Karaylar Kimlerdir, Karay Yahudileri Tarihleri, İnançları, İbadetleri,

Karâîlik. Milâdî VIII. yüzyılda Irak’ta doğan ve Tanah’ı dinî hükümlerin yegâne kaynağı olarak kabul eden yahudî mezhebi.

Mezhebin İbrânîce ismi olan Kara’îm’in (okuyanlar) “okumak” anlamındaki kara” kökünden türediği ve müntesiplerinin Tanah’ı (Ahd-i Atık) çok okuduklarına işa­ret ettiği belirtilmektedir. Ayrıca kelime­nin kökünde “davet etmek” mânasının da bulunduğu ve Kara’îm isminin “davet ediciler” anlamına geldiği de ileri sürül­mektedir. Müntesiplerine “kutsal met­nin çocukları” mânasında Beneî Mikra, Ba’ale Mikra isimleri de verilmiştir. Ka­ra’îm İsmi Arapça’da Karrâî, Karrâ’ûn, Kuman-Kıpçak Türkçesi’nde Karaylar, Batı dillerinde Karaite. Caraime gibi ke­limelerle karşılanmıştır.

Mezhebin doğmasında birtakım dinî, siyasî ve içtimaî sebepler etkili olmuş­tur. Irak bölgesinin İran ve Bizans’ın etki alanından çıkmasıyla mabedin yeniden inşası ve Kudüs’e dönüş gibi mesîhî bek­lentiler güçlenmişse de bölgenin milâdî VII. yüzyılda Abbâsîier’in hükümranlığı­na girmesiyle bu beklentiler hayal kırıklı­ğına dönüşmüştür. Sosyal ve ekonomik problemler yaşayan bölgedeki yahudi topluluğu, kendilerini Abbasî halifesine karşı temsil eden cemaat başkanlığının ve Talmud akademilerindeki âlimlerin tavırlarından rahatsız olmuşlardır. Ab­bâsîier’in Irak’ın kuzey ve doğusundaki dağlık bölgeleri iskâna açmasıyla yahudiler farklı mülteci etnik unsurlarla bir arada yaşamak zorunda kalmışlardır. Bu hususların, geleneksel Yahudiliğe karşı Anan ben David tarafından sadece yazılı Tevrat’ın dinde kaynak olduğunu savu­nan bir yapılanmanın ortaya çıkmasına yol açtığı ifade edilmektedir.

Rabbânî kaynaklarına göre, VIII. yüzyı­lın ikinci yarısında Irak’taki yahudi toplu­munun başkanı İshak Harkavi’nin ölümü üzerine Talmud akademisinin ileri gelen­leri cemaat başkanlığı için, yaşça büyük ve daha bilgili olmasına rağmen Anan’ı değil mütevazi bir kişiliğe sahip kardeşi Hananiah’ı tercih etmişlerdir. İtirazı üze­rine Abbasî halifesi tarafından hapse atılan Anan, kendisini halifeye affettir­dikten sonra Talmudcu geleneğe karşı kendi din anlayışını belirlemeye ve taraf­tar toplamaya başlamıştır. Rabbânîler’in bu iddiasına karşılık Kaufman Kohler, Karâîliğin sadece şahsî ihtiraslar sonu­cu ortaya çıkmış bir muhalefet hareketi gibi görülmesinin doğru olmadığını, Tal-mudculuğa karşı geiişen tabii bir reaksi­yon kabul edilmesi gerektiğini belirtmiş, bu mezhebin, Tanah’ın yegâne dinî oto­rite oluşuna vurgu yaparak Yahudilik ta­rihinde kutsal metne yönelik çalışmalara ivme kazandırdığına da dikkat çekmiştir. Rabbânî anlayışa muhale­fet eden daha önceki mezheplerden et­kilendiği söylenen bu yeni hareket, V1I1. yüzyılda müslümanların hâkim olduğu coğrafyada önce Anâniyye adıyla ortaya çıkmış. IX. yüzyılın ilk yarısında ise Karaîm ismini almıştır.

Karâî kaynaklarına göre Anan. Rabbâ­nî anlayışa karşı faaliyetlere başlayınca baskı ve işkenceye mâruz kaldığından Halife Mansûr’un izniyle Bağdat’tan ay­rılarak Kudüs’e yerleşti. Taraftarların­dan bazıları Filistin, Suriye, Mısır, Bizans, İran, Ermenistan ve Kafkasya’ya dağı­larak bu yeni hareketin propagandasını yaptı. Anan’dan sonra IX. yüzyılda yeti­şen güçlü şahsiyetler kendi aralarında ayrılığa düşmekle birlikte onun hare­ketini bir mezhep haline dönüştürdüler. Karâîliğin ilk filizlendiği yerler İran. Er­menistan ve Kafkasya bölgeleridir. IX. yüzyılda yaşayan ve Karâî ismini ilk defa kullanan Benjamin en-Nihâvendî ve öğ­rencisi Daniel el-Kûmisî (Dâmegânî) İran Karâîleri’nin yetiştirdiği önemli şahsiyet­lerdendir.

Kudüs, Filistin ve Suriye bölgelerinde KarâîlikXI. yüzyıla kadar yayılmaya de­vam etti. Suriye’deki Karâîler’İn bir kısmı X. yüzyıldan itibaren Bizans topraklarına göçtü. 1099 yılında Haç­lılar Kudüs’ü işgal ettiklerinde Rabbânî yahudilere yaptıkları zulmü Karâîler’e de uyguladılar, bunun üzerine cemaatin bü­yük bir kısmı Mısır’a ve Kuzey Afrika’nın diğer bölgelerine doğru ilerledi. XI. yüz­yılda Karâîliği benimseyen biryahudinin gayretiyle Karâîlik İspanya’da yayıldı, an­cak XII. yüzyılda İspanyolların baskılarıy­la Karâîler bölgeyi terkettiler.

Bizans Karâîliği’nin aslını İrak, Filistin ve Suriye’den IX. yüzyılda başlayan ve X. yüzyılda yoğunlaşan göçler oluşturmuş, zamanla onlara yerli Rum unsurlar da katılmıştır. İstanbul Ûsmanlılar’ın eline geçince Karâîlik için önemli bir merkez haline gelmiş ve Edirne, Selanik. Kocae­li, Kırım gibi bölgelerden göçler gelmiş­tir. XI. yüzyılın sonundan başlayan ve XII. yüzyılı da kapsayan dönemde Bizanslı Karâîler Kudüs’e gidip Arapça ve İbrânî-ce öğrenerek Arapça Karâî kaynaklarını İbrânîce’ye tercüme etmişlerdir. Aynı dö­nemde yaşayan ve Karâîliğin esaslarını belirlemeye çalışan ilk âlim olduğu kayde­dilen Judah ben Elıjah Hadassi’nin Eshkol ha-Köfer adlı eseri Karâîliğin Önem­li ansiklopedik kaynaklarından biridir.

Özellikle XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kırım Karayları”ndan İstanbul Ka­râî cemaatine sürekli katılmalar olduğu gibi Balkan Karâîliği de daha çok Kırım’­dan takviye edilmiştir. Ayrıca Macaris­tan’daki Kabar Türkleri de zamanla Trak­ya cemaatlerine katılmışlardır. Kırım’dan İstanbul’a göç eden Aaron ben Joseph (ö. 1320) adlı Karâî âlimi Sefer Mibhâr adlı tefsiriyle tanınmıştır. Karâîler’in İbn Meymûn’u olarak adlandırılan Aaron ben Elijah (ö. 1369), Mu’tezile ve Aristo fel­sefesiyle beslenen teolojik görüşlerini bir araya getirdiği Es ha Hayîm adlı eseri ve Karâî şeriatıyla ilgili görüşlerini yan­sıttığı Gan Eden ve Keter Torah adlı tefsiriyle dikkat çekmiştir.

Bizans Karâîleri’nin temelini yahudi göçmenlerle yerli Rumlar oluşturmuşsa da zamanla Kuman ve Kabar unsurların ağırlıklı olduğu Balkan Karâîleri ve Kırım Karayları İstanbul Karâîleri arasında önemli bir nüfusa sahip olmuştur. Karâ­îler İstanbul’da Eminönü, Karaköy ve Hasköy’ün yanı sıra Fener. Balat ve Üs­küdar’da cemaatler halinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Zamanla küçülerek top­lu halde Hasköy’deyaşarken 1918yangınından sonra şehrin muhtelif semtlerine dağılmışlardır.

Kırım ve Güney Rusya Karaylan’na ge­lince, Hazarlar’ın Karâîliği kabul etmesi­ni VIII. yüzyılın ortalarında Bizans’tan sü­rülen yahudi göçmenlerin sağladığı ve X. yüzyılda da Bizans’tan Hazar ülkesine göçlerin gerçekleştiği, dolayısıyla Güney Rusya ve Kırım’a Karâîliğin VIII ile X. yüz­yıllar arasında girmiş olabileceği ileri sü­rülmüştür. Öte yan­dan Hazar Hakanı Bulan’a Karâîliği kabul ettiren İshak Sangari’nin önce Hazar ül­kesinde faaliyet gösterdiği, ardından Kırım’a geçerek oraya yerleştiği belir­tilmektedir. Karâîlik, Hazar ülkesinde ve Kırım’da muhtemelen aynı anda yayıl­mıştır. XIV. yüzyılda da Litvanya ve Po­lonya’ya kadar ulaşmıştır. Aynı dönemde Kırım Karaylan’ndan bir kısmı Litvanya ve Polonya’ya göç etmiş, bugünkü Doğu Avrupa Karay cemaatinin temellerini at­mıştır.

X-XII. yüzyıllar arasında altın çağını yaşayan Karâîlik Haçlı seferlerinden son­ra zayıflamaya başlamıştır. Rusya’da yahudiier üzerinde yoğunlaşan baskı­lar Karâîler’e de yansımış, Özellikle 1917 Bolşevik İhtilâli’nin ardından Kırım. Lit­vanya ve Polonya’da yaşayan Karaylar Amerika. Orta ve Batı Avrupa ülkelerine gitmek zorunda kalmışlardır. II. Dünya Savaşı sırasında çok sayıda Karay Türkü’nün başta Sibirya olmak üzere Sovyetler Birliği’nin çeşitli bölgelerine sürüldüğü bilinmektedir.

Günümüzde Irak, İran, Suriye, Kuzey Afrika, İspanya, Hindistan, Çin ve Mançurya gibi ülkelerde Karâî cemaatleri kalmamıştır. İstanbul’da yaklaşık 100 kişilik cemaat dışında Ana­dolu ve Trakya’da da Karâî bulunma­maktadır. İsrail ve Kahire’de Karâîler kü­çük cemaatler halinde varlıklarını sür­dürürlerken 1948’deki savaştan sonra Mısır’dakilerin çoğunluğu İsrail’e geç­miş, bir kısmı Avrupa ve Amerika’ya göç etmiştir. Toplam nüfusları kesin olarak bilinmemekle birlikte 1000’li rakamlarla ifade edilen Karâîler’in büyük çoğunluğu günümüzde eski Sovyetler Birliği toprak­larında ve Polonya’da yaşamaktadır.

Karâîliğin Temel Özellikleri ve İnanç Esasları

Karâîlik, Yahudiliğin yegâne kay­nağı olarak yahudi kutsal kitabı Tanah’ı kabul etmiş, RabbânîYahudiliği’nin söz­lü Tevrat şeklinde nitelendirdiği Mişna ve Talmud literatürünün dinî otoritesine karşı çıkmıştır. Anan’ın mezhebin esas­larını belirlediği Sefer ha-Mitsvoi adlı eseri günümüze kadar ulaşmamışsa da taraftarlarına. “Doğrudan Tanah’a baş­vurun, benim fikirlerime körü körüne bağlanmayın” dediği nakledilmektedir. Öte yandan onun Rabbânîler’in sözlü Tevrat’a yaklaşım metodunu tâdil ederek kullandığı, cumartesi günü ateş yak­mak ve o gün evi terketmekyasağı ile bayram günlerinin tesbitini yeni ayı görerek yapmak ve Şavuot (haftalar) bay­ramını mutlaka pazar gününe rastlat­mak gibi Sadûkim ve İssiyîm mezheple­rine ait bazı dinî hükümleri de benimse­diği belirtilmektedir. Anan’ın İslâm kül­türünden, kutsal metinlerden kıyas yo­luyla hüküm çıkarma hususunda Ebû Hanîfe’den etkilendiği ileri sürülmektedir. Ona göre Tevrat’taki, “Siz benim emrettiğim keli­meye ne bir ilâve yapacaksınız ne de on­dan bir eksiltmede bulunacaksınız. Bel­ki size emrettiğim Yahova’nın emirlerini korursunuz şeklindeki ifa­de gereği Yahova’nın emirlerini yerine getirmek için Tanah yeterlidir ve onu ta­mamlayıcı Rabbânî geleneğe ihtiyaç yok­tur.[143] Gelenek, kutsal metinde emredilen kuralların uygulan­ması için gerekli olduğunda birtakım ka­palı hususlara açıklık kazandırılmasında ve ayrıntılı hale getirilmesinde sınırlı ola­rak kullanılmış, bunların dışında kutsal metin üzerinde yoğunlaşma esas alın­mıştır.

Ancak Karâîlik’te kutsal metni esas al­ma prensibi korunmakla birlikte mezhe­bin ileri gelen âlimleri çeşitli konularda farklı kanaatlere sahip olmuşlardır. Ben-jamin en-Nihâvendî, Talmud’a Anan’ın gösterdiği şiddetli muhalefeti göster­memiştir. Ya’küb el-Kirkisânî Kiıâbü’î-Envâr ve’l-merâkib adlı eserinde yahu­di mezhepleri hakkında geniş bilgi ver­miş, Rabbânî Yahudiliği’ni tenkit etmiş, nazar, istidlal ve kıyasın gerekliliği konu­sunda mezhebinin görüşlerini aktarmış Rabbânî yahudi âlimlerinden Saîd b. Yûsuf el-Feyyûmî’nin (Saadia Gaon) kıyası reddetmesini eleştirmiştir. Onun çeşitli ilâhiyyât konularını aklî olarak ele alıp izah etmesinde de Mu’tezile’den etkilendiği belirtil­mektedir.

Mezhebin temel özellikleri, XII. yüzyıl­da Judah Hadassi’nin kutsal metni anla­maya yönelik seksen farklı hermenötik kural belirleyen çalışmalarıyla geliş­miş ve XV. yüzyılın sonlarına doğru Elijah Bashyazı (Eliyahu Basiaci) döneminde son şeklini almıştır. Bu gelişmelerden son­ra kutsal metinden hüküm çıkarmanın prensipleri,

1. Metnin açıkça anlaşılabilir emir ve yasaklar içerdiği hususundan hareketle lafzî (literal) anlamını kavra­mak;

2. Tanah’ta doğrudan ifade edilen hükümler yanında açıkça belirtilmeyenler de bulunduğundan mantıkî kıyas yoluyla bilinenlerden hareketle bilinmeyen­lere ulaşmak;

3. Tevrat’ın, “Ya’küb ce­maati için miras olarak Mûsâ bize Tev­rat’ı emretti ifadesi ge­reği 1 ve 2. şıklarla çözülemeyen husus­larda Karâî cemaatinin ittifakını yani ic-mâım esas almak şeklinde belirlenmiş­tir. Bütün Karâî âlimleri tarafından ka­bul edilmese de bu prensiplere insan ak­lıyla elde edilen bilgi şeklinde dördüncü bir şıkkı ekleyenler de olmuştur.

Kutsal metni tek kaynak kabul etme ve ondan hüküm çıkarma konusundaki yaklaşımlarında farklı tavra sahip bulu­nan Karâîler’in on maddelik inanç esas­larının Rabbânîler’inkinden özü itibariyle farklı olmadığı görülmektedir. Karâîliğin inanç esaslarıyla ilgili ilk çalışmalar Elijah Bashyazı ve öğrencisi Calep Afendopolo tarafından son şekline kavuşturulmuş­tur:

  1. Her şeyi yoktan yaratan Tanrı’dır.
  2. Her şeyi yaratan Tann’dır, fakat O ya­ratılmamıştır.
  3. Tanrı birdir, hiçbir şekil­de diğer yaratıklara benzemez.
  4. Tanrı Musa’yı elçi olarak bize göndermiştir, o peygamberlerin en büyüğüdür, onun gibi bir peygamber gönderilmemiş ve gönderilmeyecektir.
  5. Tanrı Musa’nın aracılığı ile mükemmel gerçeğin ve şeri­atın bulunduğu tam ve yazılı olan (Rabbânî gelenekle tamamlanmaya ihtiyacı olmayan) Tevrat’ı bize göndermiştir.
  6. Her mümin Tevrat’ın orijinal dilini öğren­melidir.
  7. Peygamberlik mevhibeleri Mûsâ’nınkinden düşük olsa da Tanrı başka peygamberlere de vahiy göndermiştir.
  8. Tanrı ölüleri kıyamet gününde diriltecektir.
  9. Tanrı âhirette insanlara dünya­daki amellerine göre ceza veya mükâfat verecektir.
  10. Tanrı sürgünde olanları küçük görmez, aksine çektikleri meşak­katlerle onları temizlemeyi diler, onlar da Tanrı’nın yardımını ve Mesîh’i bekle­melidirler.

 

İbadet ve Dinî Hükümler

Karâîlik’te kutsal kitaptan duaların okunduğu gün­lük ibadet sabah ve akşam olmak üzere iki defa yapılır. Ruhban sınıfı olmadığın­dan âyini cemaatin en bilgili üyesi yöne­tir. Kenasa adı verilen mâbedlerinin kıb­lesi Sion dağındaki Beytülmakdis’tir. Ken­di takvimlerine göre nisan ayının on üçün­den şivan ayının yirmi üçüne kadar her yıl yetmiş günlük ve ayrıca her ayın yedinci günü, Purim bayramında iki gün ve adar ayının on dört ve on beşinci günlerinde Ester orucu tutulur. Rabbânî Yahudiliği’nde hayvandan ve ziraî mahsullerden zekât verilirken Karâîlik’te madenler dı­şında her türlü malın ve hayvanın onda bir oranında zekâtı verilir.

Rabbânîler’den farklı olarak Karâîlik’­te, “rikkub” denilen zincirleme kıyas yo­luyla Tevrat’ta evienilmesi yasak olan­ların listesi, evlenen iki tarafın akrabala­rının da birbirlerine haram olmalarıyla genişletilmektedir. Öte yandan yeme iç­meyle ilgili hükümlerde Tanah’ta belir­tilenlerin dışında Rabbânîler’den farklı kurallara uydukları gibi temizlikle ilgili olarak da daha ayrıntılı hükümlere tabi­dirler.

Karâî takvimine göre yeni yılın başlan­gıcı nisan ayının birinci günüdür ve yeni aya gözlemle girilir, son dönemlerde göz­lemin yanında hesaplamaya da başvurul­maktadır. Sebt gününde uyulması gere­ken yasaklar Rabbânîier’den farklı olarak cuma gününden başlayıp sebtin ertesi gününe kadar devam eder. Bu süre zar­fında ibadetten başka herhangi bir şey için evden çıkılmaz, ateş yakılmaz, cinsel ilişkiye girilmez. Karâîler Hanukah bayra­mını kutlamazlar, Purim’i ise oruç günü olarak değerlendirirler.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski