İslâm İnanışına göre yeryüzünde yapılan ilk mâbed, miislümanların kıblesi.
Sözlükte “dört köşeli veya küp şeklinde olmak” anlamındaki ka’b kökünden gelen ka’be “küp şeklinde nesne” demektir. Kur’ân-i Kerîm’de adı iki defa geçen Kabe’ye [Mâide 5/95,97] bir kısmı yine Kur’an’da yer alan Beyt [Bakara 2/ 125, 127, 158; Al-i İmrân 3/96, 97; Enfâl 8/35; Hac 22/26; Kureyş 106/3] Beytullah, el-Beytü’l-atîk [Hac 22/29, 33] el-Beytü’l-harâm [Mâide 5/2, 97] el-Beytü11-muharrem, el-Mescidü’l-harâm [Bakara 2/144, 149, 150; Mâide 5/2; Tevbe 9/7, 19, 28] el-Beytü’l-ma’mûr [Tûr 52/4] el-Meş’a-rü’l-harâm, Beniyye, Devvâre, Kâdis, Kıble, Hamsa, Müzheb gibi çeşitli isimler de verilmiştir; halk arasında daha çok Kâbe-i Muazzama tabiri kullanılmaktadır.
Mekke şehrinde Mescid-i Harâm’ın ortasında bulunan Kabe yaklaşık 1,5 m. genişliğindeki temeller üzerine inşa edilmiştir. Dıştan dışa 10,70 x 12 m. ölçüsünde ve 15 m. yüksekliğinde olan duvarlar 1,25 m. kalınlığındadır. Temeller, tavaf alanı (metâf) yüzeyinden 22-27 cm. arasında değişen yükseklikte yukarı çıkmış ve duvarlar 25 cm. kadar içeriden başlatılarak temellerin dışarıda kalan kısmının üzeri 45° meyilli mermer levhalarla kaplanıp duvarlarla birleştirilmiştir. Yanlan da mermer kaplama olan ve “şâzervân” adı verilen bu kısma Kabe örtüsünü tutturmak için bakır halkalar konulmuştur. Mekke’nin çevresindeki dağlardan getirilmiş bazalt parçalarıyla yapılan duvarların dış yüzlerinde değişik boyutlarda 1614 taş yer almaktadır.
Kabe’nin merkezinden dört köşesine (rükn) çekilecek hatlar yaklaşık olarak dört ana coğrafî yönü gösterir. Bunlardan doğu yönünü gösteren köşeye Rüknülhacerülesved, güneyi gösteren köşeye Rüknül-yemânî, batıyı gösteren köşeye Rüknül-garbî, kuzeyi gösteren köşeye de Rüknü-lırâki denilir. Bazı kaynaklarda kuzey köşesi, birçoğunda ise batı köşesi ayrıca Rüknüşşâmî diye adlandırılmaktadır. Yine Kabe’nin merkezinden duvarların ortasına çizilecek dikey çizgiler de yaklaşık olarak kuzeydoğu, kuzeybatı, güneydoğu ve güneybatı yönlerini gösterir. Gerek ana yönler gerekse ara yönlerdeki hafif sapma sebebiyle kaynaklarda Hacer.ülesved, Kabe kapısı, makâm-ı İbrahim, hicr. altın oluk gibi bölüm ve unsurların tanıtımında farklı yön tesbitlerinin yapıldığı görülmektedir. Doğu köşesinde yerden 1.5 m. yükseklikte, gümüşten bir mahfaza içinde tavafın başlangıç ve bitiş noktasını belli eden Hacerülesved bulunmaktadır. Kuzeydoğu duvarında Hacerülesved’e 2 m. mesafede ve yerden 1,92 m. yükseklikte Kâ’be kapısı, kuzeybatı duvarının önünde de iki ucu Rüknüşşâmî ile Rük-nülırâki’den 2 m. kadar mesafede olan ve “hatîm” denilen yarım daire şeklinde, 1,31 m. yüksekliğindeki duvarla çevrili hicr yer almaktadır. Hacerülesved ile Kabe kapısı arasında kalan 2 metrelik kısma “mültezem”, Rüknülyemânî ile batı duvarı üzerindeki Haccâc tarafından kapatılan kapı arasında kalan kısma da “müstecâr” denilir. Tavafın yapıldığı yer üzerinde ve Kabe kapısının sağ tarafında, yaklaşık doğu duvarının ortasına yakın bir yerde 2 x 1,12 x 0,28 m. boyutlarında “mi’cen” adı verilen bir çukur vardı. Bu çukur, hacıların tavaf sırasında düşerek sakatlanmalarına yol açması sebebiyle 20 Şubat 1958 tarihinde kapatılmış ve üzerine mermer döşenmiştir.
İçi dört köşe bir oda görünümünde olan Kabe’nin Rüknülırâki köşesinde dama çıkılan merdiven ve önünde “tövbe kapısı” denilen bir kapı yer alır. Taban mermer döşeli, duvarlar 2 m. yüksekliğe kadar mermer kaplamalıdır. Yapılan onarım ve yeniden inşalarla ilgili olarak batı duvarına beş, doğu ve kuzey duvarlarına birer kitabe yerleştirilmiştir. Tabanın ortasında, Abdullah b. Zübeyr zamanından kalma güney-kuzey yönünde dizilmiş üç ağaç direk ve bunlardan kapının karşısındakinin Önünde batı duvarına doğru Hz. Peygamber’in namaz kıldığı yer bulunmaktadır; burası seccade şeklinde bir mermerle belirtilmiştir. Tavan ve duvarlar, yukarıdan mermer kaplamalara kadar inen çepeçevre kırmızı atlastan yapılmış bir perde ile örtülüdür. Tavan ile dam arasında 1,33 m. yüksekliğinde bir açıklık vardır.
Kabe’nin ilk defa ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı hususunda ihtilâf vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de Kabe ile ilgili olarak şu âyetler yer almaktadır: “Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev -mâbed-Mekke’deki -Kâbe-‘dir [Âl-i İmrân 3/96] “Biz beyti insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamını namaz yeri edinin. Biz İbrahim ve İsmail’e, “Tavaf eden, ibadete kapanan, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun’ diye emretmiştik. İbrahim, ‘Rab-bim, burayı emin bir şehir yap! Halkından Allah’a ve âhiret gününe iman edenleri çeşitli meyvelerle nzıklandır’ dediğinde -Allah-, “Kim inkâr ederse onu kısa bir süre -dünyada- faydalandırır, sonra da cehennem azabına sürüklerim. O ne kötü bir akıbettir!’ demişti. Bir zamanlar İbrahim İsmail ile beraber evin temellerini yükseltirken, ‘Ey rabbimiz, bizden kabul buyur! Şüphesiz sen işitensin, bilensin, demişlerdi [Bakara 2/125-127] “Bir zamanlar İbrahim’e beytin yerini göstermiş ve şöyle demiştik Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf eden, kıyamda bulunan, rükû ve secde edenlere evimi temiz tut [Hac 22/26] “İnsanlar arasında haccı ilân et ki gerek yaya olarak gerekse nice uzak yol ve diyarlardan yorgun argın gelen, zayıf develer üzerinde, kendilerine ait birtakım yararları müşahede etmeleri, Allah’ın kendilerine rızik olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini anmaları -kurban kesmeleri- için sana -Kabe’ye- gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin hem de fakir ve yoksullara yedirin. Sonra kirlerini gider-sinler, adaklarını yerine getirsinler ve eski evi tavaf etsinler. Kim Allah’ın yasaklarına saygı gösterirse bu, rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır.[Hac 22/ 27-29] Bu âyetlerden Kabe’nin Hz. İbrahim’den önce de var olduğu, ancak yıkılıp uzun zaman içinde yerinin kaybolduğu ve İbrahim tarafından bulunarak yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat Hz. İbrahim’den önce kimin tarafından inşa edildiği hususunda Kur’an’da herhangi bir bilgi yoktur. Bununla birlikte bazı kaynaklarda ilk yapanların Hz. Âdem yahut oğlu Şît, hatta onlardan daha önce melekler olduğuna dair birçoğu İsrâiliyat kaynaklı, mübalağa ve efsane unsurlarıyla süslü, bir kısmı da sembolik anlamlar taşıyan rivayetler yer almaktadır.
Kabe’yi ziyaret, Hz. İbrahim zamanından putperestliğin yayılışına kadar tevhid esaslarına uygun olarak sürdürülmüştür. Mekke’de putperestliğin başlamasıyla müşrikler Kabe ve çevresine çok sayıda put dikerek burayı puthâneye çevirdiler; ayrıca zaman içerisinde tavafı çıplak yapmaya başladılar. Hz. İbrahim’in dinine bağlı Hanîfler gibi birçok kişi ise Kabe’yi putperest anlayışın dışında ziyarete devam etti. Mekke müşrikleri Kabe’yi ve etrafını putlarla doldurmalarına rağmen hiçbir zaman onu bu putlara nisbet etmemişler, daima Beytullah olarak görmüşlerdir. Fakat kendilerini Allah’a yaklaştırdığına inandıkları putlara kurban kesip dua etmekten de vazgeçmemişlerdir. Müşrikler bir yandan da Kabe’nin imarına çalışır ve hacılara ücretsiz olarak su ve yemek dağıtırlardı.
Ezraki’nin rivayetine göre Hz. İbrahim ile oğlu İsmail’in yaptığı binanın duvarları harçsız olarak üst üste konulan taşlarla örülmüştü ve kuzeydoğu duvarı 32 zira, güneybatı duvarı 31 zira, güneydoğu duvarı (Hacerülesved ile Rüknülyemânîarası) 20 zira, kuzeybatı duvarı ise (Rüknüırâkı ile Rüknüşşâmî arası) 22 zira uzunluğunda idi. 9 zira yüksekliğindeki binanın biri şimdiki kapının yerinde, diğeri onun karşısında olmak üzere yer hizasında İki kapısı vardı; üzeri açıktı ve içine mahzen olarak bir çukur kazılmıştı. İnanışa göre bugün makâm-ı İbrahim denilen büyük taş Hz. İbrahim’in insanları hacca davet için üzerine çıktığı taştır. Kabe’nin Hz. İbrahim’den sonra kaç defa yeniden yapıldığı hususu da ihtilaflıdır; genelde benimsenen görüş Amâ-lika, Cürhüm ve daha sonra Hz. Muham-med’in dedelerinden Kusay b. Kilâb tarafından olmak üzere üç defa inşa edildiği şeklindedir. Kusay, o güne kadar damı bulunmayan Kabe’nin üzerini hurma dallarıyla örtmüştür. Kureyş’in 605 yılında yaptığı yeniden inşa sırasında Hz. Muhammed’in, amcası Abbas ile birlikte taş taşıdığı ve bu arada Hacerülesved’i yerine koyma şerefini paylaşamayan Kureyş kabileleri arasında çıkması muhtemel bir çatışmayı önlediği bilinmektedir.
Kureyşiiler, duvarları bir sıra taştan sonra ahşap bir hatıl koymak suretiyle ördüler ve yüksekliği 9 arşından 18 arşına çıkardılar; içeriden Rüknüşşâmî tarafına bir merdiven, damın kuzeybatı kenarına da biriken yağmur sularının hicre akması için bir oluk koydular. Halifeliğini ilân eden Abdullah b. Zübeyr, Mekke’yi kuşatan Emevî ordusunun mancınıklarla attığı taşlar ve bu sırada çıkan yangın yüzünden Kabe’nin tamamen tahrip edilmesi üzerine duvarların kalan kısımlarını yıktırıp binayı Hz. İbrahim’in temellerini esas alarak yeniden yaptırdı ve bu arada güneybatı, kuzeydoğu duvarlarını hatîm ile birleştirerek hicri binaya dahil edip binanın yüksekliğini 27 arşına çıkardı. Eni 2 arşın olan duvarlarda yirmi yedi sıra taş bulunuyordu. Ayrıca İbnü’z-Zübeyr damın altına üç direk koydu ve 11 arşın boyunda çift kanatlı, iki kapı ile Rüknülırâki köşesine içeriden dama çıkmak için ağaçtan döner bir merdiven yaptırdı. İpekten yeni bir örtü giydirilen binanın etrafı da çepeçevre taş döşendi (64/684). 73 (692) yılında Mekke’ye giren Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî, Halife Abdülmelik b. Mervân’in onayı ile Kabe’nin kuzeydoğu ve güneybatı duvarlarından 6’şar zira 1 ‘er karış yıkarak bu taraftaki duvarı Kureyş’İn yaptığı temel üzerine geri çekti ve böylece hatîmi yeniden ihdas edip hicri tekrar binadan ayırdı. Güneybatı duvarı üzerindeki İbnü’z-Zübeyr’İn açtığı ikinci kapıyı taşla örerek kapattı; kuzeydoğu duvarındaki bugün de mevcut olan kapıyı, altını 4 zira 1 karış kadar taşla örmek suretiyle daha önce Kureyş’in yaptığı gibi tekrar yerden yükseltti. İçerideki ağaç merdiven yerine taştan yeni bir merdiven yaparak önüne bir de kapı taktı. Haccâc Kabe’nin diğer taraflarına dokunmadı dolayısıyla sadece birtakım tadilâtta bulunmuş, onu yeniden inşa etmemiştir.
Kabe’nin yapısı 1040 (1630) yılma kadar herhangi bir değişikliğe uğramadan devam etmiş, bu uzun zaman dilimi içinde yalnız basit onarım ve süsleme çalışmaları yapılmıştır. XVI. yüzyılın sonlarına doğru kuzeybatı duvarında tehlikeli boyutlarda çatlamalar meydana gelmiş, fakat İstanbul ulemâsı Kabe’nin yıkılıp yeniden yapılmasının caiz olmadığına karar vermişti. Daha sonra I. Ahmed, başmimar Mehmed Ağa’dan harap durumdaki Kabe’nin yıkılma tehlikesine karşı önlem alınmasını istemiş, hazineden de gerekli tahsisat ayrılmıştı. Muharrem 1021’de (Mart 1612) yapılan ve 80.000 altın harcanan bu tamiratta duvarlar, yıkılmış olan kısımları tamamlandıktan sonra İstanbul’da hazırlanan altın ve gümüşlerle süslü dört ayak ve on altı kirişten oluşan demir kuşaklarla takviye edilmiş, ahşap çatı elden geçirilmiş, eskiyen yağmur oluğu sökülüp yerine gümüş kaplama üzerine altın süslemeli yeni bir oluk takılmıştır. Bu arada kapı kemeri yenilenmiş ve üzerindeki gümüş kitabe levhası alınarak yerine altın bir kitabe levhası konulmuştur.
IV. Murad zamanında Mekke o güne kadar görülmemiş şiddette bir fırtına ve sel baskınına mâruz kaldı (1039/1629-30); sular Mescid-i Harâm’a girerek Kabe duvarlarının yarısına kadar çıktı ve ertesi gün akşama doğru kuzeybatı duvarı tamamen, kuzeydoğu duvarı kapıya kadar, güneybatı duvarının da altıda bir kadarı yıkıldı. Mekke Emîri Şerif Mes’ûd b. İdrîs, ulemâyı toplayarak ne yapılması gerektiği hususunda fetva aldıktan sonra Kabe’nin etrafını tahtalarla kapattırıp üzerine yeşil bir örtü örttürdü ve durumu İstanbul’a bildirdi. Bunun üzerine Mısır’dan Mimar Rıdvan Ağa ile Medine Kadısı Mehmed Efendi Kabe’nin yapımına memur edildi. Temmuz 163 l’e kadar yaklaşık altı buçuk ay süren bu çalışmalar sırasında Hacerülesved köşesi hariç bütün duvarlar temellerine kadar taş taş sökülerek orijinalitesine dokunulmadan yeniden yapıldı ve yıpranmış, harap ofmuş kısımlar yenileriyle değiştirildi. Suudiler zamanında gerçekleştirilen başlıca onarımlar ise 19S8 yılında dam ile duvarların iç taraflarında bulunan mermer kaplamaların değiştirilmesi, 1982’de zemin mermerlerinin değiştirilmesi ve 1996’da duvarların dış yüzle-rindeki taşların numaralanıp sökülerek bozulan kısımlarının düzeltilmesi ve direklerle zeminin elden geçirilmesidir.
Kabe Hz. İbrahim tarafından inşa edildiğinde kapı yeri boş bırakılmıştı; dolayısıyla ilk kapıyı kimin taktığı bilinmemekte, ancak Cürhümlüler veya Himyerîler’den Tübba’ III. Esed olduğuna dair rivayetler bulunmaktadır. Kureyş kabilesi 606 yılında Kabe’yi yeniden inşa ettiği zaman tek kanatlı bir kapı takmış, Abdullah b. Zübeyr de binayı yenilerken bu kapıyı çift kanatlı kapı ile değiştirmiş ve karşısına aynı şekilde bir kapı yapmıştı. Haccâc yaptırdığı onarım sırasında yeni bir kapı taktırmış. Halife 1. Velîd de bunu altın levhalarla kaplatmıştı (93/711-12). Abbasî Halifesi Emîn kapı üzerindeki altın levhaları yenilemiştir. Tâhirîler’den II. Tahir 219 (834) yılında hacca geldiğinde Haccâc’ın yaptırdığı kilidi bir altın kilitle değiştirmiştir. Karmatî lideri Ebû Tâhir el-Cennâ-bî 317’de (930) Kabe’yi yağmalamış, bu arada kapıyı tahrip etmiş ve Hacerülesved’i sökerek götürmüştü. Daha sonra Musul Atabegliği vezirlerinden Cemâled-din el-İsfahânî, Yemen Resûlî Hükümdarı el-Melikü’l-Muzaffer Yûsuf b. Mansûr, Memlûk sultanları el-Melikü’n-Nâsır Mu-hammed b. Kalavun, Hasan b. Muham-med b. Kalavun ile el-Melikü’1-Eşref Şabân, Osmanlı padişahları Kanunî Sultan Süleyman ile IV. Murad ve Suudi Arabistan kralları Abdülazîz b. Abdurrahman ile Hâlid b. Abdülazîz’in kapının ya tamamını ya da yalnız kaplamalarını yenilettikleri bilinmektedir.
Kabe’nin dört duvarı üzerine dıştan ve içten siyah ve kırmızı iki örtü (kisve, sitâ-re) asılır. Dıştan dam korkuluğunun kenarlarında bulunan demir halkalarla çatıya, şâzervân üzerindeki bakır halkalarla tabana tutturulan kisvenin oluk, Hacerülesved ve kapı hizalarına gelen yerleri kesiktir; kapının ise fevkalâde işlemeli ayn bir örtüsü vardır. Kisvenin Kabe’ye Câ-hiliye devrinden beri örtüldüğü bilinmekle beraber bunun ilk defa ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı hususunda farklı rivayetler bulunmakta, Hz. İsmail, Yemen tübba’larından Ebû Kerb veya Adnan’ın adları zikredilmektedir. Câhiliye döneminde örtüyü şahıslar veya kabileler yaptıra-biliyordu. Aynı şekilde iç örtünün de ilk defa ne zaman takıldığı hususunda kaynaklarda herhangi bir kayıt yoktur. Ancak 761 (1360) yılında Sultan el-Melikü’s-Sâlih b. el-Melikü’n-Nâsır’ın kardeşi Hasan’ın, 826’da (1423) el-Melikü’1-Eşref Barsbay’ın ve daha sonraki Memlûk sultanlarının tahta geçtikleri yıl Kabe’ye iç örtü gönderdikleri ve bu örtünün güneşte kavrulmadığı için her yıl değiştirilmediği bilinmektedir. Dış örtü eskiyinceye kadar indirilmeyip yerinde bırakılır, yeni gelen örtü onun üstüne asılırdı. Böylece Kabe üzerinde üst üste asılmış pek çok örtü bulunur, bazan bunlar bina için tehlike arzedecek hale gelirdi. Hicâbe hizmetinin Benî Şeybe’ye intikalinden sonra eski örtüler genellikle parçalara ayrılarak Mekke halkına ve hacılara dağıtılmaya veya satılmaya başlandı.
İslâmî dönemde örtü halife, önemli bir hükümdar veya Mekke valisi tarafından yaptırılırdı; ilk yaptıranlar Hz. Peygamber, Ebû Bekir, Ömer ve Osman’dır. Muâviye halife olunca örtü sayısını ikiye çıkardı.
Bunlardan biri Hz. Ömer’den beri Mısır’da yaptırılan beyaz keten (kabâtî) örtü, diğeri de kendisinin ihdas ettiği kırmızı ipek örtü idi. Resûl-i Ekrem zamanından itibaren 10 Muharrem âşûrâ günü kırmızı örtü, 27 Ramazan’da da beyaz örtü asılırdı. Muâviye döneminde ipek Örtüler Dımaşk’ta, daha sonraları Horasan’da yapılıyordu. Emevîler devrinde Abdülmelikb. Mervân’dan itibaren ipek örtüler önce Medine’ye gelir, Mescid-i Nebevîde bir gün müddetle sergilendikten sonra Mekke’ye gönderilirdi.
Kabe’ye örtü yaptırma görevi hilâfetle birlikte Emevîler’den Abbâsîler’e geçti ve yılda iki kisve yapma âdeti 206 (821) yılına kadar sürdü. O yılın âşûrâ günü kırmızı ipek örtünün ramazan ayına varmadan eskiyip parçalandığı Halife Me’mûn’a bildirildi. Bunun üzerine Me’mûn beyaz renkli üçüncü bir ipek Örtünün hazırlanmasını emretti; böylece Örtü bu tarihten itibaren yılda üç defa yenilenmeye başlandı. Bunlardan kırmızı ipek örtü arefe günü, kabâtî örtü receb ayı başında, beyaz ipek örtü de ramazanın 27. günü asılıyordu. Ancakarefe günü, iki parçadan meydana gelen kırmızı ipek örtünün “ka-mîs” denilen üst kısmı dikilmeksizin Kabe’nin üzerine örtülür, “izâr” denilen alt kısmı ise hacılar tarafından yırtılıp parçalanmasın diye âşûrâ günü onlar gittikten sonra asılırdı. Abbasî Halifesi Nasır- Lidînillâh tarafından gönderilen örtülerin 579 (1183-84) yılına rastlayanı yeşil renkli olup üzerindeki yazılar kırmızıdır hilâfetinin sonlarına doğru gönderdiği örtü ise siyah renkli ve san yazılıdır. Böylece Me’mûn’un getirdiği beyaz ipek örtünün rengi siyaha çevrilmiş ve bu durum zamanımıza kadar devam etmiştir.
Abbâsîler’den sonra Kabe örtüsü birkaç yıl, Yemen’de hüküm süren Resûlîler’den el-Melikü’l-Muzaffer Yûsuf tarafından yaptırıldı; I. Baybars’ın ikinci saltanat yılından (661/1262) itibaren de bu iş Memlûk sultanlarının uhdesine geçti. Hz. Ömer’le başlayan, Kabe örtüsü masraflarının beytülmâlden karşılanması geleneği önceleri Memluk sultanlarınca da sürdürüldü. Daha sonra Ebü’1-Fidâ el-Meükü’s-Sâlih İsmail, Kalyûbiye kasabasına bağlı üç köyü satın alarak Kabe örtüsü yapımına vakfetti. Her yıl vakfın parasıyla hazırlanan Kabe örtüsü devlet erkânı ve halkın katıldığı görkemli törenlerle, yoksullara dağıtılmak için yollanan para keselerinin ve çeşitli hediyelerin de konulduğu “mahmil” adı verilen bir mahfe veya sandık içerisinde emîr-İ haccın sorumluluğunda Mekke’ye gönderiliyordu. I517yılındaMısır’ınfethiyle bu görev Osmanlı padişahlarına geçti ve Yavuz Sultan Selim, Kabe örtülerinin eskiden olduğu gibi yine Mısır’dan gönderilmesini istedi. Kanunî Sultan Süleyman zamanından itibaren Kabe’nin dış örtüsü Mısır’da, iç örtüsü İstanbul’da hazırlanmaya başlandı; ancak iç örtünün kumaşı yine Mısır’da dokunuyordu. Nihayet III. Ahmed döneminden itibaren kumaşların tamamının İstanbul’da dokunması âdet oldu. İç örtü İstanbul’dan son olarak 1861’de, tahta Çıkışı münasebetiyle Sultan Abdülaziz tarafından gönderildi ve 1943 yılına kadar kullanıldı. I. Dünya Savaşı sırasında Mekke Emîri Şerif Hüseyin Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanınca örtülerin ikisi de yine Mısır’dan gönderilmeye başlandı. 1926′-da Mısır’la Suudi Arabistan arasındaki siyasî ilişkilerin bozulmasıyla birlikte örtünün gönderilmesi durduruldu. Bunun üzerine Kral Abdülaziz Mekke’de özel bir atölye kurdurdu ve 1936 yılında tekrar Mısır’dan gönderilmeye başlanmasına kadar Kabe örtüsü bu atölyede yapıldı. 1962’de Mısır’dan gönderilen örtü Suudî hükümeti tarafından Cidde’den geri çevrildi ve Mekke’de kurulmuş olan Özel Kabe örtüsü fabrikası faaliyete geçirildi.
Son zamanlardaki örtüler 14 m. uzunluğunda ve 0,95 m. genişliğinde kırk sekiz parçadan meydana gelir; tamamı 638,4 m2’dir. Yukarı kısımdaki Kabe’nin dört tarafını çevreleyen yazı kuşağı (hizam) birbirine eklenmiş on altı parçadan oluşur; uzunluğu 43 m., genişliği 0,95 metredir. Bu kuşağın altında yine on altı parçadan meydana gelmiş, ancak birbirine eklenmeden aralarına içlerinde âyet ve esmâ-i hüsnâ yazılı daireler konmuş ikinci bir kuşak vardır. Örtünün kendisi de kitâbeli olarak dokunmuştur. Birbiri içine giren üçgenler arasında lafza-i celâl, kelime-i tevhîd ve “sübhânallâhi ve bi-hamdihî sübhânallahi’I-azîm” ibaresi yazılıdır. Örtünün üzerindeki yazılarda altın ve gümüş teller kullanılmıştır. Abbasîler döneminden itibaren devam eden bu yazı geleneğinde örtünün hangi halife veya sultan tarafından nerede ve ne zaman yaptırıldığına dair kayıtlar da bulunmaktadır. Kesin olmamakla birlikte kapının “burku” adı verilen örtüsünün ilk defa Memlükler’in kadın hükümdarı Şecerüddür (ö. 656/1258) tarafından gönderildiği rivayet edilmektedir; İbn Battûta bu örtüyü gördüğünü söyler. Memlükler zamanında siyah ve mavi ipekten, Osmanlılar döneminde uzun bir süre yeşil, daha sonra siyah atlastan yapılmıştır. Birbirine tutturulmuş dört parçadan oluşan bugünkü kapı örtüsü 7.S x 4 m. ebadında olup üzerinde bazı Kur’an âyetleri yer almaktadır.
Kabe hizmetleri Hz. İbrahim ve İsmail’in Kabe’yi yapması ile birlikte başlar [Bakara 2/125; Hac 22/26] ve bilindiği kadarıyla Mekke’ye hâkim olan İsmâiloğulları, Amâlika. Cürhüm ve Huzâa kabileleri arasında el değiştirdikten sonra nihayet Kusay b. Kilâb zamanında Kureyş kabilesine intikal eder. Kusay, Huzâa kabilesini Mekke’den tamamen çıkardı ve sikâye. hicâbe (sidâne), imâre, rifâde gibi Kureyş içinde çok büyük şeref ve saygınlık ifade eden vazifeleri uhdesinde topladı. Ömrünün sonuna doğru bunları iki oğlu arasında paylaştırdı ve hicâbe, Dârünnedve ve livayı büyük oğlu Abdüddâr’a; sikâye, rifâde ve kıyâdeyi diğer oğlu Abdümenâf ‘a verdi. Mekke’nin fethi sırasında Kabe’nin hicâbe vazifesi Abdüddâr soyundan Osman b. Talha’da idi. Hz. Peygamber tavaftan sonra kapıyı Osman b. Talha’ya açtırdı ve Kabe’nin putlardan temizlenmesinin ardından içinde şükran namazı kılıp dışarı çıkınca anahtarı amcası Abbas ile Hz. Ali’nin istemesine rağmen yine ona ve sorumluluğunu da onunla birlikte amcasının oğlu Şeybe b. Osman’a verdi. Aynı şekilde Resûl-i Ekrem, Câhiliye döneminin Kabe’yle ilgili geleneklerine saygı göstererek diğer görevleri de eskiden beri yürüten ailelerde bıraktı. Hz. Ömer bu işler için bütçeden tahsisat ayırmaya başladı.
Muâviye’den itibaren de düzenli hale getirilen Kabe hizmetlerine özel görevliler tayin edildi. Daha sonraki dönemlerde bu hizmetlere hadım ağalar memur edildi. Osmanlılar zamanında sayıları hayli artan ağaların yerini zamanla bugünkü memur ve hademeler aldı. Kabe’nin kokulandırılması ve tütsülenmesi işi de İslâm öncesinden beri devam eden hizmetlerdendir. Abdüddâroğulları bu görevi de yerine getirmekteydiler. Muâviye, hac mevsimlerinde ve receb aylarında hoş koku ve buhurdanlıklar göndermiş ve özel görevliler tayin ederek Kabe’nin sık sık kokulan-dırılmasını emretmiştir. Bu gelenek sonraki halifeler tarafından da sürdürülmüştür. Hicaz’ın Osmanlı idaresine girmesinin ardından her yıl bu hizmet için hare-meyn tahsisatından pay ayrılmıştır.
Kabe’nin içinin yıkanması Hz. Peygamber zamanında başlar. Mekke’nin fetih günü bina putlardan temizlendikten sonra içten ve dıştan zemzemle yıkanarak müşriklerin bütün izlerinden arındırıldı ve bundan sonra yılda bir veya iki defa yıkanması âdet haline geldi. Hicaz’ın Su-ûdîler’in idaresine geçmesinin ardından Önceleri zilkadenin sonu veya zilhiccenin başı ile rebîülevvelin 12. günü yıkanıyordu; ancak daha sonra zilhiccenin başı ile şabanın ilk pazartesi günü yıkanır oldu. Günümüzde Kabe’nin yıkanma merasimine kral veya onu temsilen Mekke emîriyle bazı yüksek görevliler katılır. Zemzemcilerin getirdiği zemzem Kabe hizmetçileri tarafından içeriye alınır ve gül suyu ile karıştırılır. Emîr başta olmak üzere peştemal tutunan davetliler hep birlikte Kabe’nin taban mermerlerini yıkar ve kurularlar. Ardından duvarların el yetişecek kadar kısmı gül suyu ile silinir, çeşitli parfüm ve gülyağı ile duvarlar iyice yağlanır, ayrıca buhurdanlar yakılır.
Kureyşliler’e itibar ve ticarî avantaj sağlayan Kabe kıskançlık ve düşmanlıkların da odak noktası olmuş, Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe Mekke’yi ele geçirip burayı yıkmak isterken bazı Arap kabileleri de kendilerine yeni kâbeler yapmış ve diğer Araplar’ın Mekke’ye gitmesine engel olmaya çalışmışlardır. Yeni yapılanlar içinde özellikle Gatafanlılar’in, Becîle, Has’am, Ezd, Hevâzinliler’in, Tâifliler’in ve Necrânlılar’ın kâbeleri önemliydi. Bunların da aynen Beytullah gibi haremi, nazırları, üzerlerinde kisveleri vardı; hatta Safa ve Merve gibi sa’y yapılan yerleri dahi bulunuyordu. Çeşitli kabileler haram aylarda buralara hacca gelirler ve mabedi tavaf edip kurban keserlerdi. Hz. Peygamber Mekke’nin fethinden sonra hepsini yıktırmıştır.
Câhiliye devrinden itibaren önemli görülen bazı belgelerin Kabe duvarlarına asıldığı bilinmektedir. Bu dönemin yedi meşhur şairinin “el-muallakâtü’s-seb’a” adı verilen şiirleri. İslâm’ın başlangıcında müşriklerin müslümanlara uygulayacakları ambargoya dair aldıkları kararın metniyle Hârûnürreşîd’in, oğullan Emîn, Me’mûn ve Kâsım’ı veliaht tayin ettiğini bildiren belge bunlar arasındadır. İslâm döneminde yasaklanmadan önce başvurulan nesî’ uygulaması da (haram ayların yerlerinin değiştirilmesi) Kabe’de ilân edilmekteydi.
Hz. İbrahim’in Kabe’yi inşa ederken içerisine kazdığı mahzen çukuru hazine yeri olarak kullanılmış, hediye edilen altın, gümüş eşya ve güzel koku gibi malzemenin buraya konulması gelenek halini almıştır. Zaman zaman soyulma teşebbüslerine mâruz kalan Kabe hazinesi Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygamber tarafından aynen bırakılmıştır. Hz. Ömer bu hazineyi dağıtmak istemişse de sahabe ile yaptığı istişare sonucunda bundan vazgeçmiştir. Daha sonra da halife ve sultanlar Kabe’ye kıymetli hediyeler göndermeye devam etmişler, ayrıca içinde yer alan direklerle kapı ve oluk gibi kısımlarını da altın veya gümüşle kaplatmışlardır.
Kureyşliler’den önceki dönemde Kabe’nin hangi günlerde açıldığına dair kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Ancak Kureyşliler’in Kabe’yi yeniden yapıp kapısını yükselttikten sonra pazartesi ve perşembe (diğer bir rivayette de pazartesi ve cuma) günleri ziyarete açtıkları söylenir. Saygı gösterisi olarak ayakkabılarını merdivenin önünde çıkardıkları bilinmektedir. İslâm’dan sonra da kapının pazartesi ve cuma günleri açılmasına devam edilmiştir. 579 (1183) yılında Mekke’ye gelen İbn Cübeyr, Kabe’nin her pazartesi ve cuma günü ile receb ayının her gününde açıldığını yazar. Ancak daha sonraları sadece cuma günleri açılmıştır. Bunun hangi tarihten itibaren başladığı bilinmemekle beraber İbn Battûta, Kabe’nin her cuma namazdan sonra, ayrıca Hz. Peygamber’in doğum gününde [12 Rebîülevvel] açıldığını kaydeder. Takıyyüddin el-Fâsî de Kabe’nin cuma günleri açıldığını ve pazartesiden vazgeçildiğini, fakat 801(1398-99) yılının Ramazan, Şevval ve Zilkade aylarında pazartesi günleri de açıldığını ve bunun sadece kadınların ziyaretine tahsis edildiğini söylemektedir. Bununla beraber Kabe her yıl rebîülevvelin 12, recebin 29. günleri sabah erkenden açılır ve bu açılış genellikle kadınlara mahsus olurdu. Ayrıca ramazan bayramı sabahı ayan için, zilhiccenin ilk sekiz gecesinde de görevliler tarafından para karşılığı ziyaret etmek isteyenler için açılırdı. Zamanla cuma günleri de terkedilerek açılışlar senenin belli günlerine hasredildi. Günümüzde sadece yıkandığı günlerde ve konuk İslâm devlet ve hükümet başkanlarının ziyaretlerinde açılmaktadır.
TDV İslâm Ansiklopedisi