Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkışından çok önce İsveç’in özellikle kutsal yerlere giden hacıları sebebiyle Şark’la ilgilendiği sanılmaktadır; zira İsveçli hacıların XII. yüzyıldan beri Filistin’e gittikleri bilinmektedir. Bu bölgenin Türkler’in hâkimiyetine girişi üzerine (1516-1517) biraz da reformasyon hareketinin etkisiyle hacıların bölgeye gitmesi yasaklandı (1529). XVI. yüzyılda Türkler’e karşı verilen mücadelelerde İsveçlilerdin de yer alıp almadığı hakkında kesin bir şey bilinmemektedir. İki devlet arasında İlk resmî irtibat 1587 yılında meydana gelmiştir. İsveç Kralı III. Johann Sigismund, bu tarihte III. Murad”a yazdığı bir mektupta kendisinin Polonya tahtına olan adaylığının desteklenmesini istiyordu. Lehistan kral seçimlerini dış politikasının ve güvenliğinin Önemli konuları arasında gören Osmanlı Devleti bu seçime destek vermiş ve Sigismund’un Lehistan tahtına oturmasını kolaylaştırmıştır. Kral seçim neticesini elçisi Jan Zamoyevski ile bildirmiştir. Taç giyme merasimine davet münasebetiyle tekrar gelen Zamoyevski’nin bu davetine icâbeten yapılan merasimde Osmanlı Devleti’ni Turgut Çavuş temsil etmişti.
Gayri resmî ilk ziyaretin, 1616-1617yıllarında Bengt Benstsson Oxenstierna’nın İstanbul’a yaptığı bir gezinin teşkil ettiği kabul edilir. Bengt 1613’te Kudüs’e gitmiş ve seyahatini İstanbul’dan hareketle Anadolu’yu geçip İran’a kadar uzatmıştı. Daha sonra Gustav Adolf, 1631’de Erdel’-deki elçisi Paul Strassburgk’u İstanbul’a yollamış, IV. Murad’ı Bethlen Gabor’un yanında ve Avusturya aleyhinde yer almaya teşvik etmişti. O sıralarda Osmanlı Devleti Avusturya ile münasebetlerin bozulmasını uygun görmediğinden bu girişimden olumlu bir netice çıkmadı.
Kraliçe Christina zamanında (1632-1654) iki İsveçli’nin İstanbul’a geldiği bilinmektedir. Bunlardan biri, Kudüs’e giden bir hacı kimliğiyle gayri resmî bazı işlere kalkışan ve kraliçenin şüphelerini celbettiğinden kısa bir süre sonra geri dönmek zorunda kalan Bengt Skytte, diğeri ise bir İran seyahatini arkasında bırakmış olarak Güney Arabistan, Filistin ve Bağdat üzerinden 1653’te İstanbul’a gelen Nils Mathsson Köping’dir. Bunların ardından Clas Brorsson Râlamb’ın fevkalâde elçi sıfatıyla gönderilişi, geriye bir hatırat bırakması ve Osmanlı Devleti’nin o sıralardaki durumuyla ilgili olarak bazı kayıtlar tutmasından ötürü daha ayrıntılı biçimde bilinmektedir. Notlarında, Türkler’in İsveçliler’! Frenk olarak değil Sfed olarak adlandırdıkları gibi tesbitleri dışında Türkler’in Roma’yı zaptederek papayı müslüman yapacaklarına dair boş kehanetleri göze çarpar. Râlamb. 22 Şubat 1657’de Stettin’den hareketle 14 Ma-yıs’ta İstanbul’a geldi ve Kral Kari X. Gus-tav’ın IV. Mehmed’e gönderdiği 23 Eylül 1656 tarihli mektubu teslim etti. Mektup kralın Polonya’ya elçi olarak giden, ancak İsveç tarafından yakalanan Mustafa Ağa’ya teslim edilip gönderilmiş olan 16 Haziran 1656 tarihli bir diğer mektubuna da atıfta bulunmaktaydı. Bu mektup, İsveç-Polonya anlaşmazlıklarında Kırım hanının İsveç’in yanında yer almasının temin edilmesi için kaleme alınmıştı. İsveç’e karşı şüphe ile bakan Osmanlı Devleti, gerek Râlamb^a gerekse kendisine yardım etmek üzere gönderilen Gotthard Welling’e her türlü zorluğu çıkardı. 22 Ocak 1658’de bunlar herhangi bir başarı elde edemeden geri döndüler. Bu devirde İsveç ve Osmanlı devletleri arasında dostane münasebetlerden söz etmek pek mümkün değildir ve II. Viyana Muhasarası ile başlayan Türk savaşlarına İsveçlilerin de katılmış olduklarına dair kayıtlar vardır.
XII. Kari ile (Demirbaş Şarl), İsveç-Osmanlı devletleri arasındaki münasebetler kalıcı bir gelişme gösterdi. İsveç’in İstanbul’da bir elçilikle temsil edilmesi daha II. Mustafa devrinde düşünülmüştü. XII. Karl’ın Ruslar’a karşı yaptığı başarılı mücadeleleri Özi muhafızı Yûsuf Paşa tarafından Sadrazam Çorlulu Ali Paşa’ya bildirildiğinde krala bir elçi gönderilerek irtibata geçilmesi işi sadrazam tarafından Yûsuf Paşa’ya havale edilmiş ve Yûsuf Paşa 1707’de Yergöğülü Mehmed Efendi’yi bu amaçla Thorn’a yollamıştı. Böyle bir irtibatı Önce yadırgayan kral daha sonra İstanbul’da bir elçilik açılması, Rusya’ya karşı askerî yardımda bulunulması, İsveç tüccarları için ticaret serbestisi ve Garp ocaklarının saldırılarının Önlenmesi gibi hususları içeren mukabil bir mektupla cevap vermiştir. Osmanlı Devleti’nin bunları kısmen uygun görmesi üzerine yazışmalar sürdürüldü. Kralın ancak, 1708 -1709 kışında Büyük Petro’ya karşı verdiği mücadele esnasında Ukrayna’da içine düştüğü sıkışık durum karşısında Osmanlı Devleti ile ciddi bir dayanışmayı gerekli gördüğü, başbakan Kari Piper ile Yûsuf Paşa arasındaki yazışmaların çokluğundan anlaşılmaktadır. İstanbul’da ise III. Ahmed’in böyle bir fikre sıcak bakmadığı, hatta Kırım hanının İsveç kralına yardımda bulunmaması için uyarıldığı bilinmektedir. Bu anlamda Kırım hanına verilen emirlerden haberi olmayan kralın, yardım beklentisi içinde Poltava’da üstün Rus kuvvetleriyle savaşa tutuşmayı göze almış olması (8 Temmuz 1709) kuvvetle muhtemeldir.
Poltava hezimetinden sonra Kari önce Dinyepr kıyısında bir Kazak kalesi olan Perevomotjna’ya sığındı. Ardından Tatarlar’m kendisini ortada bırakmış olmalarından ötürü Kırım yerine Özi’ye yönelmeyi tercih etti ve kale kumandanı Abdurrahman Paşa’nın kendisini kabul etmek hususunda çıkardığı zorluklan aşarak kaleye sığındı. Buradan, Martin Neugebauer’i bir dostluk ve ticaret antlaşması yapılması ve mümkünse Rusya’ya karşı yardım temini amacıyla İstanbul’a gönderdi. Kendisi de Özi’den Bender’e geçerek Yûsuf Paşa ile buluştu (8 Ağustos 1709). 28Ağus-tos’ta İstanbul’a varan Neugebauer, iki devlet arasında diplomatik münasebetlerin henüz tesis edilmemiş olmasından ötürü III. Ahmed’in huzuruna çıkamadıy-sa da 7 Eylül’de sadrazam tarafından kabul edildi ve kralın mektubunu ona sundu. Uzun bir bekleyiş ve kralın gönderdiği pek çok mektuptan sonra nihayet Neugebauer elçi olarak resmen tanındı ve 8 Ekim’de, kendisine yardım için gönderilmiş bulunan Stanislaus Poniatovski île birlikte padişahın huzuruna çıkabildi. Kralın mutemedi Poniatovski’nin gayretleri neticesinde İstanbul’da Rusya karşıtı bir cephe oluşmaya başladı. Eylül 1709’da Ruslar’ın, 1000 kişilik bir İsveç kuvvetini Türk sınırları içindeki Çernovitz yakınlarında basmaları üzerine gelişen krize rağmen Rusya ile arzulanan savaş hali zuhur etmedi. Osmanlılar, Neugebauer ve Poni-atovski’nin bütün gayretlerine rağmen Rusya ile mevcut olan barışı yenileyerek uzattılar.
1710 yılında İsveç elçileri, Rusya ile barış halinin devamından yana olan Sadrazam Çorlulu Ali Paşa’nm azlini sağlamayı başardılar. Köprülüzâde Nûman Paşa’nın kısa sadâretinden sonra bu göreve getirilen Baltacı Mehmed Paşa ile işler İsveç’in beklentileri doğrultusunda gelişti ve 1710 Kasımında toplanan Osmanlı meşveret meclisinde alınan savaş kararı 1711 Şubatında kesinleşti. Aynı yılın temmuz ayında Rus çarı Prut’ta kıstırıldı. Kâğıt üzerinde talep edilen şartların kabulü ile çarın zor durumdan kurtulması. XII. Karl’ın mutlak zaferle biten böyle bir savaştan beklediklerinden çok uzaktı. Kralın, 13 Temmuz’da sadrazamla yaptığı ve ağır bir şekilde icraatını tenkit ettiği görüşme neticeyi değiştirmedi ve Ruslar’la 22 Temmuz’da barış antlaşması yapıldı. Rus barışı ve İsveç kralının şikâyetleri Baltacı’nın azline yol açtıysa da halefleri Ağa Yûsuf ve Silâhdar Süleyman Paşa sadâretlerinde de durumda herhangi bir değişiklik olmadı.
Bu gelişmelerden sonra barışın korunmasında önemli bir engel olarak görülmeye başlanan kralın Bender’den ayrılması istendi ve bunun için çeşitli baskılar uygulandı. Bu arada Prut Antlaşması1-na riayete zorlamak amacıyla 12 Kasım 1712’de Rusya’ya karşı ilân edilen savaş Petro’nun tâvizkâr siyasetiyle kuvveden fiile çıkmadı. 1713 başlarında Karl’ın Bender’i terketmesi, 12 Şubat’ta meydana gelen silâhlı bir çatışma ve zorlama ile gerçekleşti [İsveç okul kitaplarında da yer alan “Kalabalık” olayı, “Kalabaliken i Bender] ve kral bu nahoş olay üzerine gözetim altında zorla Edirne’ye getirildi. Bu hareket İstanbul’da büyük bir tepkiye yol açtı ve şeyhülislâm, sadrazam. Kırım hanı ve Bender muhafızının azilleriyle neticelendi. Bir yıldan fazla Dimetoka’da mecburi ikamete tâbi tutulan kral, 12 Temmuz 1714 tarihli mektubu ile memleketine dönmeye hazır olduğunu bildirdiğinden Ağustos içinde kendisine dönüş izni verildi. 19 Eylül’deyola çıkıp 11 Ekim’de memleketine ulaştı.
Kralın Osmanlı topraklarında yaptığı büyük borçların tasfiyesi uzun zaman almıştır. Osmanlı Devleti krala verilmiş olan devlet borçlarını uzun süre istememişti. Borçların unutulduğunun zannedildiği bir sırada, konuyu dile getirmek üzere 9 Haziran 1727’de Kozbekçi Mustafa Ağa elçi sıfatıyla yanında diğer pek çok alacaklı olduğu halde Stockholm’a gitti. Osmanlı Devleti. İsveç’ten kralın borçlarına karşılık 2000 kesefl milyon İsveç taleri talep etmekteydi. Ayrıca iki devlet arasında bir ticaret antlaşmasının akdi ve İstanbul’a bir İsveç elçisinin gönderilmesi arzulan-maktaydı. İstanbul’a XII. Kari tarafından elçi olarak gönderilen Neugebauer, Şubat 171 l’de Bremen’e tayin edildiğinden yerini Thomas Funck almış. Funck 15 Kasım 1713’te ölünce başka bir tayin yapılmamış ve işlerin Fransız elçisi Marquis Desalleurs vasıtasıyla yürütülmesi tercih edilmişti. XII. Karl’m 1718’de ölümünden bir yıl sonra İstanbul’a Perman’m elçi olarak yollanması düşünülmüşse de adayın bunu kabul etmemesi üzerine söz konusu teşebbüs neticesiz kalmıştı. Osmanlı hükümetinin talebi üzerine 1727’de Hamburg’da İsveç elçisi olan Graf Reenstier-na’nın elçi olarak gönderilmesine karar verildi, ancak bu defa da adı geçen kişi yola çikamadan öldü. Borçların hemen ödenmesine ise İsveç’in içinde bulunduğu malî sıkıntı sebebiyle imkân görülmemekteydi. Bunun üzerine Mustafa Ağa 2 Ağustos 1728’de geri dönmek zorunda kaldı.
1 Nisan 1733’te gönderilen Mehmed Said Efendi para meselesi yanında İsveç ile bir ittifak yapılmasına ağırlıklı olarak eğildi. Borcun tamamının tahsil edilmesini mümkün görmediğinden iki devlet arasındaki dostluktan ötürü istenen meblağın yarısına da razı olunduğunu dile getirdi. Buna rağmen Mehmed Said Efendi de herhangi bir ödeme yapılmasını sağlayamadı ve 24 Temmuz 1733’te geri döndü; İsveç’ten ancak gerektiğinde Rusya ile savaşma ve İstanbul’a bir elçi yollama sözü alabilmişti.
Nisan 1734’te İstanbul’da maslahatgüzar olarak görevlendirilen Kari Fredrik von Höpken ve lfwar Karlson vasıtasıyla İsveç’e borçların yarı yarıya tenzil edilebileceği bildirildi. Tamamından vazgeçilebileceği ümidiyle bu teklife olumlu cevap verilmemekle beraber Polonya’da vazife görmekte olan Kari Rudenschöld İstanbul’a elçi olarak tayin edildi, ancak o da İstanbul’a gitmedi. İlişkileri yürütmekte olan Fredrik von Höpken ve Karlson ile yapılan görüşmeler neticesinde 10 Ocak 1737’de iki devlet arasında bir ticaret antlaşması, 4 Ocak 1740 tarihinde de bir ittifak antlaşması yapıldı. Bu ittifak antlaşması ile İsveç’e malî yardımda bulunulması öngörülmekle beraber XII. Karl’ın borçlarından vazgeçilmiş değildi. Borç meselesi uzun görüşmeler ve pek çok rüşvet neticesinde nihayet çözüldü. Buna göre İsveç, tam teçhizatlı ve yetmiş iki toplu bir savaş gemisiyle 30.000 süngülü tüfek, biri havan olmak üzere yedi top yollayarak XII. Karl’ın borçlarını ödemiş olacaktı. Gerçekten yetmiş İki toplu ve Sverig adını taşıyan gemi yola çıkarılmışsa da Cebelitarık’ta batmış, ancak otuz iki toplu Patrioten gemisi 10.000 tüfek yüklü olarak 11 Şubat 1739 tarihinde İstanbul’a gelebilmiştir. Görüşmeler ve ödenen rüşvetler sonucunda alacak 19.000 tüfeğe indirildi ve XII. Karl’ın imzaladığı borç senedi iade edildi. Senet, Albay Malcolm Sinclair ile yola çıkarıldıysa da bunun Silezya’da öldürülmesi üzerine (17 Haziran 1739) Ruslar’ın elinde kayboldu. Daha sonra Hamburg’da ortaya çıkan senet Nisan 1740’ta İsveç’e getirildi. Aynı yıl Ulrika adını taşıyan bir İsveç gemisi 6000 tüfekle İstanbul’a gelmiş, ağır rüşvetler neticesinde geri kalan 13.000 tüfekten vazgeçilmiştir.
Höpken ve Karlson 1745’te İstanbul’u terkettikten sonra Gustav de Celsing İsveç elçiliğine tayin edildi; ancak o da 1770te yerini kardeşi Ulric de Celsing’e bıraktı. Bu iki kardeşin babaları olan Gustav de Celsing, daha önce XII. Karl’ın isteği üzerine Türkçe öğrenmek üzere Ben-der’den İstanbul’a yollanmış; Eylül 1711’de Türkçe olarakyazdığı ve Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa’nın tutumundan şikâyet ettiği bir mektubu, Türk kıyafetine bürünmüş olarak cuma namazı için camiye girmekte olan III. Ahmed’e vermeyi başarmıştı. Baba ve İki oğul olarak uzun zaman İstanbul’da hizmet veren bu ailenin zengin resim koleksiyonu ve kütüphanesi günümüze ulaşmış bulunmaktadır. Ulric’in Arapça, Türkçe ve Farsça eserlerden oluşan kütüphanesi Upp-sala Kütüphanesi’ndedir. UIric’i 1782-1791 arasında Gerhard Johan Balzar von Heidenstam. kısa bir müddet için Pehr Olof von Asp ve 1796 -1799yıllarında Ig-natius Mouradgea d’Ohsson takip etmiştir. İsveç’in 1757’den beri içinde küçük bir kilisesi bulunan bir sefarethanesi vardı.
1741 -1743 İsveç – Rus savaşı esnasında Osmanlı Devleti iki devlet arasındaki ittifaka rağmen müdahif olmadı. Bu sıralarda Prusya ile Osmanlı Devleti arasında ilk temaslar İsveç vasıtasıyla kuruldu ve yürütüldü. II. Friedrich. Osmanlı Devleti ile kurmak istediği siyasî ilişkilerde İstanbul’daki İsveç temsilcileri Höpken ve Karlson’un yardımlarından faydalanmıştır. Nitekim II. Friedrich’in ilkya’zışmaları bunların vasıtasıyla oldu. İsveç ve Prusya arasındaki hısımlığın da bu konuda yardımcı bir unsur olduğu anlaşılmaktadır. Zira II. Friedrich’in kız kardeşi Ulrike Luise, 1744’ten beri sonradan İsveç kralı olacak olan Adolf Friedrich ile evliydi. Bu evlilik o zaman İsveç kralı tarafından Babıâli’ye resmen bildirilmişti. Prusya’yı da Osmanlı-İsveç yakınlığına çekebileceği düşüncesinde olan Babıâli bu izdivacı memnuniyetle karşılamış ve Sadrazam Hasan Paşa, İsveç kralına bir tebrik mektubu ile mukabele etmişti. Özellikle Avusturya’ya karşı, Osmanlı Devleti ile birlikte İsveç ve Prusya’nın müşterek hareket etmesinin icap ettiğini düşünen Bonneval Ahmed Paşa’nın başını çektiği ve Avusturya ile barışın muhafazası taraftarı olan Şeyhülislâm Pîrîzâde Mehmed Efendi’nin rakibi sayılan Rumeli Kazaskeri Ebûishak-zâde Esad Efendi’nin de dahil bulunduğu bir grup, Protestanların Katolikler’e nazaran daha az mutaassıp olduklarından ve Katolikler’e karşı Türkler gibi amansız bir mücadele içinde bulunduklarından bahisle Osmanlı Devleti’ni İsveç ve Prusya ile ortak hareket ettirmeye çalışmaktaydılar. Esad Efendi, İsveç elçisi Karlson’a bu evliliğin bizzat II. Friedrich tarafından da Babıâli’ye bildirilmesini teklif etmekteydi. Bonneval’in ise İsveç ile sıkı bir yazışma trafiği içinde olduğu bilinmektedir. 17SS’te resmî ilişkilerin kurulması için II. Friedrich’in yaptığı teşebbüsler ve gizlice bir adamını yollamasıyla ilgili faaliyetlerinde, o sırada İsveç başbakanı olan eski İstanbul elçisi Höpken ile İstanbul’daki İsveç temsilcisi Gustav de Celsing faal rol oynamışlardır. Gizlice gönderilen Rexin. Celsing’in yardımını sağlamış olarak Babıâli ile irtibata geçebilmiştir. Bütün görüşmeler ve yazışmalar yine Celsing tarafından sürdürülmüş ve Babıâli, 1755-1760 yıllan arasında Prusya ile yapılan gizli görüşmelerde İsveç’i muhatap almıştır.
XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tahta çıkış, evlenme gibi münasebetlerle devam eden resmî yazışmalar, asrın son çeyreğinde Rusya’nın bu iki devleti de tehdit eden genişleme politikası doğrultusunda tekrar ciddiyet kazandı. XII. Kari zamanında Ruslar’a karşı sürdürülen savaş (Kuzey Savaşı) 1721 Nystad Antlaşması ile son bulduğunda, 1699 Karlofça ve 1700 İstanbul antlaşmalarını imzalayan Osmanlı Devleti gibi İsveç’in de kuzeyde büyük bir güç olma hali sona ermiş ve iki devletin bu bölgedeki üstün durumu, yerini Avusturya ile Baltık ve Azak denizine çıkma başarısını gösteren Rusya’nın yükselişine bırakmıştır. 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşı İsveç tarafından yakından takip edilmiştir. 1770’te Rus donanmasının Cebelitarık’tan geçerek Akdeniz’e girmesi, Osmanlı Devleti’nin İspanya ve Fas ileyakınlaşmasmi icap ettirdiği gibi. Rus filosunun Baltık’tan çıkış noktasını teşkil eden Sund Boğazı’nın İsveç tarafından kontrol edilmekte olması İsveç ile de sıkı bir iş birliğine girilmesini kaçınılmaz hale getirmiştir. 1783’te Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı. III. Gus-tav’a Osmanlı Devleti ile müştereken Rusya’ya karşı savaşma ümitlerini verdi ve 1787’de başlayan Osmanlı – Rus (ve Avusturya) savaşı 1788-1790 İsveç-Rus savaşı ile zaman zaman kesişti ve beraber gelişti, nihayet ortak düşmana karşı verilen mücadele iki devlet arasında tekrar bir ittifak antlaşmasını gündeme getirdi. 11 Temmuz 1789 tarihinde yapılan antlaşma, Osmanlı Devleti’nin İsveç’e savaşa katkı payı olmak üzere para yardımı yapmasını öngörmekteydi ve taraflar birbirlerini yüzüstü bırakan herhangi bir müstakil barışa yanaşmayacaklardı. İki devlet arasındaki ittifaka, İsveç’in Rusya ile barışa yanaşmış olmasına rağmen 1790″da Osmanlı-Prusya ittifakının yapılması ile yeni bir canlılık getirildi ve İsveç’in savaşa devamını temin gayesiyle büyük paralar ödenmesinden kaçınılmadı. Bu arada askerî teknik yardımda bulunmak üzere Georg Joseph von Brentano İstanbul’a gönderildi. Buna rağmen savaşın gidişi İsveç’i müstakil bir barışa mecbur bıraktı ve 15 Ağustos 1790’da Babıâli’nin hayal kırıklığı ve infialine yol açmış olarak Verela Barışı ile savaştan çekildi. İttifak antlaşması ile öngörülen ödemelerin geri kalan taksitlerinin tediyesinde ısrar edilmesi, özellikle Mouradgea d’Ohsson’un elçiliği sırasında iki devlet arasında yoğun temaslara yol açtı. Bununla beraber Osmanlı Devleti, antlaşmaya riayet edilmemesi ve tek taraflı olarak savaştan çekilip ayrı bir barış yapılmış olması gibi haklı gerekçelerle herhangi bir Ödemeye yanaşmadı.
III. Selim devri yeniliklerinde hizmeti geçen İsveçliler Önemli işler başarmışlardır. Brentano, savaş esnasında Rusya ile seferin şevki hakkında ve diğer askerî konularda çeşitli raporlar hazırlamıştır. Brentano, Nizâm-ı Cedîd’le ilgili lâyiha vermesi istenen zevat içinde olup lâyihası askerin Avrupa tarzında tâlim ve terbiyesi ve düzenlenmesine dairdir ve III. Selim kendisini ismen sorduracak kadar yakından tanımaktadır. Aynı şekilde yine İsveç elçiliğinde vazife görmekte olup daha sonraları elçi olarak tayin edilecek olan Mouradgea d’Ohsson’un da Özellikle bir kara mühendishânesi kurulması gerektiğine dair lâyiha takdim ettiği bilinmektedir. İsveçli mühendisler içinde Fredrik Ludvig Af Klinteberg gemi yapımında ve gemi inşa mühendisleri yetiştirilmesinde. Rhode ise Haliç’teki büyük havuzun inşasında başlıca hizmet gören mühendislerdir. Elçilikgörevini sürdürmekte olan Mouradgea d’Ohsson’un İstanbul’da ihtilâl Fransa’sının temsilcileriyle yakın ilişkiler içine girmesi ve Fransa’nın Mısır’a saldırması üzerine (2 Temmuz 1798) gelişen olaylarda Fransa yanlısı bir siyaset izlemesi, neticede kendisinin “istenmeyen adam” ilân edilmesine yol açmış ve yerine Osmanlı Devleti’nin talebi doğrultusunda “gerçek bir İsveçli” olarak Kari Gustav von König’in İstanbul’a elçi tayin edilmesi sağlanmıştır (1799).
XIX. yüzyılın ilk on senesinden sonraki yıllarda iki devlet arasında önemli gelişmeler kaydedilmedi. İstanbul’daki İsveç elçiliği zaman zaman temsilcisiz kaldı, hatta hiç yollanmaması dahi gündeme geldi. 1818’de yanan elçilik binasının tekrar inşası bile ancak 1870’te gerçekleşti. Bu devir ilişkilerine genelde ekonomik meseleler ve yapılan ticaret antlaşmaları hâkim oldu. İsveç’in, 1812’de Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1806’da başlayan savaşın Bükreş’te bir barış antlaşması ile sonuçlanması aşamasında, Napol-yon’a karşı İngiltere ve Rusya’yı da içine alacak dörtlü bir ittifak arayışı içine girmesi bu dönemin son siyasî temaslanndandır. Barışın bir an Önce akdi ve böyle bir ittifakın tahakkukunu temin için Arvid David Hurnmel ve General Johan Henrik Tawast 23 Haziran 1812’de İstanbul’a gelirlerse de Ruslar’la yapılan görüşmelerin neticelenmek üzere olması barış akdinde İsveç temsilcilerinin bir rol oynamalarını imkânsız kılar, ittifak girişimleri ise olumlu bir sonuç vermez. 1853 -1856 Kırım Savaşı esnasında İsveç dış politikasını İngiltere ve Fransa çizgisine çekip 21 Kasım 1855’te Osmanlı Devleti’nin de içinde bulunduğu bu devletler grubu île bir ittifaka girerek Rusya’ya karşı tavır almıştır.
TDV İslâm Ansiklopedisi