Fârâbî, İbn Sînâ ve Ihvân-ı Sa-fâ’da mevcut olan İşrâkİ eğilimlerin Sühreverdî tarafından tasavvufa sokulması, Sühreverdî dönemi ve sonrasında terim olarak değilse bile Kavram olarak mutasavvıfların bu hususa ilgi duymasına sebep olmuştur. Öte yandan Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve takipçileri işrak felsefesini oldukça ayrıntılı bir şekilde ele almışlar ve bunu vahdet-i vücûdla bütünleştirmişlerdir. Esasen onlara bu yolu açan, özellikle Mişkâtü’l-envâr’da ışık ve karanlığı (nur- zulmet) esas alarak bir bilgi ve varlık anlayışı ortaya koymaya çalışan Gazzâlî olmuştur.
İşrâkilik Gazzâlî’den önce de İbn Sînâ tarafından Hay b. Yakzân, Seîâmânve Ebsâl, el-Tayr, el-clşk, el-Kaşîdetü’l-‘ayniyye ve el-Hikmetü’l-meşnkıyye gibi eserlerde ele alındığı gibi İbn Sînâ’-nın bu eserlerdeki fikirleri Gazzâiî ve Sühreverdî ile birlikte Sühreverdf nin çağdaşı olan İbn Tufeyl’i de etkilemiştir. İbn Tufeyl’in Hay b. Yakzân adlı felsefî romanında bu etki ve İşrâkİ temayül açık olarak görülür.
İşrâkiyye hareketi ve hikmet-i meşrikıyye Sühreverdfden sonraki dönemlerde ilgi odağı olmuş, bu harekete hikmet-i müteâl [transendental felsefe] hikmet-i hâlide, ezelî-ebedî hikmet, felsefî tasavvuf (teosofik mistisizm) ve ilm-i ilâhî gibi isimler verilmiştir. Günümüz İran düşüncesinde ise irfâniyye olarak bilinmekte ve etkisini sürdürmektedir. İslâm kaynaklarında ilâhiyyûn, müteellihûn ve hukemâ-i müteellihîn, hakîm-i ilâhî, ba-zan da urefâ. ehl-i irfan veya irfâniyyûn şeklinde anılan bilgeler ve düşünürler bunlardır. Şemseddin Muhammed b. Mahmûd eş-Şehrezûrî, Kutbüddîn-i Şî-râzî. İbn Kemmûne, Seyyid Şerîf el-Cür-cânî Sühreverdî’nin en önemli takipçileridir. Bunlardan Şehrezûrî, Sühreverdî”-nin et-Telvîhât ve Hikmetü’I-işrâk’ına şerh yazmış, İbn Kemmûne bu eserlerden ilkini, Kutbüddîn-i Şîrâzî de ikincisini şerh etmiştir. Kutbüddîn-i Şîrâzî hem Na-sîrüddîn-i Tûsî’nin hem de Sadreddin Konevî’nin öğrencisi olduğundan Sührever-dî’den gelen İşrâkilik ile İbnü’l-Arabî’nin vahdet-i vücûd ağırlıklı tasavvufunu birleştirdi; bundan sonra İbnü’l-Arabî ve onun tasavvuf anlayışının önem kazanmasıyla İşrâkilik geri plana itildi, bununla beraber hiçbir zaman büsbütün unutulmadı. Özellikle İbnü’l-Arabî’nin tasavvufuna bağlı olan mutasavvıflar Sühre-verdî’den de etkilendiler. Nitekim Abdurrahman-ı Câmî’nin Nefehâtü’l-üns’te Sühreverdî’yi evliya arasında zikretmesi ona olan ilginin derecesini göstermektedir.
VIII. (XIV.) yüzyıldan itibaren İşrâkiliğe olan ilgi, İbn Sînâ’nın İşrâkİ eğilimli felsefesinin de etkisiyle farklı bir şekil aldı. Bu dönemde müslüman düşünürlerin bir kısmı hikmetle ilgili dörtlü bir sınıflandırma yaparak bunların birini kabul edip diğerlerini red yerine hepsini uzlaştırma yoluna gittiler: böylece Meşşâî felsefe. İşrâkilik. tasavvuf ve kelâm uzlaştırılmış oldu. Seyyid Şerif el-Cürcânî, Taşköprizâ-de ve Kâtib Çelebi bu akımın temel fikirlerini şöyle özetlerler: Ebedî mutluluk ancak ilim ve amelle gerçekleşir. Bu ikisi birbirinin hem sebebi hem sonucudur. İlmi olup ameli olmayan veya ameli olup ilmi olmayan eksiktir. Ebedî saadete ulaşmanın yolu yüce yaratıcı hakkında marifet sahibi olmaktır. Bunun da biri nazar ve istidlal, diğeri riyazet ve mücâhede olmak üzere iki yolu vardır. Birinci yolu tutanlar vahye bağlı kalırlarsa kelâma, aksi halde Meşşâî, ikinci yolu tutanlar vahye bağlı kalırlarsa sûfî. kalmazlarsa İş-râki sayılırlar.
Taşköprizâde Mevzûöfıi’i-ûm’da (I, 345) Fahreddin er-Râzî, Nasîrüddîn-i Tûsî. Kutbüddîn-i Şîrâzî, Kutbüddin er-Râzî. Sa’deddin et-Teftâzânî, Seyyid Şerîf el-Cürcânî. Hocazâde Muslihuddin Efendi ve Muslihuddin Kestelî gibi âlimleri büyük hakimler arasında sayar. İbnü’1-Ara-bî’nin tasavvufu geniş ölçüde İşrâkilİği içerdiğinden Sadreddin Konevî, Abdürrezzâk el-Kâşânî, Dâvûd-i Kayseri, Müey-yidüddin Cendî, Şemseddin Fenârî, İbn Kemal, Kınalızâde Ali Efendi. Abdullah Bosnevî, Kâtib Çelebi, İsmail Hakkı Bur-sevî. Şeyh Galib gibi Osmanlı ilim ve fikir adamlarının önemli bir kısmı İşrâki sayılır. Bunlar genellikle felsefenin burhanını, kelâmın istidlalini ve tasavvufun keşfini birleştirmişlerdir. İznik’te kurulan ilk Osmanlı medresesinde müderris olan Dâvûd-i Kayserî’nin İşrâkilik’te ağırlıklı bir yeri bulunması oldukça önemlidir. Ferî-düddin Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Abdurrahman-ı Câmî. Azîz Nesefî, Abdülkerîm el-Cîlî, İbnü’l-Fârız, İbn Seb’în gibi mutasavvıflar da genellikle irfan hareketinin mensupları sayılmışlardır. Yukarıda da geçen kelâmciların yanı sıra Adudüddin el-îcî, Celâleddin ed-Devvânî gibi kelâmcilar da İşrâkîlik’ten etkilenmişlerdir. Bunların tasavvufa İlgi duymaları ve eserlerinde tasavvuf! meselelerden bahsetmeleri bu etkiden kaynaklanir.
İbnü’l-Arabî’nin etkisindeki mutasavvıfların genellikle İşrâkîliğe olumlu baktıkları doğru olmakla beraber bu felsefeye tepki gösterenler de olmuştur. Avâri-fü’1-mcfârif müellifi Şehâbeddin es-Süh-reverdî, Keşiü’n-neşo’ihi’}4mâniyye ve keşiü’l-fez&’ihi’l-Yûnâniyye isimli eserinde felsefeye ilgi duyanları eleştirmiştir. Osmanlı müelliflerinden Saçaklızâ-de Mehmed Efendi ve İsmail Hakkı Bursevî de felsefeye karşıdır. Bursevî ayrıca İşrâkîler’in sayısının çok az olduğunu ileri sürer.
İşrâkilik, XVII. yüzyılda Şiî akîdeyi güçlendiren Safevîler yönetimindeki İran’da yeni ve ciddi bir gelişme göstermiştir. Ba-hâeddin Âmilî ve İşrâk mahlasıyla şiirler yazan Mîr Dâmâd ile bunların öğrencisi olup İran’da modern zamanların en büyük filozofu olduğunda ittifak edilen Sadreddîn-i Şîrâzî sayesinde İşrâkilik İran’da yeniden canlandı. Sühreverdî’nin Hikmetü’l-işrâk’ı, Esî-rüddin el-Ebherî’nin el-Hidâye îi’l-hik-me’si ve İbn Sînâ’nın eş-Şi/a’ının bazı bölümlerine yazdığı şerhler yanında çok sayıda telifi bulunan Sadreddîn-i Şîrâzî’nin en önemli eseri eI-Hikmetü’l adlı hacimli kitabıdır. Eser, onun çeşitli risâlelerindeki birçok felsefî problemi aldığı gibi İslâm düşüncesinin İbn Sî-nâ’dan sonra kazandığı yeni yapı çerçevesinde müellifin felsefesini ortaya koyması bakımından da büyük önem taşır. Zamanında felsefenin dışlanmasından üzüntü duyan Şîrâzî, İşrâkî felsefenin aydınlanma yöntemine uygun olarak felsefe öğrenimini tamamlaması yanında uzun süre dünya ile İlgisini kesti ve bu sayede üzerine “ilâhî âlemin nuru” doğunca bahs ve nazar yoluyla öğrendiği bilgilerin doğruluğunu keşf yoluyla da teyit etti. Sonuçta onun “dört sefer adını da verdiği e 1-Hikmetül-müte’âliye ortaya çıktı. Ruha ait bu seferler şöyle sıralanır: Halktan Hakk’a yolculuk, Hak ile Hakk’a yolculuk, Hak’tan halka dönüş ve yaratılmışlardaki tecellisiyle HaKk’a yolculuktur. Sühreverdî gibi Şîrâzî de peygamberlerin ortaya koyduğu hakikatle sûfi ve felsefî gelenekteki hakikatin birliğine inanıyor, bütünüyle hakikat nurunun “nübüvvet feneri”nden alındığını söylüyordu.
İran’da Sadreddîn-i Şîrâzî ile yeniden güç kazanan İşrâkıyye, aralarında oğulları İbrahim ve Ahmed ile damatları Ab-dürrezzâk el-Lâhîcî ve Feyz-i Kâşânî’nin de bulunduğu çok sayıdaki öğrencisinin çalışmalarıyla devam ettirildi. Ebü’l-Kâ-sım Findiriskî. Molla Muhammed Bâkır’ın babası Muhammed Taki Meclisî, Rece-bali Tebrîzî, Ni’metullah Şüsterî bu dönemde İşrâkiliğin diğer tanınmış temsil-cilerindendir. Müteâl hikmet veya ilâhî hikmet olarak bilinen İsfahan merkezli bu hareket, daha sonraki dönemlerde Hâdî-i Sebzevârî ve Hakîm-i İlâhî Aka Ali gibi temsilcileri vasıtasıyla günümüze kadar devam etmiştir. Bunlardan İran’da Kaçar döneminin en büyük filozofu kabul edilen Hâdî-i Sebzevârî. Sadreddîn-i Şîrâzî’nin eserleri konusunda otorite sayılan hocalardan sekiz yıl boyunca dersler okudu: kelâm, Meşşâî felsefe, İşrâki teosofi ve Şiîlik etkisindeki irfanî öğretisinin sentezine dayanan görüşler ortaya koydu.
Son dönemde daha çok irfâniyye olarak bilinen bu hareket Sühreverdî ve İbn Sînâ kadar, hatta onlardan daha fazla Gazzâlî’ye ve İbnü’I-Arabî ile Sadreddin Konevîve Dâvûd-İ Kayserîgîbi İbnü’l-Ara-bî’nin takipçilerine; ayrıca Attâr, Abdur-rahman-ı Câmî, Fahreddîn-i İrâkî, Şebüsterî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî gibi Sünnî mutasavvıflara dayanmaktadır. Bundan dolayı İşrakilik, Şiî medresesini temsil eden ulemâ tarafından ağır bir şekilde eleştirilmiştir. Ni’metullâhiyye’nin müceddidi Ma’sûm Ali Şah, halifesi Nür Ali Şah ve Muzaffer Ali Şah gibi sûfîlerin katline fetva verdiği için Sûfîküş diye tanınan Muhammed Ali Bihbehâî’nin Risâ-le-i Hayrâtiyye ve Kathı’l-makâl’i, Mu-kaddes-i Erdebîlî olarak da bilinen Ahmed b. Muhammed el-Erdebîlî’nin Ha-dîkatü’ş-Şî’a’sı, Molla Muhammed Tâhir-i Kummî’nin Hikmetü’l-‘ârittn ve eJ-Fevâ’idü ‘d-dîniyye’si gibi eserler sûffli-ği ve İşrâkiliği red için yazılmıştır. Tasavvuf ve İşrakilik Şiîliği ikiye ayırmış, azınlıkta olan aydınlar bu hareketleri benimserken çoğunlukta olan medrese ulemâsı ve Usûlîler karşı çıkmışlardır.
İrfânîlerin savundukları tasavvuf şeyhe bağlı kalmayı, bir tarikat disiplini içine girmeyi, tekkelerde raks, semâ ve zikretmeyi esas aian kurumlaşmış tasavvuftan farklıdır; irfânîler ve İşrâkiler bu tür tasavvufa her zaman karşı çıkmışlardır. Nitekim Molla Sadra, Kesru esnâmi’I-câ-hiliyye adlı eserinde bu tür tasavvufu şiddetle eleştirmiştir.
İran’da İşrakilik zaman zaman medreselerde de okutulmakla beraber daha ziyade Ni’metullahiyye. Zehebiyye. Nûrbahşiyye ve Gunâbâdiyye gibi Şiî tarikatlarına mensup olanlar arasında taraftar bulmuştur. Yine de bu tarikatlar üzerinde İbnü’l-Arabî’nin etkisi Sühreverdfden daha fazladır.
TDV İslâm Ansiklopedisi