İttisal. İnsan aklının, kozmik akılların sonuncusu olan faal akılla kurduğu İlişki anlamında felsefe terimi.
İnsan aklının gelişmesi ve bilgiyle aydınlanması İslâm felsefesinin en temel meselelerinden birini oluşturur. Akıl teorisinin psikoloji ve epistemoloji yanında metafizik, teoloji ve ahlâkla da ilişkili olması problemin önemini daha da arttırmaktadır. Meşşâî filozoflar, Aristo’nun kuvve-fiil ve madde-sûret ayırımına dayanan doktrininden hareketle insan aklını, “güç halinden fiil alanına çıkarak soyut kavramlara ulaşma yeteneği” şeklinde tanımlamışlardır. Bu noktada hangi gücün insan aklını kuvve halinden fiil haline çıkaracağı ve fiil haline geçen aklın soyut bilgilere nasıl ulaştığı sorulan önem kazanmaktadır. İlk maddede (heyûlâ) olduğu gibi sırf güç ve istidat halindeki akıl da giderek heyûlânî denilen potansiyel ve edilgin durumundan kurtularak etkin hale geçmektedir. Güç halindeki insan aklını fiil alanına çıkaran bu etkin ilkeye “faal akıl” denmektedir. Faal akıl, “insanın düşünme ve bilme gücünü işlevsel hale getiren ve maddî eşyada kuvve halinde, maddî olmayan âlemde fiil halinde bulunan aklî objeleri (ma’kûlât) ona kazandıran ilke” olarak tanımlanmıştır. İnsan aklıyla faal akıl arasındaki bu ilişkiye İslâm felsefesinde ittisal denilmektedir.
Faal akıl ve etkisinin mahiyetiyle insan aklının ona hangi bilgi yollarıyla yöneleceği konusu İslâm filozofları arasında tartışmalıdır. Esasen Aristo’nun faal akıl konusundaki fikirlerinin müphemliği sebebiyle Aristo yorumcularının da ihtilâf ettiği bu konuda ilki Fârâbî- İbn Sînâ geleneğine, diğeri İbn Rüşd’e ait iki farklı yaklaşım bulunmaktadır. İslâm felsefesinde faal akılla ittisal meselesini bir doktrin olarak ortaya atan ilk filozof Fârâbî’dir. Bu doktrin Fârâbî’nin felsefesinde bilginin, felsefî bilgeliğin ve nebevi vahyin te-mellendirilmesinde Önemli bir rol üstlenmiştir. Nitekim bu doktrinde faal akıl vahiy meleği Cebrail ile özdeşleştirmiştir. Faal akıl, Fârâbî’nin sudur fikrine dayalı on akıl -dokuz felek kozmolojisinde ay feleğinin aklıdır. Bu akıl bir “suret verici” (vâhibü’s-suver) olarak hem maddî âlemdeki değişmenin hem de aklî formların ilkesidir. İttisal fikri açısından asıl önemli olan bu son özelliktir. Fârâbî’nin ma’kü-lât dediği ve aklî bilginin konusu olan ak-ledilir formların, soyut kavramların ve ka-nunlulukların insan aklına kozmolojik olarak en yakın ilkesi faal akıldır. İnsan aklının kendisiyle ittisal kurup bilgi aldığı bu ontik varlık hem tabii varlıkların hem de aklî kavramların ilkesi olarak kabul edilmiş ve bu durum bilginin imkânı, kaynağı ve değeri açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Özellikle faal aklın Cebrail ile aynı varlık sayılması, bilgeyi aydınlatan felsefî bilgiyle peygamberi aydınlatan vahyin aynı kaynağa bağlanması İslâm düşüncesinde derin etkiler doğurmuş ve yoğun tartışmalara yol açmıştır. Fârâbî1-nin ideal yöneticisinin faal akılla ittisal edebilen, ilhama mazhar bir kişi oluşu sebebiyle onun siyaset felsefesinde devlet başkanıyla peygamber arasında sıkı bir benzerlik kurulmaktadır.
Peygamberde faal akılla ittisalin mahiyeti kısmen değişmektedir. Özellikle İbn Sînâ, Fârâbî’nin bu husustaki fikirlerini geliştirerek peygamberde heyûlânî aklın istidat olarak en yüksek güce ulaştığı seviyeye “kutsî akıl” adını vermiş ve vahiy olayını bu aklın faal akılla (Cebrail) ittisali olarak açıklamıştır. Bu kutsal güç peygamberlere mahsus olup onların zihnî bir çaba göstermeden vahiy bilgisine doğrudan ulaşmasını sağlar. Bilgi peşinde koşan öteki insanlar ise faal akılla ittisal edebilecek seviyeye ulaşıncaya kadar ilmî ve tecrübî birikimlerini arttırmak zorundadırlar. Bu zihnî çabaların sonucu ise faal akılla ittisal neticesinde küllî bir teoriye ulaşmaktır veya faal aklın feyzi, ilham ve aydınlatması ile orta terimin bulunması ve sonuçta üzerinde düşünülen meselenin tümel bir formüle bağlanmasıdır. İbn Sînâ, ittisal konusunu müslüman zihnine yaklaştırmak için Nûr sûresinin
15. âyetinde geçen benzetmenin insan aklının aşamalarına işaret ettiğini ileri sürmekte ve âyetteki temas kavramıyla ittisalin, ateşle de faal aklın kastedildiğini ifade etmektedir.
Bilginin imkânını faal aklın insan aklını aydınlatmasına bağlayan, dolayısıyla bilgi hadisesini bir yönüyle beşer üstü bir aydınlanma olarak gören Fârâbî-İbn Sînâ geleneğine karşılık İbn Rüşd, ittisal doktrininin bu tür aydınlanmacı çağrışımlarını reddetmektedir. Ona göre faal akıl tamamen insandan bağımsız antik bir değer değil soyutlama sonunda zihnin tümel kavramlara ulaşıp onlarla özdeşleşmiş halidir. İbn Rüşd’ün, objektif bilginin evrensel anlamda mevcudiyeti şeklinde anlaşılabilecek olan bu açıklamasına göre ittisal insan aklının küllî ve objektif bilgiye ulaşmasından ibarettir. Çünkü nazarî aklın işi soyut kavramlara ulaşmaktır. Artık maddesinden ayrılmış bu kavram sistemiyle hiç değişmeyenin bilgisine ulaşılmış olmaktadır. Şu halde faal akılla ittisal. İbn Rüşd’e göre duyulur nesnelere ait cüz’î bilgi ve tecrübeden başlayarak akledilir formlara ait küllî bilgiye doğru yükselen bir sürecin aşamalarını belirleyen bir fiil, aynı zamanda bu aşamaların sonuncusunun adı olmaktadır.
İbn Bâcce’nin faal akılla İttisal konusundaki işrakçi görüşlerini de eleştiren İbn Rüşd, kendi fikirlerini aydınlanmacı ve mistik ittisal anlayışlarından ayırmak istemiş olmalıdır. İbn Rüşd, mutasavvıfların sözünü ettiği türden bir ittihada benzettiği Fârâbî’den beri benimsenen bu işrakçi ittisal anlayışını, insanı tabii ilimler dairesinden çıkarıp bir olağan üstülükler dünyasına götürdüğü için hem yanlış hem de zararlı görmüş ve onun bu anlayışı Batı’da bilimsel düşüncenin gelişmesinde etkili olmuştur. İbn Rüşd, mistik bilgi kavramını felsefî araştırmanın konusu görmeyip Özellikle kazanılmış bilgi kavramı üzerinde durmakta ve birincisi lehine ikinci yolu küçümseyenleri eleştirmektedir.
Filozofların “faal akılla insan aklının kurduğu bağlantı” anlamında kullandıkları ittisal kavramı tasavvuf sahasına geçildiğinde genellikle farklı mânalara gelmektedir. Hiçbir müslüman filozof “Tanrı ile bir olma, tek varlık haline gelme” anlamında bir ittisal veya ittihaddan söz etmemiştir. Hatta bu konuda İbn Sînâ, Yeni Eflâtuncu Furfûriyûs’un (Porphyrios) şahsında ittisali “aynîleşme” mânasında kullananları eleştirmektedir. Faal akılla ittisal eden insan aklı ferdiyetini koruyarak “aki-ı müstefâd” şeklinde başka bir isim alır. Dolayısıyla ittisal “fenâfillâh” veya “Nirvana” anlamında değildir.
Tasavvuf literatüründe ittisal terimi de kullanılmakta ve bununla kısaca “Allah’tan başka şeyle meşgul olmama ve Allah’la sürekli birlikte olma” mânası kastedilmektedir. Felsefedeki ittisal ile özellikle vahdet-i vücûdcu tasavvuftaki itti-had arasındaki en belirgin fark insana ait ferdîliğin yok olup olmaması noktasında kendini gösterir. Buna karşılık her iki sahadaki ittisal fikrinde mutluluk ahlâkına ait ortak bir yan görmek mümkündür. Çünkü Allah iie ruhen ve fikren ittisal halindeki bir sûfî ne kadar yüksek bir manevî haz duyuyorsa faal akılla ittisal kuran filozof da aynı derecede yüksek bir mutluluğa ulaşmış olur.
TDV İslâm Ansiklopedisi