İskeçe (Xanthi) Nerede, Tarihi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

İskeçe. Yunanistan’da Trakya kesiminde günümüzde adı Xanthi olan bir şehir.

Osmanlı kaynaklarında Eskice, Isketye ve İskete olarak da kaydedilen İskeçe’nin bir kısmı Karaoğlan dağlarının (Güney Rodopla) eteklerinde, bir kısmı Esketze ır­mağının iki yakasındaki ovada yer alır. Bu­rası, bugünkü Trakya’yı Makendonya’dan ayıran Karasu (Nestos) ırmağının 12 km. doğusunda bulunmakta olup Gümülci-ne’ye 57 km., Ege sahillerine ise 20 km. uzaklıktadır. 1373-1912 yılları arasında kaldığı Osmanlı hâkimiyeti altında özellik­le XVIII ve XIX. yüzyıllarda yörenin önemli bir İslâm merkezi haline gelmiştir. Orto­doks Yunan, müslüman Türk ve Pomaklar’dan oluşan karışık bir nüfusa sahip ka­sabada birkaç kilise ve manastırın yanı sıra çoğu XIX. yüzyılda yapılan yedi cami vardır. Ayrıca II. Dünya Savaşı’na kadar burada Ladino diliyle konuşan Musevî topluluk da bulunmaktaydı. İskeçe’de bir müftülük ve bir hıristiyan Ortodoks pis­koposluğu mevcuttur. Kasaba çok eskilerden beri tütün, son zamanlarda ise meta­lürji ve petrokimya endüstrisi merkezi­dir, aynı zamanda çimento fabrikaları vardır. En azından XV. yüzyıldan beri müslüman Türkler İskeçe’de yaşamış ol­salar da XIX. yüzyıla kadar çoğunluğu hıristiyanlardan meydana gelen bir köy sta­tüsünde bulunduğundan buraya büyük Osmanlı eserleri yapılmamış, önce kasa­ba, ardından kaza merkezi olan müslü­man Türk nüfusunun yaşadığı Yenice-i Karasu hayır sahiplerinin ilgisini daha çok çekmiştir.

Kasabanın tarihi antik döneme kadar iner ve Xanthi adı da eski Trak kabilele-riyle ilgilidir. Bugünkü kasaba, biraz daha doğuda kurulu antik Xantheia’nın dolaylı da olsa vârisi sayılır. Xantheia Xanthi, kaynaklarda İlk defa 879’da bir piskopos­luk merkezi olduğunda zikredilmiştir. XI. yüzyılın sonunda Backovo manastırliğına bağlı iken hâlâ bir köy durumunda olup XII. yüzyıl boyunca farklı yapılardan mü­teşekkil surları bulunmayan bir yerleşim yeriydi. IV. Haçlı Seferi’nden(1204) son­ra buranın önemi artmaya başladı. 1206′-da Bulgar Çarı Kaloyan’ın, hemen yakı­nındaki Mosinipolis (Misine Hisar) ve Peritheörion (Boru Kale) adlı kaleleri tah­rip etmesiyle Xanthi bu iki eski kasaba­nın yerini aldı. Nitekim XIII ve XIV. yüzyıl­lara ait kaynaklarda “küçük kasaba” (polichnion) diye adlandırılmakta ve etrafının surlarla çevrili olduğu belirtilmektedir. Bu surların bir kısmı modern kasabanın yük­sek mevkilerinden hâlâ görünmektedir. İmparator II. Andronikos (1282-1328) burayı başpiskoposluk makamı haline getir­di. Kasabanın adının zikredildiği ilk Türk kaynağı Enverî’nin Düstûrnâme’sıdir. Eserde. 1342-1343 yıllarında Aydı-noğlu Umur Bey ile müttefiki İmparator Ioannes Kantakuzenos arasındaki müna­sebetlerden söz edilirken kasabanın adı “Eksya” şeklinde geçer ve buranın büyük bir şehir olduğu belirtilir. Kasaba bir müddet Bulgar eşkıyası Momçil’in me­kânı olduysa da 1345’te Umur Bey onun hükümranlığına son verdi. 1366’da ve da­ha sonraki yıllarda İskeçe ve civarı Ugleşa prensliğinin sınırları dahilinde Sırplar’in elinde bulunuyordu.

Bazı eski kaynaklarda kasabanın Gazi Evrenos Bey tarafından 762 (1361) yılın­da ele geçirildiği kaydedilir. Modern ça­lışmalarda ise bu tarih 775 (1373) olarak gösterilir. İlk Osmanlı kroniklerinde de farklı tarihler yer alır; Hoca Sâdeddin Efendi’nin Tâcü’t-tevârih adlı eserinde 775 (1373) ta­rihi bulunur. Osmanlı fethi sırasında sur­ları yıkılmış, tahribat görmüş ve bir köy statüsüne düşürülmüş olmasına rağmen birçok manastınyla önemli bir hıristiyan merkezi olma özelliğini korudu. Osman­lılar, İskeçe’nin güneyindeki açık ovanın ortasına kurdukları yeni bir kasabayı, Ye­nice-i Karasu’yu merkez yaparak bölgeye büyük gruplar halinde Anadolu’dan Türk çiftçileri ve yörükleri getirtip yerleştirdi­ler. Nitekim 936 (1530) tarihli tahrir def­terindeki kayıtlar, Yenice-i Karasu’nun nüfusunun üçte birinin hâlâ göçebe oldu­ğunu gösterir. İskeçe ise bu kazaya bağlı en büyük meskûn mahaldi ve XIX. yüzyıla kadar da öyle kaldı. Bölge için günümüz­de mevcut en eski Osmanlı tahrir defte­rinde (887/1482) “İsketye” adıyla yazılan kasabanın nüfusu, söz konusu yıllarda 345 hâne hıristiyan ve on dokuz hâne müslüman olmak üzere toplam 364 ha­neye [yaklaşık 1500-2000 kişi] ulaşıyordu. Bunun hemen ardından kasaba Edirne’­deki II. Beyazıt Külliyesi’nin vakfına dahil oldu ve bundan sonra da Paşa livasına ait tahrir defterlerinin va­kıf bölümünde yer aldı. XVI. yüzyılda ka­sabada hızlı bir nüfus artışı görüldü. 936′-da (1530) hıristiyan hâne sayısı 596’ya [498] ve 964te (1557) 701’e yükseldi. Aynı yüzyılın ikinci yarısında nüfus artışında nisbî bir yavaşlama oldu. 998’de 1590 toplam er­kek nüfus 722 idi. Fakat1015’te(1606) hâne sa­yısı 878’e çıkarak eski artış hızını yakaladı. Aynı dönemde müslüman hâne sayısı yirmi civarında kaldı. Bölgede ikinci büyük iskân mahalli durumundaki Yenice-i Karasu ise tama­mını müslüman Türkler’in oluşturduğu bir nüfusa sahipti ve burada 976’da (1568) 223 hâne ve seksen sekiz mücer­ret [yaklaşık 1200-1500 kişi] bulunuyordu.

998 1590 tarihli defterinde kasaba ve civarındaki ekonomik faaliyetlere dair ka­yıtlara da rastlanır. Bunlara göre İskeçe’-nin Esketze ırmağı üzerinde yetmiş yedi su değirmeni vardı ve yirmi dördü yünlü kumaş üretimiyle ilgili sıkıştırma tezgâhı (kebe değirmeni) durumundaydı. Bölge arazisinde bolca üzüm yetişmekte ve ver­ginin üçte biri hıristiyanlar tarafından üzümden üretilen şaraptan alınmaktay­dı. Aynı defterde XVI. yüzyılın başlarında burada iki manastırın ve bu yüzyılın son­larında isimleri zikredilen en az beş ma­nastırın bulunduğuna da işaret edilmek­tedir.

XVII. yüzyılda ekonomik kriz ve nüfus azalmasıyla Jskeçe’de önemli değişiklik­ler vuku buldu. Hıristiyan nüfusu azalır­ken müslüman nüfusu artmaya başladı. 1079’da (1668) Evliya Çelebi. Karasu neh­ri ve Makedonya üzerinden Yenice-i Kara­su’ya giderken kasabayı ziyaret ettiğinde burayı ismini zikretmeden bahçeler ara­sında güzel bir yer olarak tasvir eder. O zamanlar kasabada bütün pencereleri ovaya bakan 500 hâne 1500 kişi vardı; bunun yarısı müslüman. yarısı da hıristi-yandi; ayrıca bir cami, üç mescid, bir ha­mam, bir medrese, iki han ve iki tekke bulunuyordu.[505] Buradan hareketle, İslâmî hayatın iyi ge­lişmediği ve müslüman nüfusunun muh­temelen fazla gösterildiği sonucuna ulaş­mak mümkündür.

1847’de Fransız seyyahı Viquesnel. “Skiedje” şeklinde kaydettiği İskeçe’yi Drama sancağında Yenice-i Karasu kaza­sında 700-800 haneli, Türk ve Yunanlılar’ın meskûn olduğu bir yer olarak tasvir eder. Ona göre kasaba kısmen etrafında­ki dağların eteklerinde, kısmen de ovaya doğru yayılmıştır. Kasabanın nüfusu, yaz­lan merkez kaza Yenice-i Karasu’nun mü­dürü, diğer idarî görevlileri de dahil bir kısım halkının sıcaklık sebebiyle buraya gelmesiyle yılın diğer mevsimlerine göre artış göstermektedir. Ayrıca ekonomisi tütün üretimine bağlı olduğundan bura­sı yazın tütün satın almaya gelen tüccar­larla dolardı.

XIX. yüzyılın ortalarında Tanzimat re­formları döneminde İdarî merkez gittik­çe zayıflayan Yenice-i Karasu’dan İskeçe’ye taşındı. Bu durum, nüfusun Özellikle müslüman kesiminde artışa yol açtığı gi­bi İslâmî hayatın icrası için birçok yeni bina yapıldı. 1275’te (1858-59) çarşının ortasına, 1970’te restorasyonda tahrip edilen kitabesinden anlaşıldığı üzere ka­sabanın ileri gelenlerinden Hacı Emin Ağa tarafından bir saat kulesi yapıldı. İskeçe’nin en önemli camisi olan Eskicami’yi de Pazaryeri Camii aynı kişi ve aynı za­manda inşa ettirmiştir. Bu cami, II. Dün­ya Savaşı sırasında Bulgar işgalcileri ta­rafından yıkılmıştır (1943).

Daha eski ve hâlâ ayakta olan Aşağı Ma­halle Camii’ni XVIII. yüzyılın ortalarında Hacı Ahmed Ağa yaptırmıştır. Çınarlı Ca­mii ise Hacı Ahmed’in oğlu Çıplak Hüseyin tarafından 1189 (1775) yılı civarında inşa edilmiştir. Bu camiyle ilgili 1198 (1784) tarihli bir belgenin Hü­seyin Ağa’nin kızı Habîbe Hanım’ın adına düzenlenmesi ailenin söz konusu bina­larla olan irtibatına bir örnek teşkil eder. 1228 (1813) yılında ölen Habîbe Hanım’ın mezar taşı. Çıplak ailesinin diğer önemli fertleri arasında aynı caminin bahçesin­de muhafaza edilmektedir. Ayrıca Çıplak Hüseyin adına 1189’da 1775 Yenice-i Karasu yakınlarında büyük bir medrese­nin yaptırıldığı bilinmektedir. Bu med­resenin vakfiyesi Ankara’da Vakıflar Ge­nel Müdürlüğü Arşivi’ndedir. 1286’da (1869) İskeçe’nin zengin tüccarlarından Hacı Hafız Süley­man Efendi, kendi ataları tarafından yap­tırılmış olan eski Debbağhâne Camii’ni ta­mir ettirdi. 1973 yılında şehir belediyesi­nin emriyle yıktırılan cami o bölgedeki bir rivayete göre 1021 ‘de (1612) yaptırılmış­tır. 1828’de Ruslartarafından işgal ve tahrip edilen Dobruca bölgesindeki İbrâil’den (Braiia) kaçan Şeyh Ahmed Efen­di de burada 1830’da bir Halvetî tekkesi kurdu. 1962 yılında yıkılıp yanma İskeçe müftülüğü binası yapılıncaya kadar bu tekke faaldi ve binanın bahçesinde Şeyh Ahmed’in türbesi bulunuyordu. Halvetiyye’nin bir kolu olan Şâbâniyye tarikatına bağlı Kafkas mültecisi, 1286’da (1869) vefat eden Çerkez Hacı Ali’nin mezar ta­şı da yine buradadır.

İslâm manevî hayatını temsil eden mü­esseselerin sonuncusu İskeçe’deki Bek­taşî Tekkesi’dir. Kasabanın doğu tarafla­rında hâlâ ayakta duran bu bina, kitabe­sine göre 1300 (1883) yılında Hacı Hasib Ağa tarafından yaptırılmış olup daha son­ra restore edilmiştir. Tekkenin içindeki türbede medfun olan banisi, Bektaşî şa­iri Mehmed Ali Hilmi Dede’nin ta’lik hat­la yazdığı kitabesinde işaret edildiği üzere dört yıl sonra ölmüştür. Bu tekke 1967′-ye kadar faaldi ve hazîresinde XIX. yüz­yıla ait mezar taşları bulunuyordu.

Osmanlılar’m son dönemine ait İske­çe’nin bir resmi Edirne Vilâyeti Sâlnâmesi’nde mevcuttur. 1310 (1892-93) yı­lına ait salnamede altı cuma camiinin adı zikredilmekte, birkaç mescid, aşağı ma­hallede Şeyh Ahmed Baba Halvetî Tek­kesi, bir Rifâî tekkesi, kasabanın dışında Emîrler Tekkesi sayıldıktan sonra kazada büyük âbidelerin olmadığı belirtilmekte­dir. 1317(1899-1900) tarihli sal­namede kagir hükümet konağı, bir hastahane, beş cami, saat kulesi, bir medre­se, üç tekke, Ortodoks metropol itliği, bir rüşdiye, dört müslüman ilk mektebi, hıristiyanlar için buna benzer dört mektep ve üç manastırdan bahsedilmektedir. Kasaba beş nahiyesi olan kaza­nın merkezi olup Yenice-i Karasu da İske-çe kazasının bir nahiyesi durumundaydı. Bu sırada 25.36S’i müsiüman Türk, 3136 Yunan, 1957 Bulgar, 109 yahudi, doksan hıristiyan-Çingene ve otuz yedi Ermeni olmak üzere kazanın toplam nüfusu 33.754″tür. Kâmûsü’l-a’lâm’ûs ise kasa­bada çoğunluğu müsiüman olan 6000 ki­şinin yaşadığı yazılmaktadır.

1912 sonbaharında Bulgarlar kasabayı işgal ederek en büyük camileri kilise ya­pıp Türkler ile Yunan ahaliye zulmettiler. Balkan savaşlarından sonra burası Bük­reş Antlaşması ile( 10 Ağustos 1913) Bul­garistan’a bırakıldı. Bulgarlar tamamen işgal etmeden önce müslümaniar. birkaç ay süren Garbî Trakya Hükûmet-i Müsta-killesi’ni kurduklarını ilân ettiler. I. Dün­ya Savaşı’nın ardından kasaba ve yöresi fiilen bağımsız durumdaydı, ancak Ekim 1919’dan Mayıs 1920’ye kadar müttefik devletlerinin işgalinde kaldı. 1920’den sonra Yunanistan tarafından işgal edildi. Lozan Antlaşması kasaba ve civarını ke­sin olarak Yunanistan’a verdi. Türkler ol­dukları yerde yaşamaya devam ettiler, statüleri de Lozan Antlaşması ile tanzim edildi. Fakat kasabanın nüfus yapısı Ana­dolu’dan gelen Rum mültecilerin yerleş­tirilmesiyle önemli ölçüde değiştirildi. II. Dünya Savaşı yıllarında İskeçe uğradığı Bulgar işgali sebebiyle zor günler yaşadı. Savaşın ardından kasaba hızla büyümeye başladı ve zamanla daha güçlü Grek-Ortodoks karakter ka­zandı. Savaşın sonucu olarak Musevî ce­maati ortadan kaldırılmıştı; Bulgar hıristiyanlar ise Bulgaristan’a göçtüler veya küçük Ermeni cemaati gibi asimile edil­diler. Dağ eteğine doğru olan kasabanın en eski bölümündeki Osmanlı yapıları Ev­liya Çelebi’nin işaret ettiği özellikleriyle durmaktadır. Bu binalar kasabanın uzun İslâmî geçmişine işaret etmektedir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski