Karantina. Bulaşıcı hastalıklardan korunmak için insan veya hayvanların belli bir yerde gözetim altında tutulması.
Sözlükte “yolcuların gözetim altında tutulma süresi” demek olan ve İtalyanca “kırk” anlamına gelen quarantenadan gelir. Osmanlı Devleti karantina usulünü uygulamaya başladığında bu kelimenin yerine daha çok “usûl-i tehaffuz”, karantina yeri olan lazaret veya lazarettoya karşılık da “tehaffuzhâne” tabiri kullanılmıştır.
Bulaşıcı hastalıklar sebebiyle çeşitli tedbirlerin alınması ve hastalığa yakalanmış olanların tecrit edilmesi eskiden beri görülen bir uygulamadır. Eski Ahid’de, savaştan sonra orduda çıkan veba salgını dolayısıyla askerlerin yedi gün süreyle ordugâhın dışında konaklamaları, vücutlarını, elbiselerini ve diğer eşyalarını temizlemeleri, ateşe dayanıklı madenî eşyanın tamamını ateşten geçirmeleri emredilmekte ve ancak yedinci gün tekrar yıkanıp elbiselerini de bir daha yıkadıktan sonra ordugâha girebilecekleri belirtilmektedir. Aynı şekilde cüzzamlı hastaların belirli bir süre tecrit edilmesi, elbiselerinin temizlenmesi veya yakılmasıyla ilgili hükümlere de geniş yer verilmektedir.
Hz. Peygamber bir yerde veba çıktığını duyanların oraya girmemelerini, bulundukları yerde zuhur etmesi halinde ise oradan çıkmamalarını emretmiştir. Cüzzamlı hastalardan kesinlikle uzak durulmasını isteyen Resûl-i Ekrem kendisine biat etmek üzere Medine’ye gelmekte olan Sakif heyetinde cüzzamlı bir hastanın bulunduğunu haber alınca onun geri dönmesini istemiş ve biatinin kabul edildiğini bildirmiştir. Hz. Peygamber, hastalıklı hayvanların sağlıklı hayvanlardan ayrı tutulması gerektiğini de belirtmiştir. Suriye’ye gitmek üzere yola çıkan Hz. Ömer‘e bölgede veba salgını olduğu haber verilince geri dönmüştür. Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik cüzzamlıların tecridine yönelik tedbirler almış, yaptırdığı hastahanede onların bakım ve tedavileri için para tahsis etmiştir.
Yolcularla ilgili olarak bilinen ilk karantina uygulaması 1377’de Venedik ve Dubrovnik’te yapıldı, ilk karantinahâne ise 1423 yılında Venedik yakınlarında Santa Mariadi Nazeret adasında kuruldu.[346] XIV. yüzyılın sonlarından itibaren Doğu Akdeniz limanlarında tatbik edilmeye başlanan karantina tedbirleri, daha sonraki dönemîerde karayolu ulaşımına da sıkı bir şekilde uygulandı. Bunun en tipik örneği Avusturya’nın Osmanlılar’a uyguladığı karantinadır. Pasarofça Antlaşması’nın ardından Osmanlı-Avusturya ticarî münasebetlerinin ve mal mübadelesinin artmasıyla Avusturya, Doğu’dan taşınan veba hastalığının ülkesine sirayetini engelleyebilmek için Osmanlı tüccar, yolcu ve mallarına karşı çok katı karantina tedbirlerine başvurmuştur. Osmanlı ülkesinden gelen yolcuların ve malların karantinaya uğramadan sınırdan geçişine izin vermemiş, Osmanlı Avusturya sınırı boyunca bu işle uğraşan ve salgınların söndüğü zamanlarda dahi sıkı kontrollere devam eden üç aşamalı idarî bir teşkilât meydana getirmiştir.
Modern anlamda karantina uygulamasının yaygınlaşmasında ve karantina teşkilâtlarının kurulmasında büyük salgınlar etkili olmuştur. Özellikle XIX. yüzyılın karakteristik hastalığı olan kolera sağlık teşkilâtlarının kurulmasını hızlandırmış, sağlık alanında milletlerarası iş birliği ve antlaşmalar yapılmasına yol açmıştır. Yüzyıllar boyu insanlığı dehşete düşüren büyük veba salgınlarının yerini XIX. yüzyılda kolera pandemileri almıştır. Asya kolerası olarak adlandırılan ve Hindistan’dan çıkarak bütün dünyaya yayılan kolera Osmanlı ülkesinde ve başşehrinde de etkili olmuş, 1817. 1829, 1852, 1863, 1881 ve 1899 salgınları kitle halinde Ölümlere yol açmıştır.
Osmanlı Devleti’nde ilk karantina uygulaması 1831 yılındaki büyük kolera salgını sırasında olmuştur. Rusya’daki hastalık üzerine İngiltere, Fransa, Nemçe sefaret tercümanları Rusya’dan Osmanlı limanlarına gelecek gemilere karantina tatbik edilmesini istediler. Bunun üzerine II. Mahmud devlet ricalinden karantina işinin müzakere edilerek karantina icrasına başlanmasını emretti. Sadâret kaymakamının başkanlığında seraskerin de bulunduğu bir meclis karantina işini görüştü. Alınan karara göre İstanbul’a gelen-bütün gemiler Boğaziçi’nde bekletilecekti. II. Mahmud’un iradesiyle Mustafa Nazif Efendi müstakil olarak karantina işiyle görevlendirildi. Karadeniz’den İstanbul’a gelecek İslâm gemilerinin Büyük Liman’-da, diğer devlet gemilerinin İstinye körfezinde beş gün karantina altında tutulması kararlaştırıldı. Koleradan korunmak için karantina usulüne dair Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin kaleme aldığı risale ücretsiz olarak dağıtıldı. Cezayirli Hamdan Efendi karantinanın haram olmadığına dair İthâfü’l-üdebâ adlı bir risale yazdı, Takvîm-î Vekâyi’öe karantinanın faydaları hakkında yazılar çıktı. Bu arada vebalı hastalara Maltepe Hastahanesi’nde ve Kızkulesi’nde “usûl-i tehaffuz” uygulandı. Kızkulesi’nde vebalı hastaların tedavisiyle uğraşan Antuvan Lago’nun karantina usulünün Avrupa’da tatbiki ve bulaşıcı hastalıklarla mücadele hakkında yazdığı risale, daha sonra karantina teşkilâtının kurulmasında etkili oldu.
Osmanlılarda karantina uygulaması daha sistemli olarak 183S yılında Çanakkale’de başladı. Akdeniz çevresini etkileyen kolera dolayısıyla Çanakkale’de karantina çadırları kuruldu, Marmara ve İstanbul’a gidecek gemiler bir süre bekletildi. Sahaflar Şeyhizâde Esad Efendi iki bin beş yüz kuruş maaşla karantinaya müdür tayin edilirken Avusturya konsolosunun oğlu da yardımcı yapıldı. Karantina bekleyen kayıkların reislerine karantina tezkiresi verilmesi usulü getirildi.
Karantina konusuna önem veren II. Mahmud’un isteğiyle Meclis-i Meşveret toplandı. Ulemânın da katıldığı bu mecliste fıkıh ve fetva kitaplarına müracaat edilerek bu konu incelendi ve karantinanın caiz olduğu kabul edildi. Ardından bu işin mülkî yönü de görüşüldü. Şeyhülislâm Mekkîzâde Âsım Efendi karantinanın caiz olduğuna dair fetva verdi. Konunun incelenerek gerekli nizamların hazırlanması, karantina hakkında bilgili kişilerden meydana gelen ve haftada birkaç gün toplanacak olan bir meclise havale edildi. Mecliste alınacak kararların ve oluşturulacak nizamın şer’î yönü Esad Efendi, tıbbî yönü Abdülhak Molla, askerî yönü de mansûre feriklerinden Selim Paşa’nın sorumluluğundaydı. 1838 yılında Karantina Meclisi’nin kurulduğu Takvîm-i Vekâyi’ûe ilân edildi. Sıhhiye meclisi, karantina meclisi, meclis-i umûr-ı sıhhiye, karantina nezâreti, sıhhiye nezâreti, meclis-i tehaffuz gibi çeşitli isimlerle anılan meclis başlangıçta meclis-i tehaf-fuz-ı ûlâ ve meclis-i tehaffuz-ı sânî olmak üzere iki şube halinde teşkilâtlandı-rılmışsa da bu fark zamanla ortadan kalkmıştır.
İstanbul’un çeşitli yerlerinde karantina noktaları kurularak faaliyete başlandı. İstanbul, Bilâd-ı Selâse ve Boğaziçi’nde hangi hastalıktan ve hangi milletten olursa olsun toplu ölümlerde Karantina Mec-lisi’ne haber verilmesi ve meclisten tezkire alınmadıkça ölülerin defnedilmeme-si kural haline getirildi. Karantina tatbikatında her millet için ayrı ayrı hastahane yapımı gerektiğinden hastahaneleri olmayan yahudilere ve Karaimler’e Has-köy’de kendi hastahanelerini yapma izni verildi. Henüz karantina binaları İnşa edilmemiş olduğundan karantina icrası için Tersâne-i Âmire’den bir gemi alınıp Galata’da Kurşunlumahzen önünde personeli belirlenerek hizmete başlandı. İstanbul’a dışarıdan gelip giden gemi yolcularına verilen mürur tezkirelerine geldikleri mahallin sıhhî durumunun yazılması da usul haline getirildi.
İstanbul dışında Bursa, Trabzon, Midilli. Siroz. Çanakkale gibi pek çok yerde karantina noktaları kuruldu. Çanakkale’ye karantina müdürü olarak tayin edilen Esad Efendi’ye Akdeniz adalarından, Anadolu ve Rumeli sahillerinden İstanbul’a gelecek bütün yerli ve yabancı gemiler, tekneler ve bunların yolcularına verilen mürur tezkirelerinin Çanakkale’ye kadar geçerli olacağı, buradaki karantinada tezkirelerin değiştirilerek yenilerine sıhhî durumun yazılması, karantinaya tâbi olmaksızın ve karantina tezkiresi ibraz etmeksizin İstanbul’a gidenlerin kabul edilmeyeceği talimatı verildi.
Karantina icrasında Osmanlı Devleti’nde uzman kimse bulunmadığından Avusturya’dan uzmanlar İstendi. İmzalanan kontrat ile Osmanlı Devleti’nde karantina nizamını yürütmek üzere bu konuda herkesten çok bilgisi olan Zemun Karanti-nahânesi başdirektörü Doktor Minas ile tercümanı ve yardımcısı İstanbul’a geldi. Doktor Minas. karantina nizâmnâmesinin esasını teşkil eden bir lâyiha hazırlayarak İstanbul’da sokakların, pazar yerlerinin temizliği, mezbaha ve çömlekçi dükkânı gibi çeşitli imalâthanelerle mezarlıkların şehir dışına çıkarılması gibi faaliyetlere başladı. Karantina nizamnamesinin eksiksiz hazırlanabilmesi için Avrupa devletlerinde olduğu gibi yeni bilgilerle donanmış doktorlardan oluşan Meclis-i Nizâmât-ıTehaffuzıyye adında bir meclis kurulmasını istedi. Bunun üzerine Avusturyalı doktor Nauner. padişahın hekimi Mac Carty, doktor Mayer üye sıfatıyla meclise alındı.
Sıhhî yönünün yanında hem haricî hem ticarî boyutları olan karantina tatbikatına devamlı müdahale eden Avrupalıların itirazlarını önlemek için Hariciye Nâzın Reşid Paşa’nın teklifiyle Avrupalı hekimlerin ardından İstanbul’daki sefirlerin temsilcileri de karantina meclisine dahil edüdi. Başlangıçta muvakkat olarak meclise katılan sefir vekillerinin statüleri zamanla daimî hale dönüştü. “Sâhib-i re’y” sıfatıyla mecliste zamanla çoğunluğu teşkil eden bu üyeler karantina meclisine milletlerarası bir mahiyet vererek alınan kararlarda söz sahibi oldular. Sefir vekillerinin karantina meclisine dahil edilmesi umulanın aksine Osmanlı Devleti’nin aleyhine sonuçlar doğurdu. Yabancı gemilerden de karantina resmi alınmasını sağlayan Karantina Rüsumat Tarifesi 1872 yılında yürürlüğe konulabildi. Karantina nizamlarını ihlâl edeceklere verilecek cezaî hükümleri tesbit eden Cerâim-i Sıhhiye Kanunu ise ancak 1883 yılında düzenlenebildi. Said Paşa, Osmanlı menfaatlerine ve hukukuna ters düşen bu sakıncalı durumu ortadan kaldırmak ve tekrar mecliste çoğunluğun Osmanlı üyelerinin eline geçmesini sağlamak için on kadar tabibi fahrî üye olarak tayin etmişse de bunların üyelikleri uzun sürmedi. Sefir vekillerinin karantina meclisine dahil edilmesi ve verilen tâvizler neticesinde Karantina Meclisi karışık sıhhiye meclisi haline gelmiş, kapitülasyonlara sıhhiye kapitülasyonları adıyla yeni bir ilâve daha yapılmıştır.
Karantina Meclisi teşkilinden kısa bir süre sonra genişletildi. Bu sırada deniz karantinası usulünü bilmediğinden Doktor Minas’ın yerine Fransız asıllı Robert karantina başdirektörlüğüne getirildi.[352] Ayrıca karantina işlerinin daha iyi yürütülebilmesi amacıyla Lebib Efendi nazır tayin edilerek karantina nezâreti müstakil olduysa da uzun süre varlığını koruyamadı ve müstakil statüsüne son verilerek diğer nezâretlere bağlı bir müdürlük halinde devam etti. Önce Hariciye Nezâreti’ne, ardından tophane, tersane, ticaret nezâretlerine. 1879’da Hariciye Nezâreti’ne 191S yılında ise Dahiliye Nezâreti’ne bağlandı. 1896″da Hicaz Karantinası hariç 125 karantina noktasında 511 kişi çalışırken sıhhiye idaresi lağ-vedildiğinde idarede kırk iki doktor, 425 memur ve müstahdem çalışmaktaydı. Lozan Konferansı’n-da çok ağır olan sıhhiye kapitülasyonlarının kaldırılması söz konusu olduğu zaman Avrupalılar buna itiraz ederek İstanbul Sıhhiye Meclisi’nin yerine doktorluk komitesini kurmak istediler, ancak bu istek Türk temsilcilerince reddedildi ve sıhhiye kapitülasyonları kaldırılarak sağlık işleri millileştirildi.
1866 yılında İstanbul’da toplanan milletlerarası sağlık konferansında her yıl hac mevsiminde Hicaz’a bir sağlık komisyonu gönderilmesi kararı alınmıştı. Bu karar üzerine Osmanlı Devleti kurban kesilen mahallerde kokuşmanın önlenmesi için gerekli tedbirleri almak, hac zamanında Mekke ve Medine’de sağlığa zararlı yiyeceklerin satışını engellemek, hacıların Hicaz’a geliş ve dönüşlerinde özellikle koleranın ortaya çıktığı yer olan Hindistan’dan gelen hacılar hakkında gereken sıhhî tedbirlerin icrasıyla mükellef olmak üzere arka arkaya sağlık heyetleri gönderdi. Bunların çalışmalarından olumlu sonuç alınması üzerine dış müdahalelere karşı Hicaz ve Kızıldeniz’de durumunu kuvvetlendirmek isteyen Osmanlı hükümeti Kızıldeniz’in Osmanlı sahillerinde karantinalar teşkil etmeye başladı. Hicaz ve Yemen sahillerinde Cidde. Yenbu, Râ-biğ, Lit, Kunfüze, Hudeyde, Moha, Kamaran gibi noktalarda karantinalar oluşturuldu. 1893’te Hicaz’da hüküm süren koleranın tahribatının büyük olması dikkatleri Mekke’ye yöneltti. Avrupalı devletler Mekke’de hac esnasında umumi sağlığın muhafazası ve Basra körfezinin sıhhî müdafaası için 1894yılında II. Paris Milletlerarası Sıhhiye Konferansfnı düzenledi. Konferansta büyük güçlerin umumun sağlığının muhafazası adına hacca müdahale arzusu göstermeleri üzerine Osmanlı Devleti Hicaz üzerindeki hukukunu korumak ve inisiyatifini kaybetmemek için Hicaz’da sıhhî ıslahat yapacağını vaad etti.
1895’te Mekke sıhhiye tabibi doktor Kasım İzzeddin’in lâyihası doğrultusunda Mekke Sıhhiye İdaresi kuruldu. II. Meşrutiyetin ilânından sonra haccın sıhhî işlerinin önemini yeterince kavrayamayan bazı kimseler Mekke Sıhhiye İdaresi’nin lağvedilmesine çalıştılar. İstanbul Karantina Meclisi’nin olumsuz tutumu ve siyasîolayların seyri haccın sıhhiye İşlerinin İstanbul Sıhhiye Meclisi’nin idaresinden alınmasını gerektirdi. 1910 yılında Mekke Sıhhiye İdaresi Dahiliye Nezâreti’ne bağlandı. Daha sonra da Hicaz’ın sıhhî işlerinin ıslahı için Dahiliye Nezâreti’ne bağlı olarak Hicaz Sıhhiye Meclisi teşkil edildi. 1911 ‘de daha kapsamlı hizmet verebilmesi için Hicaz Sıhhiye Meclisi İstanbul’da Hicaz Sıhhiye Müdîr-i Umumîliği adıyla yeniden teşkilâtlandırıldı.
TDV İslâm Ansiklopedisi