Kılıç Ali Paşa Camii-Hamamı-Külliyesi, Tarihçe, Mimari, Hakkında Bilgi

Kılıç Ali Paşa Külliyesi. İstanbul’da XVI. yüzyılda Miman Sinan tarafından yapılan külliye.

İstanbul Tophane’de Kaptanideryâ Kılıç Ali Paşa’nın (ö. 995/1587) kurduğu külliye, aslında deniz kıyısında ve İstanbul Limanı’ndaki gemilerden Beyoğlu tarafına çı­kışı sağlayan en önemli iskelenin başında bulunuyordu. Külliye, dış avlu duvarıyla çevrili bir cami ile yanındaki büyük bir medrese ve tek hamamdan oluşmuştur. Caminin kıble tarafında kurucusunun türbesinden başka bir de hazîre yer almaktadır. Külliyeyi çevreleyen avlu du­varının cadde üzerindeki köşesinde gü­nümüzde bir sebil varsa da bu muhteme­len külliyenin bir unsuru değildir. Kılıç Ali Paşa’nın bu külliyesi dışında Haliç kıyı­sında Fener İskelesi yakınında bugün hiç­bir izi kalmayan bir çifte hamamı, Hadîkatü’l-cevâmi’cle verilen bilgiye göre Be­şiktaş’ta ayrıca bir mescidi ile Yenisaray’da başka bir hamamı olduğu nakledil­mektedir, ancak Yenisaray adında bir ha­ta olabilir. Beşiktaş’taki mescidi Nevşehir­li Damad İbrahim Paşa tarafından ihya edilmişse de II. Mahmud döneminde ta­mamen yıkılarak yerine Âsâriye adıyla bü­yük bir cami yapılmıştır.

Cami. Kitabesine göre külliyenin kuru­cusu Kılıç Ali Paşa’dır ve Mimar Sinan’ın eserlerini bildiren çeşitli tezkirelerden an­laşıldığına göre bu ünlü mimar tarafın­dan inşa edilmiştir. Caminin cümle kapısı üstünde yer alan, şair Ulvî’nin yazdığı ta­rih kitâbesindeki. “Cehd edip yaptı bu zî-bâ camii Şîr-i meydan ol Ali Pâşâ benam Ehl-i diller dediler târihini  Oldu a’lâ ca­miin Beytülharam” mısraları yapının 988′-de (1580) tamamlandığını gösterir. Evliya Çelebi, XVII. yüzyılın ilk yarısında İstan­bul’u anlatırken bir selâtin camisi hüvi-yetindeki mâbed için, “İstanbul’da başka bir benzeri yoktur” diyerek yapının Aya-sofya’ya benzediğine işaretle mimarisi, iç süslemesiyle mefruşatı hakkında bilgi ve­rir. İstanbul’un en eski görüntülerini re­simleyen Robertson’un 1855’e doğru çek­tiği bir fotoğrafta caminin minaresinin iskele kurularak gövdenin ortalarından itibaren yenilendiği görülmekte, bundan da minarenin bilinmeyen bir sebepten dolayı yıkıldığı anlaşılmaktadır. Renkli cam alçı pencerelerden birinde, bunla­rın I331’de (l9l3) BursalıTevfikadında bir usta tarafından yapıldığını bildiren bir imza yer almaktadır.

Üç tarafa açılan girişlere sahip, kesme taştan yapılmış pencereli avlu duvarı ori­jinal şekliyle kalmamıştır. Evvelce bu du­var bir dikdörtgeni sınırlarken 1956’larda Tophane Meydanı tarafındaki cephesi şevli biçimde türbeye doğru alınmıştır. Duvar şadırvan tarafında da geri çekilmiştir. Ca­minin giriş kısmında üzeri kurşun kaplı, öne meyilli bir çatı ile örtülü, mermer sü­tunlara dayanan ikinci bir son cemaat yeri vardır. Sonradan büyütülmesi gerektiği anlaşılan bu kısımdaki sütun başlıklarının klasik üslûpta oluşu buranın binanın inşa­sıyla beraber yapıldığını veya az sonra ek­lendiğini gösterir. Kılıç Ali Paşa Camii’nin esas son cemaat yeri sütunlara dayanan kemerlerin taşıdığı beş kubbe ile örtülü­dür. Caminin harimi, yapının Ayasofya’nın mimari düzeninin bir benzerine sahip ol­duğunu göstermektedir. Kılıç Ali Paşa Ca-mü’nde Sinan, uzun meslek hayatının son büyük eserlerinden olmasına rağmen çok daha küçük ölçüde Ayasofya’mn planını ve Osmanlı dönemi Türk mimarisinin un­surlarını kullanarak şaşırtıcı bir uygula­ma ortaya koymuştur.

Esas cami mekânı tam bir dikdörtgen biçiminde olup mihrap bir yarım kubbe ile örtülü ve ileri taşan bir çıkıntının için­dedir. Ayrıca girişe yakın olarak yanlarda iki çıkıntı daha vardır. Bunlardan sağda­ki, minarenin kürsü kısmıdır. Soldaki İse içindeki merdivenle harimi çeviren gale­riye çıkışı sağlar. Esas mekânda hâkim Kılıç Afi Pasa Camii’nin XIX. yüzyıl ortasına doğru çizilen bir gravürü ile caminin mihrap bölümünden bir görünüş dört paye yer alır. Bunların taşıdığı dört kemerin üstünde, geçişi pandantiflerle sağlanan 12,70 m. çapında pencereli ve kasnaklı bir kubbe bulunur. Mekân, kıble yönü ekseni üzerinde Ayasofya’da ve son­raları Beyazıt ve Süleymaniye camilerin­de olduğu gibi iki yarım kubbe ile örtül­müştür. Yapının Ayasofya ile benzerliğini en fazla vurgulayan eleman iki yanlarda­ki birer çift destek payandasıdır. Burada Sinan, çok iyi incelediği Ayasofya’nın planı ile üst yapısını gerek estetik gerek statik bakımlardan daha kusursuz olarak deği­şik bir mimari anlayışla yorumlamıştır. Bu bakımdan Kılıç Ali Paşa Camii basit bir taklit değil Ayasofya mimarisinin ge­liştirilmiş, statik bakımdan çok daha gü­venli bir aşamasıdır denilebilir. Yenilenen taş minarenin petek kısmına barok süsle­melerle taş bir külah yapılmışken son yıl­larda minare orijinal mimarisinde olduğu gibi kurşun kaplı sivri külahına kavuştu­rulmuştur. Caminin gerek son cemaat ye­ri gerekse içi XVI. yüzyıl İznik çinileriyle bezenmiş, mihrabın etrafı ve kıble duvarı da çinilerle kaplanmıştır. Mihrap ve min­ber temiz bir işçilikle beyaz mermerden işlenmiştir.

Türbe. Caminin kıble tarafında ve de­nize daha yakın bir yerde olan kesme taş­tan türbe dış duvarlarıyla sekizgen biçi­mindedir. Üstünü genellikle türbelerin ço­ğunda olduğu gibi iç içe çift kubbe örter. Girişi derince bir nişin dahilinde olan tür­benin içinde ise girişlerin karşısında yer alan iki sütun, giriş nişinin masif duvar-larıyla kubbeyi taşıyan kemerlere destek olmuştur. Böylece türbenin de mimari­sinde benzerine pek rastlanmayan deği­şik bir uygulama görülür.

Medrese. Kötü bir şehir planlaması so­nunda külliyenin medrese ve hamam gi­bi unsurları XIX. yüzyılda yapılan binalar­la sınırlanmıştır. Ayrıca girişin önünde ze­min kodunun yükseltilmesi sonucunda medrese çukurda kalmıştır. Mimar Sinan eseri olmasına kesin gözüyle bakılan medresenin onun eserlerini bildiren tez­kirelerde yer almayışı dikkat çeker. Sinan belki de bu medreseyi tasarlamış, fakat yapımı onun 1588’de ölümünden sonra bitirilmiştir. Kare planlı medrese, revaklı avlu etrafında kuzeyde olan bir tanesi gi­riş bölümüne ayrılmış on sekiz kubbeyle örtülü on yedi hücreden ibaretti. Ortada hazîreye doğru çıkıntı halinde büyük kub­beli dershane-mescid yer alır. Hamam gibi medrese de tuğla hatıllı, taş örgülü karma teknikte inşa edilmiştir. 1914-1915 tarihli bir kayda göre o sıralarda Kı­lıç Ali Paşa Medresesi kadro dışı bulunu­yordu. Kılıç Ali Paşa Medresesi uzun yıllar Çocuk Esirgeme Kurumu’na devredilerek dispanser yapılmış, bu sırada büyük öl­çüde değişikliklere uğramıştır. 1995’e doğru bina tahliye edilmişse de içi yapı­lan değişikliklerle olduğu gibi bırakılmış­tır. Bakımsız ve perişan bir duruma ge­len medreseyi bir vakıf restore edip kül­tür merkezi olarak kullanmak üzere iste­mişse de talep geri çevrilerek bir özel ku­ruluşa bırakılmak üzere kendi haline ter­kedilmiştir. Medrese içinde bir de kütüp­hane bulunmakta iken 1918 yılında kitap­lar Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledil­miştir.

Hamam. Yıllar önce bir Alman dergisin­de yayımlanan Osmanlı devri belgelerine dair makalede yer alan bir vesikadan ha­mamın 23 Muharrem 991’de (16 Şubat 1583) tamamlandığı anlaşıldığına göre külliyenin yapımı bu tarihe kadar sür­müştür. Batı tarafında girişi olan hama­mın soyunma yeri (camekân) 14,10 m. ça­pında bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbeye geçiş içleri dilimli tromplarla sağlanmış­tır. Duvarlar taş ve tuğla olarak karma teknikte örülmüştür. Hamam mimarisin­de değişik bir sistem uygulanarak ılıklık bölümleri hemen camekânın arkasında yer almayıp yanda çok küçük mekânlar halindedir. Hamamın sıcaklık bölümü ise daha çok kaplıca mimarisinde kullanılan yuvarlak bir merkezî kısma yıldız biçimin­de kemerlerle açılan tiptedir. Kılıç Ali Pa­şa Hamamı uzun yıllar yersiz yurtsuzla­rın geceleri barındığı bir yer olarak kulla­nılmış ve bu bakımdan şehrin tarihinde özel bir yer almıştır. Hamam, Mimar Si­nan’ın eserlerine dair tezkirelerde bulun­duğuna göre cami ile arasında bulunan medresenin de aynı zamanda tasarlan­dığından şüphe edilmemelidir. Hamam daha sonraları perişanlıktan kurtarılarak bugün çalışır hale getirilmiştir. Kılıç Ali Paşa’nın ikinci hamamı, tezkirelerde Kap­tan Ali Paşa Hamamı olarak kayıtlı olup Haliç kıyısında Fener mahallesindeki çif­te hamamdı. Yapı bilinmeyen bir tarihte hiçbir izi kalmayacak şekilde ortadan kal­dırılmıştır.

Sıbyan Mektebi
. Külliyenin bir de sıbyan mektebi olduğu Hadîkatü’l-cevâmi’de bildirilmekteyse de Turgut Kut ta­rafından yayımlanan listeden anlaşıldığı­na göre 1920-1927yıllarında burası arsa idi. Bu bakımdan yeri ve mimarisi hakkın­da hiçbir bilgi edinilememektedir.

Sebil. Avlu duvarının cadde üzerindeki köşesinde bulunan sebilin mukarnaslı başlıklı sütunlarla ayrılan üç penceresi vardır. Bu pencerelerdeki dökme demir parmaklıklar klasik devir Türk sanatıyla bağdaşmayan bir üslûptadır. Her ne ka­dar sebil mimari bakımdan klasik döne­me işaret etmekteyse de şebekeler her­halde XIX. yüzyıl işidir. Thomas Allom’un bir gravüründe, Tophane’nin köşesinde Kılıç Ali Paşa Camiİ’nin tam karşısında bir sebil bulunmaktadır. Burada Kemankeş Mustafa Paşa’nın bir sebili olduğu da bi­lindiğine göre gravürdeki sebil bu ikincisi olmalıdır. Sultan Abdülaziz döneminde Dolmabahçe-Tophane arasındaki cadde yeniden düzenlendiğinde güzergâha rast­layan bazı eserler yıktırılmış, bazıları ke­silmiş, bazıları da yerlerinden sökülerek başka yere taşınmıştır. Bu çalışmalar sı­rasında Tophane köşesindeki sebilin de yerinden sökülerek karşısındaki Kılıç Ali Paşa Camii avlu duvarına bitişik olarak yeniden yapıldığına ihtimal verilebilir. Bu duruma göre sebil Kılıç Ali Paşa Külliye-si’nin bir parçası değildir.

Hazîre. Caminin yan tarafında ve tür­be etrafındaki hazîrede çok sayıda mezar arasında, Fındıklı sırtlarındaki Defterdar Ebülfazl ve Beyoğlu’ndaki Ağa Camii na­zirelerinden getirilen mezar taşları da yer almaktadır. Burada denizciler ve Topha­ne ile ilgili olarak topçularla matematikçi Hasan Fuad Paşa (ö. 1911) ve Kaptanıderyâ Ateş Mehmed Paşa’nın (ö. 1911) ka­birleri de görülür.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski