Kağıt Nedir, Kağıdın İcadı, Tarihçesi, Kim Buldu, Osmanlıda Kağıt, Hakkında Bilgi

Kağıt. Üzerine yazı yazmak üzere kullanılan malzeme.

İnsanların kullandığı ilkyazı malzeme­sinin kilden tabletler olduğu kabul edil­mektedir. İbnü’n-Nedîm’in Hz. Âdem’e kadar götürdüğü tabletlerin yanında geçmişte tesviye edilmiş taş, tahta, kurşun, kalay, tunç, pirinç, fildişi ve kemik levhaların yazı için kullanıldığı bilinmektedir. Ancak gerek yazmanın ge­rekse bunları taşımanın zorluğu insanları yeni arayışlara sevketmiştir. Bunun sonu­cunda Mısırlılar, milâttan önce 4000’de Nil kenarında yetişen papirüs bitkisinden (cyperus papyrus) kâğıt benzeri bir yazı malzemesi elde etmeyi başardılar. Nite­kim Batı dillerinde kâğıt karşılığında kul­lanılan paper, papier. papel kelimeleri Grekçe ve Latince’deki papyrus, papyros-tan gelmektedir. Bu kâğıtlar, kabuğu so­yulmuş papirüsten kesilen ince şeritlerin su ile ıslatılarak düz bir tahtada yan yana dizilmesi ve üstüne buna çapraz ikinci bir dizi konup nişasta içeren özünün yapış­kanlığı sayesinde, yassı geniş bir taşla dö­vülerek yapıştırılıp güneşte kurutulma­sından elde edilmiştir. Bunlar, deniz hay­vanları kabuğu veya fildişinden yapılmış mühre ile perdahlanır, mürekkebin da­ğılmaması için birkaç defa zamk mahlûlüne batınlıp kurutularak terbiye edilirdi. Milâttan önce V. yüzyılda yaşamış olan Herodotos birçok milletin yazı için deri kullandığını kaydeder. Batlamyuslar’dan Epiphanes’in Berga­ma’ya koyduğu papirüs ambargosunun ardından burada yazı için özel bir şekilde terbiye edilen deri kullanılmış, daha son­ra bu malzemeye “Bergama işi” anlamı­na pergamen denilmiş, kelime zamanla parşömen şeklini almıştır. Bu malzeme daha çok. keçi ve koyun derisinin üzerin­deki yün veya kılın kazınıp birkaç gün ki­reçli suda bekletilmesinin ardından sün­ger taşı ile perdahlanarak elde edilirdi. Pavlus’un Timoteos’a İkinci Mektubu’ndan da (4/13) anlaşıldığı gibi değerli kitap­lar dayanıklılığı sebebiyle bu tür deriye ya­zılırdı. Araplar, üzerine yazı yazılan beyaz ince deriye rak diyorlardı. Nitekim Kur’an’da rak kelimesi zikredildiği gibi [Tûr 52/2-3] “tomar denilen büyük kâğıt” anlamında sicil de geçmektedir.[Enbiyâ 21/104] Araplar kâğıda esas olarak kırtâs (kurtâs. kartâs), beyaz sayfa veya parşömene mührâk ve varak derler. Ke­lime Kur’an’da “kitap yazılan kâğıt” anla­mında geçer.[En’âm 6/7, 91] İki yüzyıl geriye götürenler olsa bile genellikle kâ­ğıdı milâttan sonra 105’te Çin’de Ts’ai Lun’un icat ettiği kabul edilmektedir. Çin­ce kâğıt mânasına gelen kuchih kelimesi bazılarına göre Çince’den Fars­ça’ya, oradan da Arapça’ya geçmiştir. Berthold Laufer kelimenin Uygurca kağat veya kağastan geldiğini söyler. Ona göre bazı Türk lehçelerinde kâğıt karşılığı yer alan kağat, kağaz gibi kelimeler Türk­çe’dir. Bazı Türk boylanndakağasın “ağaç kabuğu” anlamına gelmesi, Kâşgarlı’nın bu mânada kadız (kazız) kelimesini ver­mesi bu ihtimali güçlendirmektedir.

Milâttan sonra V. yüzyıldan itibaren Çin’de yaygın olarak kullanılan kâğıdın ta­rihi Orta Asya ve Çin’de yapılan arkeolojik kazılarda Sir Marc Aurel Stein, P. Pelliot, Sven Hedin ve Folke Bergman’ın bulduk-larıyla daha iyi aydınlanmıştır. Stein, Do­ğu Türkistan’da Niya’da milâttan sonra M ve III. yüzyıllara, Hedin tarım havzası Lou Lan’da milâttan sonra 200 civarına, Pelliot, Kansu’daki (Gansu) Bin Buda ma­ğaraları ve Tun-Huang’ta lil-IV. yüzyılla­ra, Bergman da 1931’de Karahoto civa­rında milâttan sonra II. yüzyıl başlarına tarihlenen belgeler buldular. Mikroskobik analizler, bunların yazıldığı kâğıtların ima­linde dut ağacı kabukları, kendir, kenevir ve paçavra kullanıldığını göstermiştir. Mısır’da Feyyûm’da bulunan, VViesner ve Josef Ritter von Karabacek tarafından milâttan sonra 800-1300 arasına tarih­lenen kâğıt belgelerde de paçavra kulla­nılmıştı. Halbuki uzun yıllar kâğıdın Doğu’da pamuktan yapıldığı, paçavradan kâğıt imalini XV. yüzyılda ilk olarak İtal-yanlar’ın veya Almanlar’ın denediği sanı­lıyordu. Bu tarz kâğıt imalâtında, uzun süre kireçli suda bekletilen paçavra ve ha­lat parçaları önceleri taş havanlarda tah­ta tokmaklarla dövülerek yumuşatılıyor­du. Bu iş için sonradan un değirmeni gibi su gücüyle dönen ağır taşlar kullanılmış­tır. Batı’da ileriki asırlarda geçen “kâğıt değirmeni” tabiri bundan doğmuştur.

İthali zor olduğu için Sâsânîler döne­minde sadece bazı devlet belgelerinin ya­zımında kullanılan Çin kâğıdı denizyoluy­la Japon adalarına, Orta Asya üzerinden İpek yolunu takip ederek İran’a gitmiş­tir. Mervezî, İranlı ve Arap tüccarların Çin’le ticaretinden söz ederken Hanfu’-daki (Kanton) emtia arasında bir tarafı beyaz, diğer tarafı san, kaliteli bir kâğıdı da sayar. Çinliler’in, Gök-türkler’in zayıflamasıyla tarım havzasına bir süre hâkim oldukları sırada bölgede kâğıt sanatını geliştirdikleri anlaşılmak­tadır. Mervezî ayrıca İslâm fetihleri önce­sinde Mâverâünnehir’in Çin egemenliğin­de olduğunu, fethin ardından buradan kaçan Çinliler’in Semerkant’ta kaliteli kâğıt imal sanatını bıraktıklarını yazar. Bazı araştırmacılara göre burada kâğıt sanatı Talaş Savaşı nda alı­nan esirler aracılığı ile 7S6’da başlamış­tır. Müslümanların bölgeyi ele geçirme­sinden sonra Semerkanfta kâğıt sanayii daha da gelişti. Üretilen kâğıt, Hudûdü’l-câlem müellifinin bildirdiğine göre dünyanın her tarafına ihraç ediliyordu. Nitekim Câhiz de kâğıdın geldiği yerler olarak sadece Çin ve Semerkant’ı saymış­tır.

Çin ve Orta Asya’nın bazı bölgelerinde IX. yüzyıldan itibaren birtakım siyasî ve iktisadî düşüncelerle hükümdarın müh­rünü taşıyan kâğıt paralar kullanılmaya başlanmıştır. Marco Polo. Hanbalık’ta (Pekin) Kubilay Han’ın kâğıt para basan darphânelerini görmüştü. 1294Tte Teb­riz’de Geyhatu Han zamanında tedavüle çıkarılan “çav” (çav-ı mübâreke) adlı kâğıt paralar meşhurdu.

Yakındoğu’da ilk kâğıt imalâthanesi Hârûnürreşîd döneminde 178 (794-95) yılın­da Bağdat’ta açıldı. Bermekîler’den Ho­rasan Valisi FazI b. Yahya’nın Önerisiyle kurulan bu imalâthanenin benzerleri da­ha sonra Şam, Trablusşam, Hama, Ye­men ve Mısır’da da faaliyete geçti. İbnü’n-Nedîm’İn el-Fihrist’inden öğrenil­diğine göre İslâm dünyasında 987 yıllarında fir’avnî, süleymânî. ca’ferî, talhî, tâhirî ve nûhî adlarında altı cins kâğıt kullanılmaktaydı. Bunlardan birincisi Mı­sır’a, diğerleri Süleyman b. Reşîd, Ca’fer b. Yahya el-Bermekî, Talha b. Tâhir, II. Tâhir ve Sâmânî Hükümdarı I. Nuh’a izafe edilen kâğıtlardır. Ayrıca kâğıt sıkıntısı çe­ken Avrupa pazarlarına Yakındoğu’dan ihraç edilen kâğıtlar Avrupa’da “charta Bombycina” ve “charta Damascena” ad­larıyla anılmaktaydı.

Ortaçağ İslâm kültürünün üstün olma­sının sebepleri arasında İslâm dünyasın­da bol miktarda kâğıt üretilmesi ve kul­lanılmasının payı küçümsenemez. Kâğıt imal edilen Semerkant gibi şehirlerin de bir ilim ve kültür merkezi haline geldiği görülmektedir. XI. yüzyıl gezginlerinden Nâsır-ı Hüsrev’in, Mısır’da esnafın sattığı malı sarmak için kullanılan malzeme ara­sında kâğıdı da sayması imalâtın bolluğunu ve zengin çeşidini göstermektedir. Seyyah, 1046’da Trab-lusşam’a gittiğinde orada Semerkant kâ­ğıdından daha kaliteli kâğıt yapıldığını görmüştür. Nitekim 1109’da Haçlılar tarafından tahribata uğratılma­dan önce şehir halkının büyük kısmının kâğıt imaliyle meşgul olduğu bilinmekte­dir. 1326’da Şam’ı ziyaret eden İbn Bat-tûta, burada Avrupa pazarlarında da bü­yük rağbet gören kâğıtların yapılıp satıl­dığı dükkânlardan söz etmektedir.

Kâğıt İslâm fütuhatıyla İspanya’ya geç­miştir. İdrîsî, XII. yüzyılda müslümanlar Endülüs’te kurdukları Avrupa’nın ilk kâğıt imalâthanelerinin Belensiye (Valencia) bölgesinde Şâtıbe (Xativa. Jativa) şeh­rinde bulunduğunu, burada yapılan eşsiz kâğıtların her tarafa gönderildiğini yaz­maktadır. Nitekim Avrupa. 1276 yılında İtalya’nın Fabriano şehrinde kâğıt imal edilene kadar ihtiyacını Yakındoğu ve İs­panya’dan karşılıyordu. Kâğıt imalâtı Fransa’da 1348, Almanya’da 1390, İngil­tere’de 149S ve Amerika’da 1690 yılların­da başlamıştır.

Batı’da üretimine başlandıktan kısa bir müddet sonra kâğıtlara bir nevi marka yerine geçecek. ışığa tutunca görülebilen ve “filigran” (su damgası) denilen çeşitli şekil ve yazılar konmuştur. Bunlarda tes-bit edilen üç hilâl, taç, kartal, kılıç, ok, makas, terazi, şapka, koyun, Öküz başı, çapa. el, balık, kalyon, kale, çan. anahtar, merdiven vb. şeklindeki filigranların üre­ten firmanın adı ve amblemi yanında kâ­ğıdın ihraç edileceği ülkeye uygun olarak seçildiği anlaşılmaktadır. Filigranlar, ta­rih konulmamış bazı belgelerin yaklaşık zamanını tesbit açısından önem kazan­dığı için Doğu’dan gelen kâğıtlarda filig­ran bulunmaması bu açıdan bir eksiklik kabul edilmektedir.

Belgeler, XV. yüzyılda Osmanlı sarayın­da hem Doğu hem Batı menşeli kâğıtla­rın kullanıldığını göstermektedir. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’ndeki 1505 tarihli filigranlı kâğıtlardan oluşan Enderun Ha­zinesi defterinde, sarayda mevcut eşya listeleri verilirken “bir sandık içinde Hin-dî kâğıtlar ve Semerkandî Kâğıtlar” ibare­sine rastlanmaktadır. Yine burada nak­kaş kâğıtları da zikredilmektedir.[645] XV. yüzyıla ait Başbakanlık Arşivi’nde mevcut belge ve defterlerde hem filigranlı hem filigransız kâğıtlar kul­lanılmıştır.

Âlî Mustafa Efendi’nin verdiği bilgiye göre XVI. yüzyılda Osmanlı bölgesine Şam, Semerkant, Çin, İran ve Hint menşeli kâ­ğıtlar gelmekteydi. Doğu menşeli kâğıt­ların en düşük kalitelisi haşebî denilen ve ağaç liflerinden imal edilen odun kâğıdı ile dımaşkî denilen Şarn kâğıdı idi. Ardın­dan sırasıyla devletâbâdî, hatâyî, âdilşâ-hî, harirî semerkandî, sultanî semerkan­dî. hindî, nizamşâhî, kasımbegî, harîrî hindî, gûnî tebrizî, muhayyer gibi kâğıt­lar kullanılmıştır. Sultanî ve âbâdî kâğıtların ham maddeleri ipekti. Gûnî tebrizî ve muhay­yer şeker renginde kâğıtlardı. Hattatlara Buhara kâğıdı olarak tanınan Semerkant kâğıdı ise kalın, koyu renkli, fakat sağlam­dı. Âlî Mustafa’­nın, Batı’da charta Damascena adıyla ün yapmış Şam kâğıdını en düşük kalitede göstermesi manidardır. Muhtemelen Batı’ya iyi kalite kâğıt gönderiliyordu. 1600 ve 1640 tarihli narh defterlerinde piya­salarda bulunan kâğıt cinsleri istanbulî, sultanî, âbâdî, ay ve alem damgalı, haşe­bî, şabta olarak verilmiş ve bunların fi­yatları kaydedilmiştir. Bunların içinde Do­ğu menşeli olanların daha pahalı olduğu dikkati çekmektedir. Muhtemelen XVI. yüzyıldan itibaren Avrupa’ya nisbetle Do­ğu’dan daha az kâğıt gelmiş ve nihayet XVIII. yüzyılda bunlar piyasadan tama­men çekilmiştir. Bu defterde zikredilen kâğıtlar içinde bir desteAvrupa kâğıdı 1600 yılında 8 akçe, İstanbul kâğıdı ise 24 akçe olup fiyatlar 1640’ta daha da art­mıştır. Bu rakamlardan o yıllarda kâğıt fiyatının oldukça yüksek olduğu anlaşıl­maktadır.

Batı’dan ilk kâğıt, muhtemelen XIV ve XV. yüzyıllarda İtalyan tacirleri tarafından Önce Osmanlı padişahlarına getirilmişti. Zira İtalya’da XIV ve XV. yüzyıllarda dışa­rıya kâğıt gönderildiği. Udine ve Brescia fabrikalarında 1421’den itibaren Vene­dik tacirleri için büyük ölçüde kâğıt imal edildiği bilinmektedir. Seyyah Pierre Belon, XVI. yüzyılın ilk yarısında kâğıdın İs­tanbul’da sadece mührelendiğini, imal edilmediğini ve denizyoluyla İtalyanlar tarafından getirildiğini yazmaktadır. Os­manlı arşiv belgelerindeki filigranlar bu kâğıtların daha çok İtalyan menşeli olduğunu, içlerinde XIV. yüzyılın ikinci yarısı­na taritılenenlerin bulunduğunu göster­mektedir. XVI. yüzyıl boyunca Avrupa’dan Osmanlı ülkesine kâğıt ihracı artmıştır. Babinger’e göre XVII. yüzyılın ikinci yarı­sında Osmanlı sarayının satın aldığı kâğıt­lar arasında üç yanmaylı filigrana sahip olanlar tercih edilmekteydi. Ancak XVIII ve XIX. yüzyıllara ait resmî belgelerde farklı filigranlara da bol miktarda rastlan­maktadır. 1051’de (1641-42) İstanbul’a saraya gelen kâğıtlar içinde “buyruldu için. orta battal kâğıt, zarflıK kâğıt, telhis kâğıdı, alikurna kâğıdı” adlan geçmekte­dir, italya’nın Liguria bölgesinden veya Livorno Limanı’ndan ithal edilen bir cins kâğıda alikurna deniyordu. XVII. yüzyılın ikinci yarısında devreye giren Fransız kâ­ğıt sanayiinin Avrupa piyasasına etkisi Osmanlı pazarlarını da içine aldı. 1723’te Fransa’nın rekabetiyle Venedik’in İstan­bul’a kâğıt ihracatı azaldı. XIX. yüzyılın başlarından itibaren piyasaya diğerleri­ne göre daha kaliteli İngiliz ve Felemenk kâğıtları da sürülmeye başlandı. Nitekim Osmanlılar’da kâğıt imali için bu kaliteli türlerin örnek alınması kararlaştırılmış­tı. XIX. yüzyılda Osmanlı kâğıt fabrikala­rının devreye girmesine rağmen dışarı­dan ithal sürdü. Bu yüzyılın ortalarında Charles White kullanılan kâğıtların düşük kalitede olduğunu, Beykoz’da ve diğer yerlerde Türk fabrikaları olmasına rağ­men yeterli teşvik görmediğini, kâğıdın İtalya, Fransa, Almanya ve İngiltere’den getirtilmesin in daha ucuza mal olduğu­nu, Venedik imalâtı kâğıtların İstanbul’­da mührelenerek resmî evrakta kullanıl­dığını yazar.

