Kefaret. Dinin belirli yasaklarının ihlâli durumunda yapılması istenen malî veya bedenî ibadet.
Sözlükte “örtmek, gizlemek, inkâr etmek” mânasındaki küfr kökünden gelen kefaret (keffâret) günah ve hataları örtücü, telâfi edici kurban, sadaka, oruç gibi davranışları ifade etmektedir. Kefaret kelimesinin Arapça’ya “günahları telâfi etme, ortadan kaldırma” anlamına gelen İbrânîce kappârâ ve onun kökü olan kipperden geçtiği ileri sürülmektedir. Süryânîce (kefar) ve Asurca (kapâru) gibi dillerde de ses ve mâna benzerliğiyle aynı kelimenin varlığı bunun menşeinin tesbitini zorlaştırmakta ancak İbrânîce kipper ile Akkadca kuppuru arasında ilgi kurulmaktadır.
Fıkıhta kefaret
, dinin belirli yasaklarını ihlâl eden kimsenin hem ceza hem de Allah’tan mağfiret dilemek maksadıyla yükümlü tutulduğu köle azat etme, oruç tutma, fakiri doyurma ve giydirme gibi malî veya bedenî nitelikli ibadetlerin genel adıdır. Kur’an’da kefaret kelimesi üç âyette dört defa geçmekte olup bunlardan kısastan söz eden âyette, yapılan bağışlamanın ya da malî fedakârlığın işlenen günah için kefaret olacağı bildirilir.[Mâide 5/45] Diğer âyetlerde bilerek yapılan yeminin [Mâide 5/89] ve ihramda iken avlanma yasağını ihlâlin cezası açıklanır.[Mâide 5/95] Ancak Kur’an’da kefaret kavramına atıf bundan ibaret olmayıp hacda tıraş olmak, hatâen adam öldürmek ve zıhâr yemini gibi belirli kural ve hak ihlâlleri halinde de kefaret kelimesi kullanılmaksızın bu mahiyette bazı yükümlülükler getirilir.[Bakara 2/196; Nisâ 4/92; Mücâdile 58/2-4] Ayrıca Kur’an’da genel bir anlatımla, işlenen günahların ve yapılan kötülüklerin Allah hakkına taalluk eden kısmının tövbe, iyi davranışlar, iman ve sâlih amelle bağışlanıp örtüleceği sıkça tekrarlanır ve müminlerin de böyle dua etmesi öğütlenir.[Âl-i İmrân 3/193, 195; Nisâ 4/31; Mâide 5/12, 65; A’râf 7/153; el-Enfâl 8/ 29;Hûd II/Ii4; Tegâbün 64/9] Bu çeşit âyetlerde kullanılan “tekfir” kalıbının dinî terminolojideki kefaret kavramıyla hem kök hem anlam birliği vardır.Değişik yönleriyle kefaret konusuna temas eden hadislerin sayısı hayli fazladır. Bu hadislerde Kur’an’da ana hatlarıyla açıklanan kefaretlerin ayrıntısı verildiği gibi ramazan orucunu mazeretsiz bozma bşşta olmak üzere birtakım dinî yasak ihlâlleri İçin de ihlâlin ağırlığına göre kefaret olarak ibadet türünden bazı yükümlülükler getirilmiştir. Hadislerde kefaret kelimesinin işlenen günah ve kötülükleri örten, kişinin Allah katında affedilmesine vesile olan her türlü olumlu davranışı kuşatan geniş bir kapsamı da vardır ve bu bağlamda beş vakit namazın, cuma namazının, orucun, umrenin, hadlerin infazının, çekilen hastalığın ve başa gelen musibete sabretmenin işlenen küçük günahlar için kefaret olacağı beyan edilmiştir. Bazı hadislerde, kusurlu davranışları telâfi edici tedbirlerin veya unutulan namazın hatırlandığında kılınmasının kefaret olarak adlandırılması da bunların yapılan hatayı örtücü olumlu bir davranış olduğuna işaret eder.
Kefaret konusu, dinî bir kuralın çiğnenmesinin toplum ve kul hakkına ilişkin sonuçlarını değil Allah hakkına ilişkin uhrevî sonuçlarını telâfiye, işlenen günahın Allah tarafından affedilmesini talebe yönelik bir imkân ve yükümlülük olduğundan mahiyeti itibariyle dinin ibadetler alanına giren ve taabbüdî nitelik taşıyan (dinin ancak naklîdelille bilinebileni hükümleri arasında yer alır. Bu durum, hem kefareti gerektiren davranışların neler olduğu hem de kefaretin nasıl ve ne şekilde yerine getirileceği hususunu birlikte kapsar. Bunun için de fıkıh literatüründe ayrıntılı biçimde ele alınan kefaret konusunun ana malzemesini dinî bildirimin iki temel öğesi olan âyetler ve hadisler teşkil etmiş, fakihlerin bu konuya olan katkısı mevcut metin ve rivayetlerin değerlendirilmesi ve yorumlanması tarzında olmuştur. Fıkhın klasik sistematiğinde kefaretlerin ibadetler grubunda yer alması, kefareti ifa şekillerinin şer’î belirlemeler (mukadderât-ı şer’iyye) olarak kabulü, kefaretle yükümlü tutulmanın Allah’ın lütuf ve kereminin bir tezahürü olarak müslümanlara tanınan bir imtiyaz ve imkân olarak görülmesi, kefaretlerde ibadetle mükellefiyet ehliyetinin ve ibadetlere has bazı şartların aranması bu sebepledir. Kefaretler arasında kıyasın cereyan etmeyeceği görüşünün gerekçesi de budur. Ancak köle azadı, fakiri doyurma ve giydirmede olduğu gibi kefaretin ifası mükellefin dışında bir şahsın hakkını da ilgilendirdiği için mükellefiyetin bazan bu hakka ağırlık verilerek belirlendiği de olur.
Kefaret işlenen kusurlu davranış, hata ve günah dolayısıyla Allah’tan af ve mağfiret dileme mânasına geldiğinden geniş anlamıyla tövbenin bir türüdür. Kişiyi gönüllü olarak şahsen olgunlaştırmayı ve eğitmeyi, bu vesileyle ayrıca sosyal yapının da güçlendirilmesini hedef alır. Nitekim hatâen katlin kefaretinden söz eden âyette ifanın tövbe yerine geçtiğine işaret edilmesi [Nisâ 4/92] hadislerde günahın kefaretinin tövbe olduğunun belirtilmesi kefaretlerin ibadet türünden belirlenmesi ve kefaret yükümlüsünün affedilmeyi talep niyetinin bulunmasının şart koşulması kefaretle tövbe arasındaki yakın ilişkiye dikkat çekmekte ve kefaretleri âdeta fiilî tövbe olarak tanıtmaktadır. İşlenen her bir günahı tövbe ile ya da ibadet ve iyilik yapıldığında Allah’ın affedebileceği mesajı ve bu konuda varit olan teşvikler, hadislerde ibadetlerin, erdemli davranışların veya büyük günahlardan kaçınmanın küçük günahlar için kefaret olacağının ifadesi de kefaretlerin bu yönünü ön plana çıkarmaktadır. Bununla birlikte bu geniş anlamıyla kefareti takdir ve ifa mükellefin istek ve tercihine bırakılmış, âyet ve hadislerde sadece belirli hata ve günahlar için bir kefaret yükümlülüğü getirilmiş, yükümlülükler de hem oruç gibi ferdî yarar hem de köle azadı, fakiri doyurma ve giydirme gibi sosyal yarar ağırlıklı ibadet türlerinden seçilmiştir.
Kefaret Sebepleri. Kur’an’da bilerek yapılan yeminin bozulması, zıhâr yemini, hatâen adam öldürme, ihramlının avlanması veya tıraş olması şeklindeki beş ihlâl için kefaret öngörülürken sünnette ayrıca ramazan orucunun bilerek ve mazeretsiz bozulması da kefaret sebebi olarak belirlenmiştir. Hayızlı kadınla cinsî münasebetin kefareti mucip olduğuna dair sıhhati tartışmalı bazı hadisler de mevcuttur. Bunlardan ayrı olarak literatürde, bir kısım hac menâsîkinin terki veya ihram yasaklarının ihlâli durumunda Öngörülen bedenî ve malî yükümlüklerin bazan fidye, bedene, dem, tasadduk gibi adlarla bazan da yapılış amacı gözetilerek kefaret adıyla anıldığı olur. Ancak kefareti gerektiren söz ve davranışları yemin ve dinen kusurlu davranış şeklinde iki ana sebebe irca etmek mümkündür.
Yemin Kefareti. Esasen yemin etmenin bizatihi kendisi dinen tasvip edilmemekle birlikte bilerek yapılan yeminin bozulması bir bakıma Allah şahit tutularak verilen sözde durulmamasi anlamını taşıdığından daha kusurlu ve günah bir davranış sayılmış, bunun için de bilerek yaptığı yeminini bozan kimse kefaretle yükümlü tutulmuştur. Bazı hadislerde de kişinin yeminini bozması daha hayırlı olduğunda kefaret vererek yeminini bozması istenmiştir. Kur’an’da yemin kefareti iki kademeli olarak açıklanmıştır.[Mâide 5/89] Buna göre kefaret borçlusu, aile fertlerinin ortalama harcamalarını ölçü alarak on fakiri doyurmak veya giydirmek yahut da bir köle azat etmek konusunda muhayyerdir. Yemin kefaretini herhangi bir sıra şartına uymaksızın bunlardan biriyle ödeyebilir. Ancak âyette bir işaret bulunmazsa da bunlardan köle azadı İslâm’ın insan hak ve hürriyetlerine verdiği öneme atıfla fa-kihlerce en faziletli seçenek olarak görülmüştür. Eğer bunlardan hiçbirini yapamıyorsa üç gün oruç tutar.
Gelecekte bir işi yapmamaya veya yapmaya yemin eden kişinin yeminini bozduğu takdirde kefaret ödeyeceğinde görüş birliği varsa da geçmişe ait bir olay için yalan yere yemin eden kişinin durumu fıkıhta tartışmalıdır. Böyle bir yemin bir öncekine göre daha ağır bir suç olmakla birlikte fakihler muhtemelen kasten katildeki akıl yürütmeyi sürdürürler. Bunun için de Şafiî kefareti gerekli görür; çoğunluk ise bu kimsenin kefareti hak etmediğini söyleyerek günahından dolayı tövbe etmesini ve af dilemesini tavsiye eder. Hanefîler’e göre kefaret yemin bozulduktan sonra yerine getirilir. Diğer üç mezhebe göre ise yemin bozulmadan önce de kefaret yerine getirilebilir. Ancak ŞâfİÎ mezhebinde kefaretin oruçla ifası bundan istisna edilmiştir. Her iki görüşü de destekleyen hadisler vardır. Adakta bulunma da belli durumlarda yemin kefaretini gerektirir. İlânın kefareti gerektirmesi de aynı şekilde yemin sayılmasıyla ilgili bir husustur.
Zıhâr Kefareti. Kökü İslâm öncesi Hicaz-Arap toplumuna kadar uzanan bir geleneği simgeleyen zıhâr yemini, Kur’an’da boşama olmaktan çıkarılıp üç aşamalı kefaretle telâfi edilebilir hatalı bir davranış haline getirilmiştir. Ancak burada kefaret sebebi bir kısım fakihe göre sadece bu yeminin yapılmış olması, çoğunluğa göre ise yeminden sonra kocanın evliliğe devam kararı vermesidir. Buna göre zıhâr yemininde bulunan kocanın karısı ile ilişkide bulunmadan önce bir köle azat etmesi, buna gücü yetmezse veya azat edecek köle bulamazsa yine ilişkide bulunmadan önce iki ay ara vermeden oruç tutması, buna da gücü yoksa altmış fakiri doyurması gerekir.[Mücâdile 58/2-4]
Katil Kefareti. Kur’an’da, yanlışlıkla bir müminin öldürülmesi halinde maktulün yakınlarına ödenecek diyetin yanında katilin ayrıca kefaret olarak bir mümin köleyi azat etmesi, bu mümkün olmadığı takdirde tövbesinin kabulü için ara vermeden iki ay oruç tutması istenir.[Nisâ 4/92] Oruç tutmaya gücü yetmeyenin bunun yerine altmış fakiri doyurması seçeneği âyette zikredilmemiş olduğundan Şafiî ve Ahmed b. Hanbel’den birer rivayet hariç fakihlerin çoğunluğunca caiz görülmez. Ayrıca âyet sadece hatâen katilde kefaretten söz ettiğinden kasten veya tesebbüben adam öldürenlere kefaret gerekip gerekmediği konusu da fakihler arasında tartışmalıdır. Hanefîler dışındaki âlimler, ölüme sebebiyet vermeyi de hata ile öldürme gibi değerlendirerek kefaret sebebi sayarlar. Şafiî ve bir rivayette Ahmed b. Hanbel, kasten Öldürmelerde kefareti öncelikli olarak gerekli görürken çoğunluk kefaretin affedilebilir suçlara tanınmış bir imkân olduğunu, kasten adam öldürenin ise bu haktan ve merhametten istifade edemeyeceği görüşündedir. Âlimlerin çoğunluğuna göre zimmî veya müste’meni öldürene de kefaret gerekir. Bir çocuğun veya delinin hata ile adam öldürmesi halinde malından kefaret ödenip ödenmeyeceği ise tartışmalıdır. Kefaretteki ibadet yönünü öne çıkaranlar gerekmeyeceği, onu daha çok malî bir yükümlülük olarak değerlendirenler ise gerekeceği kanaatindedir. Kefaret zararın tazmini değil kısmen ceza, daha çok da işlenen günah sebebiyle Allah’tan af talebi mahiyetinde olduğundan fakihlerin çoğunluğu öldürme fiiline iştirak edenlerin her birine ayrı ayrı kefareti gerekli görür. Anne karnındaki çocuğun düşürülmesi halinde gurreden ayrı olarak kefaretin Şafiî ve Hanbelîler’de vacip, diğer mezheplerde mendup görülmesi de bu bakış açısına dayanır.
Hac ve Umrede Kefaretler. Hac veya umre için ihrama girenlere bazı özel yasaklar getirilmiştir. Kur’an’da bunlardan ihramlı iken tıraş olan ve avlanan kimsenin kefaret yükümlülüklerinden söz edilir. Âyette ihramlı iken vaktinden önce hastalık grubundaki bir mazeret sebebiyle tıraş olmak zorunda kalan kimsenin oruç. sadaka veya kurban şeklinde bir fidye vermesi istenmiş [Bakara 2/196] Hz. Peygamber de bu kefaretin üç gün oruç, altı fakiri doyurma veya bir koyun kurban edilmesi suretiyle ödeneceğini açıklamıştır. İhramda iken avlanma yasağının ihlâli durumunda Kur’an’da öngörülen kefaret [Mâide 5/95] hadislerde ve fıkıhta daha açılarak avlanılan hayvanın denginin kurban edilmesi, bedelinin tasadduk edilmesi veya bedeliyle kurban kesilmesi ya da bedelin her fıtır sadakası miktarı için bir gün oruç tutulması şeklinde seçenekler ortaya çıkmıştır. Hac ve umre kurallarının diğer ihlâlleri de ihlâlin derecesine göre belirli bedenî ve malî yükümlülükler gerektirir ve çoğu hadislerle sabit bu yükümlülükler de yapılan hatayı affettirmeye yönelik olduğu için kefaret niteliğindedir.
Oruç Kefareti. Kur’an’da yer almayıp Hz. Peygamber tarafından vazedilen oruç bozma kefareti, herhangi bir mazereti bulunmaksızın ramazan orucunu kasten bozan kimseye gereken kefareti ifade eder. İslâm’ın beş temel şartından biri olan oruç ibadetini yerine getirmekte zorlanan kimselere bir dizi kolaylık ve ruhsat getirilmiş, ayrıca kasten oruç tutmayan veya başladığı orucu meşru bir mazerete binaen bozan kimseye de tutulmayan orucu kaza etmesi imkânı tanınmıştır. Bu ruhsat ve imkânlardan sonra başladığı ramazan orucunu hiçbir mâkul ve haklı görülebilir sebep yokken bilerek ve İsteyerek bozan kimsenin durumu ağır bir kusur ve suç kabul edilmiş, böyle kimselere, bu hatalı davranışlarından dolayı Allah’tan af dileyebilmeleri için biri yine oruç cinsinden olmak üzere üç tür ibadetten biri kefaret olarak öngörülmüştür. Orucu kasten bozan kimse için öngörülen kefaretin ceza yönü ağır basar. Bu kefareti gerektiren sebep ise ramazan orucunu eda eden kimsenin orucu kasten ve isteyerek bozmasıdır. İkrah, hata, unutma gibi kasıtlı olmayan durumlar kefareti gerektirmez. Hanefîler ve Mâlikîler dahil fakihlerin bir grubuna göre ramazan orucunun cinsî münasebetle veya yeme içme ile bozulması aynı hükme tâbi iken Şafiî-ler başta olmak üzere diğer bir grup fa-kihe göre ramazan orucunun sadece cinsî münasebetle bozulması kefaret gerektirir, kasten de olsa yeme içme kefareti gerektirmez. Birinci grup, kasten yapılan cinsî münasebetle kasten yeme içmenin aynı ortak illete sahip bulunduğunu, ikisinin de orucun kasten bozulması mahiyetinde olduğunu ileri sürer. İkinci grup ise Hz. Peygamber’İn ramazan ayında karısıyla cinsî münasebette bulunan sahâbî hakkında kefarete hükmettiği hadiste yeme içme geçmediği ve yeme içmenin farklı olduğu mülahazasıyla hareket eder ve kıyas yoluyla kefaret hükmünü genişletmek istemez. Şâfiîler’in burada kıyas yoluna gitmemeleri biraz da kolaylığı sağlama, zorluk ve sıkıntıya yol açmama düşüncesinden kaynaklanmış olabilir. Klasik fıkıh doktrinine göre oruç bozmanın kefareti eğer imkânı varsa bir köle azat etmek, buna gücü yetmiyorsa ara vermeksizin iki ay süreyle oruç tutmak, eğer buna da gücü yetmiyorsa altmış fakiri sabahlı akşamlı doyurmaktır. Üçünü de yapmaktan âciz olan kimseden kefaretin sakıt mı olacağı yoksa zimmetinde devam mı edeceği fakihler arasında tartışmalıdır. Hanefîler de dahil fakihlerin çoğunluğuna göre kefaret ödeyecek kimsenin yukarıda sayılan sıraya riayet etmesi, bir öncekini yapma imkânı bulunmadığında bir sonrakine geçmesi gerekir. Mâlikîler’e göre İse mükellef bu üç şıktan birini seçebilir. Hatta bunlar arasında altmış fakiri doyurma en faziletli olanıdır. Çoğunluk ise hem oruç kefâretiyle ilgili hadiste bu sıranın benzeri kayıtlarla zikredilmesi, zıhâr kefâretiyle ilgili âyetin ifade ve üslûbu, hem de esaret altındaki bir kimsenin hürriyete kavuşturulmasının bunlar arasında en faziletli ibadet sayıldığı, nefsin oruçla terbiyesinin de ikinci derecede faziletli olduğu ve şâriin bu İki ibadete öncelik vererek bu tür hikmetleri gözetmiş bulunduğu gibi noktalardan hareket etmiştir.
Diğer Kefaretler. Bütün fakihler İlgili âyete dayanarak [Bakara 2/222] hayızlı kadınla cinsî münasebette bulunmanın haram ve günah olduğunda, böyle bir fiili işleyenin tövbe etmesi gerektiğinde görüş birliği içindedir. Ancak bazı tabiîn âlimleriyle Hanbelîler’in çoğunluğu bir kısım hadis kaynaklarında yer alan rivayetleri dikkate alarak bu durumda kefaret olarak 1 dinar (4,25 gr. altın), yahut ay halinin başında veya ortasında ise 1, sonlarında ise yarım dinar sadaka vermeyi gerekli görür. Hanefî ve Şâfiîler’e göre bu müstehap, Mâlikîler’e göre gereksizdir. Loğusalık hali de aynı hükme tâbidir. Hadis kitaplarında ayrıca cuma namazını mazeretsiz terketmenin kefaretinin 1 veya yarım dinar. 1 veya yarım dirhem, bir veya yarım sa’ buğday olduğuna, kölesini tokatlamanın veya dövmenin kefaretinin onu azat etmek olduğuna dair rivayetler de yer almaktadır.
Kefaretin İfası. Kefaretler genelde köle azadı, oruç tutmak, fakiri doyurmak veya giydirmek, fakire tasaddukta bulunmak şeklinde belli ibadetlerden oluşur ve bunların yerine getirilmesiyle ifa edilmiş olur. İslâm’ın insan hak ve hürriyetlerine verdiği önemin ve kölelerin hürriyetlerine kavuşması için çeşitli ortam ve vesileler geliştirdiğinin açık örneklerinden biri köle azadını büyük sevaplar arasında sayması ve kefaretlerin ifasında köle azadına ilk sırayı vermesidir. Kur’an’da katil kefaretinde azat edilecek kölenin müslüman olması kaydı getirilirken zıhâr ve yemin kefaretinde sadece köle azadından bahsedilir. Hanefîler hariç fakihlerin çoğunluğu son iki kefarette de azat edilecek kölenin müslüman olması şartını aramış ve konu fıkıh usulünde naslardaki mutlak ifadenin mukayyede hamledilerek onun da kayıtlı kılınıp kılınamayacağı tartışmasının örnek olayı şeklinde eie alınmıştır. Oruç kefaretinde de yine ilk sırayı köle azadı alır. Çağımızda köleliğin kalkmış olması sebebiyle kefaretlere ikinci sıradaki ibadetin ifasıyla başlanır.
Zıhâr ve katil kefareti olarak tutulacak orucun ara vermeden olması Kur’an’da açıkça beyan edilir. Yemin kefaretinde böyle bir kayıt yer almaz. Ancak Hanefî-ler’e ve Hanbelîler’de tercih edilen görüşe göre yemin kefaretinde de orucun peşpe-şe olması şarttır. Mazeretsiz olarak oruca ara veren veya kefaret orucu dışında bir oruç tutmak suretiyle kefaret orucunu kesintiye uğratan kişi kefaret orucuna yeniden başlar. Bu konuda nelerin mazeret sayılacağı hususunda farklı görüşler vardır. Zıhâr kefaretinde, kefaret orucu bitinceye kadar hakkında zıhâr yaptığı karısı ile geceleri de olsa- cinsî ilişkide bulunmaması, aksi takdirde oruca yeniden başlaması gerekir.
Oruç kefâretindeki iki ay orucun da peş peşe tutulması gerekir. Hayız hali dışında hastalık, yolculuk gibi bir mazeret sebebiyle oruca ara verilirse önce tutulanların yok sayılıp iki ay oruca yeniden başlanması gerekir. Şâfiîler loğusalık, Hanbelîler hastalık dolayısıyla oruca ara vermenin peş peşeliği bozmadığı görüşündedir. Kadınlar mazeret halleri biter bitmez ara vermeksizin oruçlarına kaldıkları yerden devam ederler ve tutulamayan bu günler hesap edilmeksizin oruçlarını iki aya tamamlarlar. Kefaret orucunda oruca geceden niyetlenmek, ayrıca tutacağı orucun kefaret orucu olduğunu niyetinde belirlemek de şarttır.
Fakiri doyurma ve giydirme çoğu zaman oruç yükümlülüğünün alternatifi olarak gündeme gelir. İlgili âyetlerinlafzını esas alan fakihlerin çoğunluğuna göre belli sayıdaki -meselâ zıhâr ve oruç kefaretinde altmış, yeminde on fakiri ayrı ayrı sabahlı akşamlı doyurmak, hatta Şafiî’ye göre zekâtta olduğu gibi fakire temlik gerekirken Hanefîler’e göre bir fakiri belli gün sayısınca doyurmak veya fakire yemeğin bedelini vermek de caiz olur. Bunun ölçüsü fıtır sadakası miktarıdır. Hanefîler ayrıca fakirin müslüman olması şartını da aramazlar. Ancak doyurulacak fakir kefaret verenin bakmakla yükümlü olduğu kimseler arasında yer almamalıdır. Doyurmada veya yerine para Ödemede ölçü, yemin kefâretiyle ilgili âyetin [Mâide 5/89] ifadesinden de hareketle kefaret verecek şahsın ve ailesinin günlük gıda tüketim ortalaması olmalıdır. Yemin kefaretinde on fakirin giydirilmesinde prensip olarak örf esas alınsa da fakihler elbise ile namaz kılınabilmesi, vücudu tamamen örtmesi veya değerinin fıtır sadakası miktarına ulaşması gibi ölçülerden söz ederek asgarî bir sınır belirlemeye çalışmışlardır.
Ayrıntıda farklı görüşler de bulunmakla birlikte kural olarak kefaret sebepleri araya kefaretin ifası girmeden birden fazla olursa hepsi için bir kefaret ödeme yeterli olur. Kefaretin ifasından sonra aynı şekilde yeni bir İhlâl olduğunda ise onun için yeni bir kefaret gerekir. Iskât-ı savmda, yani ölenin muhtemel oruç kefareti borçları için tekbir kefaretin ödenmesi de bu esasa dayanır.
- Kefaet Nedir, Evlilikte Kefaet, -İslam Hukukunda- Hakkında Bilgi
TDV İslâm Ansiklopedisi