İsfa­han Cuma Camii Tarihçe, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

İsfa­han Cuma Camii. XI. yüzyılın sonlarında inşa edilen Selçuklu camii.

İran ve çevresindeki cami tipinin vazge­çilmez plan şeması olan mihrap önü kub­beli, dört eyvanlı avlulu cami tipi, bir kub­beli bölüm ve arkasında bir eyvanın yer aldığı (köşk tipi) çekirdek şemadan yola çıkılarak meydana getirilmiştir. Bu plan tipinin en önemli örneklerinden biri İsfa­han Cuma Camii’dir.

İsfahan 1051 ‘de ele geçirildikten sonra Sultan Melikşah devrinde Selçukluların başşehri oldu. İsfahan Cuma Camii’nin bu çağa ait binası. Meydân-ı Köhne denilen bir meydana bakıyordu. Selçuklu devrin­den Safevî devrine kadar çeşitli ilâveler­le, ayrıca XIX ve XX. yüzyıllarda geçirdiği tamirlerle bugünkü durumuna ulaşan ca­mi, kuzey ve güneyde aynı eksen üzerin­de yer alan iki tuğla kubbenin hâkimiyeti ve dört eyvanlı avlusuyla tamamen Sel-çuklular’ın mimari karakterini arzetmektedir. İnşa faaliyetleri çok geniş zaman dilimine yayılan yapıda her ne kadar üç ana safha olarak Abbasî dönemi, Selçuk­lu dönemi ve Selçuklulardan sonraki dö­nem söz konusu ise de eser genel ifade­siyle Selçuklu mimari tarzını korumuş­tur.

En önemli bölümleri. 1072-1092 yıllan arasında Sultan Melikşah zamanında inşa edilen ve tamamı 170 x 140 m. ebadında olan caminin tarihine ışık tutan en mü­him kitabelerden biri Nizâmülmülk’ün 1080 yılına ait büyük kitabesi, diğeri de onun siyasî rakibi olan Tâcülmülk’ün [Merzübân b. Hüsrev Fîrûz] adını ve 481 (1088) tarihini veren kitabedir. Her iki kitabe de Nizâmülmülk’ün ve Tâcülmülk’ün yaptır­dığı kubbelerde yer alır.

Cami iki defa esaslı şekilde tahrip edil­miştir. İlk tahrip Sultan Melikşah’a karşı gerçekleştirilen isyan sırasında, ikinci tah­rip ise SI 5 Rebîülâhirinde (Temmuz 1121) vuku bulmuştur. İsfahan Cuma Camii ay­rıca Bâtınîler tarafından yakılmıştır. Sa­nat bakımından çok değerli olan 500 adet mushafın da kül olduğu bu yangından İbnü’l-Esîr ve İbnü’l-Cevzî gibi müellifler bahsetmektedir. Yangından sonra cami hemen yeniden inşa edilmiştir.

Muhammed b. Ahmed el-Makdisî, Mâferrûhî, Nâsır-ı Hüsrev ve Yâküt tarafın­dan tarifleri yapılan ilk Selçuklu camiinin kalıntılarından, önceki Abbasî yapısının kesin şeklinin nasıl olduğu tam olarak çı-karılamamaktadır. Kerpiç malzemeyle in­şa edilmiş Abbasî yapısı, muhtemelen ayaklar üzerindeki kemerlerle ortadaki avluya açılan çok sütunlu bir cami olarak erken İslâm devrindeki Arap ulucamile-rine dayanan basit bir plan arzediyordu. Selçuklular zamanında ele alınan ilk yapı, güneyde mihrap önünde büyük kubbeli bir mekânla [Melikşah kubbeli mekânı] arkasında avluya açılan eyvan ve avlunun kuzeyinde daha küçük ölçüde Terken Ha­tun adına yaptırılan kubbeli mekândan oluşmaktaydı. 1135’ten sonra yine Sel­çuklular tarafından ele alınan yapı, ekle­nen diğer eyvanlarıyla dört eyvanlı avlulu hale dönüştürülmüştür. Güneyde yer alan Selçuklu tarzındaki hafif sivri kubbesiyle Melikşah adına Nizâmülmülk’ün 1080 yı­lında mimar Ebü’l-Feth’e yaptırdığı kısım, demet payeler üzerine üç yana üçer ke­mer açıklığı ile açılan kare şeklindeki bir bölüm olup yapının en mühim kısımların­dan birini teşkil eder.

Güneydeki büyük kubbenin Selçuklu devrinin öncesine ait bir alt yapı üzerine oturduğu ileri sürülmektedir. Bu konuda ilk araştırmaları yapan bilim adamları, ait yapıdaki kemerlerin kavisleriyle kubbeye geçiş bölgesindeki kemer kavislerinin farklı olduğu, ayrıca pâyelerdeki stuko süslemelerin Sâmerrâ tarzında yapıldığı gibi delil saydıkları hususlardan yola çık­maktadır. Halbuki bunların ilmî bir delil olarak gösterilmesi kabul edilemez. Meselâ Sâmerrâ tarzındaki süslemelerin bü­tün İran bölgesindeki Türk eserlerinde yaygın olduğunu söylemek bile bu delil­lerden şüphe edilmesini gerektirir. Altya­pı ile üstyapı arasındaki uyuşmazlık. Me­likşah zamanında vuku bulan kargaşalık­lar sırasındaki tahribat ve ardından ya­pılan onarımlarla da ilişkili olabilir. Bunun­la beraber bir kenarı 1S m. olan kare me­kânı örten kubbenin dayandığı ağır de­met payelerin sıvalı olması alt yapı ile tuğla kubbe arasındaki ayrılığı arttırmak­tadır.

Türk mimarisinin daha sonraki devirle­rinde Anadolu ve Mısır’da bazı yapılarda etkileri görülen bu mihrap önü kubbesi­nin konstrüksiyonu gayet ustalıkla ele alınmıştır. Öncülerine daha evvel Tim’de-ki Arap Ata Türbesi’nde (368/979) rastla­nan üç dilimli tromplardan oluşan geçiş bölgesiyle kubbe eteğine ulaşılmaktadır. Üç yanda üçer kemer açıklığıyla geçilen bölümlerin iki yanda olanlarından evvel­ce düz ahşap çatı ile örtülü neflere geçil­diği düşünülmektedir. 1121’de vuku bu­lan yangın sırasında ahşap çatı tahrip ol­muş, arkasında ilk tuğla tonozlar eski ayaklar üzerine yapılmıştır.

55 x 65 m. ebadmdaki dört eyvanlı av­lunun kuzey tarafında yer alan, daha kü­çük ölçüde ve yine Melikşah’ın emriyle sultanın hanımı Terken Hatun adına 1088’de inşa edilen kubbeli bölüm teknik ve estetik özellikleri bakımından kusur­suzdur. Bu küçük, fakat Türk mimarisi açısından çok başarılı bir örnek olan bö­lüm. Terken Hatun’un camiye gidiş geliş­leri sırasında kullanılması amacıyla yap­tırılmıştır. Yuvarlatılmış köşeleriyle pa­yeler ve bunların üzerine oturan sivri ke­merli üç dilimli tromplu geçiş bölgesiyle kubbe tam bir bütünlük arzetmekte, di­key hatların aşağıdan yukarıya doğru kuvvetle vurgulandığı görülmektedir. Bü­tün bunlar Avrupa’da gelişecek olan Go­tik mimarinin özelliklerini hatırlatmakta­dır. Hâkî Kümbeti adıyla tanınan bu kub­benin tuğlalarının ölçüsü mihrap önü kub­besinin tuğlalannkinden farklıdır. Çapı 10 m. olan kuzeydeki kubbeli bölümün iki ta­rafa kemerli açıklığı olup içeriye karanlık bir koridordan girilmektedir.

İsfahan Cuma Camii’ne, aynı eksen üze­rinde yer alan bu iki kubbeli mekân dışın­da sonraki önemli ilâveler XII. yüzyılda ya­pılmıştır. Avlunun dört eyvanlı hale geti­rilmesi, portalin iki yanında minarelerin eklenmesi muhtemelen bu yüzyılda ger­çekleşmiştir ve yine ilk tuğla tonozlar da bu yüzyıla ait olmalıdır. Camiye yapılan XII. yüzyıldan sonraki ilâveler arasında, 1310’da Moğol Hanı Olcaytu tarafından batı eyvanına konulan büyük mihrap, 768’de (1366-67) Muzafferîler tarafından eklenen ve yapının bünyesine uydurulma­ya çalışılan medrese, 851’de (1447-48) Umurlu devrinde inşa edilen Beytü’ş-şitâ [kışlıkdua-namaz salonu] Safevîler dö­neminde yapılan salonlar ve özel mescid. güney eyvanının cephesi ve 1475-1476 yıllarında Akkoyunlu devrinde gerçekleştirilen iç dekorasyonu gibi çeşitli ekler ve düzenlemeler sayılabilir.

Bütün İran bölgesindeki şehircilik an­layışında olduğu gibi bir meydana bakan bu eser, plan şeması bakımından Selçuklular’dan önceki Türk mimarisi geleneği­ne de uymaktadır. Üç yana kemerlerle ge­çit veren mihrap önü kubbeli, dört eyvanlı avlulu plan şeması. Özellikle 1135 tarihli Zevvâre Cuma Camii’nde uygulandıktan sonra İran’daki Türk mimarisinde vazge­çilmez bir plan haline gelmiştir. Mihrap önünde kubbeli mekânın düzenlenmiş şekli Anadolu ve Mısır’a kadar etkilerini sürdürmüştür.

Eyvan unsuru Sâsânî kökenli olmakla beraber dört eyvanlı avlulu planın ortaya çıkmasında eski İran mimarisinin etkisin­den çok Selçuklulardan önce meydana getirilmiş Türk-İslâm mimari eserlerin­den meselâ dört eyvanlı Karahanli mi­mari eserlerinden- yararlanıldığı düşü­nülmelidir. Zaten dört eyvanlı şema, esa­sında İslâmiyet’ten önceki Türk ve Orta Asya mimarisine dayanmaktadır. Bu hu­susta delil addedilebilecek örnekler, Türk Budist viharalannda görülebileceği gibi dört ana yön mefhumuna işaret eden kozmolojik planlı Türk ordu kenti hüküm­dar şehri planlarına da işaret edebilir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski