İslâm kaynaklarına göre Kabe Hz. İbrahim’den beri kıble idi. Kıblenin Kabe’ye çevrilmesi üzerine yahudilerin takındığı tutumu kınayan âyetlerde [Bakara 2/144-146] Ehl-i kitabın gerçeği bilmekte, fakat gizlemekte olduğunun ifade edilmesi müfessirlerce bu hususun onlara gönderilen ilâhî kitaplarda da teyit edildiği şeklinde yorumlanır. İslâmiyet’in zuhurundan önce Hanîfler de Kabe’ye saygı gösteriyor ve ona doğru yönelerek namaz kılıyorlardı. Putlara tapmayan ve ilk müslümanlardan olduğu bilinen Ebû Zer el-Gıfâri’nin belirttiğine göre müslüman olmadan iki veya üç yıl önce namaz kılmaya başlamış, hangi tarafa döndüğü sorulduğunda da “rabbimin beni döndürdüğü tarafa” cevabını vererek belirli bir istikamet aramadığını ifade etmiş, Mekke’ye geldiğinde de Kabe’nin yanına gidip Müslümanlığını ilân etmiştir. Hz. Peygamber’in hicretten Önce on yıl boyunca kıble olarak hangi tarafa yöneldiği konusunda kesin bir bilgi bulunmamakta, bu hususta üç farklı rivayet zikredilmektedir. Katâde’den nakledilen rivayete göre Resûl-i Ekrem Mekke döneminde Kudüs’e yönelerek namaz kılmıştır. İbn Cüreyc, Resûlullah’ın önceleri Kabe’ye, daha sonra Kudüs’e yönelerek namaz kıldığım kaydeder. Bu iki rivayet çerçevesinde ensann da hicretten önce iki veya üç yıl boyunca Kudüs’e doğru namaz kıldığı belirtilir. İbn Abbas’tan nakledilen ve bu iki görüşü telif eden rivayete göre İse Hz. Peygamber Kabe’yi önüne alarak Kudüs’e doğru namaz kılmaktaydı. İbn Abbas, namazın mi’rac gecesi Kudüs’e doğru farz kılındığını kaydeder. Medineli müslümanlardan olup İkinci Akabe Biatı’na katılan ve Resül-i Ekrem’e ilk biat eden Berâ b. Ma’rûr, Kabe’ye arkasını dönmeyeceğini belirterek Mekke’ye doğru namaz kılarken diğer müslümanlar Hz. Peygamber’in Kudüs’e yöneldiğini ileri sürerek ona uymadılar.
Mekke’ye geldiklerinde Berâ durumu Resûlullah’a anlatınca böyle yapmamasını ve bulunduğu kıble üzerine sabretmesini istemiş, o da Kudüs’e yönelerek namaz kılmıştır. Bununla birlikte Berâ b. Ma’rûr, hicretten bir ay kadar önce vefat edeceğini hissedince Kabe’ye doğru defnedilmesini vasiyet etmiştir.
Mekke dönemiyle ilgili rivayetlerin farklılığına karşılık hicretten sonra belli bir süre Kudüs’ün kıble olduğu hususunda görüş birliği vardır. Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde Tevrat’ta kendisi hakkında bilgi sahibi olan yahudilerin çoğunlukta bulunduğunu görünce onlarla iyi ilişkiler kurup kendisine tâbi olmalarını umarak namazda yine kutsal bir mabedin (Mescid-i Aksa) yer aldığı Kudüs’e yöneldi. Bu uygulamanın dayanağı konusunda Resûl-i Ekrem’in muhayyer bırakıldığı ve onun da belirtilen amaçla tercihini Kudüs yönünde kullandığı yahut bunu Allah’ın emriyle yaptığı şeklinde ulemâ arasında iki farklı yaklaşım mevcuttur. Bu iki yaklaşım, aynı zamanda Kur’an’ın sünneti neshedip etmeyeceği konusundaki görüş ayrılığının da gerekçelerinden biridir.
Medine döneminde Kudüs’ün ne kadar süreyle kıble olarak kaldığı hususuna gelince dokuz, on, on üç, on sekiz, on dokuz ay veya iki yıl gibi isnadı zayıf rivayetler bir tarafa bırakılırsa genel olarak hicretten on altı veya on yedi ay sonra kıblenin Kabe’ye çevrildiği kabul edilir. Bu süre içinde Hz. Peygamber Kudüs’e yönelerek namaz kılmakla birlikte ilgili âyette de. “Biz senin yüzünü gökyüzüne çevirdiğini biliyoruz. Şimdi seni hoşnut olacağın kıbleye döndüreceğiz” [Bakara 2/144] denilerek işaret edildiği üzere Kabe’nin kıble yapılmasını arzulamakta ve bu hususta bir vahiy beklemekteydi. Bu arzunun, yahudilerin, “O ve ashabı kıblelerinin neresi olduğunu bilmiyorlardı, biz öğrettik veya, “O bize muhalefet ediyor, ama kıblemize uyuyor şeklindeki sözlerinden duyduğu üzüntüden kaynaklandığı yahut yahudilerin İslâm’a girmesinden ümidini kesmesi, Kabe’nin Hz. İbrahim’in kıblesi olması ve Araplar’ı İslâm’a davet için daha uygun bulması sebebiyle bunu arzuladığı kaydedilir. Âyetin devamında yer alan, “Artıkyüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de -ey inananlar-nerede olursanız olun yüzlerinizi ona doğru çevirin” hükmü bu dua ve beklentinin ilâhî irade tarafından onaylandığını ve kalıcı bir ilke olarak vazedildiğini bildirmekte, müteakip âyetler de Ehl-i kitap ile müslümanların kıblelerinin kesin bir şekilde ayrıldığını vurgulayarak Kabe’ye dönme hükmünü pekiştirmektedir.[Bakara 2/145, 148-150]
Kıblenin Kudüs’ten Kabe yönüne çevrilişinin Öğle veya ikindi namazı sırasında gerçekleştiği ve namazın iki rek’atının Kudüs’e, son iki rek’atının Mekke’ye yönelik kılındığı, yahut vahyin namaz dışında indiği ve ilk olarak ikindi namazının Kabe’ye yönelik kılındığı şeklinde farklı rivayetler nakledilmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber’in Mescid-i Nebevî’de öğle namazını kılarken kıblenin değiştiğine dair bir rivayet nakledilirse de Bişr b. Berâ b. Ma’rûr’un annesini ziyarete gittiğinde Benî Selime Mescidi’nde öğle namazı kıldığı sırada kıblenin değiştiği ve bundan dolayı da buranın Mescidü’l-kıbleteyn diye anıldığı rivayeti daha sağlam kabul edilmektedir. İkindiyle ilgili rivayet de Kabe’ye doğru tam olarak kılınan ilk namaz olarak yorumlanabilir. Bu sırada Resûl-i Ekrem ile birlikte namaz kılan bir kişinin ensardan ikindi namazını kılmakta olan bir grubun yanına geldiği ve kendilerine kıblenin değiştiğini söylemesi üzerine onların da dönerek Kabe’ye yöneldikleri aynı durumun ertesi gün Küba’da sabah namazı sırasında gerçekleştiği ve kıblenin değiştiğini öğrenen müslümanların namazda Kabe’ye döndükleri rivayet edilir. Her iki yerde de kıblenin değiştiğini haber veren sahâbînin Abbâdb. Bişr olduğu kaydedilir.
İlgili âyetlere de yansıdığı üzere kıblenin bu şekilde tahvili yahudiler, münafıklar ve müşrikler tarafından önemli bir polemik konusu yapılmış, müslümanlann kendileriyle paylaştıkları kıblenin değişmesine yahudiler tenkit ve alayla tepki göstererek, “O (peygamber) bizim kıblemizi hasetten dolayı terketti, çünkü bizim kıblemiz peygamberlerin kıblesidir.
Bizim kıblemiz üzere kalsaydı beklediğimiz peygamber olmasını umardık münafıklar “Doğum yerini özlediği için kıblesini değiştirdi. Bir zaman bir kıble, sonra başkası, ne oluyorlar? müşrikler ise kendi yandaşlarına yönelik, “Dinini şaşırdı, doğru yolda olduğunuzu görerek size yöneldi, sizin dininize girebilir” şeklindeki sözlerle müslümanlan tereddüde sürükleyip tahrik etmeye çalıştılar. Kur’an, “süfehâ (dar kafalı, beyinsiz) kimseler” olarak nitelendirdiği bu grupların giriştiği fesat ve dedikodu kampanyasını sert bir dille eleştirerek doğunun da batının da Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın dilediğini doğru yola ileteceğini, müslümanlann başlı başına seçkin bir ümmet kılındığını, kıble değişikliğinin de Hz. Peygamber’e içten bağlı olanlarla iki yüzlüleri ayırt etmek için yapıldığını, bu sebeple kıble tahvilinin inanmayanlara ağır geleceğini bildirdi.[Bakara 2/142-143] Bu açıklama muhaliflere bir cevap, müslümanlar için de moral kaynağı oldu. Çünkü herhangi bir yön bizzat kendinden dolayı kıble olamaz. Allah kullan için bir yönü kıble olarak belirlediği için o yön kıble olur. Onların, eğer Kabe gerçek kıble ise daha önce kılınan namazların geçersiz olacağı ve o durumda ölenlerin sapıklık üzere ölmüş olacakları şeklindeki iddiaları ve bazı müslümanlann da zihinlerinin bu sorularla meşgul olması üzerine Bakara sûresinin 143. âyetinde müminlerin amellerinin asla zayi edilmeyeceği belirtilerek şüpheler ortadan kaldırılmış ve inkarcılar susturulmuş oldu.
Kıblenin önce Kudüs’e, ardından Kabe’ye çevrilmesi hem geleneksel olarak Kabe’ye bağlı olan Arap müslümanlan, hem kutsal kitaplarında Hz. Peygamber hakkında bilgi sahibi olan ve onun kendilerine muhalefetini inkârları için bahane olarak kullanmaya hazır yahudiler açısından önemli bir sınavdı. Nitekim bu olay üzerine yukarıda işaret edilen tepkileri ve inananları tereddüde sevkedecek tavırlarıyla münafıklar inkârlarını açığa vurmuşlar, yahudiler ve müşrikler de küfürlerinde ısrar etmişlerdir. Hicret sonrasında Medine’de siyasî ve hukukî kimliğiyle oluşan yeni İslâm toplumunun sağlam temellere dayanması açısından dinî mensubiyetin en esaslı tezahürlerinin başında gelen kıble konusu son derece önemli bir işlev gördü. Bu suretle İslâm toplumuna gönülden bağlı olanlarla olmayanlar kesin şekilde ortaya çıkarak saflar iyice belirgin hale geldi, kıblenin tahviliyle ilgili son âyette de [Bakara 2/ 150] işaret edildiği üzere inkâr ehlinin kıble konusunda müslümanlar aleyhine ileri sürebilecekleri tutarlı bir gerekçeleri kalmadı. Böylece “Allah’ın evi” (beytullah) diye nitelenen Kabe, Allah’ın huzurunda duruşun ve O’na yönelişin en derin ve somut ifadesi sayılan namaz başta olmak üzere çeşitli ibadet ve davranışlarda yönelinen, bu bakımdan İslâm ümmetinin birliğinin en önemli tezahür ve sembolü olarak nihaî kıble yapılmıştır.
TDV İslâm Ansiklopedisi