Kemal -Tasavvufta- Nedir, Ne Demek, Anlamı, Hakkında Bilgi

Kemâl. Zât, vücud ve sıfat bakımından yetkin olma halini ifade eden bir tasavvuf terimi.

Sözlükte kemâl “bir şeyin bütün parça­larının tam, yeterli ve yerli yerinde olma­sı” anlamına gelir. Kur’an’da kemâl kelimesinin türev­leri [Bakara 2/185, 196, 233;Mâide 5/ 3] Allah’a ve insana izafe edilmemiştir. Hadislerde ise kâmil ve daha kâmil iman sahibi müslümanlardan bahsedilmiş ve pek çok erkeğin kemâle er­diği halde kadınlardan ancak Meryem ile Âsiye’nin kemâle erdiği belirtilmiştir. Hadislerde kemâl daha çok “bir sürenin, sayılabilir ve öl­çülebilir bir şeyin tam olması” mânasın­da geçmektedir.

Zâhidîer ve ilk sûfîler kemâl ve kâmil kelimelerini “tam ve eksiksiz olma” anla­mında kullanmakla birlikte bunlara ta­savvuf? ve ahlâkî erdem anlamı yüklememişlerdir. Kemâl ve kâmil, özellikle Gazzâlî’den sonra önemli kavramları ifade eden tasavvuf terimleri haline gelmiştir. Gazzâli’ye göre “kusursuz ve noksansız ol-
mak” mânasındaki hakiki ve mutlak ke­mâl Allah’a hastır. Kemâl ilâhî bir sıfat­tır; adalet ve ilim sıfatları gibi kemâl sıfa­tına da sahip olunması arzu edilir. Diğer insanlardan daha olgun ve yetkin bir du­rumda olmayı her insan ister. Allah zât ve varlık olarak mutlak kemâl sahibidir; ilim ve kudret sıfatları itibariyle de kâmildir. Hakiki kemâl Û’na hastır. İnsan için ger­çek kemâl Allah’ın zâtı, sıfatları ve fiilleri hakkında marifet sahibi olmaktır. Faili ve yaratıcıyı bilen O’nun fiillerini ve yaratık­larını da bileceğinden marifet Allah hak­kındaki bilgileri de içerir. Ancak Allah’ın bildikleri sonsuz olduğundan ne kadar çok şey bilirse bilsin insanın bu konudaki ilmi sınırlıdır. Bundan dolayı insan bilgi açısından izafî bir kemâle mâliktir. Fakat tabiatındaki kemâl Özlemi ve aşkı onu durmadan bu yolda ilerlemeye sevkeder. İnsan “hür olma” anlamında bir kemâl el­de etme imkânına da sahiptir. Bu da nef­sine ve onun arzularına hâkim olmasın­dan ibarettir. İnsan nefsinin etkisinden kurtulduğu oranda hürriyetine kavuşur. Kudret alanında insan için herhangi bir kemâl söz konusu değildir. Mala ve mev-kiye güvenen insanın kendisinde bir ke­mâlin bulunduğunu zannetmesi bir ku­runtudan ibarettir. Kalıcı ve sürekli olan bilgi ve hürriyetle ilgili kemâldir. “Kalıcı güzel işler [Kehf 18/46; Meryem 19/76] ifadesiyle buna işaret edilmiştir.

Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre de mutlak kemâl Hak Teâlâ’ya mahsustur. O hem zât hem de sıfat ve fiilleri itibariy­le kâmildir. Ancak İbnü’l-Arabî bu iki ke­mâli birbirinden ayırarak ilkine zatî ke­mâl, ikincisine esmâî kemâl adını verir. Zatî kemâl Allah’ın zâtında zâtı ile ve zâtı için tecelli ve zuhur etmesidir. Mutlak an­lamda ganî oluşunun gereği budur. Es­mâî kemâl ise Hakk’ın kendisine tecelli edip zâtını dış âlemde temaşa etmesidir. Bu da çoğu birde görmek gibidir.

İbnü’l-Arabî, dinî ve ahlâkî anlamdaki kemâlden çok varlık ve bilgiyle ilgili ke­mâl üzerinde durur. Hak Teâlâ tam ve kâmil bir varlıktır. Bunda bir fazlalık ve noksanlık söz konusu olmaz. Allah’ın sıfat ve isimleri de kâmil olmakla beraber bu bakımdan zât gibi değildir. Kâinat Allah’ın sıfat ve isimlerinin tecellisi olduğundan bir bütün olarak güzel ve kâmildir. Ancak kâinatta ve insandaki kemâl eksik bir ke­mâldir. Bu eksiklik onun kâmil olmasına engel değildir, hatta kâmil olmasının bir gereğidir. Âlemdeki kemâl fazlalığı ve noksanlığı kabul ettiğinden mutlak değil nisbî ve izafî bir kemâldir. Allah, peygam­berlerden daha çok ilim sahibi olmaları için dua etmelerini istediğinden [Tâhâ 20/114]onların kemâli de ziyadeyi kabule açık izafî bir kemâldir. Zatî kemâl Hakk’a mahsustur, fakat esmâî kemâlden insan­lar da kabiliyetleri nisbetinde nasip alırlar.

Bir şey zât itibariyle tam ve eksiksiz ise buna ilk kemâl, sıfatları itibariyle tam ise buna da ikinci kemâl denir. İlkinde zât ke­mâle, ikincisinde kemâl zâta bağlıdır. İb­nü’l-Arabî’ye göre tecelli insanla kemâle ermiş, insanın Kemâli de Allah’ın halifesi olmasıyla noktalanmıştır.

İbnü’l-Arabî’den sonraki dönemde ye­tişen sûfîler, kemâlin metafizik boyutunu daima göz önünde bulundurmakla bera­ber ahlâkî yönü üzerinde de durmuşlar­dır. Onlara göre insanın Allah’ın halifesi olması demek onun ahlakıyla ahlâklan-ması ve sıfatlarıyla muttasıf olması de­mektir. Bu hususu gerçekleştiren insân-ı kâmildir. Kâmil insanın en güzel örneği ise Hz. Muhammed’dir. Velîler de Kur’an ahlâkını ve insanî faziletleri gerçekleştir­dikleri, Hz. Peygamber’in üstün nitelikle­rine vâris oldukları nisbette kâmil insan olurlar.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski