Koca Mustafa Paşa Camii ve Külliyesi Tarihçe, Mimari, Hakkında Bilgi

Koca Mustafa Paşa Camii ve Külliyesi. İstanbul’da XV. yüzyıl sonunda inşa edilen cami ve külliye.

Cami. Sur içi İstanbul’unun bu semti­ne adını vermiş olan Koca Mustafa Paşa Camii ve Külliyesi, Sünbüliyye tarikatının merkez dergâhını da oluşturmuştur. Bu sebeple halk arasında Sünbül Efendi Ca­mii olarak da anılır. Şehrin batısında kara tarafı surlarına yakın bir yerde bulunan caminin etrafı bir duvarla çevrili olup ya­pılar genişçe bir avlunun içinde yer almak­tadır. Cami binası havarilerden Hagios Andreas adına kurulmuş bir kilisedir. An­cak İmparator Arkadios’un kızı Arkadia’-nin V. yüzyıl başlarında yaptırdığı kilisenin ve henüz kesin olarak yeri belirlenemeyen Saturnios Kapısı civarında yer alan Hagios Andreas erkekler manastırının bu kilisey­le ilgisi olup olmadığı tesbit edilememiş­tir. Avlu kapısının dışında yerde görülen ve V. yüzyıla tarihlendirilen eski bir sütun başlığı, söz konusu yapının Arkadios dö­nemine ait olması için yeterli bir dayanak sayılmaz. Şimdiki Koca Mustafa Paşa Ca-mii’nin yerinde bulunduğu nisbeten daha açık şekilde ileri sürülebilen bir kadınlar manastın ise ilk olarak VIII. yüzyılda zik­redilmektedir. İkonoklast (resim düşmanı) akım sırasında (726-842) idam edilen Gi­ritli Aziz (Hosios) Andreas’ın kutsal kalın­tıları (rölik) buraya gömülmüş ve Bizans halkı mucizeler yarattığına inandığı bu azizin adını zamanla aslında havari And-reas’a ithaf edilmiş olan bu manastıra bağlamıştır. İkonoklast akımının sona er­mesinin ardından İmparator I. Basileios tarafından tamir ettirilen bu kilisenin 1204 -1261 arasındaki Latin işgali sırasın­da oldukça harap olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 1261’de Bizans İmparatorluğu’nun yeniden kurulması sırasında İmpa­rator VIII. Mikhael Palailogos’un yeğeni Protovestiarissa Theodora Raouleina kiliseyi ve manastırı tekrar kurmuştur. 1284’ten az sonra gerçekleştirilen bu in­şaatta külliye eski malzemeden de fay­dalanılarak yeni baştan yaptırılmıştır. 0 devrin şairlerinden Maximos Planudes, Prenses Theodora’nm bu inşaatını överek onun burada güzel bir kilise yaptırdığın­dan sözetmektedir ki bunun Koca Mus­tafa Paşa Camii’ne çevrilen kilise olması kuvvetle muhtemeldir. Esasen manastır ve kilisenin bu inşaattan sonra önem ka­zanarak şehrin ön planda gelen ibadet yerlerinden biri haline geldiği kaynaklarda belirtilmektedir.

II. Bayezid döneminde (1481 -1512) şeh­rin içinde bulunan eski Bizans kilise ve manastırları “şenlendirme” politikası ge­reğince camiye dönüştürülürken Andreas Kilisesi de Sadrazam Koca Mustafa Pa­şa tarafından camiye çevrilmiştir. Ca­minin son cemaat yerine açılan iki ka­pısından sağdakinin üstünde 891 (1486) yılını veren Arapça kitabe, sol tarafta­ki kapının üstünde de II. Bayezid’in adı­nı kaydeden Türkçe-Arapça bir kita­be bulunmaktadır. Âlî Mustafa Efen­di, Künhü’i-a/jbdr’ında Koca Musta­fa Paşaidan bahsederken caminin açılış törenini anlatmış ve devrin değişik şair­leri tarafından tarihler yazıldığını, fakat bunların içinde en güzelini İdrîs-i Bitlisf-nin kaleme aldığını ve bunun caminin ka­pılarının üstüne konulduğunu belirterek bir tanesinin kopyasını vermiştir. Evliya Çelebi ve Ayvansarâyî de bu kitabeyi, İdris-İ Bitlisî’nin olduğunu belirterek nak­leder. Bitlisfnin kitabesi caminin inşasın­dan altı yıl sonra “başkapı” üzerine kon­muştur. Kaynaklarda caminin halen hün­kâr mahfili kapısı üstünde mevcut olan. Şeyhülislâm Efdalzâde Hamîdüddin Efendi’nin yazdığı 895 (1490} yılını taşıyan Arapça bir kitabesinin daha bulunduğu bildirilmektedir. KopyasıKünhü’l-ahbar’da ve Hadîkatü’l-cevâmi’dç verilen İdrîs-i Bitlisî’nin kitabesi bugün mevcut değildir.

953 (1546) yılına ait İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde Koca Mustafa Paşa Külliyesi’nin cami, medrese, imaret ve hankahtan oluştuğu belirtilmektedir. Bu külliyenin evkafı arasında dükkânlardan başka Ayvansaray’da camiye dönüştürül­müş bir kilise ile [bk. atik mustafa paşa camii] Nevrokop’ta cami ve mektep de vardır. Ayrıca İstanbul’un bu bölgesinde ve Sulu Manastır taraflarında çok sayıda arazi ve dükkân külliyenin evkafı arasın­dadır. Rumeli’de Dimetoka, Yanbolu, Fili­be, Niğbolu, Karasu, Drama, Serez, Nev-rokop, Ustrumca. Selanik, İnebahtı, Avlonya ve Anadolu’da Bolu’da gelirleri bu vakfa verilmek üzere çeşitli vakıflar bu­lunmaktadır.

Tahsin Yazıcı tarafından Sünbüliyye ta­rikatı hakkında yayımlanan bir araştırma­da Yavuz Sultan Selim’in gazabına uğra­yarak idam edilen Koca Mustafa Paşa’nın kurduğu evkafında yıktırılmasının emre-dildiği ancak sembolik olarak yalnız ba­caların yıktırılmasıyla yetinildiği ve bun­ların da sonra yeniden yaptırıldığı Öğre­nilmektedir. Hadîkatü’l-cevâmi’de ve­rilen bilgiye göre XVII. yüzyıl başlarında Başdefterdar Ekmekçizâde Ahmed Paşa caminin batı tarafına cami kadar bir ek yaptırmış, bir kapı ile bir de mahfil inşa ettirmiştir. Böylece caminin minaresi orta yerde kalmıştır. Fakat sonraları bu ek bü­tünüyle ortadan kaldırıldığından minare açıktadır. Yaygın bir görüşe göre müba­rek gecelerde cami şerefelerinde kandil yakılması âdeti de ilk olarak burada uygulanmıştır. Şehrin büyük dinî merkezle­rinden olan Koca Mustafa Paşa avlusuna Veliyyüddin Efendi bir muvakkithâne ilâ­ve ettirmiştir. Çevrede tekke şeyhleriyle birçok tanınmış kişi ve hattatın (Hafız Os­man gibi) mezarının bulunduğu bir hazîre oluşmuştur. Dârüssaâde Ağası Beşir Ağa avlunun ortasında 11SO’de (1737) İstan­bul’da örnekleri çok az olan sütun biçi­minde bir çeşme diktirmiş, XIX. yüzyılda, avlunun kuzey kapısının iki yanına Rifat Paşa ve Karesi Mutasarrıfı Behçet Paşa’­nın kız kardeşi Hacı Emine Hanım tarafın­dan iki ayrı sebil inşa ettirilmiştir. Cami­nin son cemaat yeri revaklarındaki kita­beden öğrenildiğine göre o sıralarda hay­li harap olan mabedi II. Mahmud 1250

(1834) yılında büyük ölçüde tamir ettir­miştir. Yapının revakları arasındaki böl­meler, etraftaki müştemilât binaları, iç­teki ahşap kısımlar kaldırılarak 1950’lere doğru yapılan büyük bir tamirde de kub­be ve yarım kubbeler restore edilip bu kı­sımların mimari karakteri daha açık gö­rünüşleriyle ortaya çıkarılmıştır. 1953 yılı yaz aylarında caminin iç sıva ve nakışları yenilenmiştir. 17 Ağustos 1999’da vuku bulan İzmit ve Adapazarı depremi cami­de izler bırakmıştır.

Mâbed esasında bir Bizans kilisesi ol­makla beraber camiye dönüştürüldüğün­de bünyesinde o kadar önemli değişiklik­ler yapılmıştır ki Türk sanatı bakımından üzerinde durulması gerekli bir yapı duru­muna girmiştir. Bizans zamanındaki kili­se dışarıya taşkın üç apsisi olan, muhte­melen merkezî kubbeli ve narteksli bir bina idi. Girişi batı cephesinin ortasında, şimdi bir pencerenin bulunduğu yerdey­di. Esas mekânın ortasında dört ağır paye yer almaktadır. Dış duvarlarla kubbe altı mekânını ayıran koridor halindeki dehliz­lerin narteks tonozu seviyesinde beşik to­nozlarla örtülüyken sonradan bazı deği­şiklikler yapıldığı anlaşılmaktadır. Kubbe altı mekânı bugün, alçak bir beşik tonoz­la örtülü olan batı tarafındaki dehlizden iki sütunla ayrılmış bulunmaktadır. Yarım kubbelerin inşası ile kısmen kesilen gü­ney ve kuzey dehlizlerinin kubbe kaidesi­ne nazaran alçak beşik tonozlarla örtülü olduğu kalan parçalardan belli olmakta­dır. Bu takdirde yan dehlizlerin de aynı batı dehlizinde olduğu gibi evvelce iki pa­ye arasında sıralanan ikişer sütunla kub­be altı mekânından ayrıldığını tahmin et­mek mümkündür. Yani Ayios Andreas Ki­lisesi, ortadaki ana kubbe mekânını bir ” U” harfi şeklinde çeviren beşik tonozlu üç dehlize sahipti. Günümüzde hâlâ du­ran batı dehlizinden anlaşıldığına göre bu dehlizlerin tavan yüksekliği pek fazla de­ğildi. Bundan dolayı orta kubbe mekânı çok daha yüksek bir görünüm kazanıyor ve ana kubbeyi taşıyan dört büyük ke­merin iç açıklıkları pencereli duvarlarla (timpanon) kapatılıyordu.

Yapıda hıristiyan -Ortodoks litürjisi ge­reklerine uygun biçimde iç mekân birbi­rinden tecrit edilmiş mekânlara bölüne­rek umumun ibadeti İçin yalnız ortada kubbe altında bir bölüm bırakılmıştı. Ki­liseyi cami haline getiren Osmanlı mimarı mihrabı kıble istikametine göre ayarla­mak ve mihrabı mümkün olduğunca her açıdan görülebilir bir hale getirmek zo­rundaydı. Bu sorunu çözmek için binanın aksını doğudan hafifçe güneye kaydırarak çarpık bir eser meydana getireceğine bi­naya eskisine tamamen dikey olan yeni bir eksen vererek yapıyı kuzey-güney yö­nüne çevirmiştir. Böylece hem istenilen kıble yönü sağlanmış hem de enine uza­nan bir bina halini almış olan yapı saf tut­maya uygun bir hal almıştır. Mimar, to­nozların dayanağa ihtiyaç gösteren kı­sımlarını yıkarak ve böylece açılan iki yan dehlizin üzerlerine her birinde üçer pen­cere bulunan iki yarım kubbe kurarak çözüme ulaşmış görünmektedir.

Yapının girişleri yeni aksa göre düzel­tilmiş, batı girişi kapatılarak kıble duva­rının karşısındaki kuzey duvarının dışına boydan boya, stalaktitli başlıklı altı sütu­na dayanan beş kubbeli bir son cemaat yeri eklenmiş ve bunun birinci ve beşinci bölümlerinde birer kapı açılmıştır. Minare de tek minareli Osmanlı camilerinin ço­ğunda olduğu gibi kıble aksının sağında, batı duvarı önünde inşa edilmiştir. Bina­nın doğu tarafındaki hıristiyan mihrabı­nın meydana getirdiği kavis tam ortada açılan bir pencere ile hafifletilin iştir. Aynı şekilde “prothesis” ve “diakonikon” hüc­releri de doğu duvarlarının düzeltilmesi ve buralarda birer pencere açılması ile orijinal şekillerini hayli kaybetmişlerdir. Nihayet binanın dış görünüşüne organik bir yeknesaklık vermek amacıyla bütün duvarlar dışarıdan taş bir duvar kılıf içine alınmış ve Bizans yapısı bir iskeletin et­rafında bütünüyle Türk mimari karakte­rinde yepyeni bir bina oluşmuştur.

Yapının örtü sistemini de değiştiren mimar, eski kiliseden sadece dört büyük paye ile bunların arasındaki bağlantıyı sağlayan, doğu ve batıyönlerindeki, to­nozlarla desteklenen dört büyük kemeri korumuştur. Kuzey ve güney yönlerinde ise destekleme görevi yarım kubbelere yüklenmiştir. Bu kemerler yeni baştan Örülen kübik bir kaide içine alınmış ve bu­nun üstüne de sekiz köşeli kasnağı olan kubbe oturtulmuştur. Yapının güney ve doğu cepheleri tipik Türk kemerleri bu­lunan muntazam ve düz birer duvar ha­line getirilerek buranın bir zamanlar kili­se olduğunun dışarıdan anlaşılması âde­ta imkânsız hale getirilmiştir. Koca Mus­tafa Paşa Camii’nin dış görünüşünde da­ha önce kilise olduğunu belirten tek özel­lik, doğu yönünde kurşun kaplı çatı sevi­yesini aşan ve bema beşik tonozu ile esas apsis yarım kubbesini örten aksamdır. Kiliseden çevrilen diğer camilerin hiçbi­rinde yapının Bizans karakteri Koca Mus­tafa Paşa Camii’ndeki gibi başarıyla gizlenemem iştir.

Cami olarak ele alındığında güneye yö­nelmiş bir yapı halinde beliren ve ortada bir ana kubbe, mihrapla giriş dehlizleri üzerinde birer yarım kubbesi bulunan bu mâbed, ilk karakteristik örneklerinden birini Beyazıt Camii’nin oluşturduğu tipin bir örneğidir. Ancak Koca Mustafa Paşa Camii 1486’da yeni baştan yapıldığına ve Beyazıt Camii 1S00 -1505 arasında inşa edildiğine göre Osmanlı dönemi Türk mi­marisindeki bu yeni tipin öncüsü Koca Mustafa Paşa Camii olmaktadır.

Caminin belirli bir Türk mimari üslû­bunda olan son cemaat yerinden başka sağdaki minaresi de önemli özelliklere sa­hip bir sanat eseridir. Bu zarif minarenin sekiz cepheli kürsü kısmı sadece bir cep­hesiyle ana binaya bitiştiril m iştir. Kürsü. Beyazıt Camii minareleri gibi iki kademeli bir temel kısmı üzerinde yükselir. Edir­ne’de Üç Şerefeli Cami’nin minare kürsü­lerinde görülen nişler, yine Edirne’de II. Bayezid tarafından yaptırılan Beyazıt Ca­mii’nin minare kürsülerinde çok dekora­tif bir şekil almıştır. Bu caminin minare kürsüleri Koca Mustafa Paşa Camii mi­naresi kürsüsünde aynen kopya edilmiş­tir. İstanbul’da diğer bir eşi bulunmayan bu kürsünün köşelerine stalaktitli başlık­lı ve burmalı ince sütuncuklar yapılmış, bunlara dayanan Bursa kemerli birer ni­şin içine kenarları silmelerle çerçevelen­miş mermer panolar tesbit edilmiştir. İs­tanbul minareleri içinde bu derece zarif ve mükemmel bezenmiş başka bir mina­re kürsüsü yoktur. Âdeta türbe mimari­sini andıran bu kürsüde dekoratif unsur­ların hâkimiyeti minarenin yükünü taşı­yan kürsünün bu görevini hafifletmekte­dir. Hafif cepheli olan gövde ile stalaktitli şerefe orijinal şekillerini korumuştur. Stalaktitleri teşkil eden küçük trompların seyrek olması bu döneme ait bir özellik­tir. Gövdeye geçişi sağlayan hafif taşkın pabuç ise XV. yüzyıl minarelerinin hep­sinde görülen basık ve az rölyefli baklava şekilleriyle İşlenmiştir.

Türbe. Koca Mustafa Paşa’nın caminin doğu tarafında kendisi için yaptırdığı tür­be camiden 5 m. kadar uzaklıkta tama­men kesme taştan inşa edilmiş, çokgen planlı, kubbeli bir yapıdır ve önünde iki sütuna dayanan kubbeli küçük bir sun­durma bulunmaktadır. Kapı basık kemerli ve kitabe yeri boştur. Devşirme oldukları anlaşılan yeşil sütunlar baklavalı başlıklı­dır. Ahşap kapı üst kısımlıdır ve bu kapı kanatlarının içleri hatayi oymalarla süs­lüdür. Üst tablalarda sağda ve solda 9 x18 cm. ebadında oyma yazı metinleri vardır.

Medrese
. Caminin güneybatısında yer alan medrese bir duvarla ayrılmıştır. Ayvansarâyî medresenin kırk hücreli oldu­ğunu bildirir. Ön cephe kesme taştan, diğer cepheler ise moloz taştandır. Giriş cephesinde oda yoktur. Fakat kapı solun­daki duvarda Örülü vaziyette iki kemer izi görülür. Eksende 9,45 x 9,18 m. ve dış kenarları 45 derece kırık bir dershanenin iki yanında yedişer oda mevcuttur. Oda­ların hepsi kubbelidir. Sağ koldakilerin kubbeleri yıkılmış ve boydan boya tonoz­la örtülmüştür. Dört kenarı çevreleyen ve baklava başlıklı sütunlara dayanan revak-ların üstleri kubbelidir. Aslında kubbeli olduğu anlaşılan dershanenin üstü çök­müş olduğundan daha sonra ahşap bir çatıyla örtülmüştür. Avlunun karşısında Hekimoğlu Ali Paşa’nın babası, XVIII. yüz­yıl saray hekimbaşılarından Nuh Efendi’nin yaptırdığı ikinci bir medrese daha vardı. Rûmî 1330 (1914-15) tarihli belge­ye göre o sıralarda çok harap durumda olan bu vakıf yıktırılarak yok edilmiştir.

İmaret. Külliyenin diğer bir parçası olan imaret avlunun sağ tarafında bulunuyor­du. Bunun esasında zaviye olarak yapıldı­ğı düşünülebilir. Bu yapıya ait olan Bizans devrinden kalma çok zengin işlemeli ka­pı çerçevesi İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne getirilerek Çinili Köşk ile müzenin sol ka­nadı arasındaki küçük bahçenin girişi ola­rak monte edilmiştir.

Sebiller. Cami avlusunun son cemaat yerinin karşısına isabet eden. girişin iki tarafında XIX. yüzyıla ait iki sebil bulunu­yordu. Bunlardan sağdaki 1271 (1854-55) yılında Rıfat Paşa tarafından vakfedilmiş-tir. Çok basit bir yapı olup pencereleri ba­rok üslûbunda başlıkları olan sütunlarla ayrılmıştı. 194O’lı yıllarda tahrip edilen sebilin sütunları ve başlıkları kaybolmuş­tur. Sonraki yıllarda sebilin boşluğu çi­mento ile sıvanarak kapatılmıştır. Solda­ki ise Karesi Mutasarrıfı Behçet Paşa’nın kız kardeşi Hacı Emine Hanım tarafından vakfedilmiş olup büyük ölçüde Tanzimat üslûbunda bir yapıdır.

Türbeler. Rifat Paşa Sebili’nin bitişiğin­de Sünbül Efendi Dergâhı’nın şeyhlerine ait türbeler bulunmaktadır. Bunların ar­kasındaki bahçe içinde büyük ahşap ko­nak dergâh şeyhinin eviydi. Şehrin ruha-niyetli ve önemli dinî merkezlerinden biri halini alan Koca Mustafa Paşa Camii ve Külliyesi, başta gelen ziyaret yerlerinden biri olarak İslâmlaşan ve Türkleşen bu çevrede Türkler’in yoğun biçimde yaşadı­ğı bir mahallenin doğmasını sağlamış ve çok yakın tarihlere gelinceye kadar bu özelliğini korumuştur. Bu eski İstanbul mahallesi karakteri Yahya Kemal Beyatlı’nın bu semtin adını verdiği bir şiirinde de tasvir edilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski