Kabe Tarihi/Tarihçesi, Kabenin İsimleri, Özellikleri, Önemi, Yapılışı, Hakkında Bilgi

İslâm İnanışına göre yeryüzünde yapılan ilk mâbed, miislümanların kıblesi.

Sözlükte “dört köşeli veya küp şeklinde olmak” anlamındaki ka’b kökün­den gelen ka’be “küp şeklinde nesne” demektir. Kur’ân-i Kerîm’de adı iki defa ge­çen Kabe’ye [Mâide 5/95,97] bir kısmı yine Kur’an’da yer alan Beyt [Bakara 2/ 125, 127, 158; Al-i İmrân 3/96, 97; Enfâl 8/35; Hac 22/26; Kureyş 106/3] Beytullah, el-Beytü’l-atîk [Hac 22/29, 33] el-Beytü’l-harâm [Mâide 5/2, 97] el-Beytü11-muharrem, el-Mescidü’l-harâm [Bakara 2/144, 149, 150; Mâide 5/2; Tevbe 9/7, 19, 28] el-Beytü’l-ma’mûr [Tûr 52/4] el-Meş’a-rü’l-harâm, Beniyye, Devvâre, Kâdis, Kıb­le, Hamsa, Müzheb gibi çeşitli isimler de verilmiştir; halk arasında daha çok Kâbe-i Muazzama tabiri kullanılmaktadır.

Mekke şehrinde Mescid-i Harâm’ın or­tasında bulunan Kabe yaklaşık 1,5 m. ge­nişliğindeki temeller üzerine inşa edilmiş­tir. Dıştan dışa 10,70 x 12 m. ölçüsünde ve 15 m. yüksekliğinde olan duvarlar 1,25 m. kalınlığındadır. Temeller, tavaf alanı (metâf) yüzeyinden 22-27 cm. arasında değişen yükseklikte yukarı çıkmış ve duvarlar 25 cm. kadar içeriden başlatılarak temelle­rin dışarıda kalan kısmının üzeri 45° me­yilli mermer levhalarla kaplanıp duvar­larla birleştirilmiştir. Yanlan da mermer kaplama olan ve “şâzervân” adı verilen bu kısma Kabe örtüsünü tutturmak için ba­kır halkalar konulmuştur. Mekke’nin çevresindeki dağlardan getirilmiş bazalt par­çalarıyla yapılan duvarların dış yüzlerinde değişik boyutlarda 1614 taş yer almak­tadır.

Kabe’nin merkezinden dört köşesine (rükn) çekilecek hatlar yaklaşık olarak dört ana coğrafî yönü gösterir. Bunlardan do­ğu yönünü gösteren köşeye Rüknülhace­rülesved, güneyi gösteren köşeye Rüknül-yemânî, batıyı gösteren köşeye Rüknül-garbî, kuzeyi gösteren köşeye de Rüknü-lırâki denilir. Bazı kaynaklarda kuzey kö­şesi, birçoğunda ise batı köşesi ayrıca Rüknüşşâmî diye adlandırılmaktadır. Yi­ne Kabe’nin merkezinden duvarların or­tasına çizilecek dikey çizgiler de yaklaşık olarak kuzeydoğu, kuzeybatı, güneydoğu ve güneybatı yönlerini gösterir. Gerek ana yönler gerekse ara yönlerdeki hafif sap­ma sebebiyle kaynaklarda Hacer.ülesved, Kabe kapısı, makâm-ı İbrahim, hicr. altın oluk gibi bölüm ve unsurların tanıtımın­da farklı yön tesbitlerinin yapıldığı görül­mektedir. Doğu köşesinde yerden 1.5 m. yükseklikte, gümüşten bir mahfaza için­de tavafın başlangıç ve bitiş noktasını belli eden Hacerülesved bulunmaktadır. Kuzeydoğu duvarında Hacerülesved’e 2 m. mesafede ve yerden 1,92 m. yüksek­likte Kâ’be kapısı, kuzeybatı duvarının önünde de iki ucu Rüknüşşâmî ile Rük-nülırâki’den 2 m. kadar mesafede olan ve “hatîm” denilen yarım daire şeklinde, 1,31 m. yüksekliğindeki duvarla çevrili hicr yer almaktadır. Hacerülesved ile Ka­be kapısı arasında kalan 2 metrelik kısma “mültezem”, Rüknülyemânî ile batı duva­rı üzerindeki Haccâc tarafından kapatılan kapı arasında kalan kısma da “müstecâr” denilir. Tavafın yapıldığı yer üzerinde ve Kabe kapısının sağ tarafında, yaklaşık doğu duvarının ortasına yakın bir yerde 2 x 1,12 x 0,28 m. boyutlarında “mi’cen” adı verilen bir çukur vardı. Bu çukur, ha­cıların tavaf sırasında düşerek sakatlan­malarına yol açması sebebiyle 20 Şubat 1958 tarihinde kapatılmış ve üzerine mermer döşenmiştir.

İçi dört köşe bir oda görünümünde olan Kabe’nin Rüknülırâki köşesinde dama çı­kılan merdiven ve önünde “tövbe kapısı” denilen bir kapı yer alır. Taban mermer döşeli, duvarlar 2 m. yüksekliğe kadar mermer kaplamalıdır. Yapılan onarım ve yeniden inşalarla ilgili olarak batı duvarı­na beş, doğu ve kuzey duvarlarına birer kitabe yerleştirilmiştir. Tabanın ortasında, Abdullah b. Zübeyr zamanından kalma güney-kuzey yönünde dizilmiş üç ağaç direk ve bunlardan kapının karşısındakinin Önünde batı du­varına doğru Hz. Peygamber’in namaz kıldığı yer bulunmaktadır; burası secca­de şeklinde bir mermerle belirtilmiştir. Tavan ve duvarlar, yukarıdan mermer kaplamalara kadar inen çepeçevre kır­mızı atlastan yapılmış bir perde ile örtülü­dür. Tavan ile dam arasında 1,33 m. yük­sekliğinde bir açıklık vardır.

Kabe’nin ilk defa ne zaman ve kimin ta­rafından yapıldığı hususunda ihtilâf var­dır. Kur’ân-ı Kerîm’de Kabe ile ilgili ola­rak şu âyetler yer almaktadır: “Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı ola­rak insanlar için kurulan ilk ev -mâbed-Mekke’deki -Kâbe-‘dir [Âl-i İmrân 3/96] “Biz beyti insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamını namaz yeri edinin. Biz İbrahim ve İsmail’e, “Tavaf eden, ibadete kapanan, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun’ diye emretmiştik. İbrahim, ‘Rab-bim, burayı emin bir şehir yap! Halkın­dan Allah’a ve âhiret gününe iman eden­leri çeşitli meyvelerle nzıklandır’ dediğin­de -Allah-, “Kim inkâr ederse onu kısa bir süre -dünyada- faydalandırır, sonra da ce­hennem azabına sürüklerim. O ne kötü bir akıbettir!’ demişti. Bir zamanlar İb­rahim İsmail ile beraber evin temellerini yükseltirken, ‘Ey rabbimiz, bizden kabul buyur! Şüphesiz sen işitensin, bilensin, demişlerdi [Bakara 2/125-127] “Bir za­manlar İbrahim’e beytin yerini göstermiş ve şöyle demiştik Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf eden, kıyamda bulunan, rü­kû ve secde edenlere evimi temiz tut [Hac 22/26] “İnsanlar arasında haccı ilân et ki gerek yaya olarak gerekse nice uzak yol ve diyarlardan yorgun argın ge­len, zayıf develer üzerinde, kendilerine ait birtakım yararları müşahede etmeleri, Allah’ın kendilerine rızik olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günler­de Allah’ın ismini anmaları -kurban kes­meleri- için sana -Kabe’ye- gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin hem de fakir ve yoksullara yedirin. Sonra kirlerini gider-sinler, adaklarını yerine getirsinler ve eski evi tavaf etsinler. Kim Allah’ın yasakları­na saygı gösterirse bu, rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır.[Hac 22/ 27-29] Bu âyetlerden Kabe’nin Hz. İbra­him’den önce de var olduğu, ancak yıkılıp uzun zaman içinde yerinin kaybolduğu ve İbrahim tarafından bulunarak yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat Hz. İbra­him’den önce kimin tarafından inşa edil­diği hususunda Kur’an’da herhangi bir bilgi yoktur. Bununla birlikte bazı kaynaklarda ilk yapanların Hz. Âdem yahut oğlu Şît, hatta onlardan daha önce melekler olduğuna dair birçoğu İsrâiliyat kaynaklı, mübalağa ve efsane unsurlarıyla süslü, bir kısmı da sembolik anlamlar taşıyan rivayetler yer almaktadır.

Kabe’yi ziyaret, Hz. İbrahim zamanın­dan putperestliğin yayılışına kadar tevhid esaslarına uygun olarak sürdürülmüştür. Mekke’de putperestliğin başlamasıyla müşrikler Kabe ve çevresine çok sayıda put dikerek burayı puthâneye çevirdiler; ayrıca zaman içerisinde tavafı çıplak yap­maya başladılar. Hz. İbrahim’in dinine bağlı Hanîfler gibi birçok kişi ise Kabe’yi putperest anlayışın dışında ziyarete de­vam etti. Mekke müşrikleri Kabe’yi ve etrafını putlarla doldurmalarına rağmen hiçbir zaman onu bu putlara nisbet et­memişler, daima Beytullah olarak gör­müşlerdir. Fakat kendilerini Allah’a yak­laştırdığına inandıkları putlara kurban ke­sip dua etmekten de vazgeçmemişlerdir. Müşrikler bir yandan da Kabe’nin imarına çalışır ve hacılara ücretsiz olarak su ve yemek dağıtırlardı.

Ezraki’nin rivayetine göre Hz. İbrahim ile oğlu İsmail’in yaptığı binanın duvarla­rı harçsız olarak üst üste konulan taşlarla örülmüştü ve kuzeydoğu duvarı 32 zira, güneybatı duvarı 31 zira, güneydoğu du­varı (Hacerülesved ile Rüknülyemânîara­sı) 20 zira, kuzeybatı duvarı ise (Rüknüırâkı ile Rüknüşşâmî arası) 22 zira uzunlu­ğunda idi. 9 zira yüksekliğindeki binanın biri şimdiki kapının yerinde, diğeri onun karşısında olmak üzere yer hizasında İki kapısı vardı; üzeri açıktı ve içine mahzen olarak bir çukur kazılmıştı. İnanışa göre bugün makâm-ı İb­rahim denilen büyük taş Hz. İbrahim’in insanları hacca davet için üzerine çıktığı taştır. Kabe’nin Hz. İbrahim’den sonra kaç defa yeniden yapıldığı hususu da ihti­laflıdır; genelde benimsenen görüş Amâ-lika, Cürhüm ve daha sonra Hz. Muham-med’in dedelerinden Kusay b. Kilâb ta­rafından olmak üzere üç defa inşa edildi­ği şeklindedir. Kusay, o güne kadar damı bulunmayan Kabe’nin üzerini hurma dal­larıyla örtmüştür. Kureyş’in 605 yılında yaptığı yeniden inşa sırasında Hz. Muhammed’in, amcası Abbas ile birlikte taş taşıdığı ve bu arada Hacerülesved’i yerine koyma şerefini paylaşamayan Kureyş ka­bileleri arasında çıkması muhtemel bir çatışmayı önlediği bilinmektedir.

Kureyşiiler, duvarları bir sıra taştan sonra ahşap bir hatıl koymak suretiyle ör­düler ve yüksekliği 9 arşından 18 arşına çıkardılar; içeriden Rüknüşşâmî tarafına bir merdiven, damın kuzeybatı kenarına da biriken yağmur sularının hicre akma­sı için bir oluk koydular. Halifeliğini ilân eden Abdullah b. Zübeyr, Mekke’yi kuşa­tan Emevî ordusunun mancınıklarla attı­ğı taşlar ve bu sırada çıkan yangın yüzün­den Kabe’nin tamamen tahrip edilmesi üzerine duvarların kalan kısımlarını yıktı­rıp binayı Hz. İbrahim’in temellerini esas alarak yeniden yaptırdı ve bu arada gü­neybatı, kuzeydoğu duvarlarını hatîm ile birleştirerek hicri binaya dahil edip bina­nın yüksekliğini 27 arşına çıkardı. Eni 2 arşın olan duvarlarda yirmi yedi sıra taş bulunuyordu. Ayrıca İbnü’z-Zübeyr damın altına üç direk koydu ve 11 arşın boyunda çift kanatlı, iki kapı ile Rüknülırâki köşe­sine içeriden dama çıkmak için ağaçtan döner bir merdiven yaptırdı. İpekten yeni bir örtü giydirilen binanın etrafı da çepe­çevre taş döşendi (64/684). 73 (692) yılın­da Mekke’ye giren Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî, Halife Abdülmelik b. Mervân’in onayı ile Kabe’nin kuzeydo­ğu ve güneybatı duvarlarından 6’şar zira 1 ‘er karış yıkarak bu taraftaki duvarı Kureyş’İn yaptığı temel üzerine geri çekti ve böylece hatîmi yeniden ihdas edip hicri tekrar binadan ayırdı. Güneybatı duvarı üzerindeki İbnü’z-Zübeyr’İn açtığı ikinci kapıyı taşla örerek kapattı; kuzeydoğu duvarındaki bugün de mevcut olan kapı­yı, altını 4 zira 1 karış kadar taşla örmek suretiyle daha önce Kureyş’in yaptığı gi­bi tekrar yerden yükseltti. İçerideki ağaç merdiven yerine taştan yeni bir merdiven yaparak önüne bir de kapı taktı. Haccâc Kabe’nin diğer taraflarına dokunmadı dolayısıyla sadece birtakım tadi­lâtta bulunmuş, onu yeniden inşa etme­miştir.

Kabe’nin yapısı 1040 (1630) yılma ka­dar herhangi bir değişikliğe uğramadan devam etmiş, bu uzun zaman dilimi için­de yalnız basit onarım ve süsleme çalış­maları yapılmıştır. XVI. yüzyılın sonlarına doğru kuzeybatı duvarında tehlikeli bo­yutlarda çatlamalar meydana gelmiş, fa­kat İstanbul ulemâsı Kabe’nin yıkılıp ye­niden yapılmasının caiz olmadığına karar vermişti. Daha sonra I. Ahmed, başmimar Mehmed Ağa’dan harap durumdaki Kabe’nin yıkılma tehlikesine karşı önlem alınmasını istemiş, hazineden de gerekli tahsisat ayrılmıştı. Muharrem 1021’de (Mart 1612) yapılan ve 80.000 altın harca­nan bu tamiratta duvarlar, yıkılmış olan kısımları tamamlandıktan sonra İstan­bul’da hazırlanan altın ve gümüşlerle süs­lü dört ayak ve on altı kirişten oluşan de­mir kuşaklarla takviye edilmiş, ahşap çatı elden geçirilmiş, eskiyen yağmur oluğu sökülüp yerine gümüş kaplama üzerine altın süslemeli yeni bir oluk takılmıştır. Bu arada kapı kemeri yenilenmiş ve üze­rindeki gümüş kitabe levhası alınarak ye­rine altın bir kitabe levhası konulmuştur.

IV. Murad zamanında Mekke o güne ka­dar görülmemiş şiddette bir fırtına ve sel baskınına mâruz kaldı (1039/1629-30); sular Mescid-i Harâm’a girerek Kabe duvar­larının yarısına kadar çıktı ve ertesi gün akşama doğru kuzeybatı duvarı tama­men, kuzeydoğu duvarı kapıya kadar, gü­neybatı duvarının da altıda bir kadarı yıkıldı. Mekke Emîri Şerif Mes’ûd b. İdrîs, ulemâyı toplayarak ne yapılması gerekti­ği hususunda fetva aldıktan sonra Ka­be’nin etrafını tahtalarla kapattırıp üze­rine yeşil bir örtü örttürdü ve durumu İstanbul’a bildirdi. Bunun üzerine Mısır’­dan Mimar Rıdvan Ağa ile Medine Kadısı Mehmed Efendi Kabe’nin yapımına me­mur edildi. Temmuz 163 l’e kadar yakla­şık altı buçuk ay süren bu çalışmalar sı­rasında Hacerülesved köşesi hariç bütün duvarlar temellerine kadar taş taş sökü­lerek orijinalitesine dokunulmadan yeni­den yapıldı ve yıpranmış, harap ofmuş kısımlar yenileriyle değiştirildi. Suudiler zamanında gerçek­leştirilen başlıca onarımlar ise 19S8 yılın­da dam ile duvarların iç taraflarında bu­lunan mermer kaplamaların değiştirilme­si, 1982’de zemin mermerlerinin değiş­tirilmesi ve 1996’da duvarların dış yüzle-rindeki taşların numaralanıp sökülerek bozulan kısımlarının düzeltilmesi ve di­reklerle zeminin elden geçirilmesidir.

Kabe Hz. İbrahim tarafından inşa edil­diğinde kapı yeri boş bırakılmıştı; dolayı­sıyla ilk kapıyı kimin taktığı bilinmemek­te, ancak Cürhümlüler veya Himyerîler’den Tübba’ III. Esed olduğuna dair riva­yetler bulunmaktadır. Kureyş kabilesi 606 yılında Kabe’yi yeniden inşa ettiği zaman tek kanatlı bir kapı takmış, Abdullah b. Zübeyr de binayı yenilerken bu kapıyı çift kanatlı kapı ile değiştirmiş ve karşısına aynı şekilde bir kapı yapmıştı. Haccâc yap­tırdığı onarım sırasında yeni bir kapı tak­tırmış. Halife 1. Velîd de bunu altın levha­larla kaplatmıştı (93/711-12). Abbasî Ha­lifesi Emîn kapı üzerindeki altın levhaları yenilemiştir. Tâhirîler’den II. Tahir 219 (834) yılında hacca geldiğinde Haccâc’ın yaptırdığı kilidi bir altın kilitle değiştir­miştir. Karmatî lideri Ebû Tâhir el-Cennâ-bî 317’de (930) Kabe’yi yağmalamış, bu arada kapıyı tahrip etmiş ve Hacerülesved’i sökerek götürmüştü. Daha sonra Musul Atabegliği vezirlerinden Cemâled-din el-İsfahânî, Yemen Resûlî Hükümda­rı el-Melikü’l-Muzaffer Yûsuf b. Mansûr, Memlûk sultanları el-Melikü’n-Nâsır Mu-hammed b. Kalavun, Hasan b. Muham-med b. Kalavun ile el-Melikü’1-Eşref Şabân, Osmanlı padişahları Kanunî Sultan Süleyman ile IV. Murad ve Suudi Arabis­tan kralları Abdülazîz b. Abdurrahman ile Hâlid b. Abdülazîz’in kapının ya tamamını ya da yalnız kaplamalarını yenilettikleri bilinmektedir.

Kabe’nin dört duvarı üzerine dıştan ve içten siyah ve kırmızı iki örtü (kisve, sitâ-re) asılır. Dıştan dam korkuluğunun ke­narlarında bulunan demir halkalarla ça­tıya, şâzervân üzerindeki bakır halkalar­la tabana tutturulan kisvenin oluk, Hace­rülesved ve kapı hizalarına gelen yerleri kesiktir; kapının ise fevkalâde işlemeli ayn bir örtüsü vardır. Kisvenin Kabe’ye Câ-hiliye devrinden beri örtüldüğü bilinmek­le beraber bunun ilk defa ne zaman ve ki­min tarafından yapıldığı hususunda farklı rivayetler bulunmakta, Hz. İsmail, Yemen tübba’larından Ebû Kerb veya Adnan’ın adları zikredilmektedir. Câhiliye dönemin­de örtüyü şahıslar veya kabileler yaptıra-biliyordu. Aynı şekilde iç örtünün de ilk defa ne zaman takıldığı hususunda kay­naklarda herhangi bir kayıt yoktur. An­cak 761 (1360) yılında Sultan el-Melikü’s-Sâlih b. el-Melikü’n-Nâsır’ın kardeşi Hasan’ın, 826’da (1423) el-Melikü’1-Eşref Barsbay’ın ve daha sonraki Memlûk sul­tanlarının tahta geçtikleri yıl Kabe’ye iç örtü gönderdikleri ve bu örtünün güneş­te kavrulmadığı için her yıl değiştirilmedi­ği bilinmektedir. Dış örtü eskiyinceye ka­dar indirilmeyip yerinde bırakılır, yeni ge­len örtü onun üstüne asılırdı. Böylece Ka­be üzerinde üst üste asılmış pek çok örtü bulunur, bazan bunlar bina için tehlike arzedecek hale gelirdi. Hicâbe hizmetinin Benî Şeybe’ye intikalinden sonra eski ör­tüler genellikle parçalara ayrılarak Mek­ke halkına ve hacılara dağıtılmaya veya satılmaya başlandı.

İslâmî dönemde örtü halife, önemli bir hükümdar veya Mekke valisi tarafından yaptırılırdı; ilk yaptıranlar Hz. Peygamber, Ebû Bekir, Ömer ve Osman’dır. Muâviye halife olunca örtü sayısını ikiye çıkardı.

Bunlardan biri Hz. Ömer’den beri Mısır’­da yaptırılan beyaz keten (kabâtî) örtü, di­ğeri de kendisinin ihdas ettiği kırmızı ipek örtü idi. Resûl-i Ekrem zamanından itiba­ren 10 Muharrem âşûrâ günü kırmızı ör­tü, 27 Ramazan’da da beyaz örtü asılırdı. Muâviye döneminde ipek Örtüler Dımaşk’ta, daha sonraları Hora­san’da yapılıyordu. Emevîler devrinde Abdülmelikb. Mervân’dan itibaren ipek ör­tüler önce Medine’ye gelir, Mescid-i Nebevîde bir gün müddetle sergilendikten sonra Mekke’ye gönderilirdi.

Kabe’ye örtü yaptırma görevi hilâfetle birlikte Emevîler’den Abbâsîler’e geçti ve yılda iki kisve yapma âdeti 206 (821) yılı­na kadar sürdü. O yılın âşûrâ günü kırmızı ipek örtünün ramazan ayına varmadan eskiyip parçalandığı Halife Me’mûn’a bil­dirildi. Bunun üzerine Me’mûn beyaz renkli üçüncü bir ipek Örtünün hazırlan­masını emretti; böylece Örtü bu tarihten itibaren yılda üç defa yenilenmeye baş­landı. Bunlardan kırmızı ipek örtü arefe günü, kabâtî örtü receb ayı başında, be­yaz ipek örtü de ramazanın 27. günü ası­lıyordu. Ancakarefe günü, iki parçadan meydana gelen kırmızı ipek örtünün “ka-mîs” denilen üst kısmı dikilmeksizin Ka­be’nin üzerine örtülür, “izâr” denilen alt kısmı ise hacılar tarafından yırtılıp parça­lanmasın diye âşûrâ günü onlar gittikten sonra asılırdı. Abbasî Hali­fesi Nasır- Lidînillâh tarafından gönderi­len örtülerin 579 (1183-84) yılına rastla­yanı yeşil renkli olup üzerindeki yazılar kırmızıdır hilâfetinin sonlarına doğru gön­derdiği örtü ise siyah renkli ve san yazı­lıdır. Böylece Me’mûn’un getirdiği beyaz ipek örtünün rengi siyaha çevrilmiş ve bu durum zamanımıza kadar devam et­miştir.

Abbâsîler’den sonra Kabe örtüsü birkaç yıl, Yemen’de hüküm süren Resûlîler’den el-Melikü’l-Muzaffer Yûsuf tarafından yaptırıldı; I. Baybars’ın ikinci saltanat yı­lından (661/1262) itibaren de bu iş Mem­lûk sultanlarının uhdesine geçti. Hz. Ömer’le başlayan, Kabe örtüsü masraflarının beytülmâlden karşılanma­sı geleneği önceleri Memluk sultanlarınca da sürdürüldü. Daha sonra Ebü’1-Fidâ el-Meükü’s-Sâlih İsmail, Kalyûbiye kasa­basına bağlı üç köyü satın alarak Kabe ör­tüsü yapımına vakfetti. Her yıl vakfın pa­rasıyla hazırlanan Kabe örtüsü devlet er­kânı ve halkın katıldığı görkemli törenler­le, yoksullara dağıtılmak için yollanan pa­ra keselerinin ve çeşitli hediyelerin de konulduğu “mahmil” adı verilen bir mahfe veya sandık içerisinde emîr-İ haccın so­rumluluğunda Mekke’ye gönderiliyordu. I517yılındaMısır’ınfethiyle bu görev Osmanlı padişahlarına geçti ve Yavuz Sultan Selim, Kabe örtülerinin eski­den olduğu gibi yine Mısır’dan gönderil­mesini istedi. Kanunî Sultan Süleyman zamanından iti­baren Kabe’nin dış örtüsü Mısır’da, iç ör­tüsü İstanbul’da hazırlanmaya başlandı; ancak iç örtünün kumaşı yine Mısır’da do­kunuyordu. Nihayet III. Ahmed dönemin­den itibaren kumaşların tamamının İs­tanbul’da dokunması âdet oldu. İç örtü İstanbul’dan son olarak 1861’de, tahta Çıkışı münasebetiyle Sultan Abdülaziz tarafından gönderildi ve 1943 yılına kadar kullanıldı. I. Dünya Savaşı sırasında Mek­ke Emîri Şerif Hüseyin Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanınca örtülerin ikisi de yine Mısır’dan gönderilmeye başlandı. 1926′-da Mısır’la Suudi Arabistan arasındaki si­yasî ilişkilerin bozulmasıyla birlikte örtü­nün gönderilmesi durduruldu. Bunun üzerine Kral Abdülaziz Mekke’de özel bir atölye kurdurdu ve 1936 yılında tekrar Mısır’dan gönderilmeye başlanmasına kadar Kabe örtüsü bu atölyede yapıldı. 1962’de Mısır’dan gönderilen örtü Suudî hükümeti tarafından Cidde’den geri çev­rildi ve Mekke’de kurulmuş olan Özel Ka­be örtüsü fabrikası faaliyete geçirildi.

Son zamanlardaki örtüler 14 m. uzun­luğunda ve 0,95 m. genişliğinde kırk sekiz parçadan meydana gelir; tamamı 638,4 m2’dir. Yukarı kısımdaki Kabe’nin dört tarafını çevreleyen yazı kuşağı (hi­zam) birbirine eklenmiş on altı parçadan oluşur; uzunluğu 43 m., genişliği 0,95 metredir. Bu kuşağın altında yine on altı parçadan meydana gelmiş, ancak birbi­rine eklenmeden aralarına içlerinde âyet ve esmâ-i hüsnâ yazılı daireler konmuş ikinci bir kuşak vardır. Örtünün kendisi de kitâbeli olarak dokunmuştur. Birbiri içine giren üçgenler arasında lafza-i celâl, kelime-i tevhîd ve “sübhânallâhi ve bi-hamdihî sübhânallahi’I-azîm” ibaresi ya­zılıdır. Örtünün üzerindeki yazılarda altın ve gümüş teller kullanılmıştır. Abbasîler döneminden itibaren devam eden bu ya­zı geleneğinde örtünün hangi halife veya sultan tarafından nerede ve ne zaman yaptırıldığına dair kayıtlar da bulunmak­tadır. Kesin olmamakla birlikte kapının “burku” adı verilen örtüsünün ilk defa Memlükler’in kadın hükümdarı Şecerüddür (ö. 656/1258) tarafından gönderildiği rivayet edilmektedir; İbn Battûta bu ör­tüyü gördüğünü söyler. Memlükler zamanında siyah ve mavi ipek­ten, Osmanlılar döneminde uzun bir süre yeşil, daha sonra siyah atlastan yapılmış­tır. Birbirine tutturulmuş dört parçadan oluşan bugünkü kapı örtüsü 7.S x 4 m. ebadında olup üzerinde bazı Kur’an âyet­leri yer almaktadır.

Kabe hizmetleri Hz. İbrahim ve İsma­il’in Kabe’yi yapması ile birlikte başlar [Bakara 2/125; Hac 22/26] ve bilindiği ka­darıyla Mekke’ye hâkim olan İsmâiloğulları, Amâlika. Cürhüm ve Huzâa kabileleri arasında el değiştirdikten sonra nihayet Kusay b. Kilâb zamanında Kureyş kabile­sine intikal eder. Kusay, Huzâa kabilesini Mekke’den tamamen çıkardı ve sikâye. hicâbe (sidâne), imâre, rifâde gibi Kureyş içinde çok büyük şeref ve saygınlık ifade eden vazifeleri uhdesinde topladı. Ömrü­nün sonuna doğru bunları iki oğlu arasın­da paylaştırdı ve hicâbe, Dârünnedve ve livayı büyük oğlu Abdüddâr’a; sikâye, ri­fâde ve kıyâdeyi diğer oğlu Abdümenâf ‘a verdi. Mekke’nin fethi sırasında Kabe’nin hicâbe vazifesi Abdüddâr soyundan Os­man b. Talha’da idi. Hz. Peygamber ta­vaftan sonra kapıyı Osman b. Talha’ya aç­tırdı ve Kabe’nin putlardan temizlenme­sinin ardından içinde şükran namazı kılıp dışarı çıkınca anahtarı amcası Abbas ile Hz. Ali’nin istemesine rağmen yine ona ve sorumluluğunu da onunla birlikte am­casının oğlu Şeybe b. Osman’a verdi. Aynı şekilde Resûl-i Ekrem, Câhiliye döneminin Kabe’yle ilgili geleneklerine saygı göste­rerek diğer görevleri de eskiden beri yü­rüten ailelerde bıraktı. Hz. Ömer bu işler için bütçeden tahsisat ayırmaya başladı.

Muâviye’den itibaren de düzenli hale ge­tirilen Kabe hizmetlerine özel görevliler tayin edildi. Daha sonraki dönemlerde bu hizmetlere hadım ağalar memur edildi. Osmanlılar zamanında sayıları hayli artan ağaların yerini zamanla bugünkü memur ve hademeler aldı. Kabe’nin kokulandırılması ve tütsülenmesi işi de İslâm önce­sinden beri devam eden hizmetlerdendir. Abdüddâroğulları bu görevi de yerine ge­tirmekteydiler. Muâviye, hac mevsimle­rinde ve receb aylarında hoş koku ve bu­hurdanlıklar göndermiş ve özel görevli­ler tayin ederek Kabe’nin sık sık kokulan-dırılmasını emretmiştir. Bu gelenek son­raki halifeler tarafından da sürdürülmüş­tür. Hicaz’ın Osmanlı idaresine girmesi­nin ardından her yıl bu hizmet için hare-meyn tahsisatından pay ayrılmıştır.

Kabe’nin içinin yıkanması Hz. Peygam­ber zamanında başlar. Mekke’nin fetih günü bina putlardan temizlendikten son­ra içten ve dıştan zemzemle yıkanarak müşriklerin bütün izlerinden arındırıldı ve bundan sonra yılda bir veya iki defa yı­kanması âdet haline geldi. Hicaz’ın Su-ûdîler’in idaresine geçmesinin ardından Önceleri zilkadenin sonu veya zilhiccenin başı ile rebîülevvelin 12. günü yıkanıyor­du; ancak daha sonra zilhiccenin başı ile şabanın ilk pazartesi günü yıkanır oldu. Günümüzde Kabe’nin yıkanma merasi­mine kral veya onu temsilen Mekke emîriyle bazı yüksek görevliler katılır. Zemzemcilerin getirdiği zemzem Kabe hiz­metçileri tarafından içeriye alınır ve gül suyu ile karıştırılır. Emîr başta olmak üze­re peştemal tutunan davetliler hep bir­likte Kabe’nin taban mermerlerini yıkar ve kurularlar. Ardından duvarların el ye­tişecek kadar kısmı gül suyu ile silinir, çe­şitli parfüm ve gülyağı ile duvarlar iyice yağlanır, ayrıca buhurdanlar yakılır.

Kureyşliler’e itibar ve ticarî avantaj sağ­layan Kabe kıskançlık ve düşmanlıkların da odak noktası olmuş, Habeşistan’ın Ye­men valisi Ebrehe Mekke’yi ele geçirip burayı yıkmak isterken bazı Arap kabile­leri de kendilerine yeni kâbeler yapmış ve diğer Araplar’ın Mekke’ye gitmesine en­gel olmaya çalışmışlardır. Yeni yapılan­lar içinde özellikle Gatafanlılar’in, Becîle, Has’am, Ezd, Hevâzinliler’in, Tâifliler’in ve Necrânlılar’ın kâbeleri önemliydi. Bunla­rın da aynen Beytullah gibi haremi, nazır­ları, üzerlerinde kisveleri vardı; hatta Sa­fa ve Merve gibi sa’y yapılan yerleri dahi bulunuyordu. Çeşitli kabileler haram ay­larda buralara hacca gelirler ve mabedi tavaf edip kurban keserlerdi. Hz. Pey­gamber Mekke’nin fethinden sonra hep­sini yıktırmıştır.

Câhiliye devrinden itibaren önemli gö­rülen bazı belgelerin Kabe duvarlarına asıldığı bilinmektedir. Bu dönemin yedi meşhur şairinin “el-muallakâtü’s-seb’a” adı verilen şiirleri. İslâm’ın başlangıcında müşriklerin müslümanlara uygulayacak­ları ambargoya dair aldıkları kararın metniyle Hârûnürreşîd’in, oğullan Emîn, Me’mûn ve Kâsım’ı veliaht tayin ettiğini bil­diren belge bunlar arasındadır. İslâm dö­neminde yasaklanmadan önce başvuru­lan nesî’ uygulaması da (haram ayların yerlerinin değiştirilmesi) Kabe’de ilân edilmekteydi.

Hz. İbrahim’in Kabe’yi inşa ederken içe­risine kazdığı mahzen çukuru hazine yeri olarak kullanılmış, hediye edilen altın, gü­müş eşya ve güzel koku gibi malzemenin buraya konulması gelenek halini almış­tır. Zaman zaman soyulma teşebbüsleri­ne mâruz kalan Kabe hazinesi Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygamber tarafın­dan aynen bırakılmıştır. Hz. Ömer bu ha­zineyi dağıtmak istemişse de sahabe ile yaptığı istişare sonucunda bundan vaz­geçmiştir. Daha sonra da halife ve sultan­lar Kabe’ye kıymetli hediyeler gönderme­ye devam etmişler, ayrıca içinde yer alan direklerle kapı ve oluk gibi kısımlarını da altın veya gümüşle kaplatmışlardır.

Kureyşliler’den önceki dönemde Kabe’­nin hangi günlerde açıldığına dair kay­naklarda bilgi bulunmamaktadır. Ancak Kureyşliler’in Kabe’yi yeniden yapıp kapı­sını yükselttikten sonra pazartesi ve per­şembe (diğer bir rivayette de pazartesi ve cuma) günleri ziyarete açtıkları söyle­nir. Saygı gösterisi olarak ayakkabılarını merdivenin önünde çıkar­dıkları bilinmektedir. İslâm’dan sonra da kapının pazartesi ve cuma günleri açıl­masına devam edilmiştir. 579 (1183) yılında Mekke’ye gelen İbn Cübeyr, Kabe’­nin her pazartesi ve cuma günü ile receb ayının her gününde açıldığını yazar. Ancak daha sonraları sade­ce cuma günleri açılmıştır. Bunun hangi tarihten itibaren başladığı bilinmemekle beraber İbn Battûta, Kabe’nin her cuma namazdan sonra, ayrıca Hz. Peygamber’in doğum gününde [12 Rebîülevvel] açıldı­ğını kaydeder. Takıyyüddin el-Fâsî de Kabe’nin cuma günleri açıldığını ve pazartesiden vazgeçildiğini, fakat 801(1398-99) yılının Ramazan, Şev­val ve Zilkade aylarında pazartesi günleri de açıldığını ve bunun sadece kadınların ziyaretine tahsis edildiğini söylemektedir. Bununla beraber Kabe her yıl rebîülevvelin 12, recebin 29. günleri sabah erkenden açılır ve bu açılış genellikle kadınlara mahsus olurdu. Ay­rıca ramazan bayramı sabahı ayan için, zilhiccenin ilk sekiz gecesinde de görevli­ler tarafından para karşılığı ziyaret et­mek isteyenler için açılırdı. Zamanla cuma günleri de terkedilerek açılışlar senenin belli günlerine hasredildi. Günümüzde sadece yıkandığı günlerde ve konuk İslâm devlet ve hükümet baş­kanlarının ziyaretlerinde açılmaktadır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski