İsraf. Gerçek, meşru ve mâkul olanın dışına çıkma, itidalden sapma anlamında bir kavram.
Sözlükte “haddi aşma, hata, cehalet, gaflet” gibi anlamlara gelen şeref kökünden türetilmiş olan israf genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya Örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkânları meşru olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade eder. İsrafla şeref arasında ayırıma giderek birincisine “haddi aşmada ifrat”, ikincisine “tefrit” anlamını verenler olmakla birlikte genellikle her ikisi de aşırı inanç, tutum ve davranışlar için kullanılmaktadır. İsrafçı kişiye müsrif denir. Gazzâlî’nin açıklamalarına göre dinin, âdetlerin ve insanlığın gerekli kıldığı yerlere gerekli gördüğü ölçüde harcamak cömertlik, bu ölçülerin altına düşmek cimrilik, bunların üstünde harcamada bulunmak ise israftır.
Kur’ân-ı Kerîm’de israf kavramının dört farklı alanda kullanıldığı görülmektedir.
1. Bazı âyetlerde israf şirk, küfür, zulüm, i’tidâ gibi terimlerle semantik bir ilişki içinde din bakımından temel gerçek olan tevhid inancından sapmak, Allah hakkında ve diğer dinî konularda gerçekle ilgisi bulunmayan iddialar ileri sürmekle kalmayıp İslâm’a ve müslümanlara karşı kibirli, alaycı, inatçı, kaba, saldırgan olmayı ve yıkıcı davranışlar sergilemeyi ifade eder. [meselâ bk.A’râf 7/81; Yûnus 10/ 83; Şuarâ 26/151-152; Yâsîn 36/19]
2. Zümer sûresinin 53. âyetinde olduğu gibi israf, “bir kimsenin isyankârlığa saparak günahlara boğulmak suretiyle kendisine kötülük etmesi” anlamına gelmektedir. Bazı hadislerde de bu mânada yer alır: Hz. Peygamber’in, bütün hayatını günah işlemekle geçiren bir kişiden söz ederken kullandığı israf kelimesini Nevevî, “mâsiyetlerde aşırı gidip meşru sınırların ötesine geçmek” şeklinde açıklamıştır.
3. İsraf bazı âyetlerde, helâl kılınmış güzel nimetlerin haram sayılması [En-‘âm 6/141; A’râf 7/81] veya masum bir kimsenin haksız yere öldürülmesi [İsrâ’ 17/33] gibi dinî ahkâma muhalefet veya tecavüz anlamında geçmektedir.
4. Bir kısım âyetlerde ise kişinin kendine ait veya sorumluluğu altındaki mal ve imkânları gereksiz yere harcamasını ifade etmektedir.[meselâ bk. en-Nisâ 4/6; Furkan 25/67] İsrafın harcamalarla ilgili kullanımına hadisler ve diğer İslâmî kaynaklarda da sıkça rastlanır. Zamanla anlam daralmasına uğradığı anlaşılan kelime fıkıh, tasavvuf ve ahlâk literatüründe genellikle ferdî harcamalardaki aşırılığı ifade etmeye başlamıştır. Nitekim Cürcânî’nin sıraladığı “değersiz bir amaç uğruna fazla mal harcamak, harcamada haddi aşmak,
meşru bir konuda harcanması gerekli olan ölçüden fazlasını harcamak” gibi tanımların hepsinde kelimenin para ve mal sarfıyla ilgili olarak ele alınması bunu göstermektedir. Bu anlamda israf yerine tebzîr kelimesi de kullanılmaktadır. Taberî, İsrâ sûresinin 27. âyeti münasebetiyle tebzîri “Allah’ın verdiği malı isyan sayılan yerlere harcamak” şeklinde açıklamıştır. Mâverdî de israfı harcamanın niceliği, tebzîri ise niteliğiyle ilgili görür. Buna göre doğru yerlere de olsa haddinden fazla harcamak israf, miktarı ne olursa olsun yanlış yerlere harcamada bulunmak tebzîrdir.
Maddî ve manevî imkânları Allah’ın insanlara bağışladığı birer emanet sayan İslâm dini, bunları Allah’ın rızâsını kazanmaya ve insanlara mutluluk getirmeye elverişli yerlerde kullanmayı emreder. İçki, kumar, fuhuş, rüşvet gibi İçtimaî ve ferdî zararlar doğuran hususlarda yapılan harcamaların açık hükümlerle yasaklanması yanında insanların tutkularını kamçılayan, toplumda kıskançlık doğuran gösteriş tüketiminin yasaklanması veya hoş karşılanmaması da aynı gerekçelere dayanmaktadır. Dinen haram kılınan maddelerle lüks sayılanların tüketimi israf olduğu gibi helâl kabul edilen maddelerin günün icaplarına göre ihtiyaçtan fazla tüketimi de haram veya mekruh sayılmıştır. Esasen genel olarak tutumluluk ve itidal İslâm’ın ibadetlerde bile öğütlediği temel bir ilkedir. Nitekim sorumluluklarını İhmal edecek derecede ibadete dalmak, camilerin aşırı biçimde süslenmesi, kabirlere lüzumundan fazla harcama yapılması vb. ölçüsüzlükler uygun görülmemiştir. Sadakalarda aşırılığın israf kapsamına girip girmediği de tartışılmıştır. İbadet ve hayırda ileri gitmenin israf sayılmayacağını, buna karşılık Allah’a İtaatsizlik uğrunda yapılan az bir harcamanın bile israf olduğunu söyleyenlerin yanında ibadet ve hayırlarda da ölçülü olmak gerektiğini savunanlar vardır. Bazı müfessirlere göre En’âm sûresinin 141. âyeti, mahsulünün tamamını tasadduk edip ev halkına bir şey bırakmayan Sabit b. Kays ve Muâz b. Cebel hakkında nazil olmuştur. İsrâ sûresinin 29. âyeti, verecek başka şeyi olmadığı için üzerindeki gömleği bir dilenci çocuğa veren Resûlullah hakkında inmiştir. Hz. Peygamber’in malının tamamını tasadduk veya vasiyet etmeyi yasakladığı Sadakanın hayırlısı kişiyi fakir düşürmeyecek kadar olanıdır” dediği rivayet edilir. Bir seferberlik esnasında Hz. Ebû Bekir’in, ailesine hiçbir şey bırakmadan nakdî varlığının tamamını ortaya koyması olağan üstü durumlara mahsus bir istisna olarak değerlendirilmektedir. Böyle hallerde dinin, nefsin ve neslin korunması malın muhafazasının önüne geçer. Bir kimsenin borçlu iken verdiği sadaka iade edilir; çünkü onun aslında alacaklılarına ait olan malı israf etmeye hakkı yoktur. Takıyyüddin İbn Teymiyye’ye göre bir kişinin malını harama sarfetmesi veya mubah kabul edilen bir hususta bile olsa nafaka sorumluluğunu aksatacak miktarda harcama yapması israftır.
Fıkıh kitaplarında genellikle taharet, cenaze, kısas, giyim kuşam, yiyecek içecekler, haramlar ve helâller, hacir, mehir. avcılıkgibi konularda dolaylı olarak temas edilen israfın sözlük anlamından farklı olarak açık ve sabit bir tanımı yapılmamış, sınırlan belirlenmemiştir. Bunun en Önemli sebebi israf kavramının ekonomik, sosyal ve kültürel şartlara göre değişken olmasıdır. Ferdî ve içtimaî refah seviyesindeki artış harcama alışkanlıklarını değiştirmektedir. İslâm hukukçuları maslahatı öncelik sırasına göre zarûriyyât, hâciyyât ve tahsîniyyât (kemâliyyât) olmak üzere üçe ayırmakta bunların Ötesinde salt nefsânî isteklerin ve bencil duyguların tatmini için yapılan lüks tüketimi israf saymaktadır. Ayrıca zarûriyyât dururken hâciyyâta veya hâciyyât yerine tahsîniyyâta , harcama yapmak da israftır. Ancak pratikte bu kavramların sınırlarını kesin olarak belirlemek imkânsızdır. Böyle durumlarda İbrahim en-Nehaî halkın değer yargılarının, Tabersî akıllı kişilerin görüşlerinin, Kurtubî ise akıl ve din ölçülerinin esas alınmasını önerir. Ahlâk kitaplarında, bu durumda insanın nefsânî arzularının yerine aklının ve vicdanının sesine uyarak hareket etmesi öğütlenir.[496] Ayrıca topluma faydası olmayan ilim ve sanat faaliyetlerine kaynak, zaman, kabiliyet ve enerji sarfiyatı, insanların temel ihtiyaçları karşılanmamışken hayvanlara yapılan harcamalar da israf sayılmıştır.
Kur’an’da bir yandan müsrifler kötülenip İsraf reddedilirken Öte yandan sefihlerin hacir altına alınması mallarının kendilerinin ve kamunun yararına çalıştırılarak çoğaltılması yoluna gidilmesi îstenmektedir. Mâlikî, Şafiî ve Hanbelîler ile Hanefîler’den Sâhibeyn’e göre malını israf etmeyi alışkanlık haline getiren sefih hacir altına alınır. İmam Ebû Hanîfe ise mükellefin israf sebebiyle hacrini uygun görmemektedir. Abdurrahrnan el-Cezîrî. Hanefîler’e göre sefihin hacrini gerektiren israfın, akıl ve dinin onaylamadığı eğlence türleri ve kumar yanında kişinin malî imkânlarını tüketen hayır işlerine yapılan harcamaları da kapsadığını söylemektedir.
Günümüzde özellikle beşerî ve maddî kaynak ve imkânların kullanımındaki savurganlığı ifade eden israfın kapsamının belirlenmesinde inanç, örf âdet, tutum, tercih ve alışkanlıkların rolü vardır. İsrafı belirleyen kıstas dinî, millî, içtimaî, ailevî. meslekî temel rollerin hakkıyla ifası için ruhen, aklen ve bedenen ihtiyaç duyulan şeylerin tatminine yönelik kaynak istihdamı ve harcamalarda din, akıl ve örfün belirlediği sınırın aşılması olarak düşünülebilir. İslâmî anlayışa göre beşerî ihtiyaçlar sınırlıdır; arzu ve ihtiraslar ise sınırsız olup salt nefsanî arzuların tatmini için yapılan aşın tüketim israftır. İsraf yasağı temeli üzerinde oluşan İslâmî üretim tarzı vatandaşların gıda. barınak, giyecek, eğitim, sağlık, güvenlik, ulaşım, haberleşme gibi ihtiyaçlarını karşılamayı hedefler. Üretimi yönlendiren şey fert ve kamu yararıyla kayıtlı olan tüketimdir. İslâm’da hedef İnsanın kemâlidir; buna ise tüketmekle değil daha erdemli olmakla ulaşılır; erdemle tasarruf arasında olumlu bir ilişki bulunduğu muhakkaktır.
Birçok Batılı iktisatçı ve din adamının da kabul ettiği gibi lükse yönelik harcamalar, bir kısım kaynakların zorunlu tüketim maddelerinin üretimi yerine lüks rnâmul ve hizmetlerin üretiminde kullanılmasına yol açar. Böylece arzı azalan temel malların fiyatları artar; gelir dağılımı, bunların tüketimine daha fazla harcama yapmak zorunda kalan gelir seviyesi düşük kişilerin aleyhine bozulur. Bu tür maddelerin arzı ithalâta ya da sermaye yoğun üretime dayalı olursa işsizlikte artış olur ki âtıl emek de bir başka israftır. Lüks tüketimin yaygınlaşma temayülü göstermesi bir yandan savurganlığı daha da arttırırken öte yandan sosyal dengeyi bozar. Ayrıca lüks tüketim dışa bağımlı bir ekonomide ithalât artışına, döviz kaybına, dış ticaret ve ödemeler dengesinin açık vermesine, dış borçlanmaya, devalüasyona, yerli üretimin sıkıntıya düşmesine ve enflasyonist baskılara yol açar. Diğer taraftan müsriflerin lüks tüketim alışkanlığı, imkânı kıt olanlarda öfke ve kıskançlık doğurarak sosyal huzursuzluklara sebep olabilir.
Endüstri devrimiyle birlikte doğan ekonomi bilimi, İnsanların sınırsız ihtiyaçlarının kıt kaynaklar tarafından âzami şekilde tatmin edilmesinin yollarını araştırır. Endüstri toplumu, sürekli yenileri icat edilen ürünlerin talebini arttırabilrnekiçin ihtiyaçların Allah tarafından şekillendiril-diği inancını ortadan kaldırmıştır. Tasarrufun bir erdem sayıldığı XIX. yüzyılın aksine XX. yüzyılın ana meziyeti tüketimdir. Çağdaş kapitalist sistemde üretim tüketimi yönlendirir. Aşırı derecede masraflı ve gereksiz ambalajlama, pazarlama, reklam ve moda faaliyetleriyle tüketim sürekli olarak kamçılanır. Aşırı tüketim bir yandan doğal kaynakların israfına yol açarken öte yandan çevre kirliliğine sebep olur.
Milletler, ferdî israf sebebiyle olmasa bile kamu sektöründeki israf ve kötü yönetim yüzünden yoksullaşabilir. Bundan dolayı devlet gelirleri lüks kamu harcamaları, aşırı kadrolaşma veya karşılıksız yüksek ücretlerle israf edilmemelidir. Tasarruflar, müsriflerin lüks tüketim mallarına duydukları isteğin tatminine harcanır ve sermaye miktarını arttırmak için kullanılmazsa iktisadî gelişmeyi engeller. Çünkü sermaye tasarrufla artar, israf ve kötü kullanımla da azalır. Ülke gelirinin Önemli bir kısmı üretken olmayan kesimlere tahsis edilirse gerçek üreticilerin geçimi zorlaşır. İnsan, elindeki her türlü imkânı meşruiyet sınırlan içinde kullanmakla sorumludur. Bu husus âhirette kişinin zaman, servet, işgücü ve ilim gibi kaynakları nasıl kullandığından sorguya çekileceğini bildiren hadiste de açıklanmaktadır.
TDV İslâm Ansiklopedisi