Kasır/Kasr Nedir, Mimari, Özellikleri, Örnekleri, Tarihi, Hakkında Bilgi

Kasır. Hükümdarların kullanımına ayrılmış saray, saraya bağlı veya müstakil yapı.

Türk İslâm mimarisinde yönetici taba­kanın azametini yansıtan kasırlar sanat ve mimarlık tarihi içerisinde önemli yer tutar. Kasır denilen yapılar bazan köşk olarak da adlandırılmıştır. Osmanlı dev­rinde aynı yapıların köşk veya kasır olarak anılması bu duruma işaret etmektedir. Esasında köşk, kasır [Ar. kasr] saray ve hatta kale (iç kale) arasında hükümdar ya da beylerin meskenleri olmaları açısın­dan fazla fark yoktur. Bu yapıların fonk­siyonlarıyla ilgili özellikler bazı dönemler­de daha fazla ön plana çıkmış, bazı devirlerde ise bilhassa köşk ve kasırlar arasın­da mimari hususiyetler bakımından bü­yük farklar söz konusu olmamıştır.

Kasırlar bazı durumlarda yerleşme ala­nı dışında, zaman zaman da şehrin için­de hükümdar ve beylerin yaşadığı yapılar olarak algılanmaktadır. Bu sebeple Avru­pa’da görülen şatolar. Orta Asya’da hü­kümdar ve beylerin avlulusurlu mesken­leri veya bazı kaleler, Türkiye’de özellikle hisar olarak anılan yapılar kasır kavramı içerisinde mütalaa edilebilir. Bununla bir­likte Selçuklu ve bilhassa Osmanlı devrin­de saraya bağlı olan veya şehrin yakınında bulunan hükümdar/padişah ve yöne­ticilerin kullandığı yapılar da köşk, ka­sır, kasr-ı hümâyun olarak adlandırılmış­tır.

Bilhassa ağaçlık alanlar içerisinde veya etrafı boş arazilerde bahçeler içinde mün­ferit olarak inşa edilen evlere, bir saray yapısının ya da büyük bir meskenin çev­re duvarı içerisinde herhangi bir avlunun bir tarafında yer alan, ana binadan ayrı olarak inşa edilmiş sanat bakımından zengin görünüşlü binalara köşk denil­mektedir. Nadiren de saray binasının bir bölümü olan odalar veya kuleler, bahçe içinde yer alan çardak, kameriye gibi bölümler köşk olarak anılmaktadır.

Erken dönem İslâm mimarisinde kasır olarak adlandırılan dikkate değer örnek­ler bulunmaktadır. Emevî ve Abbasî de­virlerinde birçok saray ve kasır yapılmış­tır. Bunların bazıları mütevazı yapılar olup sözü edilmeye değer ve kalıntıları günü­müze gelebilmiş olanların da sayısı pek fazla değildir. Bu yapıların bir kısmı saray olarak anılmakla birlikte aslında hepsinin birbirine yakın özellikler sergilediği göz­den kaçmamaktadır. Bu türden en önem­li eserler arasında Kasrü’l-hayri’l-garbî (109/727), Kasrü’l-hayri’ş-şarki (110/728), Kusayru Amre [tah. 712-715] Hırbetü’l-mefcer (740-750), Hırbetü’l-Minye, Cebeliseys, Müşettâ (126/743-44), Kasrü’l-Ühaydır, e!-Cevsaku’l-Hâkânî, Belküvârâ (854-859) ve Kasrü’l-Âşık (878-882) zikre­dilebilir.

Bu yapıların çoğu halifeler tarafından kendileri için yaptırılmış olmalıdır. Bina­ların ekserisi belirli zamanlarda kullanı­lan, kamuya ait işlerin görüleceği birim­leri az olan eserlerdir. İçlerinde yer alan camiler ön planda olmamakla beraber bazan münferit yapılar olarak ele alınmış­tır. Yapılarda ana birim genellikle bir kare veya dikdörtgen şeklindedir. Dışarıdan duvarlar, köşe kuleleri ve payanda kule­leriyle birlikte bir kale görünümündedirler. İç mekânlar esas itibariyle bir avlu et­rafında yer alır. Küçük avlulu kısımlar ba­zan genel plan şemasında kendi içlerin­de düzenlenmiş mekânlar olan “beyf’le-ri ihtiva eder. Ancak Müşettâ ve Ühaydır saraylarında olduğu gibi küçük birkaç bölümü bulunan değişik tipte binalar da vardır. Bütün kasır ve saraylarda hüküm­dar ve yöneticinin misafir, devlet adamı ve elçileri kabul ettiği taht veya kabul salonu, divan yahut eyvan olarak anılan kısımlar bulunur. İki katlı yapılarda kabul salonu üst katta yer alır.[Kasrü’l-hayri’l-garbîve Hırbetü’l-mefcer’de olduğu gibi]

Kasır ve saraylarda hamamlar da orta­ya çıkarılmıştır. Fakat birçok mekânın ne için kullanıldığı günümüzde pek anlaşıla­mamaktadır. Bütün bu yapılar bilhassa tezyinatları bakımından ünlüdür. Abbâsî-ler’den sonra gerek Fâtımîler’de [el-Kasrü’l-kebîrü’ş-şarkî, el-Kasrü’l-kebîrü’l-garbî] gerek Eyyûbîler’de ve bu arada Endü­lüs Emevîleri’nde (Medînetüzzehrâ gibi) birtakım kasır veya sarayların yapıldığı bilinmektedir. Ayrıca erken dönem İslâm mimarisinin ortaya çıktığı topraklarda, Türk hanedanları tarafından kurulan dev­letlerde ve daha sonraları kasır yapımı XX. yüzyıla kadar devam etmiştir. Bu ya­pıların en son örneklerinden biri Suudî veya Râşidî devirlerine denk düşen XIX. yüzyıl Riyad’daki Kasr Masmak’tır.

Türkler’in İslâmiyet’e girmesiyle birlik­te başlayan Türk mimarisinin yeni döne­minde saraylarla birlikte kasırlar da inşa edilmiştir. Ancak bu saray ve kasırların dayandığı mimari gelenek İslâmiyet’ten önceki Türk (bilhassa Uygur), Orta Asya ve eski İran mimarisidir. Bu arada Ön As­ya sanatları ve mimari geleneklerinin et­kileri de bulunmakla birlikte plan, mimari öğeler ve süsleme şekilleri esas itibariy­le İslâmiyet’ten önceki Türk mimarisinin gelişimi sonucunda ortaya çıkmıştır. İs­lâmiyet’ten sonraki Asya Türk sanatında saray mimarisini Karahanlılar’la başlat­mak gerekir. Başlangıçta şehir dışındaki bir yazlık saray olan Tirmiz (Termez) Sara­yı XI-XII. yüzyıl, ortadaki dört eyvanlı av­lusu ve süslemeleriyle dikkati çeken bir yapı olup bir kasır olarak da kabul edile­bilir.

Doğu Afganistan’ın Büst şehri yakınla­rında bulunan Leşker-i Bâzâr sarayları Gazneli dönemine ait en önemli yapılar­dandır. Genellikle Büyük Saray Güney Sa­rayı ve Küçük Saray Orta Saray denilen iki binasından söz edilen saray komplek­si İçinde bahçelerde yer alan dört eyvanlı plan esasına göre kurulmuş köşklerin bulundugundan da söz edilmektedir. Gazne’de yer alan Sultan III. Mesud’a ait dört eyvanlı avlulu saray da dikkate değer bir diğer Örnektir.

Kaynaklarda Büyük Selçukluların önemli şehirlerindeki saray ve köşkleri­ne dair bilgiler bulunmaktadır. Bunların çoğunun Selçuklu hükümdarlarına, bazı­larının da emirlere ait olduğu anlaşılmak­tadır. Hemedan’daki Köşk-i Bâğ ve Hemedan Köşkü, Köşk-i Mes’ûdî, Mâmur Köş­kü, Eski ve Yeni Köşk en meşhur olanla­rıdır. Öte yandan Nîşâbur ve İsfahan gibi şehirlerde zengin Selçuklu saray ve köşk­lerinden de bahsedilmektedir. Merv’de, hakkında arkeolojik çalışmalar neticesin­de bilgi edinilebilen ve saray (belki köşk) olarak nitelendirilen, dört eyvanlı avlu et­rafında düzenlenmiş mekânlardan olu­şan bir yapı vardır. Bununla birlikte eski Merv’de Sultankale çevresinde yer alan birtakım kalıntılar da genellikle mesken veya köşk olarak anılmaktadır.

Türk mimarisinin Asya kesiminde Selçuklular’dan sonra bilhassa Timurlu dö­nemi saray ve köşkleri bakımından ünlü­dür. Özellikle Şehrisebz’deki Aksaray ve Semerkant’taki geniş bahçeler içerisinde yer alan köşkler çok tanınmıştır. Bu yapı­lardan, Türk hükümdarı Bâbür ve Timur’a elçi olarak giden Clavijo’nun eserlerinde yazdıkları dolayısıyla haberdar olunmak­tadır. Etrafı duvarlarla çevrili fıskiyeli ha­vuzların yer aldığı bahçelerde dört ana yöne işaret eder şekilde yerleştirilmiş muhteşem köşklerden en ünlüsü Çihilsü-tun olarak adlandırılan ve Bâğımeydanda bulunan köşktür. Dört taçkapısı olan, taş sütunlu iki katlı bir cepheye sahip, köşelerinde kulelerin yer aldığı kare şek­lindeki bu yapı muhteşem bir eserdir.

Hindistan ve Afganistan’daki Bâbürlü Türk hanedanı döneminde birçok şehir­de, özellikle FetihpûrSikri, Agra, Ecmîrve Delhi’de saraylar ve onların bünyesi için­de köşkler vardır. Ecmîr’deki Ekber’in sa­rayı (1570-1572),Fetihpûr Sirki Sarayı [tah. 1570-1580] Cihangiri Mahal Sarayı [tah. 1570] en ünlü örneklerdir. Ayrıca Delhi’de Kırmızı Hisar (1638-1647) olarak adlandı­rılan ve bir çeşit kasır sayılabilecek olan yapı da zikredilebilir.

Anadolu Türk mimarîsinin erken dev­rinde sözü edilebilecek İlk köşkler ve sa­raylar arasında Kayseri yakınındaki Erki-let Hızır jlyas Köşkü (1241) ve Diyarbakır iç kalesinde meydana çıkarılan Artuklu Sarayı kesme taştan yapılmış örneklerdir. Konya iç kalesindeki yanlış olarak Alâeddin Köşkü olarak adlandırılan, gerçekte II. Kılıcarsfan tarafından inşa ettirilen köşk ise Uygur köşklerini akla getirmektedir. Bu köşkten pek az bir kalıntı günümüze kadar gelebilmiştir. Eski gravür ve fotoğ­raflarından anlaşıldığına göre tuğla kon­sollar üzerine oturtulmuş köşk kare planlı bir mekândan ibaretti. Yapıda yer alan ve şimdi müzede bulunan figürlü alçı ve çini süsleme parçalan dikkat çekmekte­dir. Selçuklu döneminin diğer önemli köşkleri arasında Haydar Bey Köşkü, kas­ra dönüştürülmüş Aspendos Roma Tiyat­rosu sahnesi binası ile Alanya yakınların­daki Alara Kasrı (Hamamlı Kasır) zikre­dilebilir. Kayseri yakınlarındaki Alâeddin Keykubad tarafından inşa ettirilen ve bir yazlık saray olduğu belirtilen Keykubâdiye Sarayı (1224-1226) esas itibariyle üç köşkten meydana gelmektedir. Bu arada köşk veya kasır olarak anilmamakla bir­likte benzeri bazı özellikleri vurgulaması bakımından Beyşehir gölü kıyısındaki Ku-bâdâbâd Sarayı’nı da (1236) anmak ge­rekir.

Osmanlı döneminde köşk ve kasır ta­birleri, imparatorluğun varlığını sürdür­düğü uzun dönem içerisinde zaman za­man anlam değişikliğine uğramıştır. Bu devirde genel olarak köşk yüksek tabaka­dan birinin bahçesinde yer alan yapıdır.

Bu anlamda padişah veya padişah ailesi­ne ait olan köşkler de daha ziyade saray bölümü İçerisinde bulunur. Öte yandan çeşitli dinî ve resmî binalarda hükümda­rın dinlenmesine ayrılmış yerlere de köşk deniliyordu. Bir kısım köşkler ise spor meydanlarının ke­narında yapılıyordu. Ayrıca yalı veya ko­nakların bahçelerinde de köşkler bulunur­du. Osmanlı devrinde kasır kelimesi daha ziyade köşkten büyük yapılar için kullanıl­mıştır. Ancak dönemin yazarlarının eser­lerinde her iki türe de zaman zaman köşk ya da kasır denilmiştir.

Osman Gazi zamanında yaptırılan Bur­sa Sarayı’nın ayrıntıları hakkında fazla bil­gi yoktur. Ancak bu yapı, Topkapı Sara-yi’nda olduğu gibi muhtelif devirlerde ek­lenen binalarla büyütüldüğüne göre bu­rada köşklerin de bulunacağı düşünüle­bilir. Osmanlı döneminin en Önemli mi­mari eserlerinden biri olan Edirne Sarayı’nda çeşitli köşk ve kasırlar bulunmak­taydı. Bilhassa İftariye Köşkü (1663), Kum Kasrı (1667), Bülbül Köşkü (1671), Aynalı Köşk [XVII. yüzyılın ikinci yarısı] Cihannümâ Kasrı (1451) bunların en meşhurla­rıydı. Cihannümâ Kasn’ndan yalnız burç kısmının bazı bölümleri günümüze ulaş­mıştır. Kum Kasrı ise sarayın ikinci avlu­suna bakan ve yine ilk şekli Fâtih Sultan Mehmed devrine ait olan önemli bir yapı olup IV. Mehmed zamanında ihya edilmiş­tir. Eser yerden yükseltilmiş bir zemin üzerinde, üstü tek çatı ile örtülü dört oda, iki divanhane ve bir hamamdan meyda­na gelmişti. Bir kaide üzerinde yer alan Bülbül Köşkü de iki taraftan çıkılan revaklara sahip ve içeride biri büyük olmak üzere iki odası bulunan bir yapıydı. Ayna­lı Köşk de esas itibariyle biri divanhane olan iki odadan ibarettir.

Osmanlı saraylarının en meşhuru olan ve Fâtih Sultan Mehmed tarafından ku­rulup yüzyıllar boyunca ilâvelerle genişle­tilen Topkapı Sarayı içerisinde de çeşitli köşk ve kasırlar vardır. Sarayın ilk önemli yapısı 1472 tarihli Çinili Köşk’tür. Plan şe­ması açısından Asya Türk mimarisinin et­kilerinin sezildiği binada, ortadaki büyük salona açılan dört eyvan ve köşelerde de birer kubbeli oda mevcuttur. Topkapı Sa-rayı’nın diğer köşkleri arasında, XVII. yüz­yılda Revan ve Bağdat seferlerinin hâtı­rasına inşa edilen Revan ve Bağdat köşk­leri yer almaktadır. 163S tarihli Revan Köşkü bir kaide teşkil eden duvar üzerine oturtulmuş, sekiz köşeli ve üç eyvanlı bir yapıdır. Dördüncü avluda yer alan Bağdat Köşkü (1639), son önemli kubbeli köşk olup etrafında mermer sütunlu bir revakin dolandığı, dört çıkıntısı olan bir sekiz­gen şeklindedir. Topkapı Sarayı’ndaki diğer köşkler arasında III. Murad Köşkü (1578), İncili Köşk (1591), Yalı Köşkü [sur dışında, 1592] İftariye Köşkü [köşk denilmekteyse de sadece açık bir kameriyeden ibaretti; 1640] ve Sepetçiler Kasn’nın [dış bahçede, bugün deniz kenarında, 1643] adları sayılabilir. Bu arada sarayda son devir mimari ve süsleme üslûplarını yan­sıtan bir örnek olarak Sultan Abdülmecid zamanında inşa edilen Mecidiye Kasrı da zikredilebilir. Osmanlı döneminin di­ğer önemli sarayları olan Dolmabahçe Sa­rayı. Yıldız Sarayı ve Çırağan Sarayı’nda da çeşitli köşk-kasırlar yer alır.

Öte yandan İstanbul, Edirne, Bursa başta olmak üzere Osmanlı topraklarının çeşitli yerlerinde münferit olarak inşa edilmiş köşk ve kasırlar da mevcuttu. Bunlar arasında, ilk yapısı I. Ahmed dev­rine ait olan Aynalikavak Sarayı en önem­li mekânları arz odası ve divanhanedir Ihlamur Kasrı [ilk şekli bağ evi olan yapı Abdülmecid döneminde eskisinin yerine yapılan av köşkü, dinlenme yeri ve biniş kasrı olarak kullanılan Merasim Köşkü ve Maiyet Köşkü’nden ibarettir; 1849-1855] Küçüksu Kasrı [Sultan Abdülmecid tara­fından 1856-1857 yıllarında yaptırılmıştır] Şâle Köşkü [iki ayrı birimden meydana ge­len XIX. yüzyıl sivil mimarlığının önemli örneklerindendir] Maslak kasırları [Kasr-ı Hümâyun, Mâbeyn-i Hümâyun ve limon­luğu, Çadır Köşkü ve Paşalardairesinden İbaret olup ilk yapılaşma II. Mahmud za­manında başlamıştır] kayda değer eser­lerdir. Osmanlı köşk ve kasırları arasın­da, bazı mesire yerlerinde padişahın gü­nü birliğine gidip halkın eğlencelerini sey­rettiği kasırlar da vardır ki içlerinde uzun Topkapı Sarayı içerisinde yer alan Mecidiye Kasrı süre ikamet edilmeyen bu kasırlara biniş kasrı denilmektedir. Meselâ Göksu Kasrı bir biniş kasrıdır.

Bu yapılardan başka devlet adamları­na veya halktan önemli kişilere ait pek çok köşk ve kasırdan söz edilebilir. Siyavuş Paşa Köşkü Dâvud Paşa Sa­rayı köşkleri [1596 veXVIII. yüzyıl] Tersa­ne Sarayı’nda Has Oda Kasrı Edirne Köprülü Mehmed Paşa Konağı’n-da yazlık köşk. Edirne Dolaplıbahçe Köşkü Edirne Ahmed Paşa Kasrı (1667), Edirne Demirtaş Kasrı. Fenerbahçe’de Fener Köşkü, Üsküdar Afganîler Tekkesi Köşkü, Beşiktaş Sarayı Çinili Köşk (1679-1680), Kurşunlumahzen Köşkü (1716), Büyük Bend Kasrı Florya Köşkü, Kasr-ı Nişâd (1 723), Bebek Kasrı (1725-1726), İstinye Bahçe Köşkü, Neşetâbâd Selâmlık Köşkü, Şevkiye Köşkü [XVIII. yüz­yılın sonu] Bebek Nisbetiye Kasrı. Kâğıt­hane Çadır Köşkü (1809-1815), Heybeliada Hünkâr Köşkü. Alemdağ Köşkü, Levent Köşkü. Kalender Köşkü, Fikirtepe Kurba-ğalıdere köşkleri. Hünkâr İskelesi Kasrı ve Beylerbeyi Sarayı gibi çeşitli köşk ve ka­sırlar önemli örneklerdir. Ancak bunlar­dan bazıları günümüzde mevcut değildir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski