Kalkan Nedir, Ne Demek, Kelime Anlamı, Tarihçesi, Hakkında Bilgi

Kalkan. Bir savunma silâhı.

Dîvânü lugati’t-Türk’te kalkang şek­linde yazılan ismin (I, 441) Moğolca’da “koruma, kollama, müdafaa, himaye” an­lamını taşıyan kalka kelimesinden türediği kabul edilmektedir. Ateşli silâhların ica­dından Önce savaşçılar ok, gürz, mızrak, kılıç vb. saldırı silâhlarına karşı kendileri­ni sol kollarına taktıkları kalkanla savu­nurlardı. Erken devir örneklerine bakıla­rak ilk kalkanların, arkasında tutamağı bulunan basit bir ağaç parçasından iba­ret olduğu düşünülebilir. Daha sonra de­ri kalkanlar ortaya çıkmıştır. Bunların ilk örnekleri Hindistan, Kuzey Afrika ve Sudan menşelidir. Bu kalkanlar daha ziyade fil, gergedan, su aygırı, timsah, yaban sı­ğırı, deve gibi hayvanların kalın ve daya­nıklı derilerinden yahut kaplumbağa ka­buklarından yapılmıştır. Deri kalkanlar yuvarlak veya elips biçiminde olurdu. Ön yüzlerinin ortasında sivri bir uç, arka yü­zünde ise kalkanı desteklemeye ve elle tutmaya yarayan dayanıklı bir çubuk bu­lunurdu. Bu tür kalkanların ilkel Afrika kültürlerine ait renkli malzemelerle süs­lenmiş nadide örnekleri XIX. yüzyılın sö­mürge düzeni içerisinde Avrupa müzele­rine taşınmıştır.

Araplar, Câhiliye devrinde olduğu gibi İslâmî dönemde de ağırlık ve büyüklüğü­ne göre değişen “türs, basîra, cevb, cünne, dereka, anber, hacefe, farz” adlarını verdikleri çeşitli kalkanlara sahiptiler. Ay­rıca el-kaf denilen, çok sayıda askerin ar­kasına sığınarak surlara yaklaşmak için kullandığı büyük kalkanları da vardı. Hz. Peygamber’in “zelûk” ve “fütak” adlı iki kalkanının yanında başka bir kalkanının daha bulunduğu rivayet edilmektedir. Okçuluğuyla tanınan Ebû Talha el-Ensârî, Uhud Gazvesi’nde Resûl-i Ekrem’i deriden kal­kanı ile korumuştur. Benî Kurayza yahudilerinden alınan ganimetler arasında 1500 adet küçüklü büyüklü kalkan da bu­lunuyordu. Müslümanlar, Kâdisiye Sava-şı’nda “hacefe” adını verdikleri sığır deri­sinden yapılmış küçük kalkanları kullan­mışlardı. Fetihlerden sonra deri yerine demir ve çelikten yapılan kalkanlar edin­diler ve üzerlerine “lâ ilahe illallah”, “la galibe illallah” gibi ibareler veya şiirler ve iıikmetli sözler yazdırdılar. Suriye Irak, Endülüs gibi bölgelerin adını taşıyan kal­kanların şekil, özellik ve büyüklükleri fark­lı idi.

Türkler çok eski tarihlerden itibaren ağaç dalından yapılma kalkan kullanmış­lar ve bu geleneği Osmanlı devrinde de sürdürmüşlerdir. Mevcut ilk örneğini, milâttan önce V-I. yüzyıllara ait Pazınk kurganlarında ele geçen ve ağaç çubuk­larının yanyana getirilerek çit şeklinde ip­lerle bağlanmasıyla yapılan bir kalkanın teşkil ettiği bu tür, Osmanlı Türkleri’nde hafif ve sağlam bir malzeme olan incir ve söğüt dalından yapılıyordu. Bunlar, bükü­lerek ibrişim veya dayanıldı sicimlerle bir­birine bağlanan dalların göbek kısımla­rına perçin vazifesi de gören demir veya bakırdan yuvarlak bir levhanın raptedil-mesiyle meydana getiriliyordu: içleri ise deri veya çuhayla kaplanırdı. İncir dalı kalkanların günümüze ulaşmamasına rağmen söğüt dalı kalkanların en güzel Örneklen müzelerde mevcuttur. Son de­rece hafif olan bu kalkanların Örülmesin-de kullanılan ibrişim sağlamlığı arttırır­ken ortasındaki metal göbek de gelebi­lecek kılıç darbelerini savmaya yarardı. Bu kalkanlar savaşlara ve tâlimlere, etek kısımları renkli ipek ipliklerle, göbek kı­sımları altın ve gümüş varaklarla süslen­miş olanları ise törenlere mahsustu. Bu türün bükülmüş ipten yapılanları da var­dı. Büyük Selçuklular tarafından bilinen bu kalkanlar daha sonra İran ve Anado­lu’da da kullanılmıştır. Diğer Türk kalkan­ları demir, bakır, hayvan derisi, hasır, ka­mış, ağaç kabuğu vb. maddelerden yapı­lırdı. Bu kalkanların şekilleri kullanıldıkları yere ve malzemenin cinsine göre değişirdi. Kalkanların deriden yapılanlarına Arapça ifadesiyle “hacefe”, sepet örgü üzerine deri geçirilmiş olanlarına ise “dereka” yahut “matrak”, içbükey dikdört­gen veya elips şeklindekilere “tekne kal­kan”, demir veya bakırdan yapılıp ortası şişkin olanlara “kubbeli kalkan” denirdi.

Derekalar daha çok Eyyûbîler ve Mem-lükler’ce benimsenmişti. Endülüs ve Mağ-rib’de de bu ismi taşıyan kalkanlar vardı; ancak bunlar şekil olarak böbreğe ben­ziyordu. Derekalarin dış yüzlerine renkli malzemelerle yapılmış süslemeler, özel­likle Haçlı seferleri döneminde Avrupalı-lar’ın kalkanlarındaki haç ve armalara karşı hilâl, üç hilâl, güneş ve çift başlı kartal motifleri işlenmişti. Yuvarlak de­mir kalkanlar etek ve göbek denilen iki kısımdan meydana gelirdi. Önlerindeki iri perçinler arka yüzdeki taşıma kayışı ve kol yastığını tutardı. XVIII. yüzyılın sonu­na kadar kullanılan çelik kalkanlar demir­den daha ince, dolayısıyla daha hafif fa­kat daha dayanıklı idi; en iyileri Halep, Antep, Diyarbekir, Dağıstan ve Kafkasya taraflarında ima] ediliyordu. İran’da kul­lanılan bazı çelik merasim kalkanları yu­varlak olmakla birlikte göbeksizdi ve or­tasında yarım daire şeklinde yüksek dört kabara vardı. Bu kalkanlar, dönemlerinin ve bölgelerinin süsleme üslûpları ve tek­nikleriyle merasim alaylarının vazgeçil­mez unsuru haline gelmişti. Göbekli, yu­varlak ve demire göre daha hafif olan ba­kır kalkanlar süvariler tarafından tercih edilirdi. Günümüze ulaşan örneklerin ta­mamının üzeri tombaklidır. Tombağın sağladığı altın rengiyle göz alıcı hale ge­len bakır kalkanlar tören silâhlan arasın­da önemli bir yer tutardı. Demir kalkan­lar gibi etek ve göbekten oluşan bakır kalkanların ilk grubu bezemesizdi ve üzerlerinde sadece rozet şeklinde perçin­ler bulunurdu. İkinci gruptakiler, etekten itibaren göbeğe doğru uzanan gösterişli kabartma yivlerle süslenmişti. Bu kalkanlar. askerin donanımında aynı teknikte yapılmış merasim miğferleriyle bir bü­tünlük arzederdi. Üçüncü gruptakilerin etekleri yatay kabartma yivli, göbekleri İse düzdü. Bunlar görüntü itibariyle sö­ğüt dalından yapılmış kalkanlara benzer­di. En gösterişli grup ise göbek ve etek kısımları kazıma, kabartma ve ajur tek­nikleriyle süslenmiş bakır merasim kal­kanlarıydı. Üzerlerinde rastlanan bazı isimlerden, bu kalkanların yüksek rütbe­li kumandanlara ait olduğunu ve altın yaldızlı görünümleriyle merasimlerde ya bizzat kendileri ya da muhafızları, seyis­leri tarafından taşınarak onların zengin­liklerini ve estetik zevklerini sergilediğini göstermektedir. Bu kalkanların üzerleri­ne, içleri rûmîlerle doldurulmuş salbek-li yarım ve tam şemseler, palmet-rûmî bordürler, Çin bulutları, lâle, sümbül, ka­ranfil, rozet ve servi gibi dönemlerinin modasına uygun figürler içeren ajur tek­niğiyle kesilmiş yaldızlı bakır levhalar ve­ya üzerleri gümüş telkarilerle süslenmiş paftalar aplike edilirdi. Ayrıca göbek kı­sımlarında Âyetü’l-kürsî, besmele veya dualardan oluşan hat örnekleri bulunur­du. Bazı merasim kalkanlarının ise içi de­ri, dışı fes rengi kadife veya çuhayla kaplı olurdu.

Kalkan mücadele sırasında elin birini tamamen İptal etmesi, âni saldırılar sı­rasında vücudun reflekslerini ve belli bir kısmının hareketini engellemesi, özellikle de kılıcın kullanımdan kalkması gibi se­beplerle zaman içinde sembolik bir hale gelmiş ve ateşli silâhların yaygınlaşma­sından sonra işlevini tamamen kaybet­miştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski