Kaside Nedir -İran/Fars Edebiyatında- Özellikleri, Nelerdir, Hakkında Bilgi

İlke ve kuralları bakımından büyük ölçüde Arap edebiya­tının etkisi altında bulunan İran edebiya­tında kaside, İslâmî dönemde doğan yeni İran edebiyatıyla birlikte III. (IX.) yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış, lirik yanı daha ağır basan bir şiir türü alarak V!.(XII.) yüzyılda en parlak dönemine ulaşmıştır. İran kasidesi Tahinler ve Saffârîler gibi İran kökenli devletlerin saraylarında ge­lişti, özellikle Sâmânîler döneminde ol­gunluk çağına erişti. Arap hâkimiyetin­den henüz kurtulan ve eski geleneklerini yaşatmak isteyen bu hükümdarlar, hatta emîr ve vezirler kendilerini etrafa tanı­tacak şairlere ihtiyaç duyduklarında Emevî ve Abbasî hükümdarlarının yaptıkları gibi saraylarında şair bulundurmaya baş­ladılar.

İran edebiyatında kasidesi günümüze kadar gelen en eski şair Sâmânî sarayında yaşayan, şekil ve muhteva bakımından kasideyi olgunlaştırdığı kabul edilen Rûdekî’dir (ö. 329/940-41). Onu Dakiki, Lebîbî-i Horasanı, Gazneli Mahmud ve oğlu Mesud döneminin şairlerinden Zeynebî-i Alevî, Behrâmî-i Serahsî, Menşûrî-i Semerkandî. Ferruhî-i Sîstânî, Mes’ûdî-i Gaznevî. Unsûrî, Minûçihrî-i Dâmegânî takip eder. GaznelİIer devri şiir üslûbu VI. (XII.) yüzyıl şairlerinin üslûbunu etkilemiş, zamanla konular da çeşitlenmiştir. Nite­kim Gazneli Mahmud’un Hint fetihlerine katılan Ferruhî, kasidelerine konu olarak ordunun haşmeti ve hareketini parlak bir şekilde tavsir ettiği seferleri almıştır. Ev-hadüddîn-i Enverî üslubuyla daha önceki şairleri geçmeyi başardı. Ayrıca kasidenin içine dönemin ilimleri de girmeye başladı ve böylece yeni bir üslûp doğdu. Kuzey­batı İran’da yetişen Katrân-ı Tebrîzî, Fe-lekî-i Şirvânî, Mücîrüddîn-i Beylekânî ve Hâkânî-i Şirvânî bu üslûbun en önemli temsilcileridir.

Selçuklular devrinde Muizzî, Enverî, Hâkânî, Nizâmî-i Gencevî; Hârizmşahlar sarayında Senâî, Reşîdüddin Vatvât, Cemâleddîn-i İsfahânî, Zahîr-i Fâryâbî gibi şairler devrin üstatları olarak öne çıkmış­lardır. Daha sonra Moğol ve Timurlular döneminde Mecdüddîn-i Hemger-i Şîrâzî, Sa’dî-i Şîrâzî, Emîr Hüsrev-i Dihlevî ve Se!mânı Sâvecî bu vadide ün kazanmış­tır. Safevîler devrinde Hint üslûbunun ge­lişmesi yanında muhteva, konum ve şiirde kullanılan kelimeler yönünden birta­kım yenilikler görülür. Urff-i Şîrâzî, Kelîm-i Kâşânî ve Sâib-i Tebrîzî bu dönemin ünlü kasidecilerinden sayılmaktadır. İrâk-ı Acem’de yeni bir hüviyete bürünen kasi­de İsfahan ve Hemedan’da Kıvâmî-i Râzî, Refîuddîn-i Lünbânî, Kemâleddîn-i İsfa­hânî, Şerefeddîn-i Şefreve gibi şairlerle birlikte yeni konular, yeni düşünce ve teşbihler kazanmıştır.

Moğollar devrinde gerileyen kasideci-lik daha çok ikinci derecedeki saraylarda tutunmaya çalışmış ve Fars’ta Salgurlu-lar, Kertler, Celâyirliler gibi küçük devlet­lerde itibar görmüştür. Bu dönem kasi­decileri arasında Mecdüddîn-i Hemger-i Şîrâzî, Emîr Hüsrev-i Dihlevî gibi şairleri anmak gerekir. Kasidenin yeniden parla­ması Kaçarlar dönemine rastlamaktadır. Kaçar hükümdarlarının özel kasidecileri arasında Sabâ-i Kâşânî, Mahmûd Hân-ı Meliküşşuarâ Kâşânî gibi isimler sayıla­bilir. Bu şairler eskilerin izinden giderek kasidelerinde Moğol istilâsından önceki dili kullanmaya çalıştılar. Bu tür, İran’da meşrutiyetin ilânından sonra Meliküşşu­arâ Bahar tarafından devam ettirilmiş, daha sonra giderek önemini yitirmiştir.

İran edebiyatında övgü amacıyla yazı­lan kasidenin kuruluş şekli genel olarak şöyledir: Aşk ve sevgiiiden bahsediliyorsa nesîb veya tegazzül, bunun dışında baş­ka bir konu işleniyorsa teşbîb adı verilen giriş bölümüyle başlanır. Şair bazan teş­bîb veya tegazzül bölümü olmadan doğ­rudan methe geçer. Bu tür kasideye kasîde-i mahdûd denir. Medih kasidesinde şiiri memdûha dua ihtiva eden beyitlerle bitirmek âdettendir. Kasidenin bu bölü­müne de şerîta (hüsn-i makta’) adı verilir. Kasidenin en güzel beytine beytü’l-kasîd denir. Nesîb veya teşbîb bölümünden asıl konuya geçiş yaparken söylenen beyte de tehallus ya da güriz adı verilmektedir.

Kasidenin beyit sayısı konunun önemi­ne, seçilen kafiyeye ve şairin sanat gü­cüne bağlıdır. Beyit sayısı yediyirmi beş arasında değişmekle birlikte yetmiş-sek-sen beyit, hatta daha uzun kasideler de vardır. Meselâ Ferruhî’nin Sûmenât se­ferini anlatan meşhur kasidesi 175 beyit, Kaânî’nin Hz. Ali’nin menkıbeleri ve Hayber’in fethi hakkındaki kasidesi 337 be­yit uzunluğundadır. Kasidede beyit sayı­sının âzami haddi için bir sınır yoktur. Bu şekildeki uzun kasidelere kasîde-i mutav-vel denir. Uzun kasidelerde kafiye bulma zorluğu, kaside şairlerini bir kelimeyi iki ya da üç defa kafiye olarak kullanmak zo­runda bırakmıştır. Ancak usta şairler aynı kelimeyi tekrarlamamaya özen göster­mişlerdir. Uzun kasidelerde ahengi can­landırmak ve başka bir konuya geçmek amacıyla kasidenin matla’ beytiyle kafi­yeli bir ya da birkaç beyit söylenmiştir ki buna tecdîd-i matla’ denir. Tecdîd-i mat-laın bir kasidede birkaç defa yapılması da uygun görülmüştür. Kâânî ve Hâkânî’nin kasidelerinde bunun dört beş örneğine rastlanmaktadır. Fars edebiyatında kasi­deler teşbîb bölümünde ele alınan konu­ya göre bahâriyye. hazâniyye. şairin kasi­dede işlediği konuya göre methiyye, şekvâiyye, hicviyye gibi adlar alır.


TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski