mevcut kelime, lafız ve cümlelerin ilk bakışta akla gelen dış (zahr-zâhir) anlamlarından başka bunların sûfînin marifetteki derecesine göre halka halka genişleyen iç (batn-bâtın) mânaları da vardır. Bu mânaya ulaşmak, bilgi birikimi ve tefekkür kabiliyetinin yanında ahlâkî olgunluğu da gerektirir. Kur’an’ın dış anlamını Arapça bilenler, iç anlamını ise yakin ehli olan arifler bilir.[95] Bununla birlikte mutedil mutasavvıflar zahirî mânaya ve bu mânalardan çıkan şer’î hükümlere de büyük Önem verirler; bâtınî mânanın dış anlamı geçersiz kılmaması gerektiğini özellikle belirtirler.
Hadis, fıkıh ve kelâm âlimlerinin dil kurallarına, âyet ve hadislerle diğer rivayetlere, akıl ve duyu verilerine dayanarak ortaya koydukları tefsirlerin yanında zâhid-lerle mutasavvıflar da kendilerine has bir bilgi aracı olarak kabul ettikleri ilham ve manevî tecrübelerine göre Kur”an’ı yorumlamaya çalışmışlardır. Bu yorumlar, I veli. yüzyıllarda nisbeten dış anlamından farklı şekilde açıklanmaya elverişli az sayıdaki âyetlerle sınırlı tefsir tarzında iken daha sonra bu sınır genişletildi, böylece önemli miktarda âyetlerin tasavvufî yorumlarını içeren tefsirler ortaya çıkmaya başladı.
Sûfîler. Kur’ân-ı Kerîm’de işârîve bâtınî mânalar bulunduğunu kanıtlamak üzere başta Kur’an’ı tefekkür, tedebbür, tezekkür ve tertîl ile okumayı öğütleyen âyetler olmak üzere [meselâ bk. Bakara 2/219, 266; En’âm 6/50; Sâd 38/29; Muhammed47/24; Müzzemmîl 73/4] bazı âyetlerle hadisleri delil gösterirler. Allah, inanmayanların Kur’an”ı iyice düşünerek okumadıkları için onu anlamadıklarını bildirmektedir.[Nisâ 4/78, 82; Haşr 59/13] Kur’an Arapça nazil olduğuna ve muhatapları da Arapça bildiğine göre bazılarının onu anlamamasından bahsedilmesi, âyetlerin zahirî mânalarının yanında bâtını mânalarının da bulunduğuna ve bunlar üzerinde düşünmek gerektiğine işaret eder. Hz. Peygamberin temel görevi Kur’an’ı halka açıklamaktır; bu da Kur’an’ın dış anlamının yanında bir iç anlamının bulunduğunu ve bu anlamı ilk defa Resûl-i Ekrem’in açıkladığını gösterir. Gazzâlî’nin İbn Mes’ûd’a nisbet ettiği. “Gönül gözü açık olan kimse için öncekilerin ve sonrakilerin bütün ilimleri Kur-‘an’da mevcuttur” şeklindeki ifade tasavvufta yer alan genel telakkiyi yansıtır. Tasavvufî kaynaklarda bu hususta son derece abartılı iddialara rastlanır.
Meselâ Hz. Ali’nin Fatiha sûresine yetmiş deve yükü tefsir yazabileceği ileri sürülmüştür. Şa’rânî’nin naklettiğine göre Ali el-Hawâs yalnızca Fatiha sûresinden en az 250.000 anlam çıkarmıştır.
I ve II. (VII ve VIII.) yüzyıllarda yaşayan âbid ve zâhidler Kur’an’ı derin bir dikkat ve duyarlılıkla okumaya büyük önem veriyorlardı. Kur’an’ın bu şekilde okunmaya çalışılmasıyla giderek zühd, takva, ih-lâs. niyet, korku ve ümit gibi ahlâkî ve manevî konulara ağırlık veren yorumlar yapılmaya başlandı. Bu yorumlar ayrıca insanlarda dünyayı ve nefsi kötüleme, âhirete yönelme, bunun İçin de ibadet ve kulluk görevlerini mümkün olduğu Ölçüde en iyi şekilde yerine getirme sorumluluğunu güçlendirmeyi hedefliyordu. Zühd ve zâhidler hakkında bilgi veren eserler bu tür yorumlarla doludur. Başta Tabe-rî’nin Câmicu’l-beyân’ı olmak üzere birçok kitapta nakledilen ve Muhammed Abdürrahîm tarafından Tefsîrü’l-Hasan el-Başrî adlı eserde derlenen Kahire 1992Hasan-ı Basrî’ye ait yorumlar bu çizginin ilk ve en önemli örneklerindendir.
İlk sûfîler, zâhidlerin Kur’an’ı yorumlama tarzına uymakla beraber buna haşyet, fena, beka. muhabbet, marifet, keşf gibi yeni kavramlar ekleyerek bu kavramlar çerçevesinde yorumlara gitmişlerdir. Meselâ, “Karada ve denizde fesad ortaya çıktı” [Rûm 30/41] mealindeki âyette geçen kara ile insanın dış organlarına, denizle de kalbine ve ruhuna işaret edildiği ileri sürülmüştür. Buna göre âyette insanların yapıp ettikleri yüzünden bedenlerinin de ruhlarının da bozulduğu bildirilmektedir. Yine, “Allah’ın rahmetinin eserlerine bakın [Rûm 30/50] mealindeki âyetin zahirî mânası yeryüzünün yağmurla canlanması, bâtınî mânası ise zikirle kalbin hayat bulmasıdır. Levh-i mahfuz [Burûc 85/22] müminin kalbi, beytülma’mûr da [Tûr 52/4] mümin kalbi şeklinde tefsir edilmiştir.[benzeri yorumlar için bk. Sehlet-Tüsterî, s. 112, 124; Serrâc, s, 126; Ebû Tâlib el-Mekkî, 1, 469,511]
İlk dönemlerden itibaren sûfîler ahlâk, ibadet ve kıssalara dair âyetler yanında fıkhî hükümlerle ilgili âyetlerin de bazı bâtınî anlamlara işaret ettiğini söylemişlerdir. Zira bir hükmün dış görünüşte bir hukuk normu olarak sunulması veya ibadetlere ilişkin olması o hüküm üzerinde tefekkür edip işârî anlamlara ulaşılmasına engel değildir. Sehl et-Tüsterî’ye göre abdest âyetindeki dört organın yıkanmasıyla [Mâide 5/6] helâl lokma, doğruyu söyleme, günahlardan uzak durma ve manen huzur halinde olmaya işaret. İbnü’I-Arabî’nin eserlerinde fıkhî âyetlerin işârî yöntemle yorumunu gösteren çok sayıda örneğe rastlamak mümkündür. Bazı sûrelerin başında yer alan hurûf-ı mukattaanın ilâhî hakikatlerin işaretleri olarak açıklanması geleneği de ilk sûfîlerle başlar. Meselâ Bakara sûresinin başındaki harflerden elif Allah’ın eşyayı dilediği gibi telif etmesine, lam ezelî lutfuna, mîm de mü-teal (aşkın) oluşuna; diğer biryoruma göre elif Allah’a, lâm kula. mîm Hz. Muham-med’e veya elif Allah’a, lâm Cebrail’e, mîm Hz. Muhammed’e işaret eder; buna göre elif-lâm-mîm harfleri, “Kul Pey-gamber’i örnek alarak mevlâsına erer” anlamına gelir.
Tasavvuf kaynaklarında mutasavvıfların Kur’an’daki işârî anlamlan kavramak için onu büyük bir dikkatle ve vecd içinde defalarca okudukları bildirilir; otuz yılda ancak bir defa hatim indirebilen ariflerin bulunduğundan söz edilir. Rivayete göre işârî tefsir hareketinin ilk temsilcilerinden sayılan Ebû Süleyman ed-Dârânî, anlamını iyice kavrayabilmek için bir tek âyeti dört beş gece boyunca okurdu.
Sûfîler, işaret yoluyla çıkarılan anlamın geçerli sayılması için onun zahirî mânaya aykırı düşmemesini, ayrıca başka bir nas-ta bu anlamı doğrudan veya dolaylı olarak destekleyen açık bir ifadenin bulunmasını gerekli görürler. Ebû Saîd el-Harrâz’ın zahire aykırı düşen her bâtının bâtıl olduğunu söylemesi. Ebû Süleyman ed-Dârânî’nin, “Kalbime gelen bir ilhamın doğruluğunu iki âdil şahit [Kur’an ve hadis] tasdik etmedikçe doğru kabul etmem demesi onların bu konudaki hassasiyetinin ifadesidir.
Bazı âyetlerin lafzî ve zahirî anlamının tasavvufî anlayışa uygun düşen mânayı yansıttığı düşünüldüğünden bunlar için ayrıca bir işârî mânadan söz etmeye gerek kalmadığı belirtilmiştir.[meselâ bk. Enfâl 7/1 7; Nûr 24/35; Kâf 50/16] Öte yandan Kur’an’daki bazı mecazi İfadeler, benzetmeler ve meseller de geniş ölçüde tasavvuf? yorumlara imkân verir. Güzel sözün güzel bir ağaca [ibrâhîm 14/ 24, 25] yağmurun hakka, sel üzerindeki çerçopün bâtıla [Ra’d 13/17] imanın nura, inkârın zulmete [Bakara 2/257] benzetildiği âyetler buna örnek olarak zikredilebilir. Gazzâlî, aslında İhvân-ı Safâ’dan aldığı işârî bir yorumla Ra’d sûresinin 17. âyetindeki benzetmede yer alan suyu Kur’an, vadileri gönüller, çerçöpü inkâr ve münafıklık olarak yorumlar.[118] Kur’an’daki kıssalar da mutasavvıfların önüne işârî yorumlar için geniş ufuklar açmış, insandan halife olarak bahseden âyet [Bakara 2/30] Hz. Musa’nın Hızır’la yaptığı yolculuk [KehfI8/60-82] Allah’ın tecellisi karşısında Musa’nın kendinden geçmesi [A’râf 7/143] vb. olaylar onlar İçin ilham kaynağı olmuştur. Kur’an’daki mecazi ifadelerle ilgili işârî yorumların en dikkate değer örneklerinden biri, zulmet ve nurdan söz eden âyetlere dair [Bakara 2/257; Nûr 24/35] Gazzâlî’nin Mişkâtü’l-envâr’üa yaptığı açıklamalardır. Aynı eserde, kutsal Tuva vadisinde bulunan Hz. Mûsâ”ya pabuçlarını çıkarmasının (hal’u’n-na’leyn) emredildiğini bildiren âyete [Tâhâ 20/12] getirilen bâtınî açıklamalar da kıssalardan esinlenerek yapılan işâ-rîyorumların en çarpıcı örneklerinden biri olarak görülmüştür. İbn Kasî, Hal’u’n-na’leyn ve iktibâsü’n-nûr min mev-zici-kademeyn adlı eserini yazarken söz konusu tasavvufî sembollerden yararlanmıştır.
Gazzâlî gibi Muhyiddin İbnü’l-Arabî de ilke olarak Kur’an’dan çıkarılan bâtınî ve işârî mânaların lafzî ve zahirî anlamla çelişmemesi gerektiğini belirtmişse de kendisi zaman zaman işârî ve bâtını yorumlarında Gazzâlfden ileri gitmiş ve genellikle işârî tefsire müsamaha ile bakan İbn Tfeymiyye gibi âlimlerin dahi ağır eleştirilerine mâruz kalmıştır. İbnü’l-Arabî, sûfîlerin Kur’an’ı keşf ve ilhamla yorumlamalarını gerçek anlamda tefsir olarak değerlendirir. Zira Kur’an’ın metni gibi tefsiri de Allah katından olmalıdır. Böylece vahiyle birlikte keşf ve ilhamın kaynağı da ilâhî olduğuna göre gerçek anlamda tefsir Allah’tan gelen ilim ve hikmete dayanarak yapılan yorumdur. Bununla birlikte mutasavvıflar “rüsum ulemâsı” dedikleri âlimlerden çekindikleri için bu yorumlara tefsir yerine işaret demişlerdir. İbnü’l-Arabî “kötülemeye benzeyen bir övme” şeklinden de bahseder.
Meselâ hırs mutlak olarak kötü, mukayyet olarak iyi olabilir. Nitekim haset de kötü olmakla birlikte bazı durumlarda tavsiye edilmiştir. İbnü’l-Arabî buna dayanarak, “İşârî yorum zahirî mânaya aykırı olmamalıdır” şeklindeki temel kurala aykırı yorumlarda bulunmuştur. Meselâ Bakara sûresinin 6. âyetinde geçen “Allah’ı inkâr edenler” ifadesini, “Allah sevgisiyle dolup taşan gönüllerini dış dünyaya kapatanlar” şeklinde açıklamakta ve söz konusu âyetin bütününü zahirî mânanın tam aksi bir anlayışla yorumlamaktadır.
Nizâmeddin en-Nîsâbûrî’nin Garâ’i-bü’l-Kurân, İsmail Hakkı Bursevî’nin Rûhu’J-beyân’ı gibi işârî tefsirlerin çoğunda rivayet ve dirayete dayalı yorumlara da yer verilmiştir; aynı eserlerde menkıbe, hikâye, mesel, kıssa, siyer, tarih, hikemiyat ve ahlâka dair literatürden, hatta İsrâiliyat’tan geniş ölçüde istifade edilmiştir. Buna karşılık ahkâm âyetleri üzerinde fazla durulmazken hadis diye nakledilen nasihate, edep ve terbiyeye dair uydurma veya zayıf rivayetlerden faydalanmakta sakınca görülmemiştir. Öte yandan İbnü’l-Arabî’den itibaren işârî tefsirlerde varlık ve bilgi teorisi gibi soyut felsefî konulara da yer verilmiştir. Özellikle geç dönemlerde yazılan işârî tefsirlerde ulûm-i garibe (occultarts) denilen esrarengiz bilgilere dair literatürün de etkisi görülür. Taşköprizâde havâss-ı Kur’ân, havâss-ı hurûf, cefr gibi konulardan bahsederken esrarlı ilimlerle Kur’an arasındaki ilişkiye de temas eder. Mutasavvıflar arasında Kur’an’daki bazı harf, kelime ve İbarelerin ileride meydana gelecek önemli olaylara işaret ettiğini ileri sürenler de vardır. Ebced harflerine tekabül eden sayılarla bu işaretler tesbit edilir İsmail Hakkı Bursevî £srâ-Tü’l’hurûf adlı eserinde bu usulü geniş ölçüde kullanmıştır. Said Nursi de bu usule dayanarak Kur’an’ın kendi teliflerinin genel adı olan Risâle-i Nûr Külîiyaü’na işaret ettiğini söylemiştir.
Mutasavvıfların bazı bâtınî ve işârî yorumlan Kur’an’ın lafzına ve mânasına uygun düşmediği, Arap dili ve edebiyatı kurallarına uymadığı gibi gerekçelerle hem ulemâ hem de mutedil sûfîler tarafından eleştirilmiştir. Haris el-Muhâsibî’nin, Ebû Zür’a ed-Dımaşki’nin nefisle ilgili işârî mahiyetteki açıklamalarını bid’at ve dalâlet saydığı söylenir. Serrâc hatalı, laubalice ve tahrif niteliğinde bulduğu bu tür işârî yorumlan Allah’a iftira olarak değerlendirir. Gazzâlî de işârî tefsir adı altında yapılan bazı zorlama yorumlan bid’at şeklinde niteler ve Bâtınî akımların bu yorumları kötü maksatlarına alet ettiklerini söyler.
Tasavvufî tefsirlere en sert tepkiyi tefsir âlimi Ali b. Ahmed el-Vâhidî göstermiştir. Vâhidî’ye göre güvenilir sûfîler Kur’an’a dair kendi açıklamalarının tefsir olduğunu söylememişlerdir. Bunun aksine kendi görüşlerini tefsir sayanlar Bâ-tinîler’in yolunu tutmuş olur. Sûfîlerin Kur’an’la ilgili açıklamalarını tatminkâr ve güven verici bulmayan İbnü’l-Cevzî onların bu husustaki cüretli tutumunu eleştirir. İbnü’s-Salâh, Zerkeşî, Zehebî gibi âlimler de bu hususta Vahidî gibi düşünmektedir. Zehebî, genel olarak takdir ettiği Sülemfnin yorumlarında caiz olmayan unsurlar bulunduğunu, bazı âlimlerin zındıklık işareti saydıkları bu tür yorumların Karmatî-ler’in tahriflerinden ibaret olduğunu söyler İbn Teymiyye, umumiyetle işârî tefsirleri sakıncalı bulmamakla birlikte bazı tasavvufî yorumların Bâtınîler’in te’villerine benzediğine dikkat çeker. Ona göre sûfîler delilde, Bâtınîler ise hem delilde hem medlulde hata etmişlerdir. Gazzâlî’nin Kur’an’daki kalem kelimesine “akl-ı evvel”, levh-i mahfuza “felek nefsi” demesi de Bâtinîler’in te’villerine benzer. Şâtlbî de sûfîlerin bazı işârî yorumlarına müsamaha ile bakmakla birlikte, “Hz. İbrahim’in içine atıldığı ateşten maksat Nem-rud’un öfkesidir, Hz. Musa’nın asasından maksat onun ortaya koyduğu delillerdir” gibi yorumların kabul edilemez nitelikte olduğunu belirtir. Süyûtî naslara, Arap dilinin kurallarına ve akla aykırı düşen birçok işârî tefsir ve te’vil örneği vererek bunları reddeder.
İbnü’l-Arabî ve takipçilerinin bâtınî ve işârî yorumlarına yöneltilen itiraz ve tenkitler ise çok daha ağırdır. İbn Teymiyye, İbnü’l-Arabî’nin te’villerini tahrif olarak değerlendirir ve bunları zahirî mânaları ve hükümleri geçersiz kılan Bâtınî te’vil-lerle aynı mahiyette görür. Ali el-Kârî, Alâ-eddin Abdülazîz el-Buhârî, Bikâî gibi âlimler, İbnü’l-Arabî’nin yaptığı yorumların küfür ve ilhâd olduğunu ileri süren eserler yazmışlardır. Çağdaş araştırmacılardan İhsan İlâhî ez-Zâhir, tasavvuf! yorum diye takdim edilen mânaların aslında Ya-hudilik’ten Şiîliğe, oradan tasavvufa geçen bilgiler olduğunu savunmuş, Kâmil Mustafa eş-Şeybî de Kur’an’ı yorumlama konusunda mutasavvıfların geniş ölçüde Şiî-Bâtınî hareketlerin etkisi altında kaldığını ispata çalışmıştır.
Abdürrezzâk el-Kâşânî, Abdurrahman-ı Câmî, Dâvûd-i Kayseri, Abdullah Bosnevî ve Sofyalı Bâlî Efendi gibi Fuşûşü’i-/ıi-kem sarihleri ise İbnü’l-Arabî’yi ve izleyicilerini savunmuşlardır. Her velînin Kur-‘an ve Sünnet üzerine yeni bir anlama tarzı ortaya koyduğunu söyleyen Şa’rânî”ye göre mutasavvıfların bahis konusu ettikleri işârî mânaların Kur’an ve hadisle bağdaştırılması mümkündür. İsmail Fenni Ertuğrul’un Vahdet-i Vücûd ve Muhyiddîn-i Arabî adlı eseri de bir savunmadır.
Tasavvuf! mahiyette tefsir yazan ilk kişinin İbn Atâ (ö. 309/922) olduğu kabul edilir. Ancak onun eseri zamanımıza ulaşmamıştır. Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî ve Ebû Nasr es-Serrâc’ın bu eserden yaptıkları alıntılar Paul Nvvyia tarafından bir araya getirilerek yayımlanmıştır. Ebû Bekir el-Vâsıtî’nİn yazdığı tasavvufî tefsir de günümüze kadar gelmemiştir. Sülemî bu eser hakkında bilgi vermektedir. Sehl b. Abdullah et-Tüsterfye nisbet edilen Tefsîrü’l-Kur3âni’l-Cazîm (Kahire 1908) her sûreden bir veya birkaç âyetin tefsirini içerir. Sehl’in tefsirle ilgili sözlerini öğrencisi Ebû Yûsuf es-Siczî aktarmış, Ebû Bekir el-Beledî de bunları yazıya geçirmiştir.
Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’nin Hakö’iku’t-teîsîr’i sûfilerin çeşitli âyetler hakkındaki yorumlarını bir araya getirmesi bakımından önem taşır. Sülemî. bu eserini yazdıktan sonra bulduğu bazı âyetlerle ilgili yorumları da Ziyâdâtü Haktfi-ki’t-tefsh’üe toplamıştır. Bu tefsir Vahidî, İbnü’s-Salâh, İbnü’l-Cevzî ve Zehebî tarafından Bâtınîler’in Kur’an’ı yorumlama tarzına uyduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Ebû İshak es-Sa’lebî’nin el-Keşî ve’î-beyön can tefsîri’l-Kur’ân’ı esasen bir rivayet tefsiri olmakla beraber Sülemî1-nin etkisiyle tasavvufî yorumlara yer verdiği için işârî tefsirler arasında sayılmaktadır. Necmeddîn-i Dâye TeUât-ı Nec-miyyenm telifinde Sa’lebîden de yararlanmıştır. Abdülkerîm el-Kuşeyrî, Süle-mî’nin Hakö’iku’t-tefsîr’i başta olmak üzere önceki işârî tefsirlerden de faydalanarak Letâ3ifü’l-işûrât’ı telif etmiştir. Eser Hakü’iku’t-tefsîr den daha düzenli ve kapsamlıdır. Diğerleri gibi Letâ’ifü’l-işârât’ta da ahkam âyetlerinin tefsirine fazla yer verilmez. Hâce Abdullah-ı Ensâri işârî bir tefsir yazmışsa da eser günümüze kadar gelmemiştir. Reşîdüddîn-i Meybüdî’nİn Keşfü’l-esrarve Siddetü’l-efarâradlı tefsiri geniş ölçüde Ensârî’nin görüşlerinden oluşur. Eser, Ensârî’nin özgün görüşlerini içermesi yanında ilk Farsça işârî tefsir olması bakımından da önemlidir.
Gazzâlî’nin işârî tefsir alanında özel bir yeri vardır. Başta İhyâ’ii ‘ulûmi’d-dîn olmak üzere çeşitli eserlerinde işârî tefsirler için teorik bir çerçeve çizen Gazzâlî bu tür tefsirlerin lüzum ve faydasını savunmuş, birçok âyeti buna göre yorumlamış, sûfîlerin Kur’an’la ilgili yorumlarını aktarmıştır. Gazzâlî, Mişkâtü’1-envâföa Nûr sûresinin 35. âyeti başta olmak üzere bazı âyetlerin tasavvufî yorumlarını yapmıştır. Eser, remzî ve işârî yorumlar yanında îşrâki filozofların yorumlarını andıran görüşler de içerir. Bu görüşleriyle tefsir konusunda mutasavvıflarla birlikte Fahreddin er-Râzî gibi kelâmcılan ve İşrâki filozofları da etkileyen Gazzâlî filozofların tesirinde kalarak te’vilde aşırı gittiği, Kur’an’a Karmatîler’İn görüşlerini hatırlatan yorumlar getirdiği gerekçesiyle İbn Teymiyye ve İbnü’S-Cevzî’nin ağır eleştirilerine mâruz kalmıştır. Şâtıbîde bu tür yorumlardan rahatsızlık duyar.
Coşkulu bir tasavvuf anlayışına sahip olan Rûzbihân-ı Baklî’nin Arâ’isü’1-be-yân adlı eseri (Haydarâbâd 1301) Sülemî ve Kuşeyrî’nin eserlerine dayanır. Fakat Baklî, âyetleri yorumlarken içine doğan cüretli mânaları eklemeyi de ihmal etmez. İbn Kasî’nin Gazzâlî’den etkilenerek kaleme aldığı Halcu’n-nacleyn ve ikti-bâsü’n-nûr min meviFi’l-kademeyn daha sonraki Endülüs mutasavvıflarını etkilemiştir. İbnü’I-Arabî bu esere bir şerh yazmıştır. Endülüslü mutasavvıf İbn Berrecân’ın Tefsîrü’l-Kurâni’l-C’azîm’i tasavvuf! yorumlardan başka harflerin havas ve esrarına da yer verir. Necmeddîn-i Dâye’nin daha çok Te’vMt-ı Necmiyye diye bilinen Bahrü’l-hakâ’ik isimli tefsiri bazı kaynaklarda yanlışlıkla Necmeddîn-i Kübrâ’ya nisbet edilir. Necmeddîn-i Kübrâ da bu alanda bir tefsir yazmakla birlikte eser günümüze ulaşmamıştır.[151] İsmail Hakkı Bursevîfiûhu’l-beyân’da Necmeddîn-i Dâye’den sık sık alıntılar yapar.
İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûhatü’l-Mek-kiyye, Fuşûşü’l-hikem, Kiiâbü’1-Kur-be, İşârâtü’l-Kiur’ân fî ‘âlemi’l-İslâm Kitâbü Şerhi HalH’n-ncFleyn Ma/fşadü’i-esnâ Foşîün müfîdfî tefsîri’J-Fâtiha adlı eserlerinde işârî tefsirin örneklerine çokça rastlanır. İbnü’I-Arabî, el-Cerrf ve’t-tafşî! fî esrâri ve’t-Tenzil adıyla Kehf sûresine kadar bir tefsir yazdığını söylüyorsa da eser günümüze ulaşmamıştır. Mahmud el-Gurâbî, İbnü’l-Arabî’nin muhtelif âyetler hakkındaki işârî yorumlarını Rahmetün mine’r-Rohmân ü tefsiri ve işârâti’I-%ur’ân min. kelâmi’ş-Şeyhi’l-Ekber Muhyid-dîn İbni’l-Arabi (Dımaşk 1989) adlı eserinde bir araya getirmiştir.
İbnü’l-Arabî’nin işârî tefsir anlayışından sonra bu alanda onun en önemli takipçisi Abdürrezzâk el-Kâşânî olmuştur. Kâşânî’nin Tevîlâtü’l-Kur’ân (Kahire 1283, 1317) adlı işâri tefsiri yanlışlıkla İb-nü’1-Arabî’ye maledilerek Tefsîm İbni’l-Arabi diye tanınmıştır. Kâşânî, bu eseri İbnü’l-Arabî’den esinlenerek yazmakla beraber yorumları daha ılımlıdır. Eser Te’vUât-ı Kâşâniyye adıyla Türkçe’ye de çevrilmiştir. SadreddinKonevî’nin İccâ-zü’1-beyân fî te3vîli (tefsiri) Ümmi’l-Kur’ân (Kum 1949; Kahire 1969) adlı Fatiha tefsiri de İbnü’l-Arabî’nin tasavvufî görüşlerinin etkisiyle yazılmıştır. Ebü’l-Berekât Cemâleddin es-Safedî’nin Keşfü’l-esrâr ve hetkü’î-estâr’ı Muhammed Pârsâ’nın Kur’an’m son on sekiz sûresine yazdığı tefsir Nizâmeddinen-Nîsâbûri”-nin Ğarâ’ibü’l-Kurân ve reğâ’ibü’l-Furkân (Kahire 1321; Beyrut 1968) ve Abdurrahman-ı Câmî’nin Tefsîrü’I-Câmî diye de anılan Tefsîrü’l-Kur’ân adlı eserleri de kayda değer tasavvufî tefsirlerdendir.
Osmanlılar döneminde yaşayan mutasavvıflar da Kur’an’m tamamına veya bir kısmına çok sayıda işârî tefsir yazmışlardır. Bunların başlıcaları şunlardır: Molla Fenân/Aynü’l-a’yân [161] Cemâl-i Halveti, Tefsîrü’S-Fâtiha ve’d-Duhâ [162] Bâyezid Halîfe, Secencelü’l-ervâh Muhyiddin Niksârî, Tefsîru sû-reti’d-Duhûn[164] Ni’metullah Nahcuvânî, el-Fevûtihu’l-ilâhiyye ve’l-mcfrifetü’l-ğaybiyye (İstanbul 1320); Aziz Mahmud Hüdâyî, Ne-fâisü’I-mecâlis Ankaravî İsmail Rusûhî. Fütûhât-ı Ayniyye (İstanbul 1328); Niyâzî-i Mısrî, Tefsîrü’l-Fâtiha [166] Müs-takimzâde Süleyman Sâdeddin, Tefsî-rü’I-Fâtiha Osmanlılar döneminde yazılan işârî tefsirlerin en kapsamlısı ve en çok ilgi göreni İsmail Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-be-yân’idir (İstanbul 1137/1725, 1255,1330). En önemli kaynaklan Necmiyye ve TeViidîü’J-Kur’dn’dır. Eşrefzâde İzzeddin Efendi’nin Enîsü’l-cinân fî tefsîri’l-Kur’ân’ı da oldukça kapsamlıdır.
Mutasavvıfların ölçülü işârî yorumlan dirayet metoduyla yazılan tefsirleri de kısmen etkilemiştir. Fahreddin er-Râzî’-nin Mefâtîhu’I-ğayb ve Levâmicu’l-beyyinât, Kurtubî’nin el-Câmi’ li-ahkâmi’l-Kur^ân, Elmalılı Muhammed Hamdi’nin Hak Dini Kur’an Dili adlı eserlerinde zaman zaman âyetlerin tasavvuf! yorumlarına da yer verilir. Âlûsî’nin Rûhu’l-mecânî’sinde de tasavvufî etkiler açıkça görülür.
TDV İslâm Ansiklopedisi