İstiva. Allah’ın zâtının âlemle münasebetini konu edinen sıfatlardan biri.
Sözlükte “doğru ve düzgün olmak” anlamındaki svy şiven kökünden türeyen istiva “mutedil, düzgün ve eşit olmak; karar kılmak, oturup yerleşmek; yönelmek, yukarı çıkmak; hâkim olmak, tahta oturmak” gibi mânalara gelir. İstiva kavramı yedi âyette arşa. iki yerde semâya yönelik bir fiil olarak Allah’a nisbet edilmiştir. Bu âyetlerde belirtildiğine göre Allah yeri yarattıktan sonra gökleri yaratmaya yönelip onları yedi olarak düzenlemiş, sonra da arşa istiva etmiştir. İstiva Hz. Musa’nın olgunluk çağına ermesi, Cebrail’in ufkun doruk noktasında durması, Hz. Nuh’un gemiye yerleşmesi, gemisinin Cûdî dağında karaya oturması ve insanların gemilere ve binek hayvanlarının sırtına çıkıp oturması gibi anlamlarda da kullanılmıştır. Hadislerde istiva kavramının Allah’a nisbet edildiğine dair bir rivayete rastlanmamakta, bazı sözlük anlamlarıyla Hz. Peygamber’e ait bir fiil olarak zikredilmektedir. Allah -âlem münasebetiyle ilgili kabul edilen bazı rivayetlerde ise istiva kavramı kullanılmadan Allah’ın arşının fevkinde, arşının da göklerin üstünde olduğu belirtilmektedir. Tabiînden Mücâhid b. Cebr istivanın “arşa yükselmek” mânasına geldiğini söylemiştir.
İstivanın Allah’a nisbet edilmesinin taşıdığı anlamın yanı sıra zatî veya fiilî bir sıfat oluşuna ilişkin tartışmalar II. (VIII.) yüzyılın başlarına kadar uzanan erken bir devirde ortaya çıkmıştır. Kelâm ilminin doğuşuna zemin hazırlayanlardan Ca’d b. Dirhem ve Cehm b. Safvân’m, Allah’ın duyularla algılanamayan madde üstü bir varlık olduğunu ve zâtı itibariyle belli mekânda veya yönde bulunmakla nitelenemeyeceğini söylemesinden sonra tenzihçi akımın tam karşıtı olan Mukâtil b. Süleyman’ın istiva kavramına teşbih ve tecsî-mı andıran duyu âlemine ait mânalar yüklemesi bu konuda farklı görüşlerin ileri sürülmesine sebep teşkil etmiştir. İstivanın mahiyeti ve Allah’a nisbeti konusundaki başlıca görüşleri şöylece Özetlemek mümkündür:
1. İstiva, Allah’ın göklerin üstünde bulunan ve melekler tarafındaı taşınan arşa oturması mânasına gelir Çünkü hadis rivayetlerinde arşın yedine göğün üzerindeki cennetin üstünde yeı aldığı [5] ve Allah’ın da arşa istiva ettiği bildirilmiştir. Yaratılmışlara benzemeyen bir cismiyetle nitelendirilebilen Allah’ın bir yönde ve bir yerde bulunması imkânsız değil aksine gereklidir. Bu sebeple istivaya arş üzerinde oturmaktan başka bir anlam verilemez. Buna göre Allah zâtıyla arş üzerinde oturmaktadır. 0’nun zâtı arşı tamamen doldurmuş olabileceği gibi sadece bir kısmını kaplamış olabilir; zâtının arştan daha büyük olması da mümkündür. Şu halde istiva Allah’ın bir yönde ve bir mekânda bulunduğunu, ayrıca dilediği zaman bu yeri terkedip başka bir yere intikal edebileceğini anlatan zatî bir sıfattır. Başta Mukâtil b. Süleyman ile Mu-hammed b. Kerrâm olmak üzere Müşebbihe, Mücessime, Kerrâmiyye ve Selef âlimlerine uyduğunu iddia eden İbn Hâ-mid gibi bazı Haşvî-Hanbelîler bu görüştedir.
2. İstiva Allah’ın keyfiyeti bizce bilinmeyen (bilâ keyf) bir sıfatıdır. Bir yerde ve bir yönde bulunmaktan münezzeh olmakla birlikte Allah’ın zâtına lâyık olacak şekilde arşa istiva ettiğine inanmak ve bu konuda herhangi bir te’vile gitmemek en isabetli yoldur. Zira Allah’a nisbet edilen istivanın gerçek anlamını yalnız kendisi bilir. Eğer istivanın mânası insanlarca bilinebilseydi ashabın bu konudaki naslan yorumlaması ve onlara açıklık getirmesi gerekirdi. Halbuki ashabın hiçbir yorum getirmeden naslara inandığı bilinmektedir. Bunun yanında istiva Allah’ın, ilmiyle bütün varlıkları kuşattığına işaret eden bir sıfatı olarak da kabul edilebilir. Ashap ve tabiînin ileri gelen âlimleriyle dört mezhep imamının yanı sıra bazı Selefi, Hanefî-Mâtürîdî ve Eş’arî âlimleri bu görüştedir. Mâlik b. Enes’in istivanın malûm, keyfiyetinin meçhul, bu konuyu araştırmanın bid’at olduğunu ve Allah’ın gökte, ilminin ise her yerde bulunduğunu söylediği bilinmektedir. Kaynakların belirttiğine göre Ebû Hanîfe, Allah’ın bir ihtiyaca bağlı olmaksızın arşa istiva ettiğini, yerde değil bilâ keyf arşın fevkinde bulunduğuna inanmak gerektiğini ve, “Rabbimin yerde mi yoksa gökte mi olduğunu bilmiyorum” diyen kimsenin küfre düşebileceğini söylemiştir. Ahmed b. Hanbel ise herhangi bir sınır tayin etmeden ve nitelemede bulunmadan Allah’ın arşa istiva ettiğine inanmak gerektiği görüşündedir. Ona göre arşa istiva ilâhî bir sıfat olup gerçek mânası insanlar tarafından bilinemez ve yaratıkların sıfatlarına benzemez. Ebü’l-Hasan el-Eş’arî istivaya, Allah’ın bilâ keyf arşın fevkinde olup yaratıkları arasında bulunmaması veya arşta keyfiyeti bilinmeyen bir fiil meydana getirmesi mânasını verir.
3. İstiva, Allah’ın zâtıyla yaratıkları arasında mevcut olmayıp mahiyeti insanlarca bilinmeyen bir şekilde göklerin ötesinde ve arşın üzerinde bulunduğunu anlatan bir sıfattır. Bu O’nun yaratıklara benzemesini gerektirmez. Zira Allah’ın zâtıyla arşın üzerinde oluşu yaratılmış bir varlığın bir yerde ve bir yönde bulunuşu gibi değildir. Bu ise ilâhî zâtın arşa bitişmiş ve onun üzerinde oturuyor olmadığı veya uzay boşluğu yahut herhangi bir mekân tarafından kuşatılmadığı anlamına gelir. Keyfiyeti insan idrakinin dışındadır. Başta ashap ve tabiîn ile müctehid âlimlerin inançlarına uyduklarını savunan Selefiyye’nin yanı sıra Ahmed b. İbrahim el-Ka-lânisî, İbn Küllâb, Bâkıllânî, İbn Ebû Zeyd, Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî gibi Sünnî âlimlerle Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ebû Mansûr el-İsfahânî ve Abdülkâdir-i Geylânî gibi mutasavvıflar bu görüştedir. Bu grubun dayandığı başlıca deliller şunlardır:
a) Âyetlerde Allah’ın “zü’l-arş, zü’l-meâric” olarak tanıtılması. Allah’tan, “Gökte olandan emin mi oldunuz?” diye bahsedilmesi, meleklerin ve ruhun gök katlarını aşarak Allah’a yükseldiğinin bildirilmesi, Hz. Peygamber’in sidre-i müntehânın ötesine geçerek mi’raca (ilâhî huzur) çıktığına İşaret edilmesi ve kullara ait iyi işlerin melek-lerce Allah’a yükseltilmesi Allah’ın arşın üzerinde bulunduğunu, bu anlamın da istiva tabiriyle ifade edildiğini gösterir,
b) Başta Resûl-i Ekrem’in mi’racını anlatan rivayetler olmak üzere elliye yakın hadiste doğrudan veya dolaylı bir şekilde Allah’ın yaratıkları arasında değil göklerin üzerinde bulunan arşın üstünde olduğuna işaret edilmiştir. Bütün bunlar, Hz. Peygamber’in istivanın mânasına ilişkin açıklamaları olarak kabul edilmelidir. Esasen bunların dışında istivaya ilişkin hadislerin bulunmadığı da bilinmektedir. Halbuki Re-sûlullah’ın böylesine önemli bir konuya temas etmediğini söylemek zordur,
c) Çeşitli rivayetlerde, Hz. Ebû Bekir ile Ömer’in yanı sıra Hassan b. Sâbit’in Allah’ın gökte olduğunu söylediği nakledilir. Bu rivayetler ashabın istiva konusundaki telakkisini yansıtır,
d) Âyetlerde, arşa istivanın yerin ve göklerin yaratılmasından sonra vuku bulduğunun zikredilmesi istivanın başka bir mânaya gelmesini engeller,
e) Geçmiş semavî din mensuplarının Allah’ın göklerde olduğuna inanması istivanın mânasını açıklayıcı mahiyettedir.
f) Bütün muvahhidlerin dua ettikleri zaman ellerini ve yüzlerini göğe çevirmeleri istivanın anlamını açıklayan diğer bir husustur.
4. İstiva, ilâhî kudret ve iradenin bütün kâinat üzerinde sürekli olarak geçerli olduğunu ve bütün varlıkları hâkimiyeti altına alıp yönettiğini anlatan bir sıfattır. Arşa istiva etmek tabiri insanlar hakkında kullanıldığı zaman bile bundan sadece bir hükümdarın devlet başkanlığı tahtına oturması anlaşılmaz, bunun yanı sıra hükümdar sıfatını alması mânasını da ifade eder. Bir yerde ve yönde bulunmak gibi yaratılmış varlıklara ait niteliklerden münezzeh olan Allah’ın arşa istivası ancak mecazi bir mâna ile açıklanabilir ki o da kâinat üzerinde mutlak hâkimiyet kurmasıdır. İlk defa Ca’d b. Dirhem ve Cehm b. Safvân tarafından ileri sürülen bu görüş daha sonra Mu’tezile, Mâtüridiyye, Eş’ariyye, Şîa kelâmcılarınca ve M. Reşîd Rızâ gibi bazı Selefıyye âlimlerince benimsenip delillendirilmiştir. Böylece bu yorum İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğunun tasvip ettiği bir görüş haline gelmiştir. Dayandıkları delilleri şöylece özetlemek mümkündür:
a) Allah’ın zâtı ve sıfatlarıyla ilgili nasları anlayabilmek için yapılması gereken şey mânası açık olmayanları (müteşâbihât) açık anlamlıların ışığı altında yorumlamaktır. Allah hakkında anlamı en açık olan nas O’nun benzeri bulunmayan yüce bir varlık olduğunu bildiren âyettir.[Şûrâ 42/11] Buna göre Allah’a nisbet edilen istivanın yaratıklara benzemesine imkân tanımayan bir sıfat olduğu anlaşılır. Bu da ilmi ve kudretiyle bütün kâinata hâkim yegâne ilâh mânasına gelir.
b) Akıl Allah’ın madde üstü yüce bir varlık olduğuna kesinlikle hükmeder. Mânası açık olmadığı veya doğruluğunun tasdik edilmesi akıl yürütmeye bağlı bulunduğu için zannî delil niteliğindeki nassın zahirî anlamından hareketle Allah’a sıfat nisbet etmek tutarlı bir yöntem değildir. Bu sebeple arşa istiva, Allah’ın göklerin üstüne yükselip orada bulunması şeklinde açıklanamaz.
c) İstivaya, Allah’ın yaratıklara benzemesini gerektirecek şekilde “bir yerden başka bir yere intikal edip yükselmek” veya “taht üzerine oturmak” gibi zahirî bir mâna vermek imkânsız olmakla birlikte naslardan tamamen bağımsız kalıp salt aklî bir çıkış noktasından hareket etmek zorunluluğu da yoktur. Zira Kur’an Arapça bir kitap olduğundan kelimelerin sözlük anlamlarını araştırarak istivaya ulûhiyyete uygun bir mâna vermek mümkündür ve istivanın sözlük anlamlarından biri de “hâkimiyet kurmaktır.
d) İstiva âyetlerinin hangi bağlamda kullanıldığı dikkate alındığı takdirde “Allah’ın hâkimiyet ve saltanatının geçerli oluşu” mânasına geldiği açıkça anlaşılır. Zira ilgili âyetlerde Allah’ın bütün işleri yürüttüğü, gökleri direksiz yükselttiği, ayı, güneşi ve yıldızları emrine bağlı kıldığı, âlemlerin yüce rabbi olduğu, yerküreyi ve gökleri belli bir zaman sürecinde yarattıktan sonra arşa istiva ettiği belirtilmektedir. Bu anlatılanlar Allah’ın kâinata hâkim oluşunun açık tezahürleri, fiil ve emirlerinin tecellileridir. İstiva, yaratmanın tamamlanıp sürekli bir düzen haline gelmesinden sonra düşünülebilir. Şu halde istiva tabiatta hâkim olan sünnetullahın yürürlüğünü de ifade eder. Bu sebeple sadece fiilî bir sıfat olarak kabul edilmesi gereken istiva ilâhî kudret, irade ve hükümranlığı anlatan bir kavramdır.
e) İstivânın arşa tahsis edilmesi arşın yaratıkların en büyüğünü oluşturması ve bütün yaratılmışları kuşatması sebebiyledir. Böyle bir varlığa hâkim olan Allah’ın arştan daha küçük yaratıkları hâkimiyeti altına alması tabiidir. Bu üslûp, Kur’an’ın duyular ötesini duyulur hale getirme esasına dayanan bir anlatım tarzıdır.
f) İstivanın, Allah’ın zâtıyla göklerin üzerinde bulunduğu yolundaki bir mâna taşıdığını belirten hadis yoktur. Delil olarak öne sürülen rivayetlerin bir kısmı yoruma tâbi tutulmuş, bir kısmının ise sahih olmayıp İsrâiliyat türüne girdiği kabul edilmiştir. İstiva konusunda ortaya çıkan görüşlerden Selef âlimlerince benimsenenin dışında kalan üç görüş karşılıklı olarak eleştirilmiştir.
Kelâm âlimleri istivaya, keyfiyeti bilinmeyen bir şekilde de olsa “Allah’ın göklerin üstüne yükselerek arşta bulunması” mânasını vermeyi, hiçbir varlığa benzemediği kesin delillerle sabit olan yüce yaratıcıyı yaratıklara benzetip hacimli varlıklar kategorisini oluşturan cisim statüsüne koyduğundan kabul etmemiş ve bu görüşü savunanlara tekfire kadar varan şiddetli eleştiriler yöneltmişlerdir. Böyle bir inanç İslâm’ın temel ilkelerinden biri olan tevhidi ortadan kaldırmaktadır. Onlara göre yüksekte bulunmak bir üstünlük, yücelik ve övgü vesilesi değildir. Halbuki Allah Övülmeye lâyık en yüce ve aşkın bir varlıktır. İstiva da onun bütün varlıklardan yüce olduğunu anlatan bir sıfatı olmalıdır.
Selefiyye âlimleri ise asıl teşbihe düşenlerin Mu’tezile. Şîa ve Sünnî kelâmdan olduğunu ileri sürmüş ve bunları hiçbir haklı gerekçeye dayanmadan nasların mânasını tahrif etmekle suçlamıştır. Selefıy-yeye göre istivaya “Allah’ın zâtıyla göklerin üstünde ve arşın ötesinde bulunması” mânasını verirken O’nu sınırı belli, arşa dokunan, uzay boşluğu veya herhangi bir nesne tarafından kuşatılan bir varlığa benzetmemek gerekir. Teşbihle başlayanın sonunda tenzihe varması imkânsızdır, aksine varacağı yer nasların ispat ettiği ilâhî sıfatları iptal etmek noktasıdır. İlim, kudret ve irade gibi sıfatlar yaratıklara nisbet edilen özellikleriyle Allah’a atfedi-lemeyeceği gibi istivanın da yaratıklar için kullanıldığında taşıyacağı anlamla Allah’a nisbet edilmesi halinde kazandığı anlamın mutlaka farklı olacağını bilmek gerekir. Kelâmcılar, İstivanın Kur’an’da zikredilen ve Arapça sözlüklerde belirtilen anlamlarını dikkate almamışlardır. Zira hem Kur’an’da hem sözlükte istivanın “alâ” edatıyla kullanılması halinde “istilâ” mânasına değil “yükselmek” anlamına geldiği bilinmektedir. Ayrıca istivaya istilâ mânasının verilmesi zımnen, Allah’ın kendisine karşı koyan ve onunla savaşan bir muhalifinin bulunduğu düşüncesini çağrıştırır.
Kerrâmiyye ve Müşebbihe gibi küçük bir azınlık istisna edilirse İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu istivayı hükümdarın tahtına oturması şeklinde anlamayı imkânsız görmüştür. Allah’ın, keyfiyeti bilinmeksizin arşa istiva ettiğini kabul eden Selef âlimlerinin anlayışı herhangi bir tenkide tâbi tutulmayıp değişik itikadî ekollere mensup olan İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, İbnü’l-Cevzî. Beyzâvî, Âlûsî, El-malılı gibi âlimlerce de benimsenmiştir. Bazı Selef âlimleri her ne kadar, “Allah zâtıyla göklerin üzerinde bulunan arşın ötesindedir, ancak bu, yaratıkların bir yerde ve bir yönde bulunmasına benzememektedir” demişlerse de yaptıkları yorumlarda “zâtıyla ve sınırı bilinmeksizin” gibi ilâvelerde bulunmuşlardır. Son tahlilde bu yorumlar insan zihnini teşbihe yönelmekten kurtaramam ıştır. Israrla eleştirip yer yer tekfir ettikleri kelâmcıların da netice itibariyle istivaya mecazi anlam vererek yorum yaptıklarını, fakat onlara ait yorumun insan zihnini teşbihe değil tenzihe yöneltmeyi başaran bir nitelik taşıdığını söylemek gerekir. Sonuç olarak istiva Allah’a nisbet edilen zatî değil fiilî bir sıfattır. Eğer naslara bağlı olmayı mümkün kılan bir istiva inancı benimsenmek isteniyorsa bunun için hiçbir yoruma gitmeden naslara uyulmalıdır. Eğer yorum getirilecekse yapılacak yorum tenzihi sağlamalıdır. Aslında her iki anlayış da beşerî yorumlara, fakat biri nakle ağırlık veren, diğeri ise akla bağlı kalan yorumlara dayandığından Selefiyye âlimleriyle kelâm-cıların görüşlerini tekfir alanına çekmek doğru olmaz. İbn Rüşd’ün de belirttiği gibi her iki yorumun tatmin edeceği farklı kitlelerin bulunduğunu dikkate alarak ikisinin de isabetli yönlerinin bulunduğunu söylemek mümkündür. Sadece zihnî çaba ile kavranabilen ulûhiyyet konularını anlamakta güçlük çeken halk kitleleri Selefiyye’nin İstivaya ilişkin görüşünden yararlanabilir. Zihnî kapasiteleri daha yüksek olan âlimler ise kelâmcılarca getirilen yorumu tercih ederek mutmain olabilirler.
İstiva, kelâm literatürünün ulûhiyyet bölümünde ve tefsir kitaplarında işlenmekle birlikte müstakil eserlere de konu teşkil etmiştir. İbn Teymiyye’nin îşbâtü’ş-şıfât ve’l-culüv ve’I-istivâ Zehebî’ninei-‘Uiüvtf’J-‘aJiy-yi’1-ğaüâr (Medine 1968), İbn Kayyim el-Cevziyye’nin İctimâcu’l~cüyûşi’l-İslâ-miyye caid ğazvi’l-MıfattıIa ve’l-Cehmiyye (Beyrut 1404/1984) ve Muhammed Sıddîk Han’ın eî-İhüva3 zalâ mes’e-leti’l-istivâ3 adlı eserleri bunlardan bazılarıdır. Adnan Bilici, Kur’ân-ı Kerîm’de İstiva Kavramı adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır.
TDV İslâm Ansiklopedisi