Komşu Nedir, İslam Hukukunda Komşu, Hakları, Hakkında Bilgi

Sosyal hayatın ayrılmaz bir parçasını teşkil eden komşuluk ilişkisi dinî, ahlâkî ve hukukî nitelikte bir dizi hak ve yükümlülük doğurur. Bunlardan dinî ve ahlâkî nitelikte olanlarda fertlerin dinî duyarlılıkları, örf ve toplumsal sağ­duyu daha belirleyici olduğu ve diyanîyön ön plana çıktığı için fıkıhta alt-üst kom­şuluğu ile sınır komşuluğunun doğurdu­ğu hukukî nitelikte hak ve yükümlülük­ler üzerinde daha ayrıntılı biçimde durul­muştur.

Eşya hukuku terimi olarak bir akar üze­rinde diğer bir akar lehine kurulmuş sı­nırlı aynî hakkı ifade eden irtifakların ne­redeyse tamamı komşu akarlar arasında cereyan eden ve bu akarların sahiplerini de yakından ilgilendiren haklardır. Su al­ma (Kaynak), geçit, inşaat, su geçirme ve akıtma, kiriş koyma gibi haklar böyledir. Hatta komşu akarın manzarasını engel­lememek için yapı yapmama yükümlülü­ğü veya akar içindeki mahrem yerlerin görülmesini önlemek için sütre dikebilme hakkı da bu grupta yer alır. Klasik kay­naklarda geçmemekle birlikte bazı çağ­daş yazarların eserlerinde irtifak hakları başlığı altında yer verdiği “hakku’l-civâr da (komşuluk hakkı) birbirine komşu iki akardan her birinin diğeri üzerinde mâ­liklerinin bu akarları kullanımı esnasında birbirine zarar verecek taşkınlıklardan ka­çınmasını öngörmektedir. Komşuluk hukukunun önemli bir yönünü teşkil eden bütün bu haklar esasında, mülkiyet hakkından yararlanma sırasın­da komşuya açıkça zarar veren her türlü davranışın engellenmesi amacıyla getiril­miş birtakım hukukî sınırlamaları ifade eder.

Kural olarak herkes kendi mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkına sahip olmakla birlikte mülkiyet hakkın­dan yararlanma konusunda bazı kısıtla­malar söz konusudur. İslâm hukukçuları arasında komşuluk münasebetiyle mül­kiyet hakkının sınırlandırılması konusun­da İki farklı yaklaşım mevcuttur. Bunlar­dan ilki mülkiyet hakkının doğrudan kom­şuluk sebebiyle kısıtlanamayacağı ve her­kesin kendi akarı üzerinde başkasının hakkı taalluk etmediği sürece dilediği gibi tasarrufta bulunabileceği şeklinde olup Şâfıî ve ilk dönem Hanefî hukukçularına aittir. Bu durumda komşular birbirleri­nin akan üzerinde sırf komşuluktan do­ğan hiçbir hakka sahip değildir. Bu konu­daki ikinci görüş ise Mâlikî, Hanbelî ve sonraki Hanefîler’in geneline ait olup akar mâliklerinin çevresindeki komşularına açıkça zarar verecek tasarrufların kanun tarafından engelleneceği yönündedir. Mecelle açık zararı (zarar-ı fahiş) binaya zarar veren, yani binaya zayıflık getiren ve yıkılmasına sebep olan ya da temel ih­tiyaçları, yani oturma hakkı gibi binadan elde edilecek aslî menfaatleri engelleyen şeyler olaraktanımlamıştır. Buna göre meselâ bir binaya bitişik de­mirci dükkânı veya değirmenin binayı zayıflatması, fırının dumanından evde otu­rulamayacak derecede rahatsız olmak, komşunun evine akan veya taşan bozuk kanalizasyon boruları komşu­nun ışığını tamamen kesmek  gibi hususlar fahiş zarar içinde değerlen­dirilmiştir.

Bir binanın alt ve üst katlarını payla­şan kat mâliklerinin mülkiyet haklarında da bazı kısıtlamalar söz konusudur. Bu­na göre üst kat mâlikinin alt kat üzerin­de inşaat hakkı, alt kat mâlikinin de üst kat üzerinde çatı hakkı vardır. Çatı hakkı, üst kat mâlikinin katını sürekli mevcut tutarak alt katın çatısını yağmur, güneş ve zarara yol açabilecek diğer unsurlar­dan koruması borcunu ifade eder. Katlar ikiden fazla olup her biri farklı mâliklere ait olursa birbiri üzerindeki katlar ara­sında yukarıda zikredilen haklar bulun­duğu gibi bütün katlar arasında da karşılıklı haklar ve yükümlülükler vardır. Kat mâlikleri birbirlerine zarar verecek tasar­ruflarda bulunamazlar. Meselâ alt kat sa­hibi binanın zayıflamasına sebep olacak yeni pencere ve kapılar açamaz, avlusun­da kuyu veya çukur kazamaz. Üst kat sa­hibi de alt katın veya temelin taşıyama­yacağı yükleri yükleyemez, kat çıkamaz.

Komşuluk ilişkilerinden doğan mülki­yet hakkının sınırlandırılmasıyla ilgili bir diğer hüküm ise bir gayri menkulün sa­tılması halinde o gayri menkulün ortak mâlikine, irtifak hakkı sahibine veya biti­şik komşusuna aynı bedelle öncelikle sa­tın alma hakkını ifade eden şüf’a (ön alım) hakkıyla ilgilidir. Yalnızca Hanefî mezhebine mensup hukukçular tarafın­dan benimsenen görüşe göre satılan aka­ra bütün sınırlarında veya sınırının bir kısmında akarı bitişik olan bütün komşu­lar için eşit derecede şüf a hakkı vardır. Bu hükmün dayanağı Hz. Peygamber’den rivayet edilen, “Bir evin komşusu o eve şeff olmaya herkesten daha lâyıktır” şek­lindeki hadistir. Satılan akarın or­tağı ya da irtifak hakkı sahibinin bulun­maması durumunda bitişik komşular kendi aralarında eşit olarak şüf’a hakkına sahip olurlar. Komşuluk sınırının uzunlu­ğu veya kısalığı ya da yatay veya dikey olması önemli değildir.

Diğer taraftan aile mahremiyeti ve özel hayatın gizliliği açısından da komşuluk ilişkisinden birtakım haklar ve yükümlü­lükler doğmaktadır. Buna göre bir evden beklenilen oturma, dinlenme ve kadınla­rın serbestçe hareket edebilme imkânla­rına bir kısıtlama getirilemez. Aile mah­remiyetini ihlâl edici davranışlarda bu­lunulamaz.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski