Kaçarlar Hanedanı/Devleti Dönemi, Tarihi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Kaçarlar. Bir Türkmen oymağı ve İran’da hüküm süren bir hanedan (1796-1925).

XV yüzyılın sonlarına doğru Anadolu’­nun Bozok(Yozgat) bölgesinden Kuzey Azerbaycan’a göçerek Gence yöresinde yurt tutan oymak Akça (Ağca) Koyunlu, Akçalu (Ağçalu) ve Şam Bayatı Türkmen obalarından meydana gelmiştir. Oymak, Akkoyunlu Yâkub Bey’in ölümünden (1490) sonra başlayan saltanat mücade­lelerine katılarak Uzun Hasan’ın torunu Rüstem Bey’in tahta çıkmasında önemli rol oynadı. Şah İsmail zamanında Tozko­paran Pîrî Bey ve Eçe Sultan adlı iki Kaçar beyinin bahsi geçer. Kaçarlar Tahmasb döneminde büyük oymaklar seviyesine yükseldiler. Nitekim bu devirde devlet hizmetinde birçok Kaçar beyi görülür. Kaçar’ın asıl boy beyi ailesi Ziyadluoğulları’n-dan olan Karabağ hâkimi Şahverdi Sul­tan. Budak Han, 1554’te Kanunî Sultan Süleyman’a elçi gönderilen Şahkulu Ağa, Gökçe Sultan ve Toykun Bey bunların en tanınmışlarıdır.

Şah I. Abbas, Ziyadlu’ya mensup itibarlı emirlerden Hüseyin Han’ı 1S98’de Este-râbâd valiliğine tayin etti; ardından onu Osmanlı idaresine geçmiş bulunan Kara-bağ’ı geri almakla görevlendirdi. Hüse­yin Han Karabağ’ı geri aldıysa da (1606-1607) halkın şikâyeti üzerine azledildi ve yerine yine Ziyadlu’dan Muhammed Halil Han getirildi. Şah Abbas, Türk oymak­larını tehlike oluşturmamaları için İran içinde dağıttığı gibi, onlara karşı denge sağlamak amacıyla devşirme sistemine dayalı kullar ocağını kurup Esterâbâd beylerbeyiliğine de kul kökenli emirler tayin etti. Son Safevî hükümdarlarından Hüseyin Mirza (Sultan Hüseyin Şah) zama­nında Esterâbâd beylerbeyiliğine Kazvin Türkmenleri’nden Muhammed Han’ın ta­yininden sonra bölgedeki Kaçarlar’ın da karıştığı bazı hadiseler meydana geldi. Aşağı (Aşaka) Baş aşireti reisinin oğlu olan Feth Ali Han, topladığı kuvvetlerle Mübâ-rekâbâd Kalesi’ni ele geçirip Beylerbeyi Muhammed Han ile naibini öldürttükten sonra Esterâbâd, Mâzenderan, Cürcân ve Sebzevâr’ı alarak Kazvin’de şahlığını ilân eden II. Tahmasb üzerinde nüfuz kurdu ve kendisini saltanat naibi ve emîrü’l-ümerâ tayin ettirdi. Tahmasb ayrıca Feth Ali Han’a “vekîlüddevle” unvanı ile Sim-nân valiliğini verdi ve onunla birlikte Meş-hed’in Afganlar’dan kurtarılması için Horasan’a sefer yaptı; fakat daha sonra onu öldürttü.

Hüseyin Han’ın Esterâbâd valiliği sıra­sında sayıları artan Esterâbâd Kaçarları Karabağ’da kalan Kaçarlar’dan çok daha kalabalıktılar ve XVIII. yüzyılda Koyunlu (Kovanlı) ve Develü olmak üzere iki kola ayrılıyorlardı. Bunlardan Develüler’e Mü-bârekâbâd Kalesi’nin kuzeyinde oturduk­ları için Yukarı Baş, Koyunlular’a da aynı kalenin güneyinde oturdukları için Aşağı Baş deniyordu. Yukarı Baş Develü, Sapan-lu, Köhnelü, Hazinedarlu, Kayaklu ve isimli altı obadan meydana gelmiş­ti; bunlardan büyük beylerin çıktığı De­velü en asilleriydi. Aşağı Baş da Koyunlu, İzzeddinlü, Şam Bayatı, Kara Musanlu, Vaşlu (Aşlu) ve Ziyadlu obalarından te­şekkül ediyordu. Bu kolun baş obası Ka­çar hanedanını da çıkaran Koyunlu idi. Bu iki kol arasında çoğu zaman düşmanlık vardı.

Feth Ali Han’ın Nâdir Şah tarafından öldürülmesi üzerine (1726) oğlu Muham­med Hasan Han, hayatını tehlikede göre­rek zamanının çoğunu Yaka Türkmenle-ri’nin yurdunda geçirdi ve bu arada as­ker toplayıp Esterâbâd’ı Deveiü Muham­med Hüseyin Han’dan aldı (1744). Bunun üzerine Afşar hanedanının kurucusu Nâ­dir Şah kumandanlarından Bihbûd Han’ı onun üzerine gönderdi. Peş peşe iki sa­vaşta mağlûp olan Muhammed Hasan Han, Yemût Beyi Begenç Han’ın yanına çekildi; fakat mücadeleden vazgeçmedi. Nâdir Şah’ın ölümü üzerine (1747) Mu­hammed Hasan Han Esterâbâd’a geldi. Beylerbeyi Kaçar Kara Musanlu Muham­med Hüseyin Han ona bir şey yapamadığı gibi, Safevî Hükümdarı II. Süleyman Şah da kendisini Esterâbâd beylerbeyi ve bü­tün Kaçarlar’ın başı tayin etti (1749). Sü­leyman Şah’ın tahttan indirilmesi üzeri­ne (1750) Muhammed Hasan Han bağım­sızlığını ilân etti; ayrıca Esterâbâd ve Cür-cân’dan başka Mâzenderan ve Gîlân’ı da idaresi altına aldı. Bu sırada Fars’a Kerim Han Zend, Azerbaycan’a Afgan Âzâd Han, Horasan’a da Nâdir Şah’ın torunu Şâhruh hakimbulunuyordu.nl. İsmail’i Safevî tahtına çıkaran Kerim Han, onun adına hareket ediyor görünerek bazı başarılar kazandıktan sonra Kazvin, Gîlân ve Mâ-zenderan’ı zaptetti ve Muhammed Ha­san Han’ı da Esterâbâd’da kuşatma altı­na aldı. Fakat Yemût ve Göklenler’in kala­balık topluluklar halinde yardıma gelme­si üzerine onun karşısında yenildi (175i). Kerim Han’ı püskürten Muhammed Ha­san Han, hâkimiyetini Meşhed’in batısına doğru genişletmek isteyen Afgan Ah-med Şah Dürrânî’yi Sebzevâr yakınların­da yenerek (1755) şöhretini İran’ın her tarafına yaydı. Kazvin’e ve Gîlân’a hâkim olduktan sonra İsfahan üzerine yürüdü ve Kerim Han’ı ikinci defa bozguna uğra­tıp (1756) Irâk-ı Acem’i ele geçirdi. Ertesi yıl Azerbaycan’a yönelerek Arrân, Kara­bağ ve Mugan yörelerini kolayca itaat al­tına aldı; Karabağ’daki Kaçarlar, Özellikle Gence yöresinde yaşayan Ziyadlu Kaçar­ları ona bağlılıklarını bildirdiler. Yanında bulunan büyük oğlu on beş yaşındaki Ağa (Âka) Muhammed’i Azerbaycan beyler­beyiliğine tayin eden Muhammed Hasan Han aynı yıl Şîraz önlerinde başarısızlığa uğradı ve ordusu dağıldı. Bu sırada Deve­lü Muhammed Hüseyin Han da Esterâ-bâd’ı zaptetti; burada tutunamayacağı-ni anlayınca da Damgan Kalesi’ne sığın­dı. Muhammed Hasan Han Damgan’ı ku­şattı; ancak Kerim Han onun üzerine yü­rüdü ve Muhammed Hüseyin Han da Ke­rim Han’ın ordusuna katıldı. Yapılan sa­vaşta Muhammed Hasan Han yenildi ve kaçarken öldürüldü.[15 Cemâziyelâhir 1172/13 Şubat 1759]

Muhammed Hüseyin Han’ın Zendler tarafından Esterâbâd beylerbeyiliğine ta­yin edilmesi üzerine Muhammed Hasan Han’ın oğlu Ağa Muhammed Han kardeşi Hüseyin Kuli Han. dayısı Koyunlu Muham­med Han ve diğer bazı akrabalarıyla bir­likte Türkmen bozkırına çekilip Yemût’un Cafer Bey kolunun başı Murad Han’a sı­ğındı. Fakat Muhammed Hüseyin Han hepsini yakalayıp Şîraz’a gönderdi. Şîraz’-da onlara iyi davranıldı. Kerim Han, dev­let işlerinde zaman zaman Ağa Muham­med Han’la istişarede dahi bulunuyordu. Hüseyin Kulı Han’ı da Damgan’a vali tayin etmiş (1769), o da babasının öcünü al­mak için Develü beyleriyle savaşıp Este­râbâd’ı birkaç defayağmalamıştı. Kerim Han’ın ölümü üzerine {1779) Ağa Muham­med onun eşlerinden olan halası Hatice Begüm’ün yardımıyla Şîraz’dan kaçtı ve on yedi yıl süren zorlu bir mücadeleye gi­rişti. Tarihçi Rızâ Kulı Han, Ağa Muham­med Han’ın Zend Hükümdarı Cafer Han’ı Hemedan’da mağlûp ettikten sonra (1786) Tahran’da şahlık tahtına oturdu­ğunu söylüyorsa da diğer kaynaklar bunu teyit etmemektedir. Ağa Muhammed Han daha sonraki yıllarda hâkimiyet ala­nını giderek genişletti; İran’ın büyük bir kısmını, Azerbaycan’ı ve Gürcistan’ı ele geçirip kendisine başşehir edindiği Tah­ran’da kalabalık bir davetli topluluğu önünde “şehinşahlık” tacını giyerek adına hutbe okuttu ve para kestirdi (1796); böylece Kaçar Devleti resmen kurulmuş oldu.

Ağa Muhammed Şah’ın 1797’de şahsî hizmetiyle görevli üç adamı tarafından öldürülmesinden sonra tahta yeğeni Feth Ali Şah geçti. Feth Ali Şah dönemi (1797-1834), Asya’nın çeşitli yerlerini sömürge­leştirmeye çalışan İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki çekişmelerde taraf tut­mak ve özellikle Rusya karşısında doğru­dan taraf olmakla geçti. Sonuçta İran. sa­vaş açtığı Ruslar ve Osmanlılar karşısında güçsüz kalıp Gürcistan ile Azerbaycan’ın bir kısmı başta olmak üzere pek çok top­rağını Ruslar’a kaptırdığı gibi Horasan ve diğer iç bölgelerde de hâkimiyetini ve hatta Türkmençay Antlaşması’nda (1828) ifade edildiği üzere âdeta bağımsız bir devlet olma hüviyetini yitirdi.

Feth Ali Şah’ın ölümünün ardından oğullarından Tahran Valisi Ali Şah Zıllüs-sultan ile Fars Valisi Hüseyin Ali Mirza Ferman – Ferma saltanatta hak iddiasıyla harekete geçtilerse de Veliaht Muham­med Mirza hemen Tahran’a yürüyerek onları itaat altına aldı; böylece saltanatını sağlamlaştırdıktan sonra Herat hâkimi Kâmran Mirza’nm kendisini metbû tanı­yacağına dair söz vermesine rağmen Sîs-tan’ı işgal etmesi üzerine Herat’ı kuşattı (1837). Fakat İngilizler’in Fars’ta karışık­lıklar çıkarmaları sebebiyle kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı ve Tahran’a dö­nüp onlarla barış yaptı. İki yıl sonra Rus­lar korsanların çoğaldığını ileri sürerek Hazar denizinin her yerini ele geçirdiler. Arkasından da İsmâilîler’in reisi Ağa Han (Hasan Ali Şah) Kirman’da isyan çıkardı; fakat Yezd valisinin karşısında yenilerek Hindistan’a kaçtı (1843). Muhammed Şah devrinde (1834-1848) Osmanlılarla olan münasebetler de vakit vakit gerginleş­miş, ancak askerî bir harekâta yol açma­mıştır.

Muhammed Şah vefat edince tahta veliaht sıfatıyla Azerbaycan valisi olarak Tebriz’de oturan oğlu Nâsırüddin Şah çık­tı. Nâsırüddin’in emîr-i nizâmlığa (sadra­zamlık) getirdiği Mirza Takı” Han çeşitli su-istimallere karşı mücadeleye girişti ve şahın ilk zamanlarda kendisini destekle-mesiyle başarı kazanarak israfı önledi. Bu dönemin en önemli olaylarından biri Ba­bîlik hareketinin ortaya çıkmasıdır. 1844′-te Mirza Ali Muhammed Nuri adında bir Hurûfî, kendisinin kayıp on ikinci imam mehdî olduğu iddiasıyla etrafına büyük bir kalabalık topladı ve devleti kurşuna dizildiği 1850 yılına kadar uğraştırdı;

Yezd, Zencan ve İran’ın diğer bazı yerle­rinde eyleme geçen taraftarları da yaka­lanıp öldürüldü.

Rusya, Kırım Harbi’nin başlayacağı sı­rada (1853) İran’a Osmanlilar’a karşı bir­likte hareket etme teklifinde bulunmuş­tu; İran’ın Osmanlı ülkesinden alacağı topraklar kendisine kalacaktı. Şah bizzat bir Rus prensinin getirdiği bu teklifi ka­bul etmiş ve askerlerine Bağdat ve Erzu­rum’a saldırmak İçin Azerbaycan ve Kirmanşah’ta toplanmaları emrini vermişti; fakat daha sonra bundan vazgeçti. 1855 yılında İngiltere ile Afganistan arasında İran’ın aleyhine bir ittifak yapıldı; İran da buna karşılık Rusya’nın teşvikiyle Herat’ı aldı (1856), bu da İngiltere ile İran arasın­da savaşa sebep oldu (1857). İngilizler’in bazı yerleri ele geçirmeleri üzerine İran barış istedi. İmzalanan antlaşmaya göre Nâsırüddin Şah Herat’ı tahliye edecek ve bir daha Afgan işleriyle ilgilenmeyecekti.

Nâsırüddin Şah bir suikast sonucu öl­dürülünce [3 Zilkade 1313/ 16 Nisan 1896] yerine Muzafferüddin Şah geçti. Onun dö­neminde (1896-1907) dış borçlarda artış görüldü. 1905 yılında bazı tacirlere karşı uygulanan sert hareketler halkın tepki­sine yol açtı. Aydınlar ve orta sınıfı teşkil eden tacirler medreselerle halkın deste­ğini alarak şaha meşrutî rejimi kabul ettirdiler (Ağustos 1906). Ekim ayında Mec-lis-i Şûrâ-yi Millî açıldı. Meclis liberal gö­rüşlü bir anayasa hazırladı. Şah bu ana­yasayı imzaladıktan birkaç gün sonra öldü.[23 Zilkade 1324/8Ocak 1907] Onun yerini alan Muhammed Ali Şah’ın saltana­tının ilk yılında İngilizler’le Ruslar nüfuz bölgeleri üzerinde anlaştılar; İran’ın ku­zey kısmı Rusya’nın, güney kısmı da İn­giltere’nin nüfuz bölgesi oldu. Muham­med Ali Şah, meclisin müsamahasız ve kısıtlayıcı davrandığını ileri sürerek topa tutulmasını emretti. Bu olay yeni bir ihti­lâlin çıkmasına yol açtı ve Muhammed Ali Şah tahttan indirilip yerine küçük yaşta­ki oğlu Ahmed Mirza çıkarıldı (1909).

Ahmed Şah, 1914yılında I. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine İran’ın taraf­sızlığını ilân etti. Fakat devletin zayıflığı yüzünden bu açıklama da 1919 yılında Paris Barış Konferansı’na gönderilen he­yetin istekleri de ciddiye alınmadı. 9 Ni­san 1919’da Ahmed Şah İngilizler’le, İran’ı onların himayesine veren bir ant­laşma imzaladı. Fakat meclis antlaşmayı onaylamadı ve bu karışık durumdan fay­dalanan Rusya ülkeyi istilâ etti. Bunun üzerine ordunun başına geçen Kazak tu­gayı kumandanı Rızâ Han (Rızâ Şah Pehlevî)

Ruslar’ı geri püskürttükten sonra 1921 Şubatında gazeteci Seyyid Ziyâeddin Ta-bâtabâî ile bir hükümet darbesi yaptı ve Ahmed Şah hayatını tehlikede görerek Avrupa’ya gitti. Rızâ Han, önce Seyyid Zi-yâeddin’in başbakanlığında kurulan kabi­nede savaş bakanlığını üstlendi. 1923’te de iktidarı eline aldı. Ahmed Şah’ın ülke­ye dönmemesi üzerine arkasındaki as­kerî kuvvete dayanarak meclise Ahmed Şah’i hal’ettirip kendisini şah seçtirdi ve böylece Kaçar hanedanı sona ermiş oldu (1925).

Kaçar Devleti’nin teşkilâtı başlangıçta tamamen Safevî teşkilâtına dayanıyordu. Ancak Avrupalılarca münasebetlerin ge­lişmesi değişiklik yapma ihtiyacı doğur­du. Nâsırüddin Şah devrinde, Osmanlı-lar’daki Tanzimat hareketleri örnek alına­rak yeni müessese ve memuriyetler ih­das edildi; bunlara ait isim ve tabirlerin çoğu da aynen benimsendi. Feth Ali Şah zamanında devlet dairelerinin başında sadrazam bulunuyordu. Ondan sonra ge­len yüksek memurlar malî işlere bakan müstevfi’l-memâlik, ordunun idare ve malî işlerine bakan vezîr-i Ieşker ve ülke­nin adalet işlerine bakan sâhib-i dîvânhan ile hükümdarın sekreterlik işlerini yürü­ten münşi’l-memâlikidi. Devlet teşkilâ­tında önemli değişikliklerin yapıldığı Nâ­sırüddin Şah devrinin ilk zamanlarında aftı vezir bulunuyordu; bunlar maliye, harbiye, hariciye, dahiliye, adalet, maaş ve bağış işlerine bakıyorlardı. Daha sonra ticaret, ziraat, sanayi, eğitim, demiryol­ları, gümrük ve darphâne vezirlikleri ku­ruldu. Eyaletler, Ağa Muhammed Şah döneminde Osmanlılar’dan alınan beyler­beyi unvanının verildiği askerî valiler ta­rafından yönetiliyordu. En zengin ve en önemli eyalet durumundaki Azerbay­can’a veliahtlar yollanırdı. Hükümdarın oğullan eyaletlere gönderilirken özellikle genç olanların yanına birer vezir katılırdı. Selçuklular devrindeki atabeglerin yerini tutan bu tecrübeli devlet adamları şeh­zadeler olgunlaşıncaya kadar işleri yürü­türlerdi. Kaçarlar’ın son dönemlerinde yüksek memurların tayinleri karşılığında şaha para vermeleri beklenir, valiliklere ve gümrük gibi gelir getiren dairelere en çok para verenler tayin edilirdi. Meşruti­yetin ilanıyla Meclis-i Şûrâ-yı Millî ortaya çıktı; bakanlar milletvekilleri arasından seçiliyordu.

Ağa Muhammed Şah zamanında Ka­çar ordusunun büyük bir kısmını, çoğun­lukla Türkler’in oluşturduğu yan munta­zam atlı aşiret kuvvetleri meydana geti­riyordu. Bunlar İran ordusunun en baha­dır askerleri sayılırdı. Piyadeler ise daha çok köylülerden müteşekkildi; başlıca si­lâhlan ise tüfekti ve bunun için kendile­rine tüfekçi deniliyordu. İik zamanlar­da sayıları az olan eğitimli askerlerin de önemli kısmını Kaçar gençleri oluşturu­yordu. Daimî ordunun askerleri maaşlı iseler de paralarını çok defa vaktinde ala­mazlardı. Kaçar ordusunda modernleş­tirme hareketlerini 1807’de Fransız su­bayları başlatmıştı; fakat ne onlar ne de onlardan sonra gelen İngiliz, Avusturya ve Rus askerî heyetleri başarı kazanabil-mişlerdir. 1851 ‘den İtibaren yeni kurulan darülfünunda subayların eğitimine baş­landıysa da devlet hazinesinin yetersizliği yüzünden bu teşebbüs sonuçsuz kaldı. Neticede Kaçarlar eğitimli, silâhlan mü­kemmel ve asker sayısı yüksek daimî bir ordu kuramadılar.

İlk Kaçar hükümdarları zamanında ge­lirler giderleri karşılayabiliyordu; fakat Nâsırüddin Şah döneminde durum de­ğişti. Halefi Muzafferüddin Şah”ın veziri Emînüddevle malî sistemi yeniden dü­zenlemeye çalıştı ve bu arada halkın de­vamlı şikâyeti üzerine bakır para teda­vülden kaldırıldı; fakat önemli bir başarı sağlanamadı. 1911’de Amerikalı maliyeci Morgan Shuster hazinedarbaşı tayin edi­lerek kendisinden malî durumu düzene sokması istendiyse de Shuster, Ruslar’tn baskısı yüzünden ülkesine dönmek zo­runda kaldı. Gelir kaynaklarının başlıca-larını toprak vergileri, gümrük resimleri, esnaf ve tacirlerle hamam ve kervansa­raylardan alınan vergiler, darphâne ve posta gelirleri oluşturuyordu. XIX. yüzyı­lın sonlarına doğru Avrupa ile ticarî mü­nasebetler geliştiği için gümrük gelirleri fazlalaşmış ve bunların hepsinin önüne geçmişti. Ayrıca “sâdirât” denilen fevka­lâde vergiler vardı. Gelirler giderleri kar­şılayamadığı için İngilizler’e ve Ruslar’a para karşılığında bazı imtiyazlar verildiği gibi onlardan büyük miktarlarda borç pa­ra alınmıştır. Verilen imtiyazların pek ço­ğu uygulanamamış, uygulanabilenler de gereğinden geniş tutulmaları sebebiyle ülke için çeşitli açılardan sakıncalı olmuş­tur. 190l’de verilen imtiyazla İngilizler’in sekiz yıl sonra Basra körfezinden 12S mil mesafede bol miktarda petrol bulmaları hükümetin yüzünü güldürmüşse de 1. Dünya Savaşı’nın çıkması, İran’ın payına düşecek petrol geliriyle sıkıntılarını ha­fifletmesini engellemiştir.

İran’da iktisadî hayatın dayandığı tarım ekonomisi savaşlar ve kötü idarecilerin baskısı yüzünden gerilemişti. Toprakların çoğu “erbâb” denilen kişilerin elinde bu­lunuyordu. Şehirlerdeki halkın pek çoğu orta sınıfı meydana getiren esnafla ze-naatkârlardan müteşekkildi. Avrupa sa­nayi mamulleri İran’ın iktisadî hayatında sarsıcı bir rol oynamışsa da orta sınıfın önemini azaltmamıştır. Tacirler ise özel­likle Türkiye ve Hindistan ile kervan tica­reti yapıyorlardı. 1800 yılında imzalanan bir antlaşmaya göre İran limanlarında oturan İngiliz ve Hint tacirleri gümrük vergisi vermekten muaf tutuldular, Rus­lar da Türkmençay Antlaşması ile önem­li imtiyazlar elde ettiler. Rusya ile yapılan ticarette İhracat ve ithalât hemen he­men birbirine denkti. Sonuç olarak Avru­pa ülkeleriyle münasebetlerin artması ticareti geliştirmiştir.

Yine Avrupalılarla münasebetlerin sık­laşması neticesinde şerî mahkemelerin yanında sivil (örfî) mahkemeler kuruldu. Sivil mahkemelerde devlete karşı işlen­miş suçlara bakılıyordu. Bu dönemde si­vil mahkemelerden başka sadece ticarî davalara bakan ticaret mahkemeleri de kurulmuştur. İran hükümeti, diğer alan­larda olduğu gibi sivil mahkemelerin açıl­masında da Osmanlılar’ı örnek almıştır. Feth Ali Şah zamanında tıp tahsili için Av­rupa’ya öğrenci gönderilmiştir; bu sıra­da kendi hesaplarına gidenler de görül­mekteydi. Aynı dönemde Batı’dan gelen misyonerler İran’ın çeşitli şehirlerinde okul ve hastahaneler açtılar. Bunun dışın­da dinî hüviyetleri olmayan yabancılar tarafından özel okullar açıldı. Taki Han’ın gayretiyle 1851 yılında kurulan darülfü­nunun hocalarının çoğu Avusturyalılar1 -dan oluşmuştu. Burada subaylara ve si­vil öğrencilere tıp, aritmetik, geometri, astronomi ve fen dersleri veriliyordu. İlk matbaa Tebriz’de kurulmuş (1816) ve ön­celikle Veliaht Abbas Mirza’nın Tebriz’­de iken Rusça ve diğer yabancı dillerden Farsça’ya tercüme ettirdiği askerlik sa­natıyla ilgili kitaplar basılmıştır. Rûznâ-me-i Veküyi’-i İtüfâkıye adlı ilk gazete deTahran’da 1850’de yayımlanmıştır. Kaçar Devleti, bünyesinde gerçekleştirdiği büyük değişikliklerle modern bir devlet olma yoluna girmiş ve bunda Osmanlı-lar’ın Tanzimat hareketlerini örnek alma­sı önemli rol oynamıştır. Bu arada “tanzimat” kelimesinin “tanzîmât-ı hasene” şeklinde kullanıldığı görülür.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski