Kanuni Esasi Nedir, Maddeleri, Tarihi, Ne Zaman Kuruldu, Kaldırıldı, Hakkında Bilgi

Kânûn-ı Esâsî. 1876 yılında kabul edilen Osmanlı Devleti anayasası.

Kânûn-ı Esâsî’nin kabulüne ve I. Meş­rutiyet döneminin başlamasına yol açan gelişmeleri 10 Mayıs 1876’da ortaya çıkan öğrenci (talebe-i ulûm) hareketiyle başlat­mak mümkündür. Medrese öğrencilerinin bu hareketi halktan da destek görün­ce Sultan Abdülaziz, Sadrazam Mahmud Nedim Paşa ve Şeyhülislâm Hasan Fehmi Efendi’yi azletmek zorunda kalmış, yer­lerine Mütercim Rüşdü Paşa’yı sadrazam, İmâm-ı Sultanî Hayrullah Efendi’yi de şeyhülislâm olarak tayin etmiştir. Bu ara­da seraskerliğe de Hüseyin Avni Paşa ge­tirilmiş, Midhat Paşa, Şûrâ-yı Devlet baş­kanı olarak Hey’et-i Vükelâ’da yer almış­tır. Talebe-i ulûm hareketinin arkasında İktidarı ele geçiren Meşrutiyet yanlısı bu ekibin bulunduğunu gösteren bir hayli kanıt vardır. Daha sonra yine bu ekip tarafından Sultan Abdülaziz tahttan indiri­lerek yerine Şehzade Murad geçirildi, üç ay sonra da V. Murad’ın yerine II. Abdülhamid tahta çıkarıldı. II. Abdülhamid’in Kânûn-ı Esâsî’ye ve Meşrutiyefe taraftar oluşunun veya böyle bir görüntü verme­sinin bu seçimde etkisi vardır. Bu esnada Midhat Paşa da bir kânûn-ı esâsî hazırlı­ğına başlamıştı

Esas itibariyle haricî sebeplerin Kânûn-ı Esâsî’nin hazırlanmasında rol oynadığı söylenebilir. Sultan Abdülaziz’in hal’edilmesi, yerine önce V. Murad’ınve ardından II. Abdülhamid’in geçmesi, hıristiyan te­baanın yoğun olarak yaşadığı Bosna-Hersek’te isyanın çıktığı, Bulgaristan’da ka­rışıklıkların arttığı ve bu olayları kendi hâ­kimiyet alanlarını genişletmek İçin baha­ne olarak kullanmak isteyen Sırbistan ve Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilân ettiği bir döneme rastlar. Sırbistan ve Ka­radağ’la yapılan savaşın beklenenin aksi­ne Osmanlı Devleti lehine bir seyir takip etmesi Rusya’nın diplomatik müdahale­siyle iki aylık bir ateşkes antlaşması yapıl­masına ve bölgede Rusya’nın güç kazan­ma ihtimali üzerine bunu kendi politikası bakımından tehlikeli gören İngiltere’nin Balkanlar’daki ihtilâfları görüşmek üzere devletler arası bir konferansın toplanma­sını istemesine yol açtı. Neticede Osmanlı Devleti İstanbul’da bir konferans toplan­masına razı oldu. Konferansa Paris Antlaşması’nı imzalamış olan devletler, Os­manlı Devleti, Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya ve İtalya katıldı. Konferansta Batılı devletleri etkilemek ve Balkanlar’da yabancı müdahalesiyle re­form yapmaya gerek olmadığını, Osman­lı Devleti’nin genel bir reform yapmaya esasen istekli ve kararlı olduğunu göster­mek için Osmanlı tarihinde ilk defa olarak Kânûn-ı Esâsî ilân edildi (23 Aralık 1876). Konferans çalışmalarına başlarken du­rum top atışlarıyla delegelere ve İstan­bul halkına duyuruldu. Aynı gün Babıâli’deki törende padişahın 1876 anaya­sasının ilanıyla ilgili iradesi okundu. An­cak bu ilânın yabancı delegeler üzerinde beklenen etkisi görülmedi, aksine bu sürpriz gösteri yersiz bulundu.

Kânûn-ı Esâsî’nin ilânı aslında Gülhane Hatt-ı Hümâyunu ve Islahat Fermanı ile belli ölçüde benzerlik gösterir. Gülhane’-de okunan hatt-ı hümâyun büyük ölçüde Mısır meselesinde. Islahat Fermanı ise Kırım savaşından sonra toplanan Paris Konferansı’nda Batılı devletlerin deste­ğini sağlama amacına yönelikti. Ancak Kânûn-ı Esâsî’nin ilânını bütünüyle dış sebeplere bağlamak mümkün değildir; bunda iç sebeplerin de rolü vardır. Bir an­lamda Kânûn-ı Esâsî Tanzimat’la başla­yan modernleşme sürecinin tabii bir de­vamıdır. Esasen bu dönemin önemli bir muhalefet hareketi olan Genç Osmanlı-lar’da halkın yönetimde söz sahibi olma­sı düşüncesi belli bir ağırlık kazanmıştı. Genç Osmanlilar’ın Midhat Paşa ile para­lellikleri de daha çok bu noktada ortaya çıkmıştır. Ancak anayasanın ilânında dış dinamiklerin rolünün iç dinamiklerin ro­lünden fazla olması bu hareketin sonraki dönemlerde sürekli bir yükselme seyri takip etmesini engellemiştir.

Midhat Paşa, V. Murad’ın padişahlığı döneminde elli yedi maddelik bir anaya­sa taslağı hazırlatmıştı. II. Abdülhamid, Said Paşa’ya o güne kadar kabul edilmiş Fransız anayasalarını da Türkçe’ye çevir­me görevini verdi. Bu çeviri ışığında ikin­ci bir taslak ortaya çıktı. Sonunda nihaî metni hazırlamak üzere Meclis-i Mahsûs adı altında Midhat Paşa’nın başkanlığın­da ulemâ, asker ve bürokratlardan olu­şan bir komisyon kuruldu. Üye sayısı yir­mi dörtle otuz yedi arasında değişen bu komisyon alt komisyonlar halinde çalışa­rak bir tasarı hazırladı. Bunu yaparken Batı anayasalarından da faydalanıldı. Öte yandan hazırlıklar sürerken kamuoyunda anayasa aleyhtarı bir hava oluşmaya baş­lamış, yeni bir talebe-i ulûm hareketi ha­zırlıklarına girişilmişti. Midhat Paşa ve onu destekleyenler, böyle bir çaba içinde bulunanların yargılanmadan sürgüne gönderilmesini istemişler, padişahın yar­gılama yapılması isteğine rağmen bunu sağlamışlardı. Sonuçta hazırlanan tasan Hey’et-i Vükelâ’da görüşülerek kabul edildi ve padişahın onayına sunuldu. Bu­rada Cevdet Paşa ilginç bir ayrıntı ver­mekte ve hazırlanan tasarının ilgili ko­misyonda ve Meclis-i Vükelâ’da tartışıldı­ğını, kendisinin bazı noktalarda Midhat Paşa’ya karşı çıktığını, ancak paşanın padişahın onayına Meclis-i Vükelâ’da son şekli verilen metni değil komisyonda be­nimsenen metni sunarak istediği met­nin kanunlaştırılmasını sağladığını söyle­mektedir.

Kanunun hazırlanmasında bir kurucu meclis veya halk temsilcilerinden oluşan bir yasama meclisi rol almış değildir. Bu bakımdan Kânûn-ı Esâsî’nin şeklî açıdan anayasa sayılmayacağını söyleyen hukuk­çular varsa da maddî hukuk açısından anayasa kabui edilmemesi İçin bir sebep yoktur. Anayasanın hazırlanmasında pa­dişahın haklarını korumaya özen göste­ren Cevdet Paşa, Mütercim Rüşdü Paşa gibi muhafazakârlarla Midhat Paşa. Süleyman Paşa, Ziya Paşa ve Nâmık Ke­mal’in başını çektiği liberal-reformist grup mücadele etmiştir. Kânûn-ı Esâsî’­nin en çok tartışılan maddesinin padişa­ha yurt dışına sürgün etme yetkisi veren 113. maddesi olduğu anlaşılmaktadır. Genç Osmanlılar’ın ileri gelenlerinden Nâ­mık Kemal ve Ziya Paşa’nın bu maddeye esastan karşı çıktıkları ve arzu edilen re­formları yapmada gerekli kararlılığı gös­termediği için Midhat Paşa’ya sitem et­tikleri bilinmektedir.

Maddeleri

Kânûn-ı Esâsî on iki başlık altında top­lanmış 119 maddeden teşekkül etmek­tedir. Bu maddelerle oluşturulan anaya­sal düzen şu şekilde özetlenebilir: Devlet bir bütündür [md. 1] saltanat ve hilâfet Osmanogulları’nın en büyük erkek evlâ­dına aittir [md. 3] vekillerin tayin ve azli, yabancı devletlerle sözleşme yapılması, savaş ve barış ilânı, hutbelerde isminin okunması, kara ve deniz kuvvetlerinin ku­mandası, Meclis-i Umûmî’nin toplanma­sı ve tatili. Hey’et-i Meb’ûsan’ın feshi pa­dişahın dokunulmaz haklarındandır [md. 7] devletin resmî dini İslâm’dır [md. 11] basın kanun dairesinde hürdür [md. 12] genel âdabı ve asayişi ihlâl etmemek şar­tıyla diğer din mensuplarının din ve vic­dan hürriyetiyle mezhep imtiyazları ta­nınmıştır [md. 13 herkesin eğitim ve öğ­retim hakkı vardır [md. 15] Osmanlı top­lumunun bir parçasını oluşturan gayri müslimler kendi inançları doğrultusun­da eğitim yapabilirler [md. 16] Osmanlı tebaasının dilekçe, mülkiyet, konut doku­nulmazlığı haklan vardır [md. 14, 21, 22] hiç kimse kanunda öngörülenden başka bir mahkemede yargılanamaz [md. 23] müsadere ve angarya.[md. 24] işkence yasaktır [md. 26] sadrazam ve şeyhülis­lâm bizzat padişah tarafından belirlene­rek tayin edilir, diğer vekiller sadrazam tarafından belirlenip padişah tarafından tayin edilir [md. 27] vekiller görevleriyle ilgili faaliyetlerinden sorumludur, görev­leriyle ilgili olarak yüce divana gitmeleri­ne Hey’et-i Meb’ûsan karar verir, şahisla-nyla ilgili konularda ise ait oldukları mah­kemede yargılanırlar [md, 30, 31, 33] ve­killerle Hey’et-İ Meb’ûsan arasında bir an­laşmazlık çıktığında vekilin değiştirilmesi veya Hey’et-i Meb’ûsan’ın feshi padişahın yetkisindedir [md. 35] gecikmesinde sa­kınca bulunan hallerde muvakkat kanun çıkarılabilir [md. 36] Meclis-i Umûmî, Hey’et-i Meb’ûsan ve Hey’et-i A’yân ol­mak üzere iki meclisten oluşur [md. 42] meclis her yıl ekim başında toplanır ve mart başında faaliyetlerine son verir, pa­dişah gerek görürse meclisi vaktinden Önce toplantıya çağırır [md. 43, 44] Meclis-i Umûmî üyeleri düşünce ve beyanla­rında hürdürler, gerek meclisteki konuş-maiarı gerekse genel olarak açıkladığı gö­rüşleri için haklarında soruşturma açı­lamaz [md. 47] üyelerin vatana ihanet. Kânûn-ı Esâsî’yi değiştirme ve irtikâpla suçlanmaları durumunda üyeliklerinin düşmesine üçte iki çoğunlukla karar veri­lir, haklarında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı olanların üyeliği düşer [md. 48] ka­nun teklifi Hey’et-i VüKelâ’ya aittir; Heyet-i A’yân ve Hey’et-i Meb’ûsan padişah­tan izin alarak kendi görevleri dahilindeki kanun tekliflerini Şûrâ-yı Devlet’e iletirler, burada hazırlanan kanun tasarıları her iki meciiste kabul edilir ve padişah tarafın­dan onaylanırsa kanunlaşır [md. 53, 54] Meciis-i A’yân’ın üyeleri Meclis-i Meb’ûsan üyelerinin üçte birini geçmemek üzere padişahça belirlenir [md. 60] Hey’et-i A’yân, Meclis-i Meb’ûsan’dan geçen ka­nun tasarılarını kabul veya reddeder ya­hut değişiklik yapılması için geri gönderir [md. 64] her elli bin erkek nüfus için bir milletvekili seçilir [md. 65] Hey’et-i Mebûsan padişahın iradesiyle feshedildiği takdirde altı ay içinde yeni bir seçim ya­pılır [md. 73] meclis başkanını, ikinci ve üçüncü başkanları üç misli aday arasın­dan padişah seçer [md. 77] hâkimler az­ledilmezler [md. 81] yargılama alenîdir ve mahkemeler yetki ve sorumluluk ala­nına giren davaları kabulden kaçınamazlar [md.82, 84] kişilerle hükümet arasın­daki davalar da genel mahkemelerde gö­rülür [md. 85] her ne ad altında olursa ol­sun olağan üstü yetkili mahkemeler ku­rulamaz [md. 89] vekillerin. Mahkeme-i Temyîz başkan ve üyelerinin, padişahın haklan aleyhinde harekete geçenlerle devleti tehlikeye düşürenlerin yargılan­maları otuz üyeden oluşan yüce divanda yapılır [md. 92] malî yükümlülükler an­cak kanunla konur [md. 96] özel bir ka­nunla izin verilmedikçe bütçe dışında har­cama yapılamaz [md. 100] fevkalâde du­rumlarda bütçe kanununun yürürlük sü­resi en fazla bir yıl daha uzatılabilir [md. 101] ülkenin herhangi bir yerinde ihtilâl çıkacağını gösteren emarelerin ortaya çıkması durumunda hükümetin o bölgeye has olmak üzere sıkıyönetim ilânına hakkı vardır, hükümetin emniyetini ihlâl ettik­leri kolluk kuvvetlerinin araştırmalarıyla sabit olanlar padişah tarafından ülkeden uzaklaştırılabilir [md. 113] Kânûn-ı Esâ-sî’nin hiçbir maddesi hiçbir bahane ile askıya alınamaz [md. 115] Kânûn-ı Esâsî hükümleri, her iki meclisin ayrı ayrı vere­ceği üçte iki çoğunluk ve padişahın ona­yıyla değiştirilebilir.[md. 116] Bu son madde 1876 anayasasını katı anayasalar arasına sokmaktadır.

1876 anayasasının yürürlüğe girmesin­den kısa bir süre sonra Midhat Paşa isti­faya zorlanmış, ardından 113. maddeye dayanılarak sürgüne gönderilmiştir. Mec-lis-i Umûmî iki dönem [19 Mart 1877-28 Haziran 1877 ve 13 Aralık 1877-14 Şubat 1878] çalışmış, daha sonra II. Meşrutiyet’e kadar tatil edilmiştir. Bu tatilde meclisin kozmopolit yapısının etkisi var­dır. 65. maddede her elli bin erkek için bir mebus seçileceği beyan edilmişse de fii­liyatta bu gerçekleşmemiştir; meclisin ilk dönemi için yahudilerden her 18.750 erkeğe bir milletvekilliği düşerken hıristiyanlardan her 107.550, müslümanlar-dan her 133.367 erkeğe bir milletvekil­liği düşmüştür. Farklılık bölgeler arasında da görülmüştür. Avrupa bölgesinde yaşa­yanlar için her 88.882 erkeğe bir millet­vekilliği düşerken Asya bölgesinde yaşa­yanlardan her 162.148 erkeğe bir millet­vekilliği düşmüştür.[155] Kânûn-ı Esâsî meclislerin tatil edilmesiy­le bir anlamda askıya alınmış olduğu hal­de Osmanlı salnamelerinin başında tam metin olarak yayımlanmaya devam et­miştir.

Meclis-i Meb’ûsan’ın tatilinden sonra bir anlamda yürürlüğü durdurulan Kânûn-i Esâsî II. Meşrutiyet’in ilânı üzeri­ne tekrar yürürlüğe girmiştir. İlânı takip eden yıllarda Kânûn-ı Esâsî yedi defa de­ğişikliğe uğramıştır. Bunların içinde en köklü olanı 21 Ağustos 1909’da yapılanı­dır. Bu değişiklikte yirmi bir madde tâdil edilmiş, bir madde tamamıyla kaldırılmış ve üç madde ilâve edilmiştir. Getirilen en Önemli yenilikler padişahın Meclis-i Umû mî’de anayasaya bağlılık yemini etmesi. hükümetin bundan böyle Meclis-i Meb­’ûsan karşısında sorumlu olması ve gü­ven oyu alma mecburiyetinde bulunması, Hey’et-i Meb’ûsan’ın birinci ve ikinci baş­kanlarını doğrudan kendisinin seçmesi, padişahın sahip olduğu hakları ancak Meclis-i Vükelâ aracılığıyla kullanabilme mecburiyetinin getirilmesi olarak sayıla­bilir. Ayrıca antlaşma yapma konusunda yasama organının yetkilerinin arttırılma­sı, her iki meclisin padişah tarafından toplantıya davet edilmeden kendiliğinden toplanması, yasa önerilerinin doğrudan vekiller tarafından da yapılması, Şûrâ-yı Devlet”in yasama erkinden çıkarılması, padişahın yasaları mutlak veto yetkisinin sınırlandırılması ve meclisin kendisine iade edilen kanunun üçte iki çoğunlukla geri göndermesi durumunda onaylama zorunda olması bu değişiklikle kabul edil­miştir. Yeni düzenleme ile birlikte 1876 metninde padişaha tanınan yetkilerin bir kısmı kaldırılmış, böylece Osmanlı Devleti’ne daha meşrutiyetçi bir yapı kazandı­rılmış ve esas itibariyle parlamenter hü­kümet modeli benimsenmiştir. Öte yan­dan 1876 anayasasının en çok tartışılan padişaha sürgün yetkisi veren i 13. mad­desi de yürürlükten kaldırılmıştır. Bu kök­lü değişikliği ikinci derecede Önemli olan 1914, 1915. 1916 (üçdefa) ve 1918deği-şiklikleri izlemiştir. 1876 yılında kabul edi­len Kânûn-ı Esâsî Osmanlı Devleti’nin so­nuna kadar yürürlükte kalmıştır. Hatta Tarık Zafer Tunaya’ya göre 1924 Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu’nun 104. maddesi dik­kate alındığında bu yürürlük 1924’e ka­dar sürmüştür. Bu durumda söz konusu anayasa kırk sekiz yıl yürürlükte kalmış olmaktadır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski