Keşmir Nerede, Tarihi, Nüfusu, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Keşmir. Hint alt kıtasının kuzeyinde coğrafi bir bölge.

Arapça kaynaklarda Keşmir ve Kaşmîr şeklinde geçen Sanskrit kökenli ismi Batlamyus Kaspeiria, 631’de burayı ziyaret eden Çinli seyyah Hiuen Tsiang, Kia-shi-mi-lo yanlışlarıyla verir; yerli halk ise böl­geye Keşîr demektedir. Keşmir aslında Hi-malayalar’ın kuzeybatı kesiminde bulu­nan, 135 km. uzunluğa ve 32-40 km. genişliğe sahip verimli bir vadinin adı iken zamanla 222.236 km2 yüzölçümlü bir bölgeyi kapsamına almıştır. Bölgenin 78.14 km2″si Pakistan’ın elinde bulun­maktadır. Bunun 11.639 km2’lik bölümü Âzad Keşmir eyaletini teşkil eder.[nüfusu 3.210.000, 1998 tah.]  42.685 km2 lik bö­lümü Çin’in hâkimiyetinde olan bölgenin Hindistan’a ait bölümü ise 101.307 km3′-lik Cammû-Keşmir eyaletini meydana ge­tirir.[nüfusu 10.069.917,2001] Âzad Keşmir’in merkezi Muzafferâbâd, Cammû-Keşmir’in merkezi ise Srinagar’dır.

Keşmir’in tarihi büyük Hint Kralı Aşoka ile başlatılır. Bölgenin bili­nen daha sonraki tarihi ise milâttan sonra 78-248 yıllan arasında hüküm süren ve Orta Hindistan’a kadar hâkimiyetini ka­bul ettiren Orta Asya”daki Kusana İmpa­ratorluğu dönemine aittir. IV-V. yüzyıllar­da Gupta İmparatorluğu’nun hâkimiyet alanına giren bölge, VI. yüzyıldan itibaren bu devleti yıkan Akhunlar’ın (Eftalit) sal­dırılarına mâruz kaldı. VII. yüzyılın ilkyarı-sında güçlü bir devlet kurarak Hindis­tan’da tekrar millî birliği sağlayan İmpa­rator Harşa’nın (606-647) eline geçtiyse de Harsa burayı kendi haline bıraktı ve onun çekilmesinden sonra ortaya bazı kü­çük krallıklar çıktı.

Hindistan’a İslâmiyet’in girişi VIII. yüz­yılda başlamakla birlikte Keşmir’in müslümanlaşması çok sonra gerçekleşmiştir. 714te Mültan’ı fetheden Muhammed b. Kasım es-Sekafî Keşmir’i de almak istemiş, fakat vadiye giremeden geri dönmüştü. Emevî valileri Cüneyd el-Mürrî ile Amr et-Tağlibî’nin fetihleri de Arap coğrafyacılarının Dış Keşmir dedik­leri, bölgenin dağlık güney, güneydoğu ve batı kesimleriyle sınırlı kaldı. Bu dö­nemde Keşmir’de hâkim bulunan Karkota hanedanından Laüdatidya Muktapide (724-761) Arap ilerlemesini durdurmak için Çinliler’le ittifak yaptı. Bunun ardın­dan Keşmir sırasıyla Utpala ve Lahora ha­nedanları tarafından yönetildi. Gazneli Mahmud 101S ve 1021’de iki defa bura­yı zaptetme girişiminde bulunduysa da -Büyük İskender gibi- bölgenin zor tabiat şartlarını aşamadı ve geri dönmek zorun­da kaldı. Uzun bir süre topraklarına ya­bancıların, özellikle de müslümanların gir­mesine karşı koyan Keşmirliler daha son­ra kendi güvenliklerini arttırmak için pa­ralı Türk askeri tutmaya başladılar. Önce Lahora hanedanından Harsa birkaç yüz Türk asker ve kumandanını maiyetinde görevlendirdi.

Keşmir’deki Hindu idaresine ilk öldü­rücü müslüman darbesi 1320’de Moğol Çağatay kumandanı Zulcu tarafından vu­ruldu. Bu tarihte 70.000 kişilik ordusuyla Keşmir vadisine giren Zulcu sekiz ay ka­dar bölgede kaldı ve her yeri yağmaladı. Zulcu’nun ayrılmasının ardından hüküm­ran olan Kral Rincana kendisine Şah Mîr Sevâtî adında bir müslümanı vezir yaptı. Şah Mîr, bir müddet sonra Bülbül Şah la­kabıyla tanınan Seyyid Şerîfüddin adın­daki bir Sühreverdiyye dervişi vasıtasıyla kralın ihtida etmesini sağladı. Sadreddin unvanını alan Kral Rincana’nın 1323’te ölümü üzerine eşi Kota Rani idareyi üst­lendi ve Şah Mîr’in yardımıyla o sıralarda Keşmir’i işgal eden Moğollar’ı toprakların­dan çıkardı. Fakat ardından Kota Rani, Şah Mîr’i etkisiz kılma teşebbüsünde bulununca Şah Mîr yönetime el koydu ve Şemseddin unvanıyla sultan oldu (1338-1342). Onun kurduğu, iki asırdan fazla hü­küm süren hanedandan Sultan Şehâbed-din (1354-1373) vadideki Hindu kabilele­rini kendisine bağlayarak hâkimiyetini sağlamlaştırdı ve ardından Gilgit, Baltistan ve Dardistan ile Pencap’taki bazı dağ­lık kesimleri fethetti. Bunun oğlu Sultan Kutbüddin (1373-1389) babasının kurdu­ğu idareyi güçlendirdi. Torunu Sultan İs­kender ise (1389-1413) Delhi’yi yağmala­yan Timur’un Keşmir’e girmesini önledi. Bu dönemde İran topraklarından kaçan çok sayıda mülteci Keşmir’e sığındı; bun­lar zamanla idarenin İran tesirine girme­sine yol açtılar. İskender’in oğlu Zeynelâ-bidîn( 1420-1470) uzun süre devlete hük­metti. Hanedanın iktidar sahibi son sulta­nı Hasan Şah’tır (1472-1484). Onun ardın­dan gelen sultanlar zamanında rakip ka­bileler arasında başlayan güç mücadele­leri devletin otoritesini sarstı. 1540’ta Bâ-bür Şah’ın yeğeni Haydar Mirza Duğlat önemli bir direnişle karşılaşmadan Keş­mir’e girdi ve hanedanı himayesi altına aldı. Onun 1551’de öldürülmesinden son­ra hâkimiyet Şiî Gazi Han Çak hanedanı­na geçti. 1S86’da Bâbürlü Sultanı Ekber Şah Keşmir’i topraklarına katarak bir eya­let haline getirdi. 1752’de Ahmed Şah Dürrânî güçlü bir ordu ile buraya girdi; böylece Afganlılar’ın başlattığı son müs­lüman hâkimiyeti, 1819’da bölgenin Sih mihracesi Ranjit Singh’İn eline geçmesi­ne kadar devam etti.

Keşmir’de İslâmiyet’in yayılmasını ve İslâm kültürünün bölgeye yerleşmesini büyük ölçüde, XIV. yüzyılın sonlarına doğ­ru buraya gelmeye başlayan Mîr Seyyid Ali Hemedânî ve oğlu Mîr Seyyid Muham­med gibi Kübrevî şeyhleriyle Beyhaki Seyyidleri etkiledi. Bu yolla bölgede yeşeren tasavvuf kültürü, yerli halk geleneğiyle de etkileşerek bölgeye has bir tasavvuf ekolünün ortaya çıkmasına zemin hazırladi. Şeyh Nûreddin Rişhi’nin başlattığı bu ekolün mensupları Hindular gibi et yemiyor, nefsi ıslah üzerinde duruyor ve hatta bazıları hiç evlenmiyordu. Rişhi ta­rikatına mensup müridler Hindu köyleri­ne yerleşerek yaşadıkları benzer hayat tarzlarıyla halkın İslâm’a ilgi duymasını sağladılar. Keşmir’de Sühreverdiyye et­kisiyle Şiî İslâm anlayışı da yaygınlık ka­zandı. Burada yaşayan önemli Şiî tebliğ-cilerinin başında, 1481’den 1486’ya kadar Sultan Hüseyin Baykara’nın elçisi olarak Keşmir’de bulunan ve bu sürede Nurbah-şiyye tarikatının yanı sıra gizliden gizliye İsnâaşeriyye Şiîliği’nin yayılmasına da ça­lışan MîrŞemseddin Irâki gelir. Keşmir’e dönen Mîr Şemseddin vefatına kadar Srinagar’da yaşamış, bu ara­da birçok Budist köyünün İslâmlaşması’n-da etkili olmuştur. Daha sonra Bâbürlü fethinin ardından Semerkant’tan gelip Keşmir’e yerleşen Nakşibendî şeyhi Hâce HâvendMahmûdLâhûrî(ö. 1052/1642)ile onun arkasından oğlu Muînüddin’in ön­derliğinde Sünnî anlayışın yayılması İçin faaliyet başlatıldı. Bunların takipçisi olan Şeyh Ahmed-i Sİrhindî, Muhammed Sâ­dık Hemedânî Keşmîrî, Şeyh Mehdî Ali ve Hacı Yûsuf Keşmîrî gibi tanınmış müridle-ri bu faaliyeti sürdürdüler. Keşmir’e göç eden Kâdirî şeyhlerinden Molla Şah Mu­hammed Bedahşîde Bâ­bürlü şehzadesi olan müridi Dârâ Şükûh’un belirttiğine göre Keşmir’de Sünnî İslâm anlayışının yaygınlaşmasında önemli rol oynamıştır.

Keşmir’in müslüman idarecileri de daha öncekiler gibi mimariye önem vermişler, yeni şehirler kurup çeşitli yapılar ve sula­ma kanalları inşa ettirmişlerdir. Bunların en önemlileri Sultan Zeynelâbidîn’in an­nesinin türbesi, Şah Hemedânî Camii, Srinagar Cuma Camii, Hari Prabat Kalesi, Molla Şah Camii ve Hadratbal Şah Cihan Camii ile Şalimar, Nişâdbağ, Nesîmbağ, Çeşme-i Şâhî Car Cenar ve Açabal bahçe­leridir. EkberŞah’ın saray tarihçisi Ebü’l-Fazl’a göre Keşmirliler hat sanatında da büyük gelişme kaydetmişlerdir. Ekber Şah, Keşmİrli Muhammed Hüseyin adlı bir hattata “altın kalem” unvanını ver­miştir.

Sih hâkimiyeti döneminde pek çok ca­minin ibadete kapatılması, bazı yerlerde ezan okunmasının yasaklanması ve büyük çoğunluğunu müslümanların oluşturdu­ğu halka ağır vergiler konulması, Leknev civarında İslâmî ıslah hareketini başlatan Seyyid Ahmed Birîlvî’yi Keşmir ve Pencap’ı kurtarmak için Sihler’e karşı savaş açmaya şevketti (Aralık 1830). Fakat Sey­yid Ahmed katıldığı bir çarpışmada şehid düştü (6 Mayıs 1831). Bu olaydan sekiz yıl sonra Sih Krallığı dağıldı ve Gulab Sing adında bir Hindu kumandanı İngilizler’in Pencap’ı almasına yardım ettiği için on­ların himayesinde Keşmir’e hâkim oldu; daha sonra da 7.S milyon rupi karşılığın­da mihrace unvanıyla Cammû-Keşmir bölgesinin hâkimiyetini tamamen ele ge­çirdi (1846). 1891’de Keşmir’de yapılan ilk sayıma göre büyük çoğunluğu müslüman olmaküzerenü  814.241 idi. Bu ra­kam 1921’de 1.407.086’ya yükselmişti. 1924’te İngiliz genel valisinin Keşmir’e yaptığı seyahat sırasında, çoğunluğu teş­kil etmelerine rağmen ezilen müslüman­ların önderleri kapalı camilerin ibadete açılması ve toprak mülkiyeti haklarının geri verilmesi için müracaatta bulundu­lar. Bu taleplere yönelik herhangi bir olumlu adım atılmadığı gibi müracaat edenlerin bir kısmı cezalandırılarak mal­larına el konuldu. Bu dönemde özellikle Aligarh Üniversitesi’nde tahsil görmüş Keşmirli gençler Srinagar’da siyasî faali­yetlere başladılar. Bunlardan Şeyh Ab­dullah yaptığı konuşmalarla halkın hare­kete geçmesini sağladı. 1931 “de Srinagar halkı polisin ateş açarak yirmi bir kişiyi öldürmesini protesto etmek için sokakla­ra döküldü. Böylece başlayan siyasî şuur-lanma neticesinde mihracelik yönetimi­ne karşı Ekim 1932’de Cammû-Keşmir Müslüman Konferansının kurulduğu açıklandı ve başkanlığına Şeyh Abdullah seçildi. Daha sonra Keşmir’deki bütün dinî-millî grupların ortak bir cephe oluş­turmasına karar verildi ve 1939’da Keş­mir Millî Konferansı teşekkül etti. Mayıs 1946’da Şeyh Abdullah, mihracenin İngi-lizler’le yaptığı antlaşmanın geçersiz ol­duğunu ileri sürerek onun Keşmir yönetiminden ayrılması gerektiğini söyledi; ancak eğer halk isterse Cammû’da idare­sini sürdürebilecekti. Bunun üzerine Şeyh Abdullah ve arkadaşları tutuklandılar. Bu sırada Hindistan’ın bağımsızlığı için İngi-lizler’le görüşmeler yapmakta olan Neh-ru. Şeyh Abdullah ve arkadaşlarının ser­best bırakılması için müzakereleri yarı­da kesti. Ancak o da Keşmir sınırında tutuklandı; fakat ardından serbest bırakıla­rak mahkemede Şeyh Abdullah’ın avu­katlığını yapmasına izin verildi. 1944′-te Keşmir’e gelen Hindistan Müslüman Birliği’nin lideri Muhammed Ali Cinnah da buradaki müslümanları ülkelerinin bağımsızlığı için Müslüman Konferansı çatısı altında mücadele etmeye çağır­mıştı.

15 Ağustos 1947’de Hindistan ve Pa­kistan devletlerinin kurulmasından son­ra İngiliz himayesindeki 500 kadar irili ufaklı nizamlık, nevvâblık, prenslik, mih­racelik ve krallık nüfus yoğunluğu, dinî ve etnik yapı, coğrafî konum gibi özellik­lerine ve halklarının arzularına göre bu iki devletten birine katılmaları veya ba­ğımsızlığı seçmeleri hususunda serbest bırakıldılar. Bunlardan biri olan Cammû-Keşmir Mihraceliği’nin 1941 sayımına göre toplam 4.021.616 kişilik nüfusunun 3 milyonu müslüman, 809.000’i Hindu idi ve bu durum mihraceyi tercih açısından sıkıntıda bırakıyordu. Önce Punç ve Mirpûr müslümanları ayaklandılar. Arkasın­dan 22 Ekim 1947’de Pakistan’ın Kuzey­batı Serhad eyaletinden gelen gruplar Keşmir’i kurtarmak istediler; ancak mih­racenin kuvvetleri onları durdurdu. Çatış­maların devam etmesi üzerine mihrace Hindistan Başbakanı Nehru’dan yardım istedi; İngiliz genel valisi Lord Mountbat-ten, bu yardımın ancak Cammû-Keş-mir’in Hindistan’a katılmasıyla mümkün olabileceğini belirtince 26 Ekim 1947’de katılım antlaşmasını imzaladı. Bu arada Lord Mountbatten, Keşmir’in nihaî tercih meselesinin işgalcilerin çekilmesinden sonra yeniden ele alınacağını belirtti. Antlaşmanın imzalanmasının ardından Hindistan birlikleri Srinagar’a girdiler; bu sırada çatışmalar Pakistan topraklarına da sıçradı. Hindistan hükümeti 1 Ocak 1948’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne başvuruda bulunarak Pakistan’ın işgalcilere yardım ettiğini ileri sürdü; Pa­kistan ise bu iddialara şiddetle karşı çıktı. Nihayet 1 Ocak 1949’da Birleşmiş Millet­ler gözetiminde taraflar arasında ateşkes antlaşması imzalandı; fakat antlaşmanın çarpışan kuvvetlerin Keşmir’den çekilmesini isteyen ikinci bölümü hiçbir zaman uygulanmadı. Birleşmiş Milletler 5 Ocak 1949’da yeni bir kararla halk oylaması ko­nusuna açıklık getirdi.

Ateşkes hattının belirlenmesinden son­ra Cammû kesimindeki Âzad Keşmir böl­gesinin varlığı Birleşmiş Milletler’İn ilgili komisyonu tarafından kabul edildi. Ancak Hindistan yetkilileri buraya Pakistan iş­gali altındaki Keşmir derken Pakistanlılar da Hindistan’ın Cammû- Keşmir eyaletini Hindistan işgali altındaki topraklar olarak tanımlamaya başladılar. 1947 sonrasında hapishaneden çıkarılarak başbakanlığa getirilen Şeyh Abdullah, bağımsızlık ara­yışları yüzünden 9 Ağustos 19S3’te Hint yetkililerince tekrar tutuklandı ve başba­kanlığa Bahşî Gulâm Muhammed tayin edildi. 1963’te Bahşî Gulâm, Muhammed Nehru’nun yeni düzenlemelerine zemin hazırlamak üzere görevinden ayrıldı. Ay­nı yıl Hindistan Parlamentosu, Cammû-Keşmir yönetiminden devlet başkanlığı statüsünü kaldırarak yerine eyalet valili­ğini getirdi; başbakanlık da bakanlığa dö­nüştürüldü. Nisan 1964’te Şeyh Abdul­lah serbest bırakıldı ve Nehru tarafından Keşmir meselesini görüşmek üzere Pa­kistan’a gönderildi; fakat iki ay sonra Nehru’nun ölümü üzerine geri çağrıldı. Bu arada Keşmir meselesi yüzünden Pa­kistan ve Hindistan arasında 1965 ve 1971’de iki büyük savaş yaşandı. Ocak 197S’te Şeyh Abdullah yirmi iki yıllık ara­dan sonra bakan sıfatıyla tekrar Keş­mir’in idaresini eline aldı ve Eylül 1982′-deki ölümüne kadar bu görevde kaldı.

Şeyh Abdullah’ın ölümünün ardından görevini devralan oğlu Faruk’un uygula­maları ve Hindistan ile yürüttüğü ilişkiler Keşmirliler tarafından tasvip edilmeyerek kendisine hain gözüyle bakılmasına ve sonuçta görevinden ayrılmasına yol açtı. Ocak 1990’dan itibaren Keşmirli müslü-manlar Hindistan’ın bölgeyi terketmesi için gittikçe yoğunlaşan silâhlı bir müca­dele başlattı; çıkan çatışmalarda Hint as­kerleri binlerce Keşmirli’yi öldürdü. 1990′-dan beri meydana gelen çatışmalarda ölenlerin sayısı bildirilmeyenlerin dışında 50,000’den fazladır ve en az bir o kadar Keşmirli’nin de mülteci olarak başka ülke­lere gittiği hesaplanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin 1995 yılı insan hak­ları raporu, Hindistan kuvvetlerinin Cam­mû- Keşmir’deki siyasî katliamlarının sür­düğünü ifade etmektedir. Birleşmiş Mil­letler’İn çeşitli kararlarına rağmen 1947′-den beri halledilemeyen Keşmir meselesi, bugün de her an Pakistan ile Hindistan arasında savaş çıkmasına yol açabilecek durumdadır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski