Diğer semavî dinlerdeki gibi İslâm inancına göre de Allah mekândan münezzeh olmakla birlikte özellikle sembolik birtakım bedenî hareketlerin söz konusu olduğu bazı ibadetlerde yön tasavvuru, ibadetin belli bir yöne dönmek suretiyle ifası, gerek ibadet disiplini gerekse kişinin manevî bir merkezle bütünleşmesi açısından gerekli görülmüştür. Bu durum, insanın mutlak ve aşkın olan Allah’la içte ve manevî planda bütünleşmesi için önemli bir vasıta olduğu gibi bu bütünleşme ve birliğin (tevhid) dışta ve sosyal alandaki tezahürü de aynı manevî merkeze yönelen insanların (ümmet) birliğini temsil aracı olarak büyük önem taşır. Hz. Peygamber’in, “Sizden biri kıbleye yöneldiği zaman Allah’a yönelmiş olur ve, “Kim bizim namazımızı kılar, kıblemize yönelir, kestiğimiz hayvanın etini yerse o Allah’ın ve resulünün güvencesi altındaki müslümandır; Allah’ın verdiği güvenceyi bozmayın” mealindeki hadislerinden ilki kıblenin iç ve manevî, diğeri de dış ve maddî alandaki işlev ve önemini ortaya koymaktadır. Son hadis ve aynı muhtevadaki diğer bazı hadisler Resûl-i Ekrem’in davetini kabul eden müslümanları diğer din bağlılarından ayıran ve İslâm ümmetine mensubiyetin görünürdeki işaretleri olan belli başlı davranışları açıklamakta, namazın bir şartı ve parçası olduğu halde kıblenin ayrıca zikredilmesi de ona atfedilen önemi göstermektedir.
Her manevî oluş temelde ferdî bir mahiyet taşır. Aynı ruhî ve manevî temayüllere sahip bulunan insanlar arasında birlik ve bütünleşme de ancak ortak maddî ve içtimaî tezahürlerle mümkün olur. Kur’ân-ı Kerîm’de her ümmetin yöneldiği bir kıblesi bulunduğuna yapılan vurgu [Bakara 2/148] maddî ve manevî alanda ortak şuura bağlı bir toplumun teşekkülünde kıblenin son derece önemli rol oynadığını göstermektedir. Gerek manevî ferdî derinlik ve olgunluk gerekse ortak toplumsal kimlik bakımından namaz ve kıblenin sahip olduğu merkezî rol sebebiyle İslâm ümmetine mensubiyet ehl-i salât veya daha yaygın olarak ehl-i kıble şeklinde ifade edilmiş, din yorumlan ne kadar farklı ve aşırı olursa olsun temel çerçevenin dışına çıkmadıkça bütün mezhep ve fırkalar ehl-i kıble olarak müslüman sayılmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de kıble kelimesi beş âyette yedi defa tekrarlanmakta [Bakara 2/142-145; Yûnus 10/87] konuyla ilgili hükümler ayrıca muhtelif âyetlerde [Bakara 2/115, 146-150] ve birçok hadiste yer almaktadır. Yûnus süresindeki âyette kıble çeşitli yorumlara göre namazda yönelinecek taraf şeklindeki terim anlamıyla veya mecazen mescid mânasında geçmekte, Bakara sûresinin 115. âyetinde doğunun da batının da Allah’a ait olduğu, hangi tarafa dönülürse dönülsün Allah’ın zâtıyla karşılaşılacağı ifade edilmektedir. Bakara süresindeki diğer âyetler ise (142-150) kıblenin nihaî olarak Kudüs’ten Kabe istikametine çevrilişini ve bu konuda meydana gelen polemiklere verilen ilâhî cevabı konu edinmektedir. Namaz dışındaki diğer bazı ibadet ve davranışlarda kıbleye dönülmesiyle ilgili fıkhî ahkâm ise daha çok bu konudaki hadislere dayanır.
TDV İslâm Ansiklopedisi