Vefat eden velîlerin adı anılacağı zaman kullanılan bir dua cümlesi:
"Rahimehullah, rahmetullahi aleyh" (Allah rahmet etsin) veya "radıyallâhu anh" (Allah ondan razı olsun) ifadeleri, ölen bir Müslüman için kullanılır. İlk dönemde zâhid, âbid ve sûfîler için de bu ifadeler yaygın olarak kullanılmıştır. Vefat eden ulemâ nasıl anılırsa sûfîler de öyle anılmış, hatta bazen sadece isimleriyle bahsedilmiştir. Zâhidler ve sûfîler hakkında bilgi veren Ebû Nuaym'ın "Hilyetü'l-evliyâ'", Sülemî'nin "Tabakatü’ş-şûfiyye" ve Kuşeyrî'nin "er-Risâle" adlı eserlerinde bu gelenek devam ettirilmiştir.
IV (X) ve V. (XI.) yüzyıllarda vefat eden bazı sûfîlerden bahsedilirken nadiren de olsa "kaddesallâhu rûhahü’l-azîz" (Allah aziz ruhunu takdis etsin) ifadesinin kullanıldığı görülmüştür. Abdurrahman-ı Câmî, Nefehâtü’î-üns'te hayatını anlattığı sûfîler için geleneksel ifadelerin yanında "kadde-sallâhu sırrah" veya "kuddise sırruh" ifadelerini de sıkça kullanmıştır. Bazılarının tercihi ise "radıyallâhu anh" ifadesi olmuştur. "Kuddise sırruh" ifadesi özellikle XIV. yüzyıldan itibaren Horasan, Mâverâünnehir, Anadolu ve Balkanlar gibi bölgelerde yaygınlaşmıştır.
"Kaddesallâhu sırrahu" ifadesindeki "sır" kelimesi "ruh" anlamına gelir. Sır, ruh gibi bedene tevdi edilen bir latife olup ruhun daha yüksek bir tavrıdır. Kuds ve takdis kelimeleri "temiz olmak" ve "temizlemek" anlamına gelir. Sûfîler "kaddesallâhu rûhah" veya "kuddise sırruh" ifadelerini kullandıklarında, Allah'ın ruhları temizlemesi ve arındırması için dua ettikleri anlamına gelir.
Kutsiyet, insanın nefsi, ahlakı, akli ve bedeniyle takdis edilmesiyle gerçekleşir. Bu, riyazetle nefsi terbiye etmek, ahlakını mücadeleyle olgunlaştırmak, akliyle derinliklere inmek, bedenini günahlardan korumak ve Allah'ın emirlerine uymakla sağlanır.