Kaside Nedir -Arap Edebiyatında- Özellikleri, Nelerdir, Hakkında Bilgi

Kaside. Arap, Fars ve Türk şiirinde en çok kullanılan eski ve uzun bir form.

Sözlükte “kastetmek, azmetmek, bir şeye doğru yönelmek” gibi anlamlara ge­len kasd kökünden türeyen kaside terim olarak “belli bir amaçla söylenmiş, üzerin­de düşünülmüş, gözden geçirilmiş şiir” demektir. Bir tür olarak ilk defa Arap ede­biyatında ortaya çıkmış, oradan da Fars ve Türk edebiyatlarına geçmiştir. İçe doğ­duğu şekilde belli bir maksatla ve bilinçli olarak söylendikten sonra gözden geçiri­lip düzeltildiği, mısraları ve vezni sağlam olduğu, on beşten fazla beyit ihtiva ettiği için türe bu adın verildiği kaydedilir. Şarkiyatçıların birço­ğu, bu türdeki şiirlerin daha sonraki dö­nemlerde aldığı duruma bakarak kelime­nin “kasıt ve garaz” anlamıyla ilgili bulunduğunu, “dilenme ve bağış talep et­me şiiri” demek olduğunu ileri sürmüş­lerdir. Mühelhil b. Rebîa, İmruülkays b. Hucr gibi kaside formunu ilk ortaya ko­yan ve geliştiren şairlerin yüksek taba­kadan şahsiyetler oldukları dikkate alın­dığında bu izahın doğru olmadığı anlaşı­lır. Daha eski bir terim olan kasîd ile kasi­denin eş anlamlı sayıldığını söyleyenler bulunduğu gibi Ahfeş el-Evsat ile Nihad M. Çetin gibi bazı âlimler de farklı özellik­lere sahip bulunduğunu ifade etmişlerdir.

Şairleri tarafından ayrı zamanlarda parça parça söylendiği ve bu şekilde nakledildiği için uzun bir süre dağınık halde bulunan kasideler daha sonraki devirler­de belli bir yapı bütünlüğü kazanarak ge-lenekleşmiştir, Arap şiirinde kasidelerin belli esaslara tâbi olmaları, aynı başlangı­ca sahip bulunmaları, klişeleşmiş tasvir unsurlarıyla benzer ifade tarzlarını içer­meleri, konu ve tema seçiminde uyulma­sı zorunlu bir geleneğin yerleşmiş olması gibi özellikler onun uzun bir gelişme dö­nemi geçirdiğini göstermektedir.

Câhiliye şiirinde iki tür kaside görülür: Birincisi en önemli örneklerini muallaka-ların oluşturduğu, birden çok konuyu kapsayan uzun ve tam şiirlerdir; kaside denince akla gelenler de bunlardır. İkin­cisi ise içe doğduğu şekilde nazmedilmiş, Câhiliye hayatını yansıtan, tek ko­nulu kısa kasidelerdir. Arap şiirinde İlk uzun kaside örnekleri milâdî V. yüzyıl şa­irlerinden Mühelhil (Adî) b. Rebîa et-Tağlibî’de görülür. Kardeşi Küleyb’i Cessâs b. Mürre’nin öldürmesi üzerine Mühelhil’in nazmettiği bu uzun kasideler, Be­kir ve Tağlib kabileleri arasında kırk yıl sü­ren savaşlara yol açmıştır. Regis Blachere, buna dayanarak kaside formunun V. yüz­yılın ortalarında Doğu Arabistan’da bu ka­bileler arasında geliştiğini ve Hîre muhi­ti vasıtasıyla yayılma imkânı bulduğunu söyler. Uzun ka­side formunun tekâmül etmiş şekli İm­ruülkays b. Hucr’un şiirlerinde görülür. Dostlar ve sevgililerle yaşanmış anılardan izler taşıyan mekânlar ve kalıntıları önün­de hâtıraların tazelendiği coşku ile kasi­deye başlamak [nesîb/teşbîb bölümü] tasvir, medih ve fahr gibi değişik konu­ları ele almak, klişeleşmiş teşbih ve tas­vir unsurları içermek ve belirli uzunluğu korumuş olmak gibi özellikler, onun ka-sideleriyle olgunlaşıp yerleşerek tür için uyulması zorunlu gelenek durumunu al­mıştır. Ancak bu öğeler parçalar halinde daha önceki şairlerde de mevcuttu. Ni­tekim bizzat İmruülkays, İbn Huzâm adlı bir şairi örnek aldığını söyler.

Milâdî VI ve VII. yüzyıllarda klasik döne­mini yaşamış olan kaside aruzla yazılır ve iki mısralık beyitlerden oluşur. Kasidenin murassa’ adı verilen ilk beytinin her iki mısraı ile diğer beyitlerin ikinci mısraları aynı kafiyede Her beyit cümle yapısı ve anlam bakımın­dan müstakil bir varlığa sahiptir. Bir be­yit içerisinde bir fikrin tam ifade edilemeyerek diğer beyitlerle mâna ve i’rab ilgisi­nin bulunması bir kusur kabul edilmiştir.

Kasidede beyit sayısının yedi dokuz be­yitten az olmaması şart koşulmuşsa da bunun beiirli bir sınırı yoktur. 100 beyti, hatta İbnü’l-Fârız’ın el-röyye’sinde ol­duğu gibi 700 beyti aşan kasideler de mevcuttur. Arap şiirinde kasidelerin ge­nel beyit sayısı 30-120 arasında olmakla birlikte beyit sayısı arttıkça uygun kafiye bulmak zorlaştığından kırk-yetmiş beyit arasındakiler daha makbul sayılmıştır. Klasik Arap şiirinde eski Yunan şiirinde olduğu gibi 1000’i aşan beyitlerle İfade edilen destan teması bulunmadığından bu hacim yeterlidir. İbnü’l-Fârız’ın et-Tâ’iyye’sinde görüldüğü gibi genellikle kasidelerin sanat düzeyi uzunluğu arttık­ça azalmaktadır. Seviyeyi düşürmeden 200 beytin üzerinde kaside yazan tek şa­irin İbnü’r-Rûmî olduğu kaydedilir.

Klasik Arap şiirinde kasideler genellik­le ya ilk beyitleriyle veya kafiye harflerine göre sonradan adlandırılır. Kafiyesi lâm olduğundan Lâmiyyetü’l-‘Arab (Şenfe-râ], Lâmiyyelü’J-‘Acem (Tuğrâî) denil­mesi gibi. Kaşîdetü’l-bürde, el-Kaşîde-tü’I-Münferice gibi özel adlarla anılan veya el-Hamriyye, et-Tardiyye gibi ko­nusuna göre isim verilen kasideler de vardır.

Klasik kaside, şairin çöl hayatını şiire yansıtıp onu şekillendirmesinin bir teza­hürü olarak nesîb teşbîb, tasvir, medih-fahr adlı üç temel bölüme ayrılır. Kaside­nin giriş kısmını oluşturan ve daha eski bir dönemde nazmedilmiş aşk neşîdelerinden doğmuş olması ihtimalinden söz edilen nesîb teşbîb bölümünde sevgili­ye duyulan özlem dile getirilir. Bu sebeple sevgiliyle yaşanmış hâtıralara yer veren, çöl ve vahalardaki terkedilmiş konak yer­leriyle oralarda dağınık vaziyette bulu­nan, isli ocak taşlan, küller, su kabı, testi kırığı, çadır ve kazık izleri gibi kalıntılar aşk ve özlemle yoğrulmuş duygu seli ha­linde dile getirilir. Şair bunları hatırlaya­rak ağlar ve ağlatır; tabiat tasvirleri ara­sında sevgiliden ve onun fizikî güzellikle­rinden söz eder. Bu hazin giriş çetin do­ğa şartlarının, çeşitli sıkıntılarla dolu çöl hayatının şiire yansımasıdır. Ana teması methiye olan kasidelerin çoğu nesîble başlamakla birlikte hamâse, kahraman­lık, savaş ve mersiye türü kasideler nesî-be elverişsiz olduğundan bunlarda nesîb bölümü nâdir olarak görülür. Yaptıkları yağma ve baskınlar sırasındaki kahra­manlıkları dile getiren Câhiliye devri yağ­macı şairlerinin [su’lûk/sa’âlîk] kaside­lerinde de bu kısım görülmez. Nitekim Amr b. Külsûm’ün muallakası aşk ve hamriyyât karışımı bir girişle başlar. Ay­rıca İbn Reşîk el-Kayrevânî, çöl hayatıyla ilgisi bulunmayan şehirli şairlerin sırf ge­leneğe uyarak çöllerdeki eski konak yer­leri ve kalıntılarından, oralarda yaşanmış aşklardan söz ederek kasideye başlama­larını anlamsız bulur. Muallakalann hemen hemen tamamı gibi Kâ’b b. Züheyr’in Hz. Peygamber’i met­hetmek için yazdığı Bânet süâd kaside­si de nesîble başlar.

Nesîb bölümünde şair anılar diyarından ayrılarak devesinin veya atının üzerinde çöl yolculuğuna çıkar. Tasvir bölümünde bu yolculuğu ayrıntılarıyla anlatır. Deve­sini veya atını bütün özellikleriyle tanıtır; yolculuğu sırasında rastladığı yaban hay­vanlarını tasvir eder. Bazan yolculukta mâruz kaldığı aşırı sıcaklık, kızgın çöl, susuzluk, sıkıntılar, baştan geçen olaylar, içki âlemi, şimşek, yıldırım, fırtına ve sağanaklar gibi tabiat hadiseleri, hayvan otlakları, vahalar, avcılarla av köpekleri­nin yaban hayvanlarıyla mücadelesi ve bu sırada karşılaşılan tehlikeler dile getirilir.

Kasidenin şiir değeri taşıyan zengin kı­sımları nesîb ve tasvir bölümleri olmakla birlikte esas amaç medih kısmıdır. Bura­da kasidenin kendisine takdim edildiği kişi cömertlik, asalet, dürüstlük, vefakâr­lık, kahramanlık gibi doğuştan sahip olu­nan erdemlerle övülür. Bu vesileyle ba­zan memdûhun düşmanları da bu vasıf­ların zıtlarıyla hicvedilir. Ancak bazı şair­ler, övdükleri kimselerin kahramanlıkla­rını daha iyi yansıttığını düşünerek düş­manlarını da korkaklıkla değil cesaretle nitelerler. Bu şairlere “şuarâü’l-insâf” adı verilir. Genellikle methiye bölümünü ta­mamlayıcı nitelikte olan fahriyye kısmın­da şair kendisinin ve kabilesinin erdem­lerinden, şiir sanatındaki ustalığından söz eder. dilini keskin kılıçlara benzetir.

Şairler, dinleyicilerin ilk karşılaştıkları kısmın onların üzerinde güzel bir etki bı­rakmasını istediğinden kasidelerin mat­la’ denilen başlangıç beytine çok önem vermişlerdir. Edebiyat eleştirmenleri ka­sidenin ilk beytinin birinci mısraı fşatr) ile ikinci mısraı arasında uyum ve anlam bir­liği olmasına, matlaın kasidenin konusuy­la münasebetine dikkat etmişlerdir. Ka­side bir üzüntüyü anlatmak için yazılmış­sa bu hususun İlk beyitten itibaren haber verilmesini daha uygun görmüşler, teb­rik ve övgü için ise uğursuzluk çağrıştı­racak ifadelerle şiire başlanılmasını İyi karşılamamışlardır.

A- Usta bir şair, nesîbden methe geçiş ya­parken okuyucuya konunun değiştiğini sezdirmez; her iki konu arasında bir iç içeliğin ve uyumun bulunmasına özen gösterir. Buna tehallus hüsn-i tehaîlus berâat-i tehallus denir. Ancak Câhiliye şairlerinin çoğu, şimdi bunlar: bırak da gibi ifadelerle kaside­nin giriş kısmını keserek asıl konuya sürpriz bir şekiide intikal yolunu seçmişlerdir.

Zihinlerde kalan en son mâna olduğun­dan edebiyat eleştirmenleri kasidenin so­nunun (hatime) okuyucu üzerinde önemli bir etkisi olduğuna dikkat çekmişlerdir. Genellikle Câhiliye şairleri kasidelerini ha­yat tecrübelerinin bir özeti mahiyetinde­ki hikmetli sözlerle bitirmişlerdir. Konunun devam ettiği izlenimi içinde ansızın kesiliveren hatimeler de vardır. Başta muallakalar olmak üzere Câ­hiliye kasidelerinin ana bölümlerinin te­mel çizgileri bu şekildedir. Diğer Câhiliye kasideleri edep. tasvir, kahramanlık gibi genellikle tek konulu müstakil parçalar halindedir.

Câhiliye döneminde kasidelerini uzun süre bitirmeyip tekrar tekrar gözden ge­çiren, üzerinde düşünen, eksik bulduğu yerleri tamamlayan, beğenmediği kısım­ları düzelten, böylece onları eksiksiz bir şekilde dinleyicilere sunmak için uzun sü­re bekleten şairler de vardır. Bu tür kasi­delere “havliyyât, mukalledât, münekka-hât, müntekayât muhkemât” gibi adlar verilmiştir. Arap edebiyatının en meşhur kasideleri el-Mifallakâl, el-Mufaddaliyyât, el-Aşmcfiyyât ve Cemheretü eş’âri’l-Arab gibi şiir mecmualarında toplanmıştır.

İslâm’ın ortaya çıkışı kasidelerin nazım biçiminde ve özellikle ele alınan temalar bakımından bazı değişikliklere sebep ol­du. İslâmiyet’ten sonra daha çok dinî-ahlâkî şiirlerle gaza ve kahramanlık kasi­delerine ağırlık verildi. Câhiliye tarzı ka­side geleneği de Emevîler ve Abbasîler zamanında bazı yeniliklerle birlikte he­men hemen aynen devam etti. Bu devir­lerde “recez”le musanna kasideler yazan­lar, bedevî kasidesini taklide çalışanlar, Ebü’l-Atâhiye gibi nesîbleri de fazlaca kisaltanlar. hükümdarların savaşlarını ve av şölenlerini tasvir edenler, mübalağa yapan mersiyeciler. dinî, hakîmâne yahut tamamıyla sûfiyâne bir vadiye yönelen­ler, Ebü’l-Alâ’nın Lüzûmiyyât’ınöa oldu­ğu gibi edep, zühd ve hikmet konularına bağlı kalanlar, siyasî veya ferdî hicivciler, büyük millî felâketler yahut zaferler hak­kında mersiye veya destan tarzında ka­side tertip edenler oldu. Bu tür yeniliklere rağmen İmruülkays’ın muallakasıyla şe­killenen klasik kaside geleneği asırlar boyu Arap şiirine damgasını vurmuştur. Da­ha sonraki dönemlerde bu tarzın dışına çıkan şairler olmuşsa da çoğunluk gele­neğe bağlı kalmıştır. İbn Kuteybe, kadîm kaside geleneğini anlatıp buna uymanın zorunluluğuna dikkat çekerken aynı za­manda değişen şartlarla, gelişen zevkle­rin tesiriyle doğan bir eski-yeni ihtilâfı­nın hareket noktalarını da aksettir m iştir. İbn Kuteybe yeni şairlerin, kadîm kaside geleneğine harfiyen uymalarını zorunlu görürken İbn Reşîk, şehirli şairlerin mecazi ifade­ler dışında şiirlerinde bu geleneği sürdür­melerini anlamsız bulur. İbn Kuteybe gibi eleştirmenlerin gelene­ği sürdürme konusundaki sert hükümle­rine rağmen Ebû Nüvâs, Ebü’l-Atâhiye ve Mütenebbî gibi kasidenin iç yapısını arzu ve mizaçlarına göre değiştirenler de ken­dilerini kabul ettirebilmişlerdir. Memlükler dönemi şairlerinden ba­zıları geleneğin dışına çıkarak kasideleri­ne Allah’a hamd ve Peygamber’e salâtü selâmla başlamış, birçokları kasidelerini Peygamber’în adıyla bitirmişlerdir.

Modern Arap edebiyatında Matrân, Tâhâ Hüseyin, Ahmed Zeki Paşa, Muhammed Hüseyin Heykel, Akkâd, İbrahim Ab-dülkâdir el-Mâzinî gibi özellikle Batı’da tahsil görmüş edebiyatçılar, eski kaside yapısına baş kaldırarak Ahmed Şevki gibi eski geleneği sürdürenleri eleştirmişler­dir. Bu çağrı yeni şairler üzerinde de et­kili olmuştur. Arap edebiyatında günü­müz anlayışına göre ister eski şiirde oldu­ğu gibi aynı aruz vezniyle yazılmış ve tek bir kafiyeye sahip olsun, ister farklı vezin ve kafiyelerden oluşsun ya da tamamen vezin ve kafiyeden yoksun bulunsun sa­nat değeri olan her şiir bir tür kaside ka­bul edilmektedir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski