Kabz. Sâlîkin manevî bîr tutukluk içinde bulunması halini ifade eden tasavvuf terimi.
Sözlükte “daralma, büzülme; tutukluk, durgunluk, sıkılma, tasalanma” gibi anlamlara gelen kabz, tasavvuf terimi olarak sâlikin bir anda kalbine gelen manevî sıkıntı, huzursuzluk sebebiyie hissettiği tutukluK ve durgunluk halinianlatır ve genellikle karşıtı olan bast ile (rahatlık, ferahlık) birlikte kullanılır. Kab; vs bast halleri diğer manevî haller gibi geçicidir. Sofiler bu tür halleri kaynağı, sebebi, ortaya çıkış şartları bakımından çeşitli sınıflara ayırmışlardır. Havf ve redi, heybet ve üns halleri de kabz ve basta benzer. Kuşeyrî’ye göre kabz ve bast havf ve recâdan, heybet ve üns de kabz ve basttan daha yüksek hallerdir. Havf ve recâ sülûkün başlangıcındaki müridlerde. kabz ve bast ariflerde, heybet ve üns kâmillerde görülür. Havf ve recâ lialinde bulunan sâlikin gönlünde gelecek zaman, kabz ve bast halinde bulunan sâlikin gönlünde ise şimdiki zaman vardır. Sâlik bu anlamda ibnü’I-vakttir. Kabz ve bast hallerinin niteliği ve şiddeti varidin niteliğine ve şiddetine bağlıdır. Vârid kuvvetli olursa sâliki tamamıyla kendinden geçirir. Bir uyarı veya kınamaya işaret eden vârid kalpte mutlaka bir kabz hali. ilâhî yakınlığa ve lutfa yönelmeye işaret eden vârid İse bast hali doğurur. Sâlikin yaşadığı kabz haliyle bast hali aynı nisbette olur. Sâlik bazan yaşadığı kabz veya bast halinin sebebini bilmeyebilir. Bu durumda eğer kabz halinde ise buna teslimiyet göstermesi, iradesiyle bu hali uzaklaştırmaya kalkışmaması gerekin Aksi takdirde kabzı daha da artar. Bundan dolayı sâlik bu halin kendiliğinden geçmesini beklemelidir. Zaman zaman bast halinin sâliki heyecanlandırdığı. Ölçüsüz şekilde konuşmasına sebep olduğu görülür. Böyle durumlarda onun elinden geldiğince sükûnetini ve edebini koruması gerekir. Bast halinin zevkine kapılanların bazan ayakları sürçer ve mânevi hallerini yitirirler. Nitekim sûfîler “şathiyyât” denilen sözleri genellikle bast halinde söylemişlerdir. Bu hali ifade etmek üzere inbisat, dilâl, naz ve niyaz gibi tabirler de kullanıIır. İrfan seviyesi yüksek sûfîler, daha üstteki hallere göre kabz ve bastın Allah’a sığınılması gereken hallerden olduğunu söylerler.
Sâlik bazan tutuk ve tedirgin olur, aklına hiçbir şey gelmez, zihni boştur, söyleyecek bir söz bulamaz; bazan da neşeli ve kendinden emindir, zihni açık, gönlü geniştir. Sûfîler ilk hali kabz ve inkıbaz. İkincisini de bast ve inbisat şeklinde adlandırır ve her iki halin de Allah’tan geldiğini söylerler; Allah uğruna savaşarak özveride bulunmayı öven bir âyette geçen [Bakara 2/245] ve nimeti daraltanın da (kabz) genişletenin de (bast) Allah olduğunu belirten ifadeyi bu anlamda yorumlarlar. Kâbız ve bâsıt Allah’ın isimlerindendir. İnsan ise bu hallere konu olması itibariyle makbûz-mebsûttur (munkabız-münbasit). Allah bazan celâlini ve azametini göstererek kalpleri kabzeder, daraltır; bazan da cemalini ve lutfunu göstererek onları bast eder, açar. Hz. Peygamberin kaygı verici bir açıklama yaptığında sahâbîlerin üzüldüklerini, hemen ardından müjdeleyici bir açıklama yapınca da sevindiklerini bildiren hadisler vardır. Sülemî sahabenin üzülmesini kabz, sevinmesini bast haline Örnek gösterir. Serrâc’a göre kabz ve bast ariflerin iki şerefli halidir. Allah kabzettiği kişiyi dünyadan çeker, bast edince de onu koruması altında dünyaya geri gönderir. Hücvîrîise kabz sebebinin hîcâb(Hakk’ın kendini perdelemesi), bast sebebinin de tecelli olduğu görüşündedir. Bazı sûfîler âyette önce zikredilişinden hareketle kabzın, bazıları ise bastın daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Muhyiddin İbnü’I-Arabî havf ve recânın nefs, kabz ve bastın ise kalp mertebesinde hâsıl olduğunu söyler. Allah kalp mertebesindeki kulu zahirde halkın içine salıverir (bast), öte yandan halka rahmet olmak üzere onu bâtmen katına alır (kabz). Şehâbeddin es-Sühreverdî, kabz ve bastı kötülüğü emreden nefsin galip veya mağlûp durumda olmasıyla açıklar. Nefsin galip durumda olmasından dolayı kalbe gelen üzüntü kabz, mağlûp durumda olmasından hâsıl olan sevinç ise basttır. Buna göre bast sevinmeyi, kabz mahvoluşu gerektirir. Ariflerin sevinci vuslata, mahvoluşları hicrana işaret eder.
TDV İslâm Ansiklopedisi