Osmanlılar’da ilk kâğıt imalinin ne za­man ve nasıl başladığı bilinmemektedir. Bayezid Paşa’nm Amasya’da yaptırdığı caminin Zilhicce 820 (Ocak 1418) tarihli vakfiyesinde geçen “Kâğıtçı Muhyiddin Mescidi” ve “kâğıthane” ifadeleri burada bir imalâthane olabileceğini akla getirse de büyük ihtimalle burası kâğıt terbiye edilen bir yerdir. Bir başka belgede Bursa’da da bir kâğıthaneden söz edilmekte­dir. yılına ait bir sicil kaydında ise, “Mahrûse-i Bursa’da kâğıthane de­mekle mâruf ev ki içinde kâğıt işlenmez olduktan sonra mumhâne olmuştur” de­nilmektedir. XV-XV. yüzyıl Bursa Şer’iyye Sicilleri defterlerinde az sayıda da olsa filigransız kâğıdın bulunması buraların imalâthane olabileceğini akla getirmekte­dir. Ancak bunların da aharlama ve müh-releme gibi kâğıdın terbiyesiyle ilgili olması daha kuvvetli bir ihtimaldir. Kâğıt­hane adı da İstanbul’un bu semtinde bir imalâthanenin bulunduğunu düşündür­mektedir. Evliya Çelebi, “Kefere zamanın­da burada kâğıt imaline mahsus kagir kubbelerle mebnâ varmış” demekte ve dolaplarından birinin Dâye Hatun Camii altında görüldüğünü yazmaktadır. Hammer burada kâğıt yapıldığı kanaatindedir. Babinger de böl­gede IV. Mehmed devrinde bir kâğıt de­ğirmeni, olduğunu ileri sürer. II. Baye-zid’in 1 509 tarihli vakfiyesinin istanbulî kâğıda yazılmış olması, bazı arşiv kayıtla­rında istanbulî kâğıttan söz edilmesi ve narh defterinde fiyatlarının verilmesin­den İstanbul’da kâğıt imal edildiği anlaşıl-maktaysa da bu konuda elde kesin belge yoktur.

Osmanlı Devleti’nde bilinen ilk kâğıt imalâthanesi XVIII. yüzyılda açılmıştır. 1729’da ilk Türk matbaası faaliyete ge­çince ciddi olarak kâğıda ihtiyaç duyul­du. Burada basılan eserlerin filigranları kâğıtlarının değişik yerlerden ithal edil­diğini göstermektedir. Bundan da mat­baanın belli bir kâğıt stokunun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple İbrahim Mü­teferrika, 1741 “de Yalova’da bir kâğıt imalâthanesi kurmak için teşeb­büse geçti ve bu amaçla Lehistan’dan kâ­ğıtçı ustaları getirdi. Yalova Çardaklı’da açılan kâğıt imalâthanesine (belgelerde kârhâne, kâğıdhâne) gelen su yollarının bakımı için Saruhanlı (Elmalı) köyü halkı vergiden muaf tutuldu. 18Nîsan 1745’te buraya ikinci bir dolabın yapılması ve imalâtha­nenin ihtiyaçlarının Tersane. Cebehâne ve Tophane’den karşılanması talimatı verildi. Bu imalât­hanede her cins ve özellikte aslan filigran­lı kâğıtlar yapılıyordu. Ancak bu tesis on-on beş yıl verimli bir şekilde çalıştıktan sonra su azlığı, teknik eleman yokluğu ve yabancı kâğıtlarla rekabet edememesi yüzünden kapanmıştır.

III. Selim döneminde İstanbul Kâğıt­hane’de de bir kâğıt imalâthanesi kurul­masına karar verildi. Bu iş için Rusçuklu Mehmed Emin Behiç Bey görevlendirildi. 1793 tarihli bir arşiv belgesinde kâğıt yapımına yara­yan bazı malzemenin Sâdâbâd Kasn’na konulduğu belirtilmektedir. Kâğıthane fa­aliyete geçtiyse de imal ettiği kâğıtlar iş­çi gündelikleri ve öteki giderleri karşıla­yamadığından 1500 kese açık verdikten sonra kapanmıştır. Aynı dönemde diğer bir teşebbüs de 1804’te yapıldı. Darphâ­ne sermayesiyle İngiltere ve Hollanda kâ­ğıdı ayarında imalâtın hedeflendiği fab­rika 1805’te Beykoz’da Değirmen Ocağı’n-da açıldı. Devlet dairelerinin, yeni kurulan Üsküdar matbaasının ve ordunun ihtiya­cı olan hartuçluk kâğıt artık buradan te­min edilecekti. Kabakçı Mustafa ayaklan­masında zarar görmeyen fabrika, unvan­ları sonradan müdür olarak değişen Darp­hâne nazırlarına bağlı kâğıt eminleri eliyle yönetiliyordu. İmal edilen istanbulî, tel­his, ay damga, haşebî türünden kâğıtlar sagîr, vasat, kebîr ve battal; sulu ve su­suz olarak ayrılmaktaydı. Ancak yeni tek­nolojiye ayak uyduramayan fabrika Ba-tı’da kâğıt fiyatlarının âni düşüşü karşı­sında rekabet gücünü yitirdi: veresiye sattığı kâğıtların parasını tahsil edeme­diği ve Darphâne’den aldığı borcu ödeye­mediği için 1832’de kapandı.

1844’te İzmir’de bir kâğıt fabrikasının temeli atıldı ve 1846 yılında üretime ge­çildi. Buhar gücüyle çalışacakfabrika Brya Donkin tipinde makine ile donatıldı. An­cak Avrupa’da kâğıt fiyatlarının yan yarıya İzmir’de inşa edilmesi düşünülen kâğıt fabrikasıyla ilgili 1 Cemâziyelevvel 1259 61 Mayıs 18431 tarihli belge azaldığı bir sırada imal ettiği kâğıtların fiyatlarının on yıl içinde iki buçuk kat art­ması ve rekabet gücünü yitirmesiyle bu fabrika da kapanmak zorunda kaldı. Fab­rikanın mamulü kâğıt “eser-i cedîd” adıy­la anıldı.

II. Abdülhamid zamanında İstanbul Beykoz’da yeni bir kâğıt fabrikası kurul­ması için teşebbüse geçildi. Serkarîn Os­man Bey’e bu iş için şirket kurma yetkisi ve fabrika imtiyazı verildi. Osmanlı İngiliz ortaklığı ile 1893 yılı Ocak ayında açılan Hamidiye Kâğıt Fabrikasfnın üretim sü­resi çok kısa olmuştur. Fabrikayı kuran Masson Scott firması, altı ay çalıştırdık­tan sonra anlaşma gereği Hamidiye Şir-keti’nden alacağını istedi. Parayı tahsil edemeyince başvurduğu mahkeme fab­rikayı firmaya verdi. Ancak makine yapan firmanın yönetim kurulu kâğıt fabrikası işletilmesine karşı çıkınca işler 1912’ye kadar sürüncemede kaldı. Firmanın sa­tışa çıkardığı fabrikayı Hamidiye Şirketi satın aldıysa da üzerindeki haciz sebebiy­le çalıştıramadı. Daha sonra haciz kaldırı­lıp İngiltere’den mühendisler getirilerek fabrika çalıştırılmaya başlandı. Fakat bu sırada çıkan 1. Dünya Savaşı sebebiyle İn­giliz mühendislerülkelerine döndüler. Fabrika da savaşı kazanan devletler tara­fından sökülüp dağıtıldı. Osmanlılarda yerli kâğıt imali için yapılan çalışmaiar, genellikle bu geniş pazarı kaybetmek is­temeyen ülkeler ve kâğıt ithal eden tüc­carlar tarafından baitalanmıştır.

Cumhuriyet döneminde ilk olarak 1936’da İzmit Kâğıt Fabrikası açıldı. Da­ha sonra SEKA’ya bağlı Çaycuma, Aksu, Dalaman, Afyon, Akdeniz, Balıkesir, Kas­tamonu fabrikaları kurularak ülke ihti­yacı büyük miktarda yerli sanayiden kar­şılanmaya çalışıldı. Bunları bazı özel fab­rikalar takip etti. Günümüzde elektrik gibi kâğıtta da kişi başına düşen yıllık tü­ketim gelişmişliğin göstergeleri arasında kabul edilmektedir. 1980 yılında bu mik­tar Türkiye’de 12, Amerika Birleşik Devletleri’nde 272, Kanada’da 192, Japon­ya’da 153 kg. idi.

İslâm sanatının özellikle hat, tezhip, eb­ru ve kâtı gibi dallarında kâğıdın niteliği ve terbiyesi önemlidir. Hat, minyatür ve tezhipte mürekkebin dağılmaması için kâğıda ahar denilen ve nişasta, yumurta akı, şap, balık tutkalı, üstübeç, hatmi ve­ya gül yaprağından değişik formüllerle yapılan bir mayi sürülür. Aharlamadan sonra yazmayı kolaylaştıracak pürüzsüz bir zemin oluşturmak için usulünce çakmak taşı veya cam mührelerle mührelenir. Böylece bozuk yazıların silinip kolay­ca düzeltilmesi imkânı da elde edilmiş olurdu.

Türk edebiyatında kâğıt kelimesi “kâğıd-ı zer, pür-zer kâğıt, kâğıt câme” gibi tamlamalar yanında “kâğıt uçurmak, kâ­ğıt burmak, kâğıda dökmek, kâğıda ge­çirmek, kâğıt düzmek, kâğıt paralamak, kâğıt karalamak, kâğıt üzerinde kalmak” vb. deyimlerde kullanılmıştır. Sünbülzâ-de Vehbî’nin, “Kâğıd-ı zer gibi gördükte o zerrin kemeri Bildim ol mânı ki var bend-i miyânında berât” beyti kelimenin “kıy­metli kâğıt” mânasında kullanıldığını gös­terir. Nâbî’nin. “İsbât-ı siyama olunan hücceti saklar Kâğıt uçurur menzil ile yolda ulaklar” mısraları, “ramazanın baş­ladığını bildiren haberi ulaştırmak” anla­mında ramazâniyyelerde rastlanan bu ta­birin yer aldığı seçkin örnekler arasında­dır. Ancak divan şiirinde kâğıt yerine daha çok “varak” kelimesi yaygındır. Nitekim, “Varak-ı mihr-i vefayı kim okur kim din­ler” mısraı atasözü haline gelmiştir. Kâ­ğıt ve varak kelimeleri yanında bunlarla yapılmış tamlama, deyim ve terimler hat, tezhip, cilt, kâtı’ gibi İslâm sanatlarında çok zengin kullanımlara sahip olduğu gi­bi eski edebiyatta kâtip, kitap, mektup, kalem, defter, ders (sebak) gibi kavram­ların yer aldığı şiirlerde, özellikle “kalem-nâme” adını alan mesnevilerde çağrışım yoluyla zengin bir çeşitlilik içinde zikre­dilmiştir. Bâkî’nin, “Nevbahâr açtı cemâ­lin mushafından bir varak Ol varaktan başiadı gülşende bülbüller sebak” beyti bu çeşitliliğin bir ifadesidir. Ahmed Pa-şa’nın, “Ser-nâme-i mahabbeti cânâna yazmışam Hasret risalesin varak-ı cana yazmışam” beyti de mektup-varak alâka-sıyla söylenmiş bir şahbeyit kabul edilir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski