Kethüda, Osmanlı devleti ve esnaf teşkilatlarındaki belirli görevliler için kullanılan bir unvandır.
Kökeninin Pehlevi dilinden geldiği ve aslında "katak-xvatai" olduğu belirtilir. Farsça'da "kedhudâ" şeklini alarak Türkçe'ye hem bu şekilde hem de bundan türetilen "kâhya" şeklinde geçmiştir. Kedhudanın, Farsça'da "ev, köy; taht" anlamındaki "ked" ile "sahip ve mâlik, efendi" anlamına gelen "hudâ" kelimelerinden oluştuğu ileri sürülmüştür. Kedhüda terimi genellikle resmi devlet görevlileri için kullanılırken, kâhya terimi genellikle sivil kuruluşlardaki görevliler için kullanılmıştır. Ancak, bu iki terimin işlev açısından benzer olduğu görülmektedir.
Kâhya ve kethüda terimleri eşanlamlı olarak kullanılsa da, devlet hizmetlerini yürüten kethüdanın daha eski olduğu, sivil kuruluşlardaki görevlilerin unvanı olan kâhyanın ise daha sonradan ortaya çıktığı veya resmi devlet hizmetlerinde pek kullanılmadığı anlaşılmaktadır. Kethüda terimi, Osmanlı devlet teşkilatında bazı devlet görevlilerinin işlerini yürüten yardımcı anlamını da kazanmıştır. Sivil hayatta, büyük konakların veya çiftliklerin işlerini yönetenler daha çok kâhya unvanıyla anılırdı.
Askeri teşkilatta da kethüda unvanını taşıyan görevliler bulunmaktaydı. Bunlar arasında İstanbul'da bulunan kul kethüdası ve onun yardımcısı ve vekili olan kethüda-yeri en önemlileriydi. Taşradaki yeniçerilerin başında görev yapan yeniçeri kethüdaları da bulunmaktaydı. Osmanlı sarayının harem teşkilatında, cariyelerin amiri olarak kâhya kadınlar bulunurdu.
Esnaf teşkilatlarında da kethüda veya kâhya unvanını taşıyan görevliler vardı. Bunların başlıca görevleri, loncayı hükümete temsil etmek, esnaf arasındaki anlaşmazlıkları çözmek ve esnafın birlik ve düzenini sağlamaktı. Gayri müslim esnaf kâhyaları, cizye vergilerini toplamakla da görevliydiler.
Osmanlı devlet teşkilatında, XV. yüzyıldan itibaren "bazı devlet görevlilerinin işlerini yürüten yardımcı" anlamını kazanan kethüda tabiri, devletin en üst kademesindeki sadrazamdan en alt seviyedeki görevlilere kadar mülkî ve askerî erkân arasında pek çok görevlinin yardımcısı olarak kullanılmıştır. Sivil hayatta ise, büyük konakların veya çiftliklerin işlerini yönetenler genellikle kâhya unvanıyla anılmıştır.
Osmanlı devlet teşkilatındaki kethüdalar arasında en önemlisi, sadâret kethüdasıdır. Bu görevli, 1799 yılına kadar sadrazamın Dîvân-ı Hümâyun'daki işlerinin yanı sıra diğer vezirlerin işleriyle de ilgilenmekteydi. Ancak, 1799 yılında sadâret kethüdası Seyyid Mehmed Efendi'nin başvurusu üzerine, sadece sadrazamın işleriyle ilgilenmesine karar verilmiştir.
Mülkî erkân içerisinde, sadâret kethüdasından sonra beylerbeyi veya valilerin, onların da altında sancak beylerinin özel kethüdaları bulunmaktaydı. Fâtih Sultan Mehmed veya II. Bayezid dönemlerinde Anadolu ve Rumeli vilâyet kethüdalarının teşkilatının oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Vilâyet kethüdalarının başlıca görevi, bağlı oldukları beylerbeyine özellikle vergi tahsili zamanlarında yardımcı olmaktı. Beylerbeyi kethüdâlıkları, devletin büyümesiyle birlikte artmıştır. Örneğin, XVI. yüzyılda Şam beylerbeyinin birden fazla kethüdası bulunmakta, bu kethüdalar suçluların tutuklanması gibi görevlerle de görevlendirilmekteydi. Kethüdaların seçimi ve tayinleri tamamen valinin takdirine bağlıydı. Bazı kethüdaların kendi sarayları ve şahsi davaları için ayrı bir divanları bulunmaktaydı. Mısır'da valinin yardımcısı olan kethüdaların Türk kökenli olmaları gerekmekteydi. Valilerin sancak beyleri yanında da bazı kethüdaları bulunmaktaydı. Mısır'da, valide sultandan sonra en yetkili kişi, 1737'deki cizye reformundan sonra nâib veya vekil durumundaki ketüdasıydı.
Osmanlı döneminde, Kuzey Afrika'da da benzer unvanlar kullanılmıştır. Ancak, zamanla kethüda unvanı terkedilmiş ve yeni unvanlar kullanılmaya başlanmıştır.