Kabil Nerede, Tarihi, Nüfusu, Hakkında Bilgi

Kabil. Afganistan’ın başşehri.

Kabil nehrinin kıyısında ve Hindukuş dağlarının güneyinden Hindistan’a giden yol üzerinde, kurulmuş olup milâttan ön­ce 1500’lü yıllardan itibaren varlığı bilin­mektedir. Deniz seviyesinden yüksekliği 1798 metredir. 160 km. doğusunda yer alan ve içinde Pakistan sınır kapısı bulu­nan Hayber Geçidi’ni kontrolü altında tut­ması stratejik önemini arttırır. Türkçe’de “Kabil” telaffuzuyla söylenen ismin aslı “Kâbül” olup Hinduiar’ın kutsal kitapların­dan Rig-Veda’da “Kubha”, Batlamyus’un Kitâbü’l-Coğrafya’smöa “Kophen nehri kenarında Kabolitler’in Kaboura şehri” ve Çin seyahatnamelerinde “Kao-fu” şekille­rinde geçer. Arap kaynaklarında adına ilk defa Câhiliye dönemi şiirlerinde Türkler’le Özdeşleşmiş olarak (Türkve Kabul) “dün­yanın en kuzeyindeki ülke” anlamında rastlanır.

632’de Kabil’e gelen Çinli seyyah Hiuen-Tsang burada 100 Budist manastırı ve 6000 rahibin bulunduğundan bahset­mektedir. 630’da Göktürk Devleti’ni yıkan Çinliler’in batıya doğru ilerlemesi Arap fe­tihleri karşısında durduysa da baskılar­dan kaçan Türkler’den bir kısmı VII. yüz­yılın ortalarında Afganistan topraklarına, bu arada Kabil ve çevresine yerleşti. O dö­nemde bölgeye hâkim olan Kuşan kralı, burayı müslümanlara karşı korumak için şehrin iki tarafındaki Şîrdervâze ve Âsâ-mâyî tepelerine birer kale yaptırdı. Kabil’­de Kuşan Devleti’nin ve arkasından hü­küm süren Kâbilşâhîler hanedanının yı­kılmasından sonra Türkşâhîler dönemi başladı. Müslümanlar, ilk defa Halife Mu-âviye zamanında Sicistan (Sîstan) Valisi Abdurrahman b. Semüre ve Rebf b. Ziyâd kumandasında Kabil’e kadar ilerledi­ler (44/664) ve bölgeyi yağma edip Türk-şâhî hükümdarını ve mahallî yöneticileri haraca bağladılar. Halife Abdülmelik dö­neminde Irak Valisi Haccâc b. Yûsuf 78 (697) yılında fetih amacıyla İbn Ebû Bekre’yi bölgeye gönderdiyse de başarı ka-zanılamadı ve ağır kayıplar verildi; Haccâc’ın 95’te (714) vefatı üzerine de Türk­şâhîler haraç vermekten vazgeçtiler. Hu-meyd b. Kahtabe. Horasan valiliği sırasın­da Kabil’e bir sefer düzenlediği gibi Ho­rasan Valisi FazI b. Yahya el-Bermekî de Halife Hârûnürreşîd zamanında iki defa Afganistan üzerine gönderildi ve bazı top­rakları ele geçirildi. Fazl b. Yahya tarafın­dan gönderilen İbrahim b. Cibrâîl 179’da (795) Zâbülistan’i aldı ve Kabil’e girdi; bu­nun üzerine Kabil’de oturan Türkşâhî hü­kümdarı müslüman oldu ve 1.5 milyon dirhem haraç vermeyi kabul etti. Müslü­manların Kabil ve civarında tam hâkimi­yet kurmaları Sicistan’daki Saffârîler dö­nemine rastlar. Kabil’in İslâmlaşması İse Sâmânîler’in Horasan valileri Alp Tegin (ö. 963) ve SebükTegin (ö. 997) dönem­lerinde başlayıp Gazneli Mahmud zama­nında tamamlanmıştır. Müslüman tarih­çilerin eserlerinde, uzun süre buradan Bağdat’a gönderilen filler ve putperest köleler hakkında çeşitli bilgiler bulunmak­tadır. Ancak IX ve X. yüzyıl tarihçileri tarafından Kabil hakkın­da verilen bilgiler genellikle bölgeyi gör­medikleri için gerçekleri tam ifade etme­mektedir; fakat müslüman tüccarların Hindistan’ın ticaret mallarını Kabil’deki pazarlardan aldıkları doğrudur.

Araplar’ın Kabil önlerine geldiği ilk za­manlardan sonra aradan geçen yaklaşık iki asır içerisinde şehirdeki Budizm yeri­ni, bölgeye hâkim olan Hint asıllı hane­danlar sebebiyle güçlenen Hinduizm’e bı­rakmıştı. Gazneliler döneminin başların­da önemini koruyan Kabil’de müslümanlarla Hindular birlikte yaşıyorlardı ve bu­rada birçok putperest tapınağı bulunu­yordu Bîrûnî’ye göre de şehirde Türkler’den Şâhiyye (Türk­şâhî) denen toplulukla Hindular yaşamak­taydı. Gurlular zamanında on idarî bölgeden biri olan Ka­bil, Gazneve Fîrûzkûh gibi önemli mer­kezlerin yanında fazla gelişemedi; Cengiz Han’ın saldırısı ile de harabeye döndü. İbn Battûta (ö. 770/1368-69), ziyareti sırasın­da buranın eski önemini kaybetmiş ve köy görünümü almış olduğunu belirtmekte­dir. Timur, Hindistan seferi sırasında Ka­bil’in etrafında tarıma elverişli arazilerde yaşayan köylüler için su kanalı açtırdı ve torunu Pîr Muhammed uzun süre burada vali olarak bulundu. 865-907 (1461 -1502) yılları arasında Kabil’de hüküm süren Ebû Said Mirza Han’ın oğlu Uluğ Bey de bahçeler, çeşmeler ve su kanalları inşa ettirdi. 0 dönemde şehirde Türk, Arap, Şart ve Tacikler yaşamaktaydı. Uluğ Bey’in ölü­münden sonra Kabil Argun hanedanın­dan Muhammed Mukim Han’ın, 910’da da (1504) Bâbür’ün eline geçti. Bâbür bu­rayı, Orta Asya’dan Hindukuş’u aşan tica­ret yolları ve Hindistan’a yapılan askerî seferler İçin önemli bir konuma sahip bu­lunması sebebiyle olduğu kadar havası ve çevresindeki güzelliklerden dolayı da beğenerek kurduğu devlete başşehir yap­mıştı. Bâbür’ün Kabil’i ele geçirmesi şeh­rin tarihinde önemli bir dönüm noktası­dır ve bu konu onun hâtıralarında ayrın­tılarıyla yer almaktadır. O dönemde He-rat, İsfahan, Tebriz, Bağdat, Delhi, Ben-gal, Semerkant, Buhara. Fergana ve Kâşgar’dan her yıl toplam 20.000 civarında devenin katıldığı kervanlar Kabil pazarına uğramaktaydı. Böylece Kabil Hindistan, Çin, Orta Asya ve İran’dan getirilen tica­ret mallarının satıldığı bir pazar haline gelmişti. Bâbür’ün Hindistan’ı fethedip Agra’ya yerleşmesinden sonra oğulları Hümâyun ve Kâmrân Mirza burada vali­lik yaptılar. 1530’da Agra’da ölen Bâbür geçici olarak orada defnedildi ve altı ay sonra naaşı Kabil’e getirilip burada gö­müldü. Bâbür’den sonra tahta geçen Hü­mâyun, kardeşi Kâmrân Mirza’ya verdiği Kabil’deki hâkimiyetini tahtıyla birlikte kaybettiyse de İran şahının yardımıyla du­rumunu düzeltince tahtını geri aldı.

Afşarlılar’ın ilk hükümdarı Nâdir Şah, İran’dan Hindistan seferine çıktığında 1151’de (1738) Kabil’i Bâbürlüler’den alarak topraklarına kattıysa da 1160’ta (1747) öldürülmesinden sonra şehri Mâzenderan Valisi Ahmed Şah Dürrânî ele geçirdi. 1187’de (1773) Ahmed Şah’ın ye­rini alan oğlu Timur Şah, Kuzey Hindis­tan’ı Kandehar’dan idare edemeyeceğini anlayıp iki yıl sonra Kabil’i başşehir yaptı. 1793’te onun ölümünün ardından beş oğ­lu arasında taht mücadelesinin yaşandı­ğı Kabil’de sırasıyla oğullarından Zaman Şah, Mahmud Şah ve Şücâülmülk tahta çıktılar. Mahmud Şah’ın ikinci saltanatı döneminde İsyan eden eski Hûzistan Va­lisi Dost Muhammed Barakzay Kabil’i ele geçirdi (1819). Böylece Sadozay ve Barak­zay (Muhammedzay) aileleri arasında bir iktidar mücadelesi başladı. Bu sırada İn­gilizler Afganistan bölgesine de el attılar. Gelişen olaylar I. Afgan-İngilizsavaşının çıkmasına yol açtı ve 1839’da İngiliz-Hint ordusu Kabil’i işgal ederek Şücâülmülk’ü tahta çıkardı; Dost Muhammed de Buhara’ya kaçtı. 1841 ‘de Kabil’den çeKilen İn­giliz ordusunu Dost Muhammed’in oğlu EkberŞah Kabil Boğazı’nda pusuya düşü­rerek imha etti; şehirde ayaklanan halk da Şöcâülmülk’ü öldürdü. Bunun üzeri­ne General Pollock kumandasında Afga­nistan’a gönderilen bir İngiliz ordusu Ka­bil’e girdi ve şehri yakıp yıkarak 70.000 kişiyi katletti (1842). Ertesi yıl iktidarı ye­niden ele geçiren Dost Muhammed ülke­nin birliğini sağlama çabasında olduğun­dan Kabil’de fazla oturmadı. Onun ölü­münün ardından oğulları arasında başla­yan taht kavgası sebebiyle başşehirde yönetimin birkaç defa el değiştirmesinin dışında önemli bir olay yaşanmadı.

1879’da Dost Muhammed’in torunu Muhammed Yâkub’un İngilizler’in hima­yesinde tahta geçmesi üzerine halkisyan etti ve çıkan karışıklıkta Kabil’e gelen İn­giliz heyeti mensupları öldürüldü. Bunun üzerine çıkan II. Afgan-İngiliz savaşında İngilizler tarafından bütün idarî binalar­la sarayın da bulunduğu Bâlâhisar yıkıldı ve şehir harabeye çevrildi. Ertesi yıl yine İngilizler’in desteklediği Abdurrahman Han tahta çıkınca Afganistan genelinde ilk defa bütünlük sağlandı ve yıkılan hisar yeniden yapıldı. Kabil’e Arg Kalesi ile bir­kaç saray yaptıran Abdurrahman Han’ın yerine geçen oğlu Habîbullah Han zama­nında (1901 -1919) birçok bina inşa edildi ve şehre elektrik getirildi. 1919’da tahta geçen onun oğlu Emânullah Han, İngiliz-ler’e karşı verdiği mücadeleden sonra 1924’te ülkenin bağımsızlığını elde etti ve kapılarını dış dünyaya açtı. Emânullah Han, Kabil’in 8 km. kuzeybatısındaki Çar-dih vadisine, planlan Fransız ve Alman mimarlar tarafından çizilen Dârülemân adını verdiği yeni bir taht merkezi kurdu. 1928’de Kabil’i kısa bir müddet ele geçi­ren Saka Habîbuliah döneminde buraya Dârülhabîbullah ve onu deviren Nâdir Han zamanında Darülfünun denildiyse de bu­gün Navey Kâbûl {Yeni Kabil) diye bilin­mektedir. Burada Kabil Üniversitesi, ke­mikleri Türkiye’den getirilen Cemâled-dîn-i Efgânî’nin mezarı, Câmi-i İdgah ve yıllarca Kabil’de çalışan bir Türk doktoru­nun adını taşıyan Rıfkı Sanatoryumu bu­lunmaktadır. Kabil’in tarihî eserleri ara­sında, Bâğ-ı Bâbür ve içindeki Bâbür’ün türbesiyle Şah Cihan’m bu türbeyle birlik­te karşısına aynı yıl Belh’i ele geçirmesi­nin şerefine yaptırdığı küçük mermer ca­mi, Bâbür’ün inşa, Evrengzîb’in tamir et­tirdiği Mescid-i Ulyâ ile Mescid-i Pul-ı Hiş-tî ve Dürrânî hanedanından Timur Şah’m türbesi en önde gelenlerdir.

Kabil, Pakistan sınırına olan yakınlığı sebebiyle Afganistan’ın en büyük ihracat ve ithalât merkezi halini almıştır. Tarih boyunca dokumacılık, deri işçiliği ve ku­yumculuğun geliştiği Kabil’de Abdurrah­man Han zamanında silâh fabrikası, Ha­bîbullah Han zamanında yünlü kumaş fabrikası faaliyete geçmiş, daha sonra da darphâne ve matbaa ile kundura ve kib­rit fabrikaları açılmıştır. Kabil’de ilk açılan okullar Harbiye, lise seviyesinde Habîbiya (1918), Mekteb-i Mahrûse adlı kız mekte­bi (1920), Fransız Öğretmenler tarafından eğitim verilen Emâniye Lisesi (1922, yeni adı İstiklâl), Alman Öğretmenlerin ders verdiği Emânî Lisesi (1924, yeni adı Ne­cat) ve Gazi Lisesi ile (1927) güzel sanat­lar, posta-telgraf ve diğer meslek lisele­ridir. 1928 yılında Saka Habîbullah’ın altı aylık döneminde bütün okullar kapatıldıysa da bunlar Nâdir Han zamanında yeni­den açıldı. Hocaları Türkiye’den gönderi­len yeni bir Harbiye Mektebi ile yine bir­kaç Türk profesörünün görev yaptığı Tıp Fakültesi’nin eğitime başlamasıyla Kabil Oniversitesi’nin 1933’te temelleri atıldı. Bu üniversite 1970-1980 arasında bölge­deki en önemli yüksek öğrenim kurumu iken 1992’den2001 yılına kadar kapalı kaldı.

1979’da Sovyetler Birliği tarafından Af­ganistan’ı işgal etmek için gönderilen ilk askerî birlikler hava yoluyla Kabil’e indi­rildi. Sovyet askerlerinin geri çekildiği 1989 yılından 1992’ye kadar kurulan hü­kümetler uzun ömürlü olmadı. 1992-1996 yılları arasında ülke genelinde de­vam eden iç savaş sonucunda Kabil ve ci­van, Pakistan’a göç eden Afgan göçmen­lerinin orada yetişen çocuklarının kurdu­ğu Tâliban adlı hareketin eline geçti; ha­len de (2001) onların hükümet merkezi­dir. 11 Eylül 2001 tarihinde Washington ve New York kentlerine yapılan terörist saldırının ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin 7 Ekim 2001’de Afganistan’a karşı başlattığı askerî harekât sırasında diğer bazı şehirler yanında Kabil’in de özellikle çevresi ağır bombardımana ma­ruz kaldı.

Eski kısımları Kabil ırmağının sağ ya­kasında, daha yeni kesimleri ırmağın sol yakasında bulunan Kabil şehrinin nüfusu 1992 yılında 1.400.000 kadardı.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski