İzzet Nedir, Ne Demek, İsminin Anlamı, Kuranda İzzet, Hakkında Bilgi

İzzet. Yenilgiye uğramayı ve aşağılanmayı önleyen güçlü ve saygın konum anlamında bîr Kur’an tabiri.

Sözlükte “güçlü ve üstün olmak, galip gelmek, saygın olmak” gibi mânalara ge­len izz kökünden isim olan izzet bu an­lamları yanında bir kimsenin başkaları karşısında bedensel, psikolojik, ekono­mik, sosyal statü vb. yönlerden güçlü, et­kin ve saygın olması, baskı altına alına­maz bir konumda bulunması durumunu da ifade eder ve “acizlik, alçaklık” mânasindaki zilletin karşıtı olarak kullanılır. Râgıb el-İsfahânî Kur’an’da Allah’a, resulüne ve müminlere mahsus olduğu bildi­rilen izzeti [Münâfikün 63/8] kesintisiz ve sonsuz olduğu için “hakiki izzet”, bunların dışında kalanların kendilerinde veh­mettikleri izzeti de “sunî izzet” şeklinde değerlendirir. Aynı kökten sıfat olan azîz “güçlü, üstün ve hâkim konumda bulu­nan, yenilmeyen, eşi benzeri olmayan” anlamlarında hem Allah’ı hem de insanı nitelemek için kullanılmaktadır. Kaynaklarda “izzet bahşeden” mâ­nasında muiz kelimesi esmâ-i hüsnâdan biri olarak kaydedilmektedir. Kur-‘ân-ı Kerîm’de izzet on bir yerde, aynı kökten fiil ve isim kalıbında kelimeler ise 110 defa geçmekte, bunlardan azîz, bü­yük çoğunluğu Allah’ın isimlerinden ola­rak doksan dokuz âyette yer almaktadır. Bu âyetlerin tamamında azîz Allah’ın başka isimleriyle birlikte geçmektedir. Bu isimler Allah’ın mutlak gücünü ve ta­sarrufunu yahut rahmet, mağfiret ve lü­tufkârlığını ifade eden ya da ilim ve hik­metine vurgu yapan isimlerdir. Bir düşünceye göre Allah’ın isimlerinin her birinde kullara bir mesaj vardır; ayrı­ca daha çok tasavvuf kitaplarında rastla­nan anlayış istikametinde insanların Al­lah’ın ahlakıyla ahlâklanmalan gerektiği belirtilir. Bundan dolayı azîz isminin bu sıfatlarla birlikte kullanılmasında insan­lara hem güçlü olmaları hem de merha­met, bağışlama, bilgi, hikmet gibi erdem­lerle de donanmaları gerektiği yönünde bir mesaj bulunduğu da düşünülebilir. İzzet ve türevlerinin Kur’an’da geçen an­lamlarıyla hadislerde de kullanıldığı görülmektedir.

İzzet kelimesi Allah ve müminler hak­kında olumlu bir anlam ifade ederken in­karcı ve münafıklar hakkında kullanıldı­ğında onların İslâm, Kur’an ve gerçekler karşısında bilinçsizce kapıldıkları kibir, gu­rur, inat ve öfke duygularını, bu duygu­ların etkisiyle işledikleri kötülükleri sür­dürmelerini anlatır. Meselâ Sâd sûresinin başında (38/2) Kur’an’ın irşad edici Öne­mine dikkat çeken âyetin arkasından in­karcıların Kur’an karşısındaki olumsuz tavırları, “İnkâra sapanlar izzet ve sapkın­lık içindedir” şeklinde ifade edilir. Bakara sûresinde (2/206) münafıkların karakte­ristik davranışlarına dair bilgi verilirken böylelerine Allah’a saygıyla itaat etmele­ri tavsiye edildiğinde izzet duygularının kendilerini günaha sevkettiği belirtilir. Râgıb el-İsfahânî bu âyetteki izzeti “ye­rilen anlamıyla öfke ve sertlik” şeklinde açıklar. Fahreddin er-Râzî de aynı kelime­yi “kibir, cehalet ve delilleri kavrama yok­sunluğu” olarak izah ederken İbn Âşûr bunun, bir kimse­nin sosyal statüsüne aldanıp böbürlenmesi ve bu yüzden nasihatlere kulak as­maması mânasına geldiğini belirtir.” Gazzâlî, İhyâ’ü hılûmi’d-dîn adlı eserinde olumsuz izzeti kibirle eş anlamlı olarak kullanmaktadır. Onun yaptığı psikolojik tahlillere göre kişi bazı yüksek niteliklere sahip olduğunu düşününce kendisinin başkalarından üstün olduğu vehmine ka­pılır. Bu kanaate “kendini büyük görme bu duygunun etkisiyle olumsuz davranışlarda bulun­maya da “tekebbür” denir. Gazzâlî, bu an­lamdaki izzetin ve kibir duygusunun “cen­netin kapılan” dediği güzel huyların ka­zanılmasına engel olacağını söyler; sev­gi, tevazu, hoşgörü ve doğruluk gibi er­demlerden yoksun kalma ile kin, öfke, kıskançlık gibi kötü huylara bulaşmada kibir ve izzetin mutlak etkisinin bulundu­ğunu belirtir. Ancak Gazzâlî’ye göre insan alçak gönüllü olmaya ça-liŞirken tevazu sınırını aşarak kendini aşa­ğılık (mezellet) durumuna da düşürme­melidir. Fahreddin er-Râzî de gerçek müminlerin inananlara karşı alçak gönüllü ve şefkatli, inkarcılara karşı güçlü, dirayetli ve onurlu olduk­larını bildiren âyette [Mâide 5/54] ge­çen “ezille” kelimesini açıklarken bunun “alçalma ve küçülme” (mehânet) olarak anlaşılmaması gerektiğini söyler. Bu açıdan bakıldığında izzetle kibrin farklı iki kavram oldu­ğu anlaşılır. İzzet müminin kendi varlığı­nın hakikatini bilmesi, tanıması ve ona dünyevî ihtiyaçlarını gerektiği kadar sağ­lamasıdır; kibir ise kişinin kendini doğ­ru tanımaması ve olduğundan büyük görmesidir. Şu halde izzet şeklî olarak kib­re benzerse de mahiyet itibariyle ondan farklıdır. Nitekim tevazu da zillete ben­zemekle birlikte tevazu erdem, zillet er­demsizliktir. Ahlâk ki­taplarında insanın kendini zilletten koru­ması çoğunlukla “hürriyet” kelimesiyle ifade edilir ve bu hususta kişinin kendi şe­refini [izzü’n-nefs. şerefü’n-nefs] koruma­sının, kimsenin elindekine göz dikmeden minnetsiz bir hayat yaşamasının, yalnız Allah’a dayanıp güvenerek hakiki izzeti O’ndan beklemesinin gerekliliği,üzerinde önemle durulur. Buna göre kişi iz­zeti, kendi nefsini başkalarından üstün görme eğiliminin bir ifadesi olarak değil sahip olduğu dinden ve temsil ettiği, ina­nıp bağlandığı yüce değerlerden gelen bir güç ve onurun ifadesi olarak görme­lidir. İnsan, İslâm’dan ve onun kazandır­dığı değerlerden uzaklaşması halinde iz­zetten de yoksun kalır. Çünkü izzet sade­ce Allah’a mahsus olup [Nisâ 4/139; Fâtır 35/10] müminlerin, hatta peygam­berlerin sahip olduğu izzet ilâhî bir lutuf-tan ibarettir. Bu lutfa erişebilmek için samimi bir inanca sahip olmanın ya­nında Allah’ın çizdiği yolda yürümek ge­rekir. İnsanlar izzetin kaynağı olan Allah’a ne kadar yakın olurlarsa izzetten de o ka­dar pay alırlar.

İslâm’daki ulûhiyyet anlayışına uygun olarak Kur’an’da, izzetin tamamen Al­lah’a mahsus olduğu [Fâtır 35/10] ve O’nun dilediğini aziz, dilediğini zelil kıldı­ğı belirtilir.[Âl-i İmrân 3/26] Fahreddin er-Râzî bu âyeti açıklarken izzetin din veya dünya ile ilgili olacağını, dînle ilgili olan en yüce izzetin Allah’a iman olduğunu ifa­de eder. Zilletlerin en aşağısı ise inkârdır. Böylece Allah bazı insanları iman ve ir­fanla aziz, bazılarını da inkâr ve sapkın­lıkla zelil kılar. Bu düşünceden hareketle son dönem İslâm bilgin ve düşünürleri, müslüman toplumların kendi dinlerinin ilkelerinden uzaklaştıkça izzetlerini de kaybettiklerini, onları içine düştükleri durumdan kur­taracak gücün yine İslâm’ın izzeti olduğu­nu söylemektedir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski