İslimye/Sliven -Bulgaristan- Nerede, Tarihi, Eserleri, Nüfus, Hakkında Bilgi

İslimye. Bulgaristan’da bugün Sliven adını taşıyan şehir.

Bulgaristan’ın güneydoğusunda mo­dern bir endüstri merkezi durumunda bulunan şehir Novoselska ve Asenovska ırmaklarının birleştiği noktada, büyük Trakya ovasının kuzey köşesinde Balkan dağlarının eteklerinde yer alır. Özellikle XIX. yüzyılda kalabalık nüfuslu, yirmiden fazla camisi bulunan, halkın yansını müs­lümanların oluşturduğu, 1834’te kurul­muş olan dokuma fabrikasıyla Balkan-lar’daki ilk endüstri şehri olarak önem ka­zanmıştır.

Şehrin tarihi Roma ve erken Bizans dö­nemlerine kadar iner. Kuvvetli bir istih­kâm olarak ortaya çıktığı anlaşılan şehir­de 1970’te yapılan kazılarda Roma devri surlarının kalıntıları ve Hisarlık denilen yerde Hıristiyanlığın ilk yayıldığı dönem­lere ait bir bazilika tesbit edilmiştir. Şeh­rin duvarları bu dönemlerde 140 x 140 metrelik bir sahayı kaplamaktaydı. Bu­rada Roma imparatorlarıyla XIII. yüzyıla kadar hâkimiyetlerini sürdüren Bizans idarecilerine ait paralar ve seramik par­çaları bulunmuştur. Şehrin Osmanlı döne­mindeki adı Slavca “erik şehri” anlamın­daki Sliven’den gelmektedir. Bazı ansik­lopedik kaynaklar İslimye’nin, ilk olarak “İstlivos” adıyla coğrafyacı İdrisî”nin ese­rinde yazılışı: 548/1153 anılmasından yola çıkarak 1153 tarihinde kurulduğunu belirtirler.

XIV. yüzyılda Bizans-Bulgar sınırında yer alan bu küçük yerleşim biriminin Os­manlı hâkimiyetine geçişi 1370’te veya bundan kısa bir süre sonra gerçekleşmiş­tir. Burası muhtemelen, I. Murad’ın kont­rolü sağlamasından önce Rumeli’deki uç beyleri tarafından alınmıştı. Ancak bu konuda ilk Osmanlı kaynaklarında her­hangi bir bilgi yoktur. 16S2’de şehri gö­ren Evliya Çelebi, belki de duyduğu ma­hallî rivayetlere dayanarak kalenin fethi­nin çok zor olduğunu ve fetihten sonra surların yıktırıldığını. kendisinin de sur kalıntılarını gördüğünü belirtir. Burası Osmanlı kasabası karakterini XV. yüzyıl­da kazanmış olmalıdır. Jirecek, İslimye’-nin geniş ölçüde Türkler tarafından mes­kûn hale getirilmiş olduğunu ileri sürer. Nitekim II. Murad. Edirne’deki Üç Serefeli Cami’nin tamamlanmasından sonra “İslimye köyü”nü, kurmuş olduğu Mura­diye vakıflarına bağlamıştır. Bu vakfiye­de İslimye’nin adı İslivne tarzında kayıtlıdır. 9S2 (1545) tarihli tahrir defterinde burası, Balkan dağları­nın güneyinde bulunmasına rağmen Niğbolu sancağına bağlı olarak geçer. Bu kaynağa göre, İslivne”de kırk İki hanelik bir müslüman grup ile buraya yerleşmek üzere Edirne ve di­ğer yerlerden gelmiş müslüman tüccar­ların da dahil olduğu yirmi dört hanelik bir başka grup daha vardı. Ayrıca bu müs­lüman gruplar, iki hıristiyan mahallesine dağılmış olan 213 gayri müslim haneyle birlikte karışık olarak ikamet etmektey­diler. Böylece İslivne, 1545’te % 24’ünü müslümanların oluşturduğu 1300-1400 kadar nüfusu bulunan bir kasaba hüviyetindeydi. Söz konusu müslüman gruplar, en azından XV yüzyıl başları veya ortala­rından beri burada yerleşmiş olmalıdır­lar. Kasabada XV. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı anlaşılan ve iyi kalitede taş ve tuğla kullanılarak inşa edilmiş olan bir de cami vardı; bu mâbed daha sonra Eski Cami adıyla anıldı. Ayrıca bir mekteple bir hamamın bu tarihlerde mevcut olduğu dikkati çekmektedir.

Kâtib Çelebi, coğrafyacı ve seyyah Âşık Mehmed’in XVI. yüzyıl sonlarında yazdığı Menâzırü’l-avâlim adlı eserine dayana­rak İslimye’yi üç camisi, bir hamamı olan, meyveleri ve suları bol bir kaza merkezi olarak tarif eder. Kasaba, bilhassa XVII. yüzyılda önemli bir yerleşme yeri özelliği kazandı. Evliya Çelebi’ye göre, güney yö­nünde Çelebi Mehmed tarafından inşa ettirilmiş sarayın temellerinin bulundu­ğu kasaba, bir dağın eteğinde yüksek bir bayır üzerinde bağlarla ve bahçelerle çev­rili bir yerleşme yeri durumundaydı. Bu­rada on iki mescid vardı; çarşı içinde mi­nareli ve cuma namazı kılmaya müsait bir cami (Eski Cami) bulunuyordu. Çarşı­da keçe, pamuklu dokuma ve halıcılık hâ­kimdi. Özellikle keçe, kilim ve kebe dük­kânları vardı ve satışa sunulan Yanbolu kebesi çok tutuluyordu. Ahali genellikle tiftik kebe ve renkli velense denilen bir tür kumaş imaliyle uğraşıyordu. Yünlü­ler suların bol olması sebebiyle su değir­menlerinde işleniyordu. Kâtib Çelebi de halkın yün battaniye imal ettiğini belirtir. Ayrıca 952 (1545) tarihli defterde, vergi gelirleri arasında “kebe mukâtaası” ola­rak senelik 10.000 akçe kaydedilmişti. Bütün bunlar, yünlü imalât kolunun ka­sabada öteden beri yapılageldiğinin bir göstergesi olmalıdır. Evliya Çelebi kasa­bada bedestenin bulunmadığını, ancak on kadar hanından en mükellefinin Sofu Mehmed Paşa’nın 1052 (1642) tarihli ha­nı olduğunu, çarşıda 200 kadar dükkânın yer aldığını da yazar.

İslimye XVIII. yüzyıl başlarında, nüfusu­nun hemen hemen yarısını müslümanla-rın oluşturduğu bir yerleşme merkezi ha­line geldi. Özellikle müslüman tüccar ve zengin zenaat sahipleri, burada nisbî bir mimari değeri bulunan birçok ahşap mescid yaptırdılar. Bu şekilde kasabanın hüviyetinde ve görünüşünde İslâmî ka­rakter daha ağır basmaya başladı. 1800′-den önce dış ticarete açık durumda bu­lunan kasaba Avusturya ve Almanya’dan gelen tacirler tarafından da ziyaret edil­di. Burada o sıralarda Batılı birçok sey­yahın da sözünü ettiği bir panayır bulunmaktaydı. 1834’te kasabada 20.000 kişi­nin yaşadığı, silâh, tekstil ve gül yağı sa­nayiinin bulunduğu belirtilir. 1864’te İs­limye Edirne vilâyetinin bir sancak mer­kezi haline geldi. 1287(1870) tarihli Edir­ne Vilâyeti Salnamesine göre sancakta 411 köy ve 12.211 müslüman, 13.459 hı­ristiyan hâne vardı. Hıristiyan nüfusu çoğunlukta olup altmış yedi köyde 2810 müslüman (% 41), 4119 hıristiyan mev­cuttu. Kaza merkezinde nüfusun % 67′-sini hıristiyanlar oluşturuyordu ve birkaç yüz Ermeni ve yahudi dışında hıristiyan nüfusunun tamamı Bulgarlar’dan müte­şekkildi. 1291 (1874) salnamesinde ise kasabada 3704 hâne ve 10.362 erkek nüfusun bulunduğu belirtilmektedir. Bu ra­kamlara göre toplam nüfus Avrupalı sey­yahların verdikleri 20.000 rakamına ulaş­maktadır. Aynı kaynaktan burada on do­kuz cami, iki mescid. dört kilise, bir sina­gog, üç hamam, 984 dükkân ve devlete ait bir dokuma fabrikasının yer aldığı öğ­renilmektedir. Kâmûsü’l-a’Iâm’ûa bu­radaki aba fabrikasının meşhur olduğun­dan, ayrıca silâh sanayiinin varlığından söz edilir ve haziran ayında yılda bir defa olmak üzere panayır kurulduğu belirtilir.

Nisan 1876’da çıkan Bulgar isyanının çok sert bir şekilde bastırılmasının do­ğurduğu intikam hissiyle Bulgarlar. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında ca­milerin çoğunu yıktılar ve bu tarihten sonra şehirde müslüman nüfusu hızla dü­şüş kaydetti. Jirecek, 1888’de kasabada 16.400 Bulgar”a karşılık 2320 Türk, 1370 Çingene ve 400 kadar İspanyolca konu­şan yahudi kaldığını yazmaktadır. 1888 ile 1909 arasında on cami yıktırılmıştır. Muhammed Cengiz 1909’da kasabada 400 kadar Türk ailesinin yaşadığını, iki ca­mi, altı kadar da küçük mescidin bulun­duğunu tesbit etmiştir. I. Dünya Savaşı’-nın ardından özellikle komünist rejimin kuruluşundan sonra kasabanın İslâmî görünüşünün son izleri, şehrin hızlı bir şekilde modernize edilmesi ve gelişme­si sonucu yok olmuştur. Bugünkü şehir 100.000’i aşan nüfusuyla [1992 yılı tah­mini 115.000] bir sanayi merkezi duru­mundadır. Osmanlı dönemi mimarisini yansıtan tek eser 1970’lerde restore edil­miş olan, şehrin dışında Slivenski Bani’-de modern termal tesislerinin arkasında duran XVI. yüzyıla ait kaplıca hamamının kubbesidir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski