İstefe/Thebai Nerede, Tarihi, Eserleri, Hakkında Bilgi

Yunanistan’da Thebai şehrinin Osmanlılar dönemindeki adı.

Yunanistan’ın orta kesiminde. Atina’­nın 70 km. kuzeybatısındaki geniş ve ve­rimli Boiotia ovasının kenarında alçak bir sırtta yer almakta olup geniş bir tarım bölgesinin ticaret şehridir. 4000 yıla uza­nan tarihiyle Yunanistan’ın en eski şehir­lerinden biri olan İstefe, Osmanlı döne­minde Eğriboz sancağına bağlı kaza mer­keziydi. Aynı zamanda, özellikle XVII ve XVIII. yüzyıllarda kalabalık müslüman nü­fusu ve Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerine sahip olmasıyla bölgesel öne­mi haiz bir İslâmî merkez durumunday­dı. “Eis tin Polînln İstanbul, “Eis tin Ko”-nun İstanköy olması gibi şehrin Osmanlı­ca adı, “Eis tin Thive” tarzında popüler Yunanca telaffuzundan gelmektedir. “İstifas” şekline milâttan sonra 1100 yılın­dan beri yazılı kaynaklarda rastlanmakta­dır. XII. yüzyılda Arap coğrafyacısı İdrîsî şehrin ismini “İstibas” olarak zikretmek­tedir. Bu kelime Türkçe’ye İstife veya İs­tefe şeklinde geçmiştir. Şehrin tarihî kıs­mı üç yanı derin uçurumlarla, doğu ve batı taraflarından küçük ırmaklarla çev­rili badem şeklindeki bir plato üzerinde bulunur. Bu platoya, Yunan mitolojisine göre Zeus tarafından yakalanan kız kar­deşi Europa’yı bulmak için buraya gön­derilen ve şehrin kurucusu olan Fenike Kralı Agenor’un oğlu Kadmos’un adına nisbetle Kadmeia denilmiştir.

Kadmeia platosu birçok akarsuyun kay­nağıdır. Bölgenin stratejik önemi ve ve­rimli arazisi sebebiyle milâttan önce 6000-3000 yılından beri iskâna açık ol­duğu tesbit edilmiştir. İstefe’nin yerle­şim tarihi, bir asrı aşan ayrıntılı ve yoğun arkeolojik kazılardan dolayı çok iyi bilin­mektedir. Kadmeia tepesinde itina ile çi­zilmiş duvar resimleriyle büyük bir sara­ya ait kalıntılar, yazılı tabletler ve birçok Bâbil mührü bulundu (m.ö. 1450-1435). Antik Thebai, hemen hemen bütün Yu­nanistan’ı askerî ve siyasî bakımdan hâ­kimiyeti altına alan Epaminondas’ın (m.ö. 372-362) hükümranlığı altında milâttan önce IV. yüzyılda en parlak çağına ulaştı. Bu dönemde Kadmeia tepesini içine ala­cak tarzda 7 km. uzunluğundaki şehir suru inşa edildi. Şehrin bu akropolisi o sıra­larda 20.000’den fazla insanı barındırı­yordu. ChaironeaSavaşfndan (m.ö. 338) sonra Makedonyalı Kral Filip Thebai’yi al­dı. Onun ölümünün (m.ö. 336) ardından şehir halkı ayaklandı, fakat oğlu Büyük İs­kender tarafından kısa bir kuşatmayla ye­niden ele geçirildi. Büyük İskender şehri tamamen yıktı ve nüfusun büyük çoğun­luğunu ya öldürdü veya köleleştirdi. Mi­lâttan önce 316’da Diadok Kassander, Thebai’yi 5000 nüfusu barındırabilecek bir yerleşim merkezi olarak yeniden inşa etti. Milâttan önce 87 yılında şehir Ro­malılar tarafından alındı ve milâttan sonra IV. yüzyıla kadar onların hâkimiye­tinde kaldı. Bu dönemde Thebai’nin nü­fusu 2000 ile 5000 arasında değişmek­teydi.

Hıristiyanlık Thebai’ye erken dönemle­rinde ulaştı. İddiaya göre İncil yazarların­dan havari Luka Thebai’de öldü ve orada gömüldü. Thebai piskoposu 325’te ilk İz­nik Konsili’ne katıldı. 400 yılından hemen önce şehir, Yunanistan’ın başka yerlerin­de büyük tahribat yapan Vizigot Kralı Alarik tarafından kuşatıldıysa da alınamadı. Şehir Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden itibaren hızla geriledi. Kadmeia platosu­nun büyük bir kısmı mezarlık haline gel­di; nüfus 2000’lere düştü. 551’de büyük bir deprem şehri yerle bir etti. lustinianos tarafından yeniden inşa edilen şehir, VII ve VIII. yüzyıllardaki Slav istilâsında da varlığını sürdürdü. 870’lerde Thebai. Bi­zans’ın Hellas “tema”sının merkezi oldu. 873-874’te Bizans Valisi Leon, Orchome-nos-Skripou adıyla bugün hâlâ ayakta duran büyük bir kilise ve manastır yap­tırdı. Bu yıllarda Thebai öneminden do­layı özerk başpiskoposluk makamı haline getirildi.

Orta Bizans döneminde Thebaî coğraf­yacı İdrîsî’nin belirttiği gibi gelişen bir şehirdi. 1160’ta Tudela (Tutîle) hahamı Benjamin, burada çoğu ipek dokuyucusu olan 2000 yahudinin varlığından bahseder. Şehrin o zamanki zenginliği, Thebai dışında 1150’lerde ya­pılan Zagmata Manastırfna ait binalar­da hâlâ görülebilmektedir. 1147’de Sicil­ya Kralı II. Roger şehri ele geçirip yağma­lattı ve ipek işçilerinin çoğunu Sicilya’ya sürdü, fakat şehir kısa zamanda tekrar canlandı. 1204’te Kostantinopol’ün Haçlılar ta­rafından fethi ve Bizans İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla Haçlı Prensi Ot-hon de la Roche, Thebai ve ona bağlı yerleri ele geçirdi. 122S’te Saint Ömerli

II. Nicholas şehri aldı. Onun hâkimiyetin­de Kadmeia platosunu çevreleyen duvar­lar yeniden yapıldı ve muhteşem bir sa­ray inşa edildi. Kadmeia’nın en kuzeyin­deki Frenk Kulesi denen bina o döneme ait tek kalıntıdır. 1311’de Katalanlar (İs­panyol paralı askerleri) şehri ve çevresini ele geçirdiler; 1331 ‘de Gauthier de Brien-ne ile çatışmalarında sarayı yıktılar. 740’ ta (1339-40) Thebai’nin etrafındaki arazi Aydınoğlu Umur Bey’in askerleri tarafın­dan yağmalandı. Türkler’in daha sonra bölgeyle olan irtibatları farklı şartlarda ortaya çıktı. Katalanlar. Arnavut ve Türk paralı askerleriyle güçlendiler. Türk-Ka-alan tanışıklığı ve başarılı yardımlaşma­sı, onların Gelibolu’yu üs olarak seçtikle­ri 1304-1305 yılma kadar gider. 1363’te Eğriboz’daki Venedik beyleriyle mücadeleleri zamanında Katalan şefi Roger de Lluria, Türk askerî güçlerini yardıma ça­ğırdı. 1378’de Eğriboz’dan gelen Venedik saldırılarıyla sürekli tehdit edilen şehir, Juan de Urtubia kumandasındaki bir başka maceracı İspanyol askerî güç olan Grand Compagnie of Navarra tarafından zaptedildiyse de birkaç yıl sonra Floransalı Acciajuoli ailesine teslim edildi. Bu aile Thebai. Atina ve Orta Yunanistan’ı 1460’a kadar bağımsız bir eyalet [Katolik Frank prensliği] olarak elinde tuttu. XIV. yüzyıl­da Thebai ve ona bağlı Boiotia gibi bölge­ler büyük bir arazinin tahribine yol açan savaşlardan, özellikle de gerilla savaşla­rından dolayı sarsıldı. 871 (1466-67) yılı­na ait en eski Osmanlı tahrir defterinde bölgede Rumlar’ın oturduğu sadece altı köy kaydedilmiştir. Di­ğer bölgeler ise hayvan yetiştiren yarı gö­çebe Arnavutlar ile meskûndu; bunlar. 1390-1420 yılları arasında boşalan böl­geyi yeniden iskân için getirtilmişti. Bu sırada şehir, nüfusunun büyük bir kısmı­nı kaybetmişti.

1435 yılından sonra Acciajuoli prensleri Osmanlılar’a tâbi olmuşlardır. Daha 1403′-te Antonio Acciajuoli. 791 (1388-89) yılın­dan beri Tesalya’ya hâkim olan Osmanlı kuvvetleriyle birlikte hareket ederek Mora’daki Korint’e sefer düzenlemişti. 848’deki (1444) Varna krizi esnasında Mora’nın Bizanslı despotu İzdin (Lamia) Boiotia ve Thebai’yi alarak yağmaladı. 1446 yılının sonbaharında II. Nerio Acciajuoli’nin isteği üzerine II. Murad ordusuyla birlikte Thebai’ye geldi ve iki ordu bir­leşerek Bizans Morası’na sefere çıktı. 1451’de II. Nerio öldü, yerine Donna Chiara’nın nâibliğinde bulunan küçük oğlu Francesco geçti. Fakat Donna Chiara kı­sa bir süre sonra Rum tebaanın sevmediği Franco Acciajuoli tarafından öldü­rüldü. Hemen ardından çağrılan Osman­lılar 860’ta (1456) Atina’yı aldılar, Thebai’yi de Franco’ya bıraktılar. 1460 yı­lında bir komplo söylentisinden sonra kendisi ve ordusu Osmanlı hizmetinde olduğu bir sırada Fâtih Sultan Mehmed onun hâkimiyetine son verdi. Böylece Thebai ve Boiotia savaş olmadan Osman­lı topraklarına katıldı. Osmanlılar, Attica ve Boiotia’daki Katolik kilise adamlarını Franklar sürgün ederken camiye çevri­lenler [Livadya, Atina-Parthenon gibi] ha­riç Ortodoks cemaatine ait yerel kilisele­ri tanıdılar ve varlıklarını desteklediler.

Osmanlı idaresi altında Thebai, İstefe adıyla anılmaya başlandı ve Tırhala san­cağının kaza merkezi yapıldı; 875 (1470) yılında daha önemli bir şehir olan Eğri-boz’un ele geçirilmesinden sonra bu ad­la anılan sancağa bağlandı. 870 (1466) yılına ait Tahrir Defteri’ne göre o sıralar­da şehirde küçük bir grup Bizans yahu-disi ve hıristiyanlardan oluşan 487 hâne vardı. Şehirde duvar ve kale olmadığı için Osmanlı askerî garnizonu kurulmadı; ay­rıca bu sıralarda sivil müslüman nüfus da yoktu. Osmanlı garnizonu ve sivil müslümanlar İzdin, Modonuç (Boudonitsa), Li­vadya, Atina ve Salona (Amphissa) gibi şe­hirlerle Eğriboz adasındaki Eğriboz ve Kı­zıl Hisar (Castel Rosso) kasabalarına yer­leşmişlerdi. Thebai’nin surlarının 1460’tan önceki kargaşa döneminde yıkılmış ol­ması ihtimali kesinlik kazanmamaktadır. 1078 (1668) yılında şehri ziyaret eden Evliya Çelebi, Turhanoğlu Ömer Bey’in savaşarak şehri Venediklilerden alıp tıp­kı Büyük İskender’in yaptığı gibi surlarını yıktırdığını yazar. Evliya Çelebi’nin bu bil­gileri bölge halkından almış olabileceği düşünüldüğünde anlattıklarının doğru­luk payı kuvvetlenebilir. Mevcut tarih ki­taplarında genellikle şehrin Osmanlı dö­neminde büyük bir gerileme kaydettiği belirtilirse de XVI. yüzyıl tahrir defterleri bambaşka bir tablo göstermektedir. Gerçekte XVI ve XVII. yüzyıllar şehrin en mü­reffeh dönemleridir.

905’te (1499) İnebahtı’ya (Lepanto) gi­derken buraya uğrayan II. Bayezid müs­lüman sivil nüfusun iskânını emretmiş olmalıdır. 911 (1506) yılına ait Tahrir Defleri’ndeki kayıtlardan, hıristiyanların nüfusunun artarak 1047 haneye yüksel­diği tesbit edilmektedir. Bunların arasın­da Leka, Gjin ve Pala gibi Arnavut isimle­riyle Katolikler’e ait kadın ismi olan Fran-çeska ve erkek ismi olan Françesko adla­rını taşıyan kimseler mevcuttur. Şehirdeki Rum nüfusa ait isimler, buraya et­raftaki köylerden ve bölgelerden insan­ların göç ettiğini göstermekte ve bu da şehrin genişlediğine ve ekonominin hızla iyileştiğine delâlet etmektedir. Yahudi-yân-ı Atîk mahallesinde on yedi hâne Bi­zans döneminden kalma yahudi oturmak­ta iken “Efrenc”den geldiği belirtilen otuz hâne Yahudiyân-ı Cedîd mahallesinde yerleşmişti. Sivil müslüman grup ise ara­larında demirci, terzi ve yedi adet müh-tedi bulunan yirmi bir haneden ibaretti. Bunlar, II. Bayezid devrinin önemli şahsi­yetlerinden Yâkub Bey tarafından yaptı­rılmış olan hamam, kervansaray ve cami etrafında toplanmışlardı.

XVI. yüzyılda İstefe, Orta Yunanistan’ın en büyük şehirlerinden biri oldu. Hâne sa­yısı 977’de (1570) 1497 idi. Böylece 871′ de (1466) 2300 olan nüfusu sürekli bir artış sonucu 911’de (1505) 5300’e ve 1570’te ise 7500 kişiye ulaşmış oldu. Gerçekten de bu nüfus Büyük İskender’in şehri yıkmasından beri en kalabalık ola­nıdır. XVI. yüzyılın tahrirleri aynı zaman­da İslâmî hayatın varlığını ve gelişimini de göstermektedir. 1521 ‘de yetmiş hâne müslüman varken bu sayı 1540’ta sek­sen bir, 1570’te ise 121 haneye ulaşmıştı. 1 S70’te Yâkub Bey’in camisi, hamamı ve kervansarayı yanında Kanunî Sultan Sü­leyman’ın vezirlerinden Kasım Paşa’nm mescid ve muallimhânesi, Bekir Hoca Mescidi, Hürrem Voyvoda Mescidi, Rüstem Voyvoda Mektebi ve Ali Kethüda Hamamı vardı. Bu gelişme XVII ve XVIII. yüzyıllarda da sürdü.

Şehrin nüfus artışı ekonomik gelişmey­le paralel olarak devam etti. 1506-1570 yılları arasında şehirde pamuk üretimi beş kat ve şarap üretimi iki kat arttı. Ay­nı dönemde ipek üretimi, su değirmen­leri sayısı, pazar ve kantar gelirleri iki ka­tına çıktı. Son dönemlere kadar bilinme­yen bu ekonomik refah, İstefeli hıristi­yanların şehre has ikon ve fresk ekolünü oluşturmalarına yol açtı. Frangos Katala-nos ve Frangos Kontaris adlı İstefeli meş­hur sanatkârların eserleri Tesalya, Epir, Athos ve Boiotia’daki manastır ve kilise­lerin duvarlarını hâlâ süslemektedir. Bu devirde Bizans sonrası Yunan sanatının en güzel örnekleri verilmiştir. Aynı dö­nemde şehir dışındaki Zagmata Manas­tırı önemli ölçüde bir gelire sahipti ve bu gelir sayesinde bugün hâlâ ayakta duran ikinci bir kilise yapıldı. 1992yılında yapı­lan kazılarda ortaya çıkarılan pek çok yük­sek kaliteli İznik ve Kütahya seramiği ile Ming dönemine ait birkaç parça Çin porseleni şehrin o sıralardaki refah seviyesi­ni ispatlamaktadır. 

XVII. yüzyılda bölgede güvenliğin git­tikçe bozulması, nüfusun azalması ve özellikle zengin Boiotia’nın alçak bölgele­rindeki halkın büyük oranda çiftliklere bağlanmasıyla köylülerin önemli bir kıs­mı şehre göç edip İslâmiyet’i seçti. Fran­sız seyyahı Sieur du Loir 1654’te İstefe’-nin Atina kadar büyük, fakat hayat şart­ları bakımından daha da gelişmiş bir şe­hir olduğunu yazar. 1676’da buraya ge­len Lyonlu Jacop Spon ve Durham Kated­rali başpapazı George VVheler, Kadmeia platosundaki yıkılmış şehir surlarını tas­vir ettikten sonra sur içinde sağlam ev­lerin inşa edildiğini ve bunların, ülkenin başka taraflarındaki evlerden daha iyi ve yüksekolduğunu belirtirler. Bu seyyah­lar şehirde sadece iki cami, birçok kilise ve iki han gördüklerini, Türkler’in nüfu­sun küçük kısmını oluşturduğunu da ifa­de etmektedirler. Şehirdeki üretim faali­yetleri arasında en iyilerinin 10 akçe. nor­mal olanların 5 akçeye alıcı bulabildiği lü­le taşından yapılmış pipoları özellikle zik­rederler. Osmanlı İstefesi’nin en ayrıntılı tasvirini ise 1079’da (1668) şehirde bu­lunan Evliya Çelebi yapmıştır. Evliya Çe­lebi, şehir surlarının durumu hakkında mükemmel müşahedelerini nakletmekle kalmayıp camileri de bir bir anlatır. Bun­ların arasında Öncelikle sanat değeri olan Yâkub Bey Camii, Kasım Bey Camii, Der­viş Yazıcı Camii, çarşıda yeni yapılmış Eğ-ribozlu Köse Ali Paşa’nın kardeşi Ahmed Paşa’nın adını taşıyan caminin adlarını ve­rir ve bu sonuncusunun hepsinden bü­yük ve süslü olduğunu, camiyi yaptıranın avlusunda gömülü bulunduğunu, onun yanında İbrahim Hanzâde İbrahim Bey’in mezarının yer aldığını ve mezar taşındaki kitabenin 1077 (1666-67) tarihini taşı­dığını yazar. Bu binaların dışında altı ma­halle mescidi, dört medrese, birçok mek­tep ve üç tekke vardır.

Şehirde mevcut iki handan biri. Valide Sultan tarafından İzdin’-deki hassının geliriyle yaptırılmıştır. Evli­ya Çelebi şehirde altı müslüman, bir ya­hudi, on yedi hıristiyan mahallesi oldu­ğunu zikreder. Bu mahallelerin adlarına 1052’den (1642) 1102’ye (1691) kadar olan cizye defterlerinde rastlanmakta­dır. Evliya Çelebi, İstefe’deki hâne sayısmi 2500’e kadar çıkarırsa da bunun mübala­ğalı olduğu söylenebilir. Onun evlerin za­rif, süslemeli, taş yapılı ve geniş olduğu­na dair sözleri Spon ve VVheler tarafından tasdik edilmektedir. Bütün Batılı seyyahların sadece iki camiyi zikretmesinin se­bebi kısmen onların bu tür konularla faz­la ilgilenmemeleri, kısmen de güneydo­ğudan şehre panoramik bakış açısında diğer camilerin görünmemesidir. Ahmed Paşa Camii, belki de Tesalya’nın güneyin­deki bütün Osmanlı binaları içinde en bü­yük ve en güzel olanıdır. XVII. yüzyıl son­larına doğru yapılmış Thebai Katedrali’n-deki Aziz Luka ikonu şimdi ortadan kalk­mış olan bu binayı ayrıntılarıyla tasvir et­mektedir. Caminin planı İstanbul’daki Ye-nicami’ninkine benzemektedir. Ortada merkez kubbe dört yarım kubbeyle des­teklenmiş ve kıble duvarındaki dört kü­çük köşe kubbesi kaldırılmıştır. Bu cami, 992’de (1584) Tosya’da yapılan Abdurrahman Paşa Camii’ne de çok benzemek­tedir. İstefe’deki Ahmed Paşa Camii, Kadmeia platosunun en yüksek tepesine ya­pılmıştı ve çok uzaklardan görülebiliyor­du. Yaptıran kişi hakkında fazla bir şey bilinmemektedir. Kardeşi Köse Ali Paşa, Mora sancak beyi ve 1083-1086 (1672-1675) yıllarında Osmanlı donanmasının kaptanpaşasıydı.

XVII. yüzyılın sonlarında ve XVIII. yüz­yılın ilk yarısında şehir nüfusunda ciddi bir değişim olmuştur. 1745’ten hemen önce İngiliz seyyahı Richard Pococke İste-fe’de200 Rum. yetmiş yahudi hanesi ol­duğunu, Türkler’in ise 1000 hâne dolayın­da bulunduğunu belirtir. Bu rakamlar, XVI. yüzyılın sonundan itibaren nüfusun kazanmış olduğu yükselme eğilimini kay­bedip tedricen azalmaya başladığını, ço­ğunluğu da müslümanların oluşturduğu­nu göstermektedir. Pococke’nin ifadesine göre şehirde bir başpiskopos, bir kadı ve bir voyvoda oturmaktaydı. XIX. yüzyıla girerken şehirde sadece hıristiyan nüfus­ta değil müslüman nüfusta da azalma ol­du. 1810’da VVilliam Martin Leake, 250’si Türk 700 ailenin yaşadığını söylemekte­dir. Onun verdiği rakamlar oldukça dü­şüktür. Henry Holland, 1815’te 4000 ev ve 20.000 nüfus olduğunu söylemekte­dir. Bu rakamlar ise oldukça yüksektir. Edward Clarke. 1810’da buranın bir voy­voda tarafından yönetildiğine işaret et­mekte, kenar mahalleleri dahil nüfusu­nun çok olduğunu, bunun tam bir hesa­bının yapılamadığını yazmaktadır. Hugh VVilliams, 1819’da çizdiği bir resimde Os­manlı İstefesi’nin bir panoramasını verir. XIX. yüzyılın İlk dönemlerine rastlayan bir gravür uzun bir su kemeri, iki minare, Kadmeia’nın kenar mahallelerinde bahçe duvarlanyla çevrili üç kubbeli türbe tek­ke, bir kemer ve büyükçe bir evle birlikte şehri güneydoğudan göstermektedir. Bu­rada yer alan tekkelerden biri Evliya Çe­lebi tarafından zikredilen tekke olup bu­gün bulunduğu yer hâlâ Tekes” adıyla anılmaktadır.

Osmanlı İstefesi Yunan isyanı sırasında oldukça sarsıldı. 1821 ‘de Diakos kuman­dası altında Yunan âsileri tarafından ele geçirildi ve 1822’de geri alındı. 1829’un yazında Demetrios Ypsilantis tarafından tekrar kuşatıldı ve 1831’de yeni Yunan devletine resmen katıldı. Savaş zamanın­da yıkılmayan binalar 18S3 ve 1893 yılla­rında vuku bulan iki büyük depremde yerle bir oldu. Bu iki depremin ardından şehir satranç tahtası gibi çizilmiş bir pla­na göre yeniden inşa edildi. 1920’deki nü­fus sayımında şehirde sadece 4085 kişi­nin yaşadığı tesbit edilmişti. Lozan Antlaşması’ndan sonra Anadolu’dan gelen Rum göçü sebebiyle nüfus iki katına çık­tıysa da ardından oldukça yavaş bir artış göstererek günümüzde 20.000’e ulaştı; böylece XVI. yüzyılda Osmanlı dönemin­deki nüfusu ancak yakalayabildi. Bugün Osmanlı dönemine ait sadece birkaç ki­tabe ve mezar taşı Arkeoloji Müzesi’nde muhafaza edilmektedir. Şehir günümüz­de çevresinde yetiştirilen buğday, şarap, zeytinyağı, tütün ve pamuk gibi ürünle­rin pazarlandığı bir ticaret merkezidir. Burada ayrıca ipek üretilir. Tekstil, kim­ya ve porselen sanayii bulunur. Eski Yu­nan trajedilerinin en ünlülerinin sahne­lendiği bir yer olarak turistik önem taşır. Yunanistan Önemli bir deprem kuşağı üzerinde yer aldığından şehir 7 Eylül 1990’daki depremden de etkilenmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski