Kefaret Nedir, Ne Demek, İslamda Kefaret Çeşitleri, Hakkında Bilgi

Kefaret. Dinin belirli yasaklarının ihlâli durumunda yapılması istenen malî veya bedenî ibadet.

Sözlükte “örtmek, gizlemek, inkâr et­mek” mânasındaki küfr kökünden gelen kefaret (keffâret) günah ve hataları örtü­cü, telâfi edici kurban, sadaka, oruç gibi davranışları ifade etmektedir. Kefaret ke­limesinin Arapça’ya “günahları telâfi et­me, ortadan kaldırma” anlamına gelen İbrânîce kappârâ ve onun kökü olan kipperden geçtiği ileri sürülmektedir. Süryânîce (kefar) ve Asurca (kapâru) gibi dil­lerde de ses ve mâna benzerliğiyle aynı kelimenin varlığı bunun menşeinin tesbitini zorlaştırmakta ancak İbrânîce kipper ile Akkadca kuppuru arasında ilgi kurulmaktadır.

Fıkıhta kefaret

, dinin belirli yasaklarını ihlâl eden kimsenin hem ceza hem de Allah’tan mağfiret dilemek mak­sadıyla yükümlü tutulduğu köle azat et­me, oruç tutma, fakiri doyurma ve giydir­me gibi malî veya bedenî nitelikli ibadet­lerin genel adıdır. Kur’an’da kefaret keli­mesi üç âyette dört defa geçmekte olup bunlardan kısastan söz eden âyette, yapı­lan bağışlamanın ya da malî fedakârlığın işlenen günah için kefaret olacağı bildirilir.[Mâide 5/45] Diğer âyetlerde bilerek yapılan yeminin [Mâide 5/89] ve ihram­da iken avlanma yasağını ihlâlin cezası açıklanır.[Mâide 5/95] Ancak Kur’an’­da kefaret kavramına atıf bundan ibaret olmayıp hacda tıraş olmak, hatâen adam öldürmek ve zıhâr yemini gibi belirli ku­ral ve hak ihlâlleri halinde de kefaret ke­limesi kullanılmaksızın bu mahiyette bazı yükümlülükler getirilir.[Bakara 2/196; Nisâ 4/92; Mücâdile 58/2-4] Ayrıca Kur’an’da genel bir anlatımla, işlenen günahların ve yapılan kötülüklerin Allah hakkına taalluk eden kısmının tövbe, iyi davranışlar, iman ve sâlih amelle bağış­lanıp örtüleceği sıkça tekrarlanır ve mü­minlerin de böyle dua etmesi öğütlenir.[Âl-i İmrân 3/193, 195; Nisâ 4/31; Mâide 5/12, 65; A’râf 7/153; el-Enfâl 8/ 29;Hûd II/Ii4; Tegâbün 64/9] Bu çe­şit âyetlerde kullanılan “tekfir” kalıbının dinî terminolojideki kefaret kavramıyla hem kök hem anlam birliği vardır.

Değişik yönleriyle kefaret konusuna te­mas eden hadislerin sayısı hayli fazladır. Bu hadislerde Kur’an’da ana hatlarıyla açıklanan kefaretlerin ayrıntısı verildiği gibi ramazan orucunu mazeretsiz bozma bşşta olmak üzere birtakım dinî yasak ih­lâlleri İçin de ihlâlin ağırlığına göre kefa­ret olarak ibadet türünden bazı yüküm­lülükler getirilmiştir. Hadislerde kefa­ret kelimesinin işlenen günah ve kötü­lükleri örten, kişinin Allah katında affedilmesine vesile olan her türlü olumlu davranışı kuşatan geniş bir kapsamı da vardır ve bu bağlamda beş vakit nama­zın, cuma namazının, orucun, umrenin, hadlerin infazının, çekilen hastalığın ve başa gelen musibete sabretmenin işle­nen küçük günahlar için kefaret olacağı beyan edilmiştir. Bazı hadislerde, kusurlu davranışları telâ­fi edici tedbirlerin veya unutulan nama­zın hatırlandığında kılınmasının kefaret olarak adlandırılması da bunların yapılan hatayı örtücü olumlu bir davranış oldu­ğuna işaret eder.

Kefaret konusu, dinî bir kuralın çiğnenmesinin toplum ve kul hakkına ilişkin so­nuçlarını değil Allah hakkına ilişkin uhrevî sonuçlarını telâfiye, işlenen günahın Al­lah tarafından affedilmesini talebe yöne­lik bir imkân ve yükümlülük olduğundan mahiyeti itibariyle dinin ibadetler alanı­na giren ve taabbüdî nitelik taşıyan (di­nin ancak naklîdelille bilinebileni hü­kümleri arasında yer alır. Bu durum, hem kefareti gerektiren davranışların neler olduğu hem de kefaretin nasıl ve ne şekil­de yerine getirileceği hususunu birlikte kapsar. Bunun için de fıkıh literatüründe ayrıntılı biçimde ele alınan kefaret konu­sunun ana malzemesini dinî bildirimin iki temel öğesi olan âyetler ve hadisler teşkil etmiş, fakihlerin bu konuya olan katkısı mevcut metin ve rivayetlerin değerlendi­rilmesi ve yorumlanması tarzında olmuş­tur. Fıkhın klasik sistematiğinde kefaret­lerin ibadetler grubunda yer alması, kefareti ifa şekillerinin şer’î belirlemeler (mukadderât-ı şer’iyye) olarak kabulü, ke­faretle yükümlü tutulmanın Allah’ın lütuf ve kereminin bir tezahürü olarak müslümanlara tanınan bir imtiyaz ve imkân ola­rak görülmesi, kefaretlerde ibadetle mü­kellefiyet ehliyetinin ve ibadetlere has ba­zı şartların aranması bu sebepledir. Ke­faretler arasında kıyasın cereyan etmeye­ceği görüşünün gerekçesi de budur. An­cak köle azadı, fakiri doyurma ve giydirmede olduğu gibi kefaretin ifası mükellefin dışında bir şahsın hakkını da ilgilen­dirdiği için mükellefiyetin bazan bu hak­ka ağırlık verilerek belirlendiği de olur.

Kefaret işlenen kusurlu davranış, hata ve günah dolayısıyla Allah’tan af ve mağ­firet dileme mânasına geldiğinden geniş anlamıyla tövbenin bir türüdür. Kişiyi gö­nüllü olarak şahsen olgunlaştırmayı ve eğitmeyi, bu vesileyle ayrıca sosyal yapı­nın da güçlendirilmesini hedef alır. Nite­kim hatâen katlin kefaretinden söz eden âyette ifanın tövbe yerine geçtiğine işaret edilmesi [Nisâ 4/92] hadislerde güna­hın kefaretinin tövbe olduğunun belirtilmesi kefaretlerin iba­det türünden belirlenmesi ve kefaret yü­kümlüsünün affedilmeyi talep niyetinin bulunmasının şart koşulması kefaretle tövbe arasındaki yakın ilişkiye dikkat çek­mekte ve kefaretleri âdeta fiilî tövbe ola­rak tanıtmaktadır. İşlenen her bir günahı tövbe ile ya da ibadet ve iyilik yapıldığın­da Allah’ın affedebileceği mesajı ve bu konuda varit olan teşvikler, hadislerde ibadetlerin, erdemli davranışların veya büyük günahlardan kaçınmanın küçük günahlar için kefaret olacağının ifadesi de kefaretlerin bu yönünü ön plana çıkar­maktadır. Bununla birlikte bu geniş an­lamıyla kefareti takdir ve ifa mükellefin istek ve tercihine bırakılmış, âyet ve ha­dislerde sadece belirli hata ve günahlar için bir kefaret yükümlülüğü getirilmiş, yükümlülükler de hem oruç gibi ferdî ya­rar hem de köle azadı, fakiri doyurma ve giydirme gibi sosyal yarar ağırlıklı ibadet türlerinden seçilmiştir.

Kefaret Sebepleri. Kur’an’da bilerek yapılan yeminin bozulması, zıhâr yemini, hatâen adam öldürme, ihramlının avlan­ması veya tıraş olması şeklindeki beş ih­lâl için kefaret öngörülürken sünnette ayrıca ramazan orucunun bilerek ve ma­zeretsiz bozulması da kefaret sebebi ola­rak belirlenmiştir. Hayızlı kadınla cinsî münasebetin kefareti mucip olduğuna dair sıhhati tartışmalı bazı hadisler de mevcuttur. Bunlardan ayrı olarak litera­türde, bir kısım hac menâsîkinin terki ve­ya ihram yasaklarının ihlâli durumunda Öngörülen bedenî ve malî yükümlüklerin bazan fidye, bedene, dem, tasadduk gibi adlarla bazan da yapılış amacı gözetilerek kefaret adıyla anıldığı olur. Ancak kefareti gerektiren söz ve davranışları yemin ve dinen kusurlu davranış şeklinde iki ana sebebe irca etmek mümkündür.

Yemin Kefareti. Esasen yemin etmenin bizatihi kendisi dinen tasvip edilmemekle birlikte bilerek yapılan yeminin bozulması bir bakıma Allah şahit tutularak verilen sözde durulmamasi anlamını taşıdığın­dan daha kusurlu ve günah bir davranış sayılmış, bunun için de bilerek yaptığı yeminini bozan kimse kefaretle yükümlü tutulmuştur. Bazı hadislerde de kişinin yeminini bozması daha hayırlı olduğunda kefaret vererek yeminini bozması isten­miştir. Kur­’an’da yemin kefareti iki kademeli olarak açıklanmıştır.[Mâide 5/89] Buna göre kefaret borçlusu, aile fertlerinin ortala­ma harcamalarını ölçü alarak on fakiri do­yurmak veya giydirmek yahut da bir köle azat etmek konusunda muhayyerdir. Ye­min kefaretini herhangi bir sıra şartına uymaksızın bunlardan biriyle ödeyebilir. Ancak âyette bir işaret bulunmazsa da bunlardan köle azadı İslâm’ın insan hak ve hürriyetlerine verdiği öneme atıfla fa-kihlerce en faziletli seçenek olarak görül­müştür. Eğer bunlardan hiçbirini yapa­mıyorsa üç gün oruç tutar.

Gelecekte bir işi yapmamaya veya yap­maya yemin eden kişinin yeminini boz­duğu takdirde kefaret ödeyeceğinde gö­rüş birliği varsa da geçmişe ait bir olay için yalan yere yemin eden kişinin duru­mu fıkıhta tartışmalıdır. Böyle bir yemin bir öncekine göre daha ağır bir suç ol­makla birlikte fakihler muhtemelen kas­ten katildeki akıl yürütmeyi sürdürürler. Bunun için de Şafiî kefareti gerekli gö­rür; çoğunluk ise bu kimsenin kefareti hak etmediğini söyleyerek günahından dolayı tövbe etmesini ve af dilemesini tavsiye eder. Hanefîler’e göre kefaret yemin bozulduktan sonra yerine getiri­lir. Diğer üç mezhebe göre ise yemin bo­zulmadan önce de kefaret yerine geti­rilebilir. Ancak ŞâfİÎ mezhebinde kefare­tin oruçla ifası bundan istisna edilmiştir. Her iki görüşü de destekleyen hadisler vardır. Adakta bulunma da belli durum­larda yemin kefaretini gerektirir. İlânın kefareti gerektirmesi de aynı şekilde yemin sayılmasıyla ilgili bir husustur.

Zıhâr Kefareti. Kökü İslâm öncesi Hicaz-Arap toplumuna kadar uzanan bir geleneği simgeleyen zıhâr yemini, Kur­’an’da boşama olmaktan çıkarılıp üç aşa­malı kefaretle telâfi edilebilir hatalı bir davranış haline getirilmiştir. Ancak bura­da kefaret sebebi bir kısım fakihe göre sadece bu yeminin yapılmış olması, ço­ğunluğa göre ise yeminden sonra kocanın evliliğe devam kararı vermesidir. Buna göre zıhâr yemininde bulunan kocanın karısı ile ilişkide bulunmadan önce bir köle azat etmesi, buna gücü yet­mezse veya azat edecek köle bulamazsa yine ilişkide bulunmadan önce iki ay ara vermeden oruç tutması, buna da gücü yoksa altmış fakiri doyurması gerekir.[Mücâdile 58/2-4]

Katil Kefareti. Kur’an’da, yanlışlıkla bir müminin öldürülmesi halinde maktulün yakınlarına ödenecek diyetin yanında ka­tilin ayrıca kefaret olarak bir mümin köle­yi azat etmesi, bu mümkün olmadığı tak­dirde tövbesinin kabulü için ara verme­den iki ay oruç tutması istenir.[Nisâ 4/92] Oruç tutmaya gücü yetmeyenin bu­nun yerine altmış fakiri doyurması seçe­neği âyette zikredilmemiş olduğundan Şafiî ve Ahmed b. Hanbel’den birer riva­yet hariç fakihlerin çoğunluğunca caiz gö­rülmez. Ayrıca âyet sadece hatâen katilde kefaretten söz ettiğinden kasten veya tesebbüben adam öldürenlere kefaret ge­rekip gerekmediği konusu da fakihler arasında tartışmalıdır. Hanefîler dışında­ki âlimler, ölüme sebebiyet vermeyi de hata ile öldürme gibi değerlendirerek ke­faret sebebi sayarlar. Şafiî ve bir rivayet­te Ahmed b. Hanbel, kasten Öldürmeler­de kefareti öncelikli olarak gerekli görür­ken çoğunluk kefaretin affedilebilir suç­lara tanınmış bir imkân olduğunu, kasten adam öldürenin ise bu haktan ve merha­metten istifade edemeyeceği görüşünde­dir. Âlimlerin çoğunluğuna göre zimmî veya müste’meni öldürene de kefaret gerekir. Bir çocuğun veya delinin hata ile adam öldürmesi halinde malından kefa­ret ödenip ödenmeyeceği ise tartışmalı­dır. Kefaretteki ibadet yönünü öne çıka­ranlar gerekmeyeceği, onu daha çok malî bir yükümlülük olarak değerlendirenler ise gerekeceği kanaatindedir. Kefaret za­rarın tazmini değil kısmen ceza, daha çok da işlenen günah sebebiyle Allah’tan af talebi mahiyetinde olduğundan fakihlerin çoğunluğu öldürme fiiline iştirak edenle­rin her birine ayrı ayrı kefareti gerekli gö­rür. Anne karnındaki çocuğun düşürül­mesi halinde gurreden ayrı olarak kefa­retin Şafiî ve Hanbelîler’de vacip, diğer mezheplerde mendup görülmesi de bu bakış açısına dayanır.

Hac ve Umrede Kefaretler. Hac veya umre için ihrama girenlere bazı özel ya­saklar getirilmiştir. Kur’an’da bunlardan ihramlı iken tıraş olan ve avlanan kimse­nin kefaret yükümlülüklerinden söz edi­lir. Âyette ihramlı iken vaktinden önce hastalık grubundaki bir mazeret sebe­biyle tıraş olmak zorunda kalan kimsenin oruç. sadaka veya kurban şeklinde bir fid­ye vermesi istenmiş [Bakara 2/196] Hz. Peygamber de bu kefaretin üç gün oruç, altı fakiri doyurma veya bir koyun kurban edilmesi suretiyle ödeneceğini açıklamış­tır. İhramda iken avlanma yasağının ihlâli durumunda Kur­’an’da öngörülen kefaret [Mâide 5/95] hadislerde ve fıkıhta daha açılarak avla­nılan hayvanın denginin kurban edilme­si, bedelinin tasadduk edilmesi veya be­deliyle kurban kesilmesi ya da bedelin her fıtır sadakası miktarı için bir gün oruç tu­tulması şeklinde seçenekler ortaya çık­mıştır. Hac ve umre kurallarının diğer ih­lâlleri de ihlâlin derecesine göre belirli be­denî ve malî yükümlülükler gerektirir ve çoğu hadislerle sabit bu yükümlülükler de yapılan hatayı affettirmeye yönelik oldu­ğu için kefaret niteliğindedir.

Oruç Kefareti. Kur’an’da yer almayıp Hz. Peygamber tarafından vazedilen oruç bozma kefareti, herhangi bir mazereti bulunmaksızın ramazan orucunu kasten bozan kimseye gereken kefareti ifade eder. İslâm’ın beş temel şartından biri olan oruç ibadetini yerine getirmekte zor­lanan kimselere bir dizi kolaylık ve ruhsat getirilmiş, ayrıca kasten oruç tutmayan veya başladığı orucu meşru bir mazere­te binaen bozan kimseye de tutulmayan orucu kaza etmesi imkânı tanınmıştır. Bu ruhsat ve imkânlardan sonra başladığı ra­mazan orucunu hiçbir mâkul ve haklı gö­rülebilir sebep yokken bilerek ve İsteye­rek bozan kimsenin durumu ağır bir ku­sur ve suç kabul edilmiş, böyle kimselere, bu hatalı davranışlarından dolayı Allah’­tan af dileyebilmeleri için biri yine oruç cinsinden olmak üzere üç tür ibadetten biri kefaret olarak öngörülmüştür. Oru­cu kasten bozan kimse için öngörülen ke­faretin ceza yönü ağır basar. Bu kefareti gerektiren sebep ise ramazan orucunu eda eden kimsenin orucu kasten ve iste­yerek bozmasıdır. İkrah, hata, unutma gibi kasıtlı olmayan durumlar kefareti ge­rektirmez. Hanefîler ve Mâlikîler dahil fa­kihlerin bir grubuna göre ramazan orucu­nun cinsî münasebetle veya yeme içme ile bozulması aynı hükme tâbi iken Şafiî-ler başta olmak üzere diğer bir grup fa-kihe göre ramazan orucunun sadece cinsî münasebetle bozulması kefaret gerekti­rir, kasten de olsa yeme içme kefareti ge­rektirmez. Birinci grup, kasten yapılan cinsî münasebetle kasten yeme içmenin aynı ortak illete sahip bulunduğunu, iki­sinin de orucun kasten bozulması mahiyetinde olduğunu ileri sürer. İkinci grup ise Hz. Peygamber’İn ramazan ayında ka­rısıyla cinsî münasebette bulunan sahâbî hakkında kefarete hükmettiği hadiste yeme içme geçme­diği ve yeme içmenin farklı olduğu mü­lahazasıyla hareket eder ve kıyas yoluyla kefaret hükmünü genişletmek istemez. Şâfiîler’in burada kıyas yoluna gitmeme­leri biraz da kolaylığı sağlama, zorluk ve sıkıntıya yol açmama düşüncesinden kay­naklanmış olabilir. Klasik fıkıh doktrinine göre oruç bozmanın kefareti eğer imkânı varsa bir köle azat etmek, buna gücü yet­miyorsa ara vermeksizin iki ay süreyle oruç tutmak, eğer buna da gücü yetmi­yorsa altmış fakiri sabahlı akşamlı do­yurmaktır. Üçünü de yapmaktan âciz olan kimseden kefaretin sakıt mı olacağı yok­sa zimmetinde devam mı edeceği fakih­ler arasında tartışmalıdır. Hanefîler de dahil fakihlerin çoğunluğuna göre kefa­ret ödeyecek kimsenin yukarıda sayılan sıraya riayet etmesi, bir öncekini yapma imkânı bulunmadığında bir sonrakine geçmesi gerekir. Mâlikîler’e göre İse mü­kellef bu üç şıktan birini seçebilir. Hatta bunlar arasında altmış fakiri doyurma en faziletli olanıdır. Çoğunluk ise hem oruç kefâretiyle ilgili hadiste bu sıranın ben­zeri kayıtlarla zikredilmesi, zıhâr kefâre­tiyle ilgili âyetin ifade ve üslûbu, hem de esaret altındaki bir kimsenin hürriyete kavuşturulmasının bunlar arasında en fa­ziletli ibadet sayıldığı, nefsin oruçla ter­biyesinin de ikinci derecede faziletli oldu­ğu ve şâriin bu İki ibadete öncelik vererek bu tür hikmetleri gözetmiş bulunduğu gibi noktalardan hareket etmiştir.

Diğer Kefaretler. Bütün fakihler İlgili âyete dayanarak [Bakara 2/222] hayızlı kadınla cinsî münasebette bulunmanın haram ve günah olduğunda, böyle bir fiili işleyenin tövbe etmesi gerektiğinde görüş birliği içindedir. Ancak bazı tabiîn âlimleriyle Hanbelîler’in çoğunluğu bir kısım ha­dis kaynaklarında yer alan rivayetleri dikkate alarak bu durumda kefaret olarak 1 dinar (4,25 gr. altın), yahut ay halinin başında veya ortasında ise 1, sonlarında ise yarım dinar sadaka vermeyi gerekli görür. Ha­nefî ve Şâfiîler’e göre bu müstehap, Mâ­likîler’e göre gereksizdir. Loğusalık ha­li de aynı hükme tâbidir. Hadis kitapla­rında ayrıca cuma namazını mazeretsiz terketmenin kefaretinin 1 veya yarım di­nar. 1 veya yarım dirhem, bir veya yarım sa’ buğday olduğuna, kölesini tokatlama­nın veya dövmenin kefaretinin onu azat etmek olduğuna dair rivayetler de yer al­maktadır.

Kefaretin İfası. Kefaretler genelde köle azadı, oruç tutmak, fakiri doyurmak veya giydirmek, fakire tasaddukta bulunmak şeklinde belli ibadetlerden oluşur ve bun­ların yerine getirilmesiyle ifa edilmiş olur. İslâm’ın insan hak ve hürriyetlerine ver­diği önemin ve kölelerin hürriyetlerine ka­vuşması için çeşitli ortam ve vesileler geliştirdiğinin açık örneklerinden biri köle azadını büyük sevaplar arasında sayması ve kefaretlerin ifasında köle azadına ilk sırayı vermesidir. Kur’an’da katil kefare­tinde azat edilecek kölenin müslüman ol­ması kaydı getirilirken zıhâr ve yemin ke­faretinde sadece köle azadından bahse­dilir. Hanefîler hariç fakihlerin çoğunluğu son iki kefarette de azat edilecek kölenin müslüman olması şartını aramış ve konu fıkıh usulünde naslardaki mutlak ifade­nin mukayyede hamledilerek onun da ka­yıtlı kılınıp kılınamayacağı tartışmasının örnek olayı şeklinde eie alınmıştır. Oruç kefaretinde de yine ilk sırayı köle azadı alır. Çağımızda köleliğin kalkmış olması sebebiyle kefaretlere ikinci sıradaki iba­detin ifasıyla başlanır.

Zıhâr ve katil kefareti olarak tutulacak orucun ara vermeden olması Kur’an’da açıkça beyan edilir. Yemin kefaretinde böyle bir kayıt yer almaz. Ancak Hanefî-ler’e ve Hanbelîler’de tercih edilen görüşe göre yemin kefaretinde de orucun peşpe-şe olması şarttır. Mazeretsiz olarak oruca ara veren veya kefaret orucu dışında bir oruç tutmak suretiyle kefaret orucunu kesintiye uğratan kişi kefaret orucuna ye­niden başlar. Bu konuda nelerin mazeret sayılacağı hususunda farklı görüşler var­dır. Zıhâr kefaretinde, kefaret orucu bi­tinceye kadar hakkında zıhâr yaptığı ka­rısı ile geceleri de olsa- cinsî ilişkide bu­lunmaması, aksi takdirde oruca yeniden başlaması gerekir.

Oruç kefâretindeki iki ay orucun da peş peşe tutulması gerekir. Hayız hali dışında hastalık, yolculuk gibi bir mazeret sebe­biyle oruca ara verilirse önce tutulanların yok sayılıp iki ay oruca yeniden başlanma­sı gerekir. Şâfiîler loğusalık, Hanbelîler hastalık dolayısıyla oruca ara vermenin peş peşeliği bozmadığı görüşündedir. Kadınlar mazeret halleri biter bitmez ara vermeksizin oruçlarına kaldıkları yerden devam ederler ve tutulamayan bu gün­ler hesap edilmeksizin oruçlarını iki aya tamamlarlar. Kefaret orucunda oruca ge­ceden niyetlenmek, ayrıca tutacağı oru­cun kefaret orucu olduğunu niyetinde be­lirlemek de şarttır.

Fakiri doyurma ve giydirme çoğu za­man oruç yükümlülüğünün alternatifi olarak gündeme gelir. İlgili âyetlerinlaf­zını esas alan fakihlerin çoğunluğuna gö­re belli sayıdaki -meselâ zıhâr ve oruç ke­faretinde altmış, yeminde on fakiri ayrı ayrı sabahlı akşamlı doyurmak, hatta Şa­fiî’ye göre zekâtta olduğu gibi fakire tem­lik gerekirken Hanefîler’e göre bir fakiri belli gün sayısınca doyurmak veya fakire yemeğin bedelini vermek de caiz olur. Bu­nun ölçüsü fıtır sadakası miktarıdır. Ha­nefîler ayrıca fakirin müslüman olması şartını da aramazlar. Ancak doyurulacak fakir kefaret verenin bakmakla yükümlü olduğu kimseler arasında yer almamalı­dır. Doyurmada veya yerine para Ödeme­de ölçü, yemin kefâretiyle ilgili âyetin [Mâide 5/89] ifadesinden de hareketle ke­faret verecek şahsın ve ailesinin günlük gıda tüketim ortalaması olmalıdır. Yemin kefaretinde on fakirin giydirilmesinde prensip olarak örf esas alınsa da fakihler elbise ile namaz kılınabilmesi, vücudu ta­mamen örtmesi veya değerinin fıtır sada­kası miktarına ulaşması gibi ölçülerden söz ederek asgarî bir sınır belirlemeye ça­lışmışlardır.

Ayrıntıda farklı görüşler de bulunmakla birlikte kural olarak kefaret sebepleri ara­ya kefaretin ifası girmeden birden fazla olursa hepsi için bir kefaret ödeme yeterli olur. Kefaretin ifasından sonra aynı şekil­de yeni bir İhlâl olduğunda ise onun için yeni bir kefaret gerekir. Iskât-ı savmda, yani ölenin muhtemel oruç kefareti borç­ları için tekbir kefaretin ödenmesi de bu esasa dayanır.

  • Kefaet Nedir, Evlilikte Kefaet, -İslam Hukukunda- Hakkında Bilgi

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski