Keysâniyye. Muhammed b. Hanefiyye’nin imam ve mehdi olduğunu iddia eden ilk aşırı Şiî grupların ortak adı.
Fırkanın adı, Hz. Ali’nin Sıffîn Savaşı’nda ölen kölesi yahut Muhammed b. Hanefiyye’nin öğrencisi Keysân”dan veya Hz. Ali tarafından Muhtâr’a verildiği söylenen Keysân lakabından kaynaklandığı nakle-diliyorsa da fırkamn, ismini Becîle kabilesinin azatlılarından Ebû Amre Keysân’dan aldığı yolundaki kanaat daha isabetli görünmektedir. Hareketi destekleyenlerin başında gelen Yemenli Arap kabileleri ve diğerlerinin Muhtar es-Sekafî’nin yaşadığı dönemde Keysân’ı lider kabul ettiklerine dair bir bilgi yoksa da Muhtâr’ın ölümünün ardından (67/686-87) onun başkanlığını benimsemiş olmaları muhtemeldir. Aşın düşüncelere sahip olup devrinde mevâlî arasında hatırı sayılır bir kişi konumunda bulunan Keysân, Muhtâr’ı Kûfe’deki isyanı esnasında desteklemiş (66/686), başarı elde edildikten sonra da onu koruma görevini üstlenerek başmuhafızı olmuştu. Muhtâr’ın. İbnü’l-Hanefiyye’nin görevlendirdiği vasisi ve temsilcisi olduğunu ileri süren Keysân, onun Cemel ve Sıffın’de Ali’nin muhaliflerine karşı takındığı olumsuz tavır yanında Ali’den önceki halifelerle Cemel ve Sıffîn’e katılan muhaliflerinin kâfir sayıldığını ilân etmekten çekinmiyordu. Ayrıca Cebrail vasıtasıyla Muhtâr’a vahiy geldiğini, fakat Cebrail’i göremediğini, diğer büyük meleklerin de kendisini ziyaret ettiğini ileri sürüyordu. Muhtar es-Sekafî, Muhammed b. Hanefıyye’nin imametinin kardeşlerinin imametinden sonra gerçekleşeceğini kabul ettiği halde Keysân, Hz. Ali’nin Hasan ve Hüseyin’i dışlayarak Muhammed b. Hanefiyye’yi halef ve vasî tayin ettiğini söylüyordu. Muhtar es-Sekafî’ye ait kuvvetlerin Mühelleb b. Ebû Sufre kumandasındaki Mus’ab b. Zübeyr ordusuyla Dicle yakınında el-Mezâr mevkiinde karşılaşması sırasında (67/686-87) mevâlîye kumanda eden Keysân’ın savaştan sonra isminin geçmemesi burada öldürüldüğünü göstermektedir.
Muhtar es-Sekafî’nin çevresinde kurulup siyaset ve akîdeyle ilgili bazı düşünceler ortaya koyan Keysâniyye mensuplarının tamamı Muhammed b. Hanefıyye’nin imametini benimsemekle birlikte onun imamlığının doğrudan babasından mı yoksa kardeşleri Hasan ve Hüseyin’den mi intikal ettiği konusunda fikir birliğine varamamışlardır. Bir kısmı, Hz. Ali’nin Cemel Vak’ası esnasında sancağı ona taşıtmasına dayanarak imameti doğrudan babasından devraldığını iddia ederken diğerleri Hasan ve Hüseyin’den sonra imamet görevini üstlendiğini kabul etmişlerdir. Onun Hasan ve Hüseyin vasıtasıyla babasından gelen bütün ilimleri öğrendiğini ileri süren fırka mensupları te’vil ve bâtinî bilgiler dahil cismanî ve ruhanî ilimlere vâkıf olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre din bir kişiye veya İmama itaat etmekten ibarettir. Bu düşünceden hareketle namaz, oruç, zekât, hac ve diğer dinî rükünleri te’vil eden Keysâniyye, imama itaat ettikten sonra dinî yükümlülüklerin bir anlamı kalmayacağını ve bu sebeple terkedilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Ayrıca âhiretle ilgili konularda inanç zafiyeti içinde bulundukları belirtilen Keysâniyye gruplarının tenasüh, hulul ve rec’at gibi hususları benimsedikleri bu sebeple kendilerine karşı olumsuz tavır alındığı, zaman zaman Şiî aşırılığını temsil eden Sebeiyye adıyla anıldıkları bilinmektedir.
Muhtar es-Sekafî’nin ölümünün ardından gelişmeler kaydeden, Muhammed b. Hanefiyye’nin vefatından sonra da (81/ 700) onun ölüp ölmediği, bulunduğu yer. tekrar dönüp dönmeyeceği ve imametin kime intikal edeceği gibi konularda on kadar gruba ayrılan Keysâniyye’nin önemli fırkaları şunlardır:
Muhtâriyye. Şehristânî’nin Keysâniyye içinde ayrı bir grup saydığı bu fırka, Hz. Ali’nin ölümünün ardından yahut Hasan ve Hüseyin’den sonra Muhammed b. Hanefiyye’nin imam olması gerektiğini benimseyen Muhtâr’ın ilk ve aslî mensuplarıdır. Muhtar es-Sekafî’nin Haricî, Zü-beyrî ve Şiî olup daha sonra Keysâniyye hareketiyle Hüseyin’in intikamını almak için ortaya çıktığı. İbnü’l-Hanefiyye’nin dâîsi olduğu, anlaşılmaz ifadelerle bazı gizli ilimlerden bahsettiği ve bir fırsatçı olduğu şeklindeki değerlendirmeler hemen bütün kaynaklarda yer almakla birlikte bazı çağdaş müellifler tarafından kabul görmemektedir. Muhtâr’ın iddialarına vâkıf olan İbnü’l-Hanefiyye, onun halkı kendi çevresinde toplamak için böyle bir teşebbüse giriştiğini belirterek kendisiyle İlgisi olmadığını açıklamasına rağmen faaliyetlerini engelleyememiştir. Bir taraftan İbnü’l-Hanefiyye’nin temsilciliğini iddia ederken diğer taraftan Hz. Hüseyin’in intikamını almak için mücadelesini sürdüren Muhtâr’ın Arap kâhinlerinin seçili ifadeleri gibi gaybla ilgili anlaşılmaz sözler söylediği, kendisine beyaz güvercinler şeklindeki melekler tarafından getirilen vahiyle yahut imamın bildirmesiy-le ortaya çıkacak hadiseleri önceden bildiği, olayların haber verdiği şekilde çıkmaması durumunda ise Allah’ın bilgisinin ve iradesinin değiştiğini ileri sürdüğü nakledilmektedir.
Hâşimiyye. Muhammed b. Hanefıyye’nin vefatından sonra Keysâniyye bünyesinde önemli bir grup, özellikle Horasan ve civarında Emevîler’e muhalif pek çok Şiî. Ebû Hâşim’i babasının halefi ve imam olarak kabul etmiştir. Onların telakkisine göre hikmet ve sırları şahsında toplayan İbnü’l-Hanefiyye oğlu Ebû Hâşim’e bütün ilimleri, sırları, tenzilin te’vilini ve zahirin bâtına karşı değerlendirilmesini Öğreterek onu imam tayin etmiştir. Ölümünden bir süre önce Emevî Halifesi Süleyman b. Abdülmelik’i ziyaret edip takdirini kazanan, ardından Filistin’e gitmek üzere Şam’dan ayrılan Ebû Hâşim’in 98 (717) yılında ölümüyle Hâşimiyye mensupları kendi aralarında bölünmelerle karşı karşıya kaldılar. İçlerinden bir gruba göre Ebû Hâşim Şam’dan dönerken yolda hastalanmış, ölümünün yaklaştığını hissederek yanındakilere kendisini Humeyme’-de bulunan amcazadesi Abdullah b. Ab-bas’ın torunu Muhammed b. Ali’ye götürmelerini istemişti. O dönemde Abbasî davetinin merkezi olan Humeyme’ye ulaşınca burada Muhammed b. Ali ile buluşarak imametin kendisinden sonra ona, ardından evlâtlarına geçmesini vasiyet ederek özellikle Horasan ve İrak’taki mensuplarına karşı hareket tarzı konusunda tavsiyelerde bulunmuştur. İmametin Ali evlâdından Abbas evlâdına geçişinin bir belgesi olarak değerlendirilen bu vasiyet Abbâsîler’in fiilî hâkimiyetine kadar bir meşruiyet belgesi olarak görülmüştür. Önceleri bu gruba dahil iken daha sonra ayrılan Abbâsîler’den Muhammed b. Ali’nin dâîler listesinde zikredilen Abdullah er-Râvendî’ye nisbetle Râvendiyye diye anılan Horasan’daki Abbasî taraftarı aşın Şiî fırka zaman içinde bütün Abbasî Şîa-sı’nı kapsar hale gelmiştir. Râvendiyye’ye göre Hz. Peygamber’in vefatında imamet veraset itibariyle en yakını olduğu için amcası Abbas’a, ondan da Abdullah, Ali. Muhammed, İbrahim, Seffâh ve Ebû Ca’fer el-Mansûr’a intikal etmiştir. Çoğunluğu Horasanlı olan bu aşırı grubun Halife Mansûr’a ilâh olarak hitap ettiği bilinmektedir. Bu yüzden Mansûr elebaşılarını hapsedip cezalandırdığı zaman Râvendî-ler onun ilâhlığını reddetmiş, kendisini imamet ve hilâfeti gasbetmekle suçlamışlardır. Düşmanlıklarını daha da ileri götürerek Mansûr’a bir suikast düzenle-mişlerse de Mansûr bundan kurtulmuştur.
Hâşimiyye içinde bir grup, Ebû Hâşim’in ölümünden sonra imametin doğrudan kardeşinin oğlu Hasan b. Ali b. Muhammed b. Hanefiyye’ye geçtiğini iddia ederken diğer bir grup kardeşi Ali b. Muham-med’e, ondan da oğlu Hasan”a intikal ettiğini ve İbnü’l-Hanefıyye’nin evlâdından başkasının imam olamayacağını ileri sürmüştür. İmametin ve Ebû Hâşim’in ruhunun Abdullah b. Amr b. Harb eI~Kindî’ye geçtiğini kabul eden Harbiyye adlı grup içinde bazıları benimsedikleri imamın yalancılık ve hıyanetini tesbit edince ondan vazgeçip Abdullah b. Muâviye’yi imam kabul ettiler. Tenasühe inanan ve Allah’ın imamlarda tecelli etmiş bir nur olduğunu kabul edip Cenâhiyye diye de anılan bu grup ilâhî ruhun tenasüh yoluyla imamlara geçtiğini, Abdullah b. Muâviye’nin hem nebî hem ilâh olduğunu ve gaybı bildiğini söyleyerek kendisine ibadet etmiştir. Abdullah b. Muâviye’nin Horasan’da ölümü üzerine (129/747) mensuplarından bir kısmı onun ölmediğini, geri döneceğini, diğerleri de öldüğünü, ruhunun hiçbir dinî yükümlülüğü kabul etmeyen, her şeyi mubah sayan ve Hârisiyye diye anılan grubun başı olan İshak b. Zeyd el-Hâris el-Ensârfye geçtiğini ileri sürmüştür. İmametin Ebû Hâşim’den Beyân b. Sem’ân et-Temîmî’ye intikal ettiğini ileri süren bir gruba da Beyâ-niyye denilmiştir. Kerbiyye. Kerîbiyye ve Küreybiyye diye de anılan, ancak Kummîve Nevbahtîgibi ilk dönem Şiî fırka tarihçilerine göre Kerbiyye olarak bilinen ve Ebû Kerb ed-Darîr adlı şahsa bağlı olan bu fırkaya göre Muhammed b. Hanefiyye ölmemiştir. O. Medine’nin batısındaki Radva dağında yaşamakta, yanındaki bir aslan ve kaplan tarafından korunmakta, sabah akşam yiyeceği kendisine ulaştırılmaktadır. Bu durum Allah’ın takdir ettiği zamana kadar devam edecek, vakti geldiğinde mehdî olarak ortaya çıkıp hâkimiyetini kuracaktır. Bu düşünce Küseyyir ve Seyyid el-Himyerrnin şiirlerinde de işlenmektedir. Medine’de bulunan ve kendisinin imam ve peygamber, İbnü’l-Hanefiyye’nin de ilâh olduğunu iddia eden ibâhî düşünceye sahip Hamza b. Umâre el-Berberî de bu gruba mensuptur.
Rizâmiyye. Rizâm b. Rezm’e mensup olmakla birlikte Râvendiyye bünyesinde mütalaa edilen ve Ebû Müslim-i Horasâ-nî’ye sevgi ve bağlılık konusunda aşırılık gösteren bu gruba göre imamet Ali b. Ebû Tâlib’den Muhammed b. Hanefiyye, Ebû Hâşim, Ali b. Abdullah. Muhammed b. Ali. Ebû Müslim’in adına faaliyet gösterdiği İbrahim b. Muhammed ve daha sonra Ebû Müslim’e, bir başka rivayete göre ise önce Seffâh’a, ardından Ebû Müslim’e geçmiştir. Horasan’da ortaya çıkan ve Ebû Müslim ile sıkı bağlantısı bulunan bu fırkanın mensupları onun imamette hak sahibi olduğunu, Allah’ın ruhunun kendisine hulul ettiğini ve ruhların tenasühünü iddia etmişlerdir. Ebû Müslim-i Horasânî’nin ölmediğini ileri süren Ebû Müslimiyye ile özdeşleşen bu fırka daha sonra ortaya çıkan, dini imamı bilmek ve emaneti yerine getirmek suretiyle kemale ermek diye anlayan, kemale erildiğinde ise yükümlülüklerin ortadan kalkacağını söyleyen Horasan ve Mâverâünnehir bölgeleri Mukannaiyye ve Mü-beyyiza gruplarının kaynağını teşkil etmiştir.
Emevîler devrinde çeşitli fırkalanyla Şîa’nın aşırı bir kolunu oluşturan Keysâniyye’deki mehdî. gaybet, hulul ve tenasüh gibi anlayışların İrak mevâlîsinde görülen Ârâmî-hıristiyan tesiriyle İran’daki bazı eski inanışların uzantıları olduğu belirtilmiştir. Mezhep II. (VIII.) yüzyılın ortalarından itibaren süratle kaybolmaya başlamış, III. (IX.) yüzyıl başlarında varlığını sürdüren herhangi bir grubu kalmamıştır. İmamete dair bazı görüşleriyle bedâ’ ve rec’at konusundaki düşünceleri bir kısım düzenlemelerle İrnâmiyye tarafından benimsenmiş, diğer fikirleri ve doktrinleri de İmâmî çizgide bulunduklarını iddia eden gâlî fırkalara intikal etmiştir.
TDV İslâm Ansiklopedisi