Kariye Camii -İstanbul- Tarihi, Mimarisi, Özellikleri, Hakkında Bilgiler

Kariye Camii. İstanbul’da XV. yüzyıl sonunda kiliseden çevrilmiş cami.

Edirnekapı’nın Halic’e bakan yamacında bulunan mâbed, Bizans döneminin önemli manastırlarından Khora”nın îsâ’ya adan­mış kilisesidir. Tarihçesi ve ilk yapısı hak­kında birçok bilgi olmakla beraber bun­lardan büyük bir kısmı tarihî gerçeklerle uyuşmamaktadır. Khora kelime olarak bir yerleşim yerinin dışını, taşrayı ifade etmektedir. Türkçe’de “köy” anlamındaki karyeden gelen kariye de bir bakıma bu­nun tercümesidir. IV. yüzyıl başlarında Konstantinos tarafından yaptırılan surla­rın dışında kaldığından manastıra bu adın verildiği ileri sürülürse de bu görüş pek inandırıcı değildir. Fakat kilisenin içinde îsâ ve Meryem’i tasvir eden mozaiklerde her ikisinin de adları ile biriikte Khora Ke­limesinin yazılmış olması bunun mistik bir anlamı olduğunu gösterir. Bazı eski fi­lozofların Tanrı’nın sınırsızlığını ifade eden tarifleri Geç Bizans devrinde îsâ iie Mer­yem’e de yakıştırıl m ıştır. Böylece Khora sıfatı her türlü çerçeveyi aşan bir âlemi belirtmektedir.

Öteden beri Khora Manastın ve Ki lise-si’ni İmparator lustinianos’un VI. yüzyıl içinde kurduğu ileri sürülürse de IX. yüz­yıla doğru yazıldığı bilinen bir kaynakta anlatılan bu kuruluş efsanesi gerçeğe uy­maz. Manastır ilk defa, 742 yıllarında is­yan edip kendisini imparator ilân eden bir valinin çocukları ile birlikte buraya kapatılması dolayısıyla zikredilir. Bundan sonra XI. yüzyıl sonlarında imparator olan I. Aleksios Komnenos’un kayınvalidesi Mana Dukaina tarafından, o tarihlerde harabeye dönmüş olan yapıların restoras­yonu ile kilisenin eskisine nazaran daha değişik bir mimaride yeniden inşası do­layısıyla ikinci defa anılır. Bugünkü bina­nın esasını teşkil ettiği sanılan bu kilise “Soteros” yani kurtarıcı îsâ’ya adanmış­tı. Fakat ardından yine tamir gerektiren binayı Aleksios’un küçük oğlu Isaakios Komnenos ihya ederek iç holünde kendi­si için bir mezar yeri hazırlatmış ve bura­nın duvarında mozaik îsâ tasvirinin bir köşesinde kendi portresini yaptırmıştır. Buna göre kilisenin bu orta kısmının XII. yüzyıla ait olduğu söylenebilir. IV. Haçlı Seferi sırasında (1204-1261) tekrar harap olan mabedin Bizans İmparatorluğu ihya edildiğinde saray ileri gelenlerinden Theodoros Metokhites tarafından çok büyük ölçüde tamir ettirilip genişletilerek 1321 de tamamlandığı bilinmektedir. Bu sıra­da binanın güney tarafına bir ek şapelle batı cephesi Önüne bir dış hol eklendiği gibi içi mozaikler ve fresko resimlerle bezenmiş, ayrıca Metokhites’in mozaik portresi iç kapının üstündeki îsâ tasviri­nin ayakları dibine yerleştirilmiştir. Theodoros’un manastıra komşu bir sarayı ol­duğu gibi bu dinî tesisin içinde de dost­larıyla ilmî konuşmalar yaptığı bir dairesi vardı. Palailogos sülâlesinden ve ileri ge­lenlerden, birçok kişinin gömüldüğü ma­nastır İstanbul’un fethine kadar kullanıl­mıştır. Kuşatma sırasında şehrin koruyu­cusu olduğu kabul edilen ve öteden beri Sarayburnu’nda bir manastırda muhafa­za edilen Meryem ikonası surlara yakın olduğu için buraya getirilmiştir.

Fetihte ilk ele geçirilen yapılardan olan Khora Manastırı bir süre boş kalmış, şehrin içindeki bazı kilise ve harabeler bilhas­sa II. Bayezid döneminde camiye dönüş­türüldüğünde Sadrazam Atik Ali Paşa ta­rafından camiye çevrilmiştir. Nitekim 953 (1546) tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde “Kenîse (kilise) Camii” adıyla zikredilen mabedin paşanın Çemberlitaş’taki evkafına bağlı olduğu kayıtlıdır. Türk döneminde Kahriye Camii olarak da adlandırılmıştır. İstanbul’daki sahabe mezarlarından Ebû Saîd el-Hudrî’nin makamkabrinin de burada olduğu kabul edilmektedir. Mimar Sinan’ın eserlerinin adlarını bildiren listelerden TezkiretÜ’I-hünyân ve Tezkiretü’î-ebnİye’ûen Mi­mar Sinan’ın Kariye Camii’ne yakın bir medrese inşa etmiş olduğu öğrenilmek­tedir. İstanbul medreseleri hakkında 20 Ağustos 1330’da (2 Eylül 1914) yazılan bir raporda, dört odalı ahşap biryapı olan Kariye Medresesi’nin son derece harap bir durumda olduğu belirtilmektedir. An­laşıldığına göre bu yıllarda medrese kü­çültülmüş ve daha sonra tamamen orta­dan kaldırılmıştır. İstanbul’da tarihî bina­lara büyük zarar veren şiddetli deprem­lerden bahseden ve 1059(1648) yılına ait olduğu kabul edilen bir belgeye göre Kariye Camii XVII. yüz­yıl ortasında oldukça hasar görmüştür. Öncekinden daha şiddetli olan ve camide önemli izler bırakan 1180 (1766) yılı dep­reminin hemen arkasından cami Mimar İsmail Halîfe tarafından onarılmıştır.

Fetihten sonra Kariye Camii’ni gören yabancı seyyahların başında Fransız Albili Pierre Gilles bulunmaktadır. 1544-1550 yıllan arasında Osmanlı topraklarında ya­şayan, İstanbul ve çevresiyle ilgili incelemeler yapan Gilles, Konstantinos Sarayı (Tekfur Sarayı) ile Edirnekapı arasında bir yerde gördüğü kiliseden adını vermeksi­zin bahseder. Yine XVI. yüzyıl içinde Avus­turya elçiliği papazı Stephan Gerlaclı da burayı ziyaret ederek caminin yanında bir medrese ile içinde ip bükenlerin çalıştığı kuru bir sarnıç bulunduğunu kaydetmiş­tir. Gilles gibi o da üç tarafında revaklar olan binanın içinin mozaik ve freskolarla süslenmiş olduğunu bildirir. Bu seyyahın bahsettiği kuru sarnıç, Karagümrük açık-su haznesinin (Vefa Stadyumu) arka tara­fında Kasım Ağa Mescidi’nin yanında XIX. yüzyıl sonlarına kadar içinde ip bükenle­rin çalıştığı yapı değilse Kariye Camii ya­kınında aynı iş için kullanılan ve bugün hiçbir İzi kalmayan başka bir sarnıcın ol­ması gerekir. Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda Kariye Camii’nden onun “evvelce bir sa­natlı kilise” olduğu şeklindeki tek cüm­le ile bahsederek herhalde içindeki zen­gin mozaik süslemelere işaret etmiştir. İstanbul’u dolaşan bazı yabancıların, se­yahatnamelerinde caminin İçinde moza­ikle işlenmiş resimler gördüklerini yaz­malarından buradaki duvar resimlerinin bir kısmının üstlerinin açık olduğu anla­şılır. Nitekim tarihçi Joseph von Hammer-PurgstalI, 1822’de basılan İstanbul’a dair kitabında bunların varlığından bahseder. İstanbul patriklerinden Konstantinos da Rumca’sı 1824’te, Fransızca’sı 1846’da basılan İstanbul hakkındaki kitabında ya­pıdaki mozaik süslemelerin varlığına işa­ret etmiştir. Fransız mimar ve seyyahı Charles Texier 1835″e doğru caminin İik defa planını çizmek üzere ölçülerini almış, fakat bu kroki ve notlan yayımlamamıştır. Aynı yıllara doğru A. Lenoir, Kariye’-njn batı cephesinin bir rölövesini çizmiş ve 1840’ta bir kitapta neşretmiştir. Bu­nun en ilgi çekici tarafı, bu cephedeki ke­merlerin üstlerinin dalgalı bir mahya hat­tına sahip olmasıdır. XIX. yüzyılın ikinci yarısı başlarında çekilen bir fotoğrafta da bu durum açık şekilde görülür.

Kariye Camii, 1875’te İstanbullu Rum-lar’dan P. Kuppas tarafından yürütüldü­ğü söylenen bir onarım geçirmiştir. Nite­kim Fransız mimarlık tarihçisi A. Choisy, 28 Eylül 1875’te ziyaret ettiği Kariye Camii’nin o sırada tamir edildiğini yazar. Bu onarımda batı cephesinin dışındaki ke­merlerin üstleri düz bir mahya hattıyla kesilmiştir. Onarımdan Önce çekilmiş bir fotoğrafla D. Galanakis adında bir ressa­mın çizdiği resim iitografya olarak A. G. Paspatis’in 1877’de yayımlanan eserinde Khora Küisesi’nin Bizans dönemindeki ta­rihçesiyle beraber basılmıştır. Aynı yıllar­da Avusturyalı mimar D. Pulgher, İstan­bul’daki Bizans kiliselerinin rölövelerinin yer aldığı büyük bir albüm halindeki kita­bında Kariye Camii’nin pek gerçeğe uy­mayan planı ve cephe etütleriyle birlikte içindeki mozaik ve freskoların bir kısmı­nın kopyalarını da neşretmiştir. Ayrıca 1886’da duvar resimlerinin bir de kata­logu bastırılmıştır. İstanbul’da büyük za­rarlar veren 1894 depreminde Kariye Ca­mii’nin bazı kısımları yine harap olmuş, hatta minaresi de yıkılmıştır. Ancak az sonra yeniden tamir edilen mabedi, II. Abdülhamid döneminde İstanbul’a gelen Alman İmparatoru Kaiser 11. Wilhelm zi­yaret etmiştir. Alman mimar A. Rüdell, binanın rölövelerini büyük boyda bir kitap halinde 1908’de yayımlamış. Alexander van Millingen de büyük eserinde görüle­bilen duvar resimlerinin açıklamalı bir lis­tesine yer vermiştir. Ayrıca İstanbul’daki Rus Arkeoloji Enstitüsü üyelerinden F. I. Schmit. Kariye Camii ve mozaikleri hak­kında büyük bir eser neşretmiştir. İstan­bul tarihi ve eski eserleri hakkında pek çok araştırması olan İhtifalci Mehmed Ziya 1910’da resimli bir kitapta bunları tanıtmıştır.

Ayasofya’da 1932’den beri mozaik araştırmaları yapan Thomas Whittemore başkanlığındaki Amerikan Bizans Ensti­tüsü 1948’de Kariye Camii’nde de çalış­malara girişti. O yıla kadar namaza açık olan cami vakıflardan alınarak müzeler dairesine bağlandı. Açıkta olan mozaikler temizlendiği gibi üstleri ince bir badana tabakasıyla örtülü olan güney tarafındaki ek kilisenin freskolarının meydana çıka­rılmasına da başlandı. 19S0’de Whittemore’un ölümü üzerine çalışmalar, mer­kezi VVashİngton’da bulunan Dumbarton Oaks Bizans Araştırmaları Enstitüsü ta­rafından Paul Underwood’un başkanlığın­da bütünüyle yabancılardan oluşan bir ekiple sürdürüldü. Ousterhoufun ha­zırladığı. Kariye Camii’nin genel mima­risine dair monografya 1987’de yayım­landı. Binanın içindeki duvar resimle­rinin tamamı ise dört büyük cilt halin­de ayrıca basıldı. Bundan sonra Kariye tekrar cami haline dönüştürülmemiştir. Bu tarihî eserin 450 yıldan beri cami ola­rak kullanıldığı düşünülmeksizin içindeki bütün teberrükât eşyası kaldırılmış, ah­şap minber Zeyrek Kilise Camii’ne taşınıp buranın orta bölümüne konulmuştur. Bi­zans Enstitüsü, binayı restore ettikten ve mimari bakımdan etraflı bir incelemesi­ni yaptıktan sonra Kariye Camii Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı olarak ziya­rete açılmıştır. Semavi Eyice tarafından Kariye Camii’ne dair bol resimli bir mo­nografya 1997yı!ında İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak yayımlanmıştır.

Bugün mevcut yapıda mimari bakım­dan çeşitli dönemlere işaret eden değişik duvar örgülerine rastlanmakla beraber binanın ana mekânı dört ağır payeye otu­ran dört kemerden meydana gelmiş, or­tasında kubbe bulunan kiborion biçimin­dedir. XI. yüzyıla, yani Komnenoslar dö­nemine ait olduğu anlaşılan bu ana me­kânın batı tarafındaki giriş holü de (narteks) Aleksios Komnenos’un oğlu Isaakios tarafından yenilenen kiliseye ait olmalıdır.

Bu ana mekânın apsis kısmının İki yanın­daki kubbeli ve apsisli küçük mekânların da bu döneme ait olması gerekir. XIV. yüzyıl başlarında bina Metokhites tara­fından ihya edilirken ana mekânın sağ (güneyi cephesine bitişik olarak yapılan ek ince uzun tek nefli bir şapel karakte-rindedir. Aynı zamanda batı tarafına bir dış hol eklenmiştir. Binayı iki taraftan sa­ran bu eklerin dış cepheleri kör kemerler­le hareketlendirilmiştir. Yapının güney­batı köşesindeki çıkıntının aslında çan ku­lesinin kaidesi olduğu ileri sürülür. Kilise camiye dönüştürüldükten sonra içinde merdiven olan bu çıkıntı minarenin kür­süsü olmuştur. Burada dikkati çeken bir özellik, minare gövdesine yakın kısımdaki kemerlerin Türk mimarisindeki kaş ke­merler biçiminde oluşudur. Fakat bunla­rın Bizans yapımı olduğu içlerinde tuğla­dan yapılmış, Metokhites’in adını veren monogramlardan anlaşılmaktadır. Gerek güneydeki ek şapelde gerekse batıdaki dış holde mevcut çok sayıdaki nişin son Bizans döneminin bazı ünlülerinin mezar yerleri olduğu tesbit edilmiştir. Bu ek şa­pelin altında üzeri beşik tonozlarla örtü­lü yüksek bir bodrum vardır. Bizans dev­rinde binanın doğu tarafında arazi me­yilli olduğundan apsis çıkıntısı büyük bir kemerle desteklenmiştir. Yapının içinde ayrıca Bizans mermer işçiliğinin güzel ba­zı örnekleriyle de karşılaşılmaktadır. Ka­riye Camii’ne Türk devrinde önemli bir mimari ekleme yapılmamıştır ve bir harim avlusu olmadığı gibi bir şadırvanı da yoktur. Bugün görülen minare 1894 zel­zelesinden sonra inşa edilmiş olup bir sa­nat değerine sahip değildir. Binanın bir vakitler cami olduğuna işaret eden tek unsur mihrap da geç bir döneme ait olup sanat değeri yoktur.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski