İstiâze. Kötülüklerden Allah’a sığınıp O’ndan yardım isteme anlamında bir terim.
Sözlükte “sığınmak, korunmak” anlamındaki avz (lyâz, meâz) ile bu kökten türeyen istiâze aynı mânaya gelir. Terim olarak her türlü kötülükten korunabilmek için sözle Allah’ın yardım ve himayesini istemeyi ifade eder ve bunun için “eûzü, maazallah” (Allah’a sığınırım), “neûzübillâh” (Allah’a sığınırız) ibareleri kullanılır. Aynı kökten türeyen taavvüz de istiâze anlamındadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de istiâze Allah lafzı ile yedi. rab ile sekiz, rahman ismi ve cin kelimesiyle birer defa olmak üzere on yedi âyette geçmektedir. Bu âyetlerde belirtildiği üzere Hz. Nûh bilmediği şeyi istemekten [Hûd 11/47] Yûsuf kendisine şehvetle yaklaşan kadından ve kardeşleriyle arasında cereyan eden olaylarda hata yapmaktan [Yûsuf 12/23, 79] Hz. Mûsâ kavmine karşı alaycı tavır takınmaktan [Bakara 2/67] ve âhirete inanmayan kibirlilerle [Mü’min 40/27] onların düşmanlıklarından [Duhân 44/20] Allah’a sığınmışlar ve onun yardımını istemişlerdir. Hz. Peygamber’e de başta şeytanların vesveseleriyle kalpleri kin dolu olanların ve hiçbir delile dayanmadan Allah’ın âyetleri hakkında tartışanların kötü niyet ve davranışları olmak üzere çeşitli serlerden istiâzede bulunması emredilmiştir.[A’râf 7/200; Nahl 16/98; Mü’mi-nûn 23/97-98; Mü’min 40/56; Fussılet 41/36; Felak 113/1-5; Nâs 114/1-6] Kur’an’da ayrıca İmrân’ın zevcesinin [Âl-i İmrân 3/36] ve kızı Meryem’in [Meryem 19/18] istiâzelerinden söz edilmektedir. Cin sûresinin 6. âyetinde ise insanlardan bazılarının bir kısım cinlere sığındıkları bildirilmiş ve bunun doğru olmadığı belirtilmiştir.
İstiâze konusuna hadislerde de genişçe yer verilmiştir. Nesâî es-Sünen’inde istiâzeyle ilgili olarak Hz. Peygamber’den mükerrerleriyle birlikte 111 hadis nakletmiş hadisler, senedieri ve mükerrer olanları hazfedilip diğer hadis kaynaklarından yirmi yedi hadis ilâve edilmek suretiyle Hasan Abdülhamîd tarafından Tehzîbü Kitübi’l-İstfâze (Kahire 1989) ve Ukkâşe Abdülmennân et-Tîbî tarafından el-İsti’âze keyfe ve İi-mâzâ ve mimme istecâze’r-Resûl adıyla yayımlanmıştır. Bu hadislerde Hz. Peygamber bütün kötü sıfatlardan, fayda vermeyen işlerden, şeytanın vesvesesinden, dünya ve âhirette insana eziyet veren şeylerden Allah’a sığınmış, bu maksatla daha çok İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini okumuş, bunu ashabına da tavsiye etmiştir.
Kıraat imamlarının ve fakihlerin çoğuna göre istiâze cümlesi, “eûzü billahi mine’ş-şeytâni’r-racîm”dir. Ancak “eûzü billâhi’s-semîi’l-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm” cümlesiyle de kıraate başlamak caiz görülmüş, özellikle sabah namazının ardından yapılan tilâvetlerde bu kıraat bazı İslâm ülkelerinde gelenek halini almıştır. Bu geleneğin oluşmasında, sabah vakitlerinde Haşr sûresinin son üç âyetini sözü edilen istiâze ile başlayarak okumanın fazileti hakkında rivayet edilen hadisin etkili olduğu söylenebilir.
“Kur’an okuyacağın zaman kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” [Nahl 16/98] mealindeki âyette geçen emirden vücûb hükmünü çıkaranlar varsa da âlimlerin çoğunluğu bunun müstehap olduğu ve Kur’an okumaya başlamadan önce istiâze yapılmasının daha isabetli olacağı görüşündedir. Okuma esnasında meydana gelebilecek hatalardan Allah’a sığınma arzusu da bunu gerektirmektedir. Namaz dışında Kur’an okunurken dinleyici varsa istiâzenin aşikâre yapılması gerekir, zira bu husus kıraatin sesli olacağının ilân edilmesi anlamına gelir. Namazda istiâze Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre birinci rek’atta. Şâfiîler’e göre her rek’atta sünnettir. Mâlİkîler ise bunu farz namazlarda mekruh görmekle birlikte nafile namazlarda gizli okunmak kaydıyla sünnet kabul ederler. Cemaatle kılınan namazlarda imama uyan kişinin istiâze-de bulunması gerekmez. Çünkü istiâze namaz için değil Kur’an okumak içindir. Şafiî’nin, aşikâre okunan namazlarda istiâzenin sesli ve sessiz olarak iki şekilde yapılabileceğini söylemesine karşılık Ebû Hanîfe ve Ahmed b. Hanbel sessiz okunmasını tercih etmişlerdir.
TDV İslâm Ansiklopedisi