Kakmacılık. Maden, ahşap, fildişi, bağa, mermer gibi malzeme üzerine istenen motife göre açılan yuvalara farklı renkte aynı cinsten veya farklı cinsten, genellikle daha kıymetli malzemeden kesilmiş parçaların yerleştirilmesiyle yapıları bir süsleme türüdür. Arapça karşılıkları tarsi’, tekfît ve tet’îm olup çok kıymetli taşlarla süslenmiş eserler için murassa tabiri kullanılır. Kâşgarlı Mahmud Dîvânü lügati’l-Türk’-te “kondurdu” kelimesini açıklarken verdiği “01 altın üzere çes (firuze) kondurdu” örneğiyle tarsi sanatını kastetmektedir. XIV. yüzyılda Siena’da (İtalya) ortaya çıkan ve bir tür kakma sanatı olan marketriyj ifade eden tarsio veya intarsio ismi de Arapça tarsi’dan gelmektedir. Arapça’da özellikle ahşap ve fildişi kakmalar için tet’îm kelimesi kullanılır. İbn Hacer. Ali b. İbrahim ed-Dımaşki’den söz ederken onun bir yakınından “tet’îmü’l-âc” (fildişi kakma) sanatını Öğrendiğini söyler. Osmanlılar ahşap kakmacılığına genelde “hâtemkârî” diyorlardı; fakat en fazla kullanılan kakma malzemesi sedef olduğu için bu işle uğraşan sanatkârları daha çok “sedefkâr” adıyla anıyorlardı. Metal üzerine süsleme yapanların ise “zernişânciyân, kûftkârî, kaffâtîn” gibi değişik adlan vardı. Bu ustalara Dımaşk ile alâkalandırılarak “dımaşkigerân” da denirdi; aynı şekilde Batılılar da maden kakmacılığı ve telkari için “damascening, damasquin” tabirlerini kullanmaktadırlar. Batfdaki kakmanın karşılığı olan “inlay, incruster, einlegen” kelimelerinin yanında bir tür bağa kakmacılığına da “boule” (boulle. buhl) denilmektedir. Günümüzde İstanbul’da daha çok gümüş, pirinç ve bakır İşiyle uğraşan bir kısım esnaf kabartma (repoıi5se) tekniğiyle yapılmış eserlere de kakma demektedir.
Geniş bir uygulama alanına ve malzeme çeşidine rağmen kakmacılık denince akla daha çok ahşap ve maden kakmacılığı gelmektedir. Bu sanat dalı Mısır, Anadolu, Mezopotamya ve Çin başta olmak üzere eski uygarlıkların pek çoğunda bilinmekteydi. Ele geçen çeşitli örneklerin daha çok ahşap üzerine sedef, fildişi, volkan camı (opsidiyen) ve altın, gümüş üzerine lapis lazuli. turkuaz, akik gibi kıymetli taş kakmalı oldukları görülmektedir. Tevrat’ta İsrâiloğullan’nın Mısır’dan çıkışının anlatıldığı bölümde Hârûn için yapılacak kutsal elbise ve takılar sayılırken üzerinde on iki sıbtı temsilen on iki farklı renkte değerli taş kakılmış altın bir göğüslükten bahsedilir. Eski Ahid’in daha sonraki bölümlerinde de ahşap üzerine fildişi kakmalara temas edilmektedir.
Metal eşyada, meselâ tunç bir kap üzerinde kakma şu şekillerde yapılmaktadır: Önce işlem sırasında kabın formunun bozulmaması için içi ısıtıldığı zaman yumu-şayıp akabilen zift, horasan ve parafin karışımı bir madde ile doldurulur. Çizgisel motifler, meselâ çiçek dallan için kabın yüzeyine çelik kalemlerle yivler veya kırlangıç kuyruğu şeklinde altı geniş, üstü dar kanallar açılır. Buralara tavlanmış teller yerleştirildikten sonra yiv açılırken hafifçe kaldırılarak kenara itilen maden telin üzerine kapatılıp çekiçle düzeltilir. Geniş satıhli motifler, meselâ yapraklar için kesilen parçanın içine oturtulacağı yuva oyulur ve konturlanndaki metal yine kenarlara itilir. Böylece ortaya çıkan yuvanm içine kesilmiş parça yerleştirilip kenarlara itilen maden bu parçaya doğru kapatılarak çekiçlenir. Bu usulde kakma motifin yüzeyine kazıma tekniğiyle herhangi bir desen de işlenebilir. Bir diğer usulde yuva oyulmadan motifin kontur-lan kalemle derin yiv veya kırlangıç kuyruğu şeklinde açılıp kesilen varakın kenarları ucu sivri bir kalemle bu yivlerin içine sokulur ve yanlara itilen maden dolguya doğru yatırılıp konturlar çekiçlenir. Bu usulde kakma parça madene oturtulmadığı için zeminden yukarıda kalarak bombe yapar. Altın varaklar daha çok bu metotla kakılır ve ayrıca kazıma desenlerle süslenmez. Diğer bir metot da motif kap üzerine çizildikten sonra kon-turların içinde kalan kısmın çentiklenme-si ve kesilen varakın buraya yerleştirilip çekiçlenmesiyle elde edilir. Bu usulde zemindeki pürüzler, küçük girinti ve çıkıntılar motif varakının zemine sıkıca yerleşmesini sağlar. Kılıç, miğfer, silâh namlusu gibi çelik eşyaya kakma yaparken kakma yapılacak yer bal mumu ile kaplandıktan sonra üzerine istenilen motif veya yazılar ince bir kalemle çizilerek buralardaki bal mumu kazınır. Daha sonra bu açık kısımlara asit damlatılarak zemin çökertilir ve açılan yuvalara altın veya gümüşten hazırlanan motif varaklan veya teller yerleştirilip çekiçle dövülür.
İslâm maden sanatında kakma usulü ilk defa VIII-X. yüzyıllar arasında Horasan’a mal edilen armut gövdeli ibrikler üzerinde görülür. Form olarak taşıdıkları Sâsânî etkisine rağmen yapımlarında onların bilmediği kakma tekniği uygulanmıştır. Maden kakma sanatının zirveye ulaştığı XII ve XIII. yüzyıllarda Herat, Nî-şâbur gibi şehirler öne çıkar. Birçok müze ve koleksiyonda Heratlı ustaların adını taşıyan çeşitli eserler bulunmaktadır. Bu dönemden kalan hokka, kalemdan, ibrik, ayaklı ve ayaksız taslar, buhurdan ve şamdanlarda farklı renkler gerektiren motiflerin altın, gümüş ve bakır kakmalarla resmedildiği görülmektedir. Moğol istilâsından kaçan Horasanlı ustaların Irak ve Suriye’ye yerleşmeleri sonucu Zengîler ve Eyyûbîler döneminde Musul ve Şam maden sanatının en önemli merkezleri haline geldi. Daha çok pirinç üzerine gümüş kakmaların tercih edildiği “Mevsılî” imzalı eserler yeni bir ekolün ürünüdür. Günümüzde koleksiyonlarda bu imzayı taşıyan birçok ibrik,leğen, vazo vb. bulunmaktadır. Memlükler zamanında Mısır kakma sanatı yine Musul’dan gelen ustalar eliyle canlandı. Ancak Memlûk eserlerinde bazı form ve motif farklılıkları göze çarpar. Anadolu Selçuklu kakma eserlerinde altın ve gümüş birlikte kullanıldığı halde Memlûk ve İlhanlı eserlerinde daha çok altın tercih edilmiştir. Osmanlılar da maden sanatları içinde özellikle kakmacılığa büyük önem vermişler ve bu sanat dalını Tifüs. Suriye ve Mısır’dan getirdikleri ustalarla geliştirmişlerdir. II. Mu-rad dönemine ait gümüş kakmalı bir tas Hermitage ve Fâtih Sultan Mehmed’in adını taşıyan gümüş kakmalı bir ibrik Louvre Müzesi’nde. bir kutu ise Harari Koleksiyonu’ndadır. Yine Fâtih’in kızı Hatice Sultan’ın adını taşıyan bir gülabdan Kahire İslâm Sanatları Müzesi’nde bulunmaktadır. XVI. yüzyıl Osmanlı maden sanatından günümüze ulaşan eserlerin önemli bir bölümünü üzeri altın ve gümüş kakmalı demir ve çelik eşya teşkil eder; bunların başında padişahlar adına yapılmış Kabe kilitleri, miğfer, kılıç, hançer ve aynalar gelir. Osmanlı maden sanatında kakmacılık Batılılaşma dönemine kadar devam etmiştir.
İslâm maden sanatlarında altın ve gümüşün daha çok kakma malzemesi olarak tercih edilmesini. Hz. Peygamber’in bu madenlerden yapılmış kapların kullanılmasını hoş görmemesi etkilemiş olmalıdır. Herhalde erkeklere yasaklanan ipeğin yünlü veya pamuklu elbiselerin yen ve yaka kenarlarında kullanılması gibi altın ve gümüşün de bakır veya tunç üzerinde kakma süs olarak kullanılmasında bir sakınca görülmemiştir.
Kakmacılığın diğer bir Önemli uygulama alanı ahşaptır. Ceviz, meşe. abonoz gibi kıymetli ahşaptan yapılan kapı, pencere kanadı, sandık, rahle, Kur’an mahfazası, çekmece, mücevher kutusu, lambalık, kavukluk, paravana, ayna çerçevesi. çalgı aletleri, oyun kutuları, nalın gibi eşya ile camilerde minber ve vaaz kürsülerine yerine göre farklı renkte başka bir ahşap, sedef, fildişi, bağa, kemik, altın, gümüş veya değerli taşlar kakılarak tezyinat yapılmıştır. Genellikle kapı. pencere kanadı, kürsü, minber gibi büyük doğramaların yapımında ahşabın eğrilmesini önlemek için kündekârî tekniği uygulanmış, ortaya çıkan geometrik ufak parçalar üzerine sedef, bağa ve fildişi kakılmıştır. Ahşap kakmacılığında da önce kakılacak parça hazırlanmakta, ardından bu parça tutkallanarak kendi şekline göre oyulan yuvaya oturtulmaktadır. Eskiden iyice dövülüp tülbentten geçirilen istiridye kabuğu tozunun yumurta akına karıştırılması suretiyle elde edilen tutkal kullanılıyordu. Fildişi kakmaların üzerine ayrıca oyularak çiçek ve rûmî gibi motifler işlenirdi.
İslâm dünyasında ahşap kakmacılığı Hindistan’dan Endülüs’e kadar çok geniş bir alanda uygulanmıştır. Merakeş’te Be-dî’ Sarayı Müzesi’nde bulunan farklı renklerde ahşap ve fildişi kakmalı Kütübiyye Camii minberi. Ankara Etnografya Mü-zesi’ndeki kısmen kakma tekniğinin uygulandığı Ürgüp Damsa köyü Taşkın Paşa Camii minberi, Selçuklu kapı kanatları ve Şam’da Emeviyye Camii’nin kapısı günümüze ulaşan en eski örneklerdendir. Osmanlılar’dan kalan en değerli eserler XVI. yüzyıla aittir ve bunların başında Topkapı Sarayı Müzesi kayıtlarına göre İV. Murad’ın Bağdat Seferi sırasında kullandığı, fakat yapılış tarihi muhtemelen 1560 olan abanoz, fildişi, sedef kakmalı ve marketri çalışmalı taht gelmektedir.
Günümüzün kakma işlerinde çok defa gerçek sedefin zor bulunması ve pahalı olması sebebiyle plastik suni sedef (nakro). kemiğin terbiye ve renklendirme işinin uzun zaman almasından dolayı da kumaş boyasında kaynatılmış narenciye kerestesi kullanılmaktadır. Halen Şam. Gaziantep ve Şîraz’da farklı üslûplarda imal edilen kakmacılık eserleri turistlerin ilgisini çekmektedir.
Kakmacılıksanatı mimaride, Özellikle Hindistan’da mermer duvar kaplamalarında da uygulanır. İstanbul Sultan Ahmed Camii’nde de rastlanan taş kakmacılığının en güzel Örneklerini Bâbürlü sanatının şaheseri sayılan Agra’daki Tac Mahal’de bulmak mümkündür. Burada beyaz mermer üzerine kırk kadar değişik renkte mermer ve değerli taş çeşidi kakılarak benzersiz bir tezyinat elde edilmiştir. Bu gelenek günümüzde Agra ve Eski Delhi’de sehpa üstü gibi mermer eşya üzerinde sürdürülmektedir.
TDV İslâm Ansiklopedisi