Kenz-i Mahfi Ne Demek, Hadisi, Hakkında Bilgi

Kenz-i mahfî. Hakkın zâtının mutlak bilinmezliğini ifade eden bir tasavvuf terimi.

Sözlükte “gizli hazine, saklı define” an­lamına gelen kenz-i mahfî terkibini Muhyiddin İbnü’l-Arabî “her tür izafet ve nisbetlerden mücerred kadîm ve ezelî olan Hakk’ın zâtı”, Abdürrezzâk el-Kâşânî ise, “Gaybde saklı bulunan ahadiyyet hüviyeti olup gizli olanların en gizlisidir” şeklinde tanımlamıştır. Burada mutlak anlamda gizli olan hüviyete ve zâta kenz-i mahfî denilmesi onun hiçbir zaman bili­nemeyeceğini ifade etmek İçindir.

Kenz-i mahfî tabiri hadis olarak da ri­vayet edilen, “Bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bilineyim diye halkı (kâinat) yarattım [Aclûnî, 11,132] ifadesinden alınmıştır. Burada geçen “is­tedim” (ahbebtü) muhabbet, “bilinmek” (u’refü) marifet kökünden geldiği için mu­tasavvıflar kâinatın yaratılışını muhabbet ve marifetle açıklamışlardır. Buna göre Hak’tan başka hiç­bir şeyin bulunmadığı zamanda Hak bilin­meyi istemiş, böylece ilk olarak sevgiyle tecelli etmiştir (taayyün-i hubbî). Bu sev­ginin amacı ise bilinmektir (marifet). Âle­mi yaratınca artık 0 mâruf (bilinen ve tanı­nan) olmuştur. Fakat bu bilinme sıfat ve isimlerinin zuhur etmesi şeklindedir ve 0 sadece bu yönden bilinir hale gelmiş, mutlak gayb olan hüviyeti ve zâtı itiba­riyle yine gizli bir hazine olarak kalmıştır. Allah, kâinat var olmadan evvel ne kadar gizli ise var olduktan sonra da o kadar gizlidir. Bu sebeple mutasavvıflar hadis­te geçen. “Gizli bir hazine idim” ifadesini, “Gizli bir hazineyim” şeklinde anlamak gerektiğini, buradaki “idim” kelimesinin za­manı ifade etmediğini önemle belirtmiş­lerdir. Bu söz, Hakk”ın isim ve sıfatlarıyla ezelden beri zuhur ve tecelli ettiği, böy­lece zâtı itibariyle bilinemezken zuhur ve tecellileriyle bilinmekte olduğu, yani bili­nirliğinin zât mertebesinde değil isim ve sıfat mertebesinde olduğu anlamına ge­lir.

İlâhî zâtın sonsuz tecellilerin kaynağı olduğu halde kendisinde herhangi bir eksilmenin söz konusu olmaması 0’nun bitmez tükenmez bir hazineye benze­tilmesine sebep olmuştur. Mutasavvıf­ların âlemin yaratılışını ve varlığını mu­habbet ve marifetle açıklamaları da bu­na dayanır. Âlem muhabbetle var olmuş, ahadın zâti sevgisinden vücuda gelmiş­tir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî, “Benim di­nim muhabbet dinidir” derken bu zatî sevgiye işaret etmiştir.

Hazine benzetmesini ilk defa kullanan sûfînin Amr b. Osman el-Mekkî (ö. 291/ 904) olduğu kaydedilmektedir. Attâr, Amr b. Osman el-Mekkî’nin elinde Gencnâme adlı bir eser bulundu­ğunu, âlemin ve Âdem’in yaratılışıyla ilgili birtakım sırlar ihtiva eden bu eseri özenle koruduğunu belirtir ve Hallâot Mansûr’un bu eseri çaldığı şeklindeki bir rivayeti nakleder. Daha sonra Hallâc da Kitâbü’t-Tavâsîn’de gizli, hatta tılsımlı hazine (genc-i mutalsam, kenz-i mutalsam) benzetmesini kullanmıştır.   Attâr’ın ifadesiyle, “Hak hazine, bütün Kâinat tılsımdır. Bütün te­cellilerde ve bunların güzelliğinde bir bü­yü, bir çekicilik vardır. Tılsımlı olan bu te­celliler Hakk’ın zâtını örtmekte ve onun bilinmesine engel olmaktadır. Nitekim yeri bilinmesin diye toprağa gömülen ha­zineye de tılsım yapılır. Abdülganî en-Nablusî, Muhyiddin İbnü’l-Arabrnin hakîkat-i Muhammediyye anlamında kullan­dığı “tılsımlı gizli hazine” [el-kenzü’l-mutalsemü’l-mahzûn] ifadesini yorumlarken tılsımın “gözetlemek ve korumak” anla­mına geldiğini, imkân perdesiyle örtülü olan ilâhî hazinenin şeriat ve hakikatle korunduğunu belirtir.

İbn Haldun “Gizli bir hazine idim” ifa­desinin İbnü’l-Arabî ve İbnü’l-Fânz gibi tecellî görüşünden hareket edenler tara­fından âlemin yaratılışını açıklamada ha­reket noktası olarak alındığını ve bu dü­şüncenin bir tür felsefî yoruma benzedi­ğini söyler. İbnü’l-Arabî’den önceki tasavvuf kaynaklarında da rastlanan bu söz  İbnü’l-Arabî’den sonra tasavvuf edebiya­tında sık sık kullanılmış, sûfî müellifler âlemin yaratılışını açıklamak istedikleri zaman mutlaka bu ifadeye atıfta bulun­ma ihtiyacını duymuşlardır.

İbn Teymiyye’ye göre kenz-i mahfî ha­disi olarak anılan söz “sahih olmadığı gi­bi zayıf bir hadis bile değildir, mevzudur. Ali el-Kârî ise bu sözün hadis olmamakla bir­likte taşıdığı mânanın, “İns ve cinni bana ibadet etsin diye yarattım” [Zâriyât 51/ 56] mealindeki âyete uygun olduğunu, zi­ra bu âyetteki “ibadet etsinler” ifadesini bazı müfessirlerin “beni tanısınlar” şek­linde yorumladığını söyler. İbnü’l-Arabî’ye göre, “Gizli bir hazine idim” ifadesi nakil açısından sabit değilse de keşfen sahih bir hadistir. Bu görüş bütün mutasavvıf­lar tarafından benimsenmiştir. Kenz-i mahfî Türk tasavvuf edebiyatında sıkça işlenen bir konudur. Niyâzî-i Mısrî’nin, “Zihî kenz-i hafî k’andan gelir her var olur peyda” mısraıyla başlayan şiiri çok tanın­mıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski