Konar göçer. Temel iktisadî faaliyeti hayvancılığın oluşturduğu hayat tarzını ifade eden tabir.
Konar göçerlik, beslenme ihtiyacını karşılamak amacıyla büyük hayvan sürülerini takip eden göçebelerden ya da belli bir coğrafî mekâna bağlı olmaksızın hayvanlarına otlak ve kışlak bölgeleri arayan göçebe çobanlıktan farklı olarak belli bir mekân dairesinde yerleşik hayatın bütünleyicisi olarak hayvancılıkyapan ve ürünlerini daha çok yerleşik toplumlara pazarlayan iktisadî faaliyet biçimi ve hayat tarzıdır. Bu tarz hayat yaşayanlar, bilhassa kışlak bölgelerinde küçük yerleşim yerleri meydana getirmeleri sebebiyle yerleşik düzene daha yakındır. XVI. yüzyıla ait Osmanlı tahrir kayıtlarında, bunların artan nüfuslarının bir kısmının hızlı bir şekilde yerleşik hayata geçtiği ve yeni köyler meydana getirdiğine dair bilgilere ulaşılmaktadır. Bundan dolayı konar göçer hayat tarzı göçebelikle yerleşik hayat arasında bir ara şekildir. Osmanlı arşiv kayıtlarında konar göçer kavramı yerine “göçer, haymâne taifesi, göçebe taifesi, yörük, yörükân, Türkmen taifesi” gibi tabirler de geçer. Öte yandan modern çalışmalarda konar göçer hayat tarzını ifade etmek için yaygın olarak göçebe kelimesi kullanılmaktadır.
Konar göçerlik, İslâmiyet öncesi Türk toplulukları arasında yaygın olarak benimsenen bir hayat tarzı idi. Türkler’in eski çağlarına ait kaynak ve buluntular onların iktisadî faaliyetleri içinde atın birinci sırada yer aldığını göstermektedir. Türkler, büyük at sürülerinin birbirine karışmasını önlemek amacıyla damga vuruyorlardı. Bu damgalar aynı zamanda kabilelerin özel işaretiydi. Ancak atçılık doğurganlığının az. üretiminin yavaş olması sebebiyle giderek önemini kaybedip yerini koyun yetiştiriciliğine bıraktı.
XI. yüzyılda Türk illerini dolaşan Kâşgarlı Mahmud, Seyhun nehri boylarında konar göçer Oğuzlar’a rastlamıştı. Bu dönemde Mâverâünnehir ve Horasan bölgesinin koyun ihtiyacı Oğuzlar tarafından karşılanmaktaydı. Anadolu’nun ilk fetih yıllarından itibaren tarımcı ve şehirli Oğuzlar’ın Türkmenler’in yanı sıra gelen konar göçerler Anadolu’nun kışlak ve yaylak mahallerine yerleştiler. İbn Saîd, Denizli yöresinde 200.000 çadırlık bir konar göçerTürkmen grubundan bahsetmektedir. Bununla birlikte Anadolu’ya ilk gelen grupların önemli bir bölümünün hızla yerleşik hayata geçtiği kabul edilmektedir. Moğol istifasıyla gelen ikinci göç dalgası içinde yer alan konar göçer toplulukların bir bölümü Memlûk Devleti’nin topraklarına girerek Gazze’den Diyarbekir’e kadar olan sahaları yurt tuttular ve aynı zamanda bu devletin bir askerî güç kaynağını oluşturdular. Bir diğer grup ise Erzurum-Bingöl-Kars yaylaları ile Diyarbekir-Mardin-Urfa-Halep bölgesindeki kışlak alanlarını ellerine geçirdiler. Bunlar, daha sonra Dulkadıroğlu ve Ramazanoğlu beylikleriyle Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinin aslî unsuru durumuna gelmişlerdir.
Tarihî kayıtlara göre Osman Bey’in ailesi “göçer evli1 idi, yani konar göçer Kayı boyuna mensuptu. Batı Anadolu’daki konar göçerler Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve gelişmesinde rol oynadılar, hatta Rumeli’de hem Osmanlı askerî gücünün önemli bir dayanağı hem de Türk iskânının temelini oluşturdular. İlk göç dalgası ile Anadolu’ya gelen ve daha çok Batı Anadolu ile Rumeli’de konar göçerlik eden topluluklar “yo-rük”. ikinci göç dalgası ile gelen ve daha çok Orta ve Batı Anadolu’yu yurt tutan konar göçerler ise “Türkmen” diye adlandırılmıştır.
Osmanlılar döneminde Anadolu’da konar göçer topluluklar ya büyük gruplar halinde sancak veya kaza statüsünde ya da belli bir sancağın sınırları dahilinde timar yahut has ünitesi içinde olmak üzere idarî ve malî teşkilâtın bünyesinde yer almışlardır. İl veya ulus diye adlandırılan Boz-ulus, Yeni İl Türkmenleri, Halep Türkmenleri, Atçekenler. Dulkadırlılar, Dânişmendliler, Karacakoyunlular, Var-saklar. Ulu Yörük gibi büyük teşekküller kaza statüsünde olup bunların nüfusları pek çok Anadolu şehrinden daha fazla idi. Öte yandan XVI. yüzyıla ait vergi kayıtlarından Anadolu’daki nüfusun yaklaşık % 15’inin konar göçerlerden oluştuğu tesbit edilmektedir. Konar göçerlerin yaylak ve kışlak mahalleri arasındaki mesafenin uzun olması sebebiyle göç yolları üzerinde çeşitli problemlerle karşılaşmalarına engel olmak için iktisadî faaliyetlerinin bir güvencesi durumunda olan bağımsız kanunnâmeleri vardı. Bozulus Türkmenleri Diyarbe-kir, Mardin, Urfa üçgeninde bulunan Berriye kışlağından Erzurum-Kars yaylalarına kadar uzun ve meşakkatli bir yolu katedi-yorlardı. Yeni İl Türkmenleri Gürün, Kangal, Şarkışla, Divriği yöresindeki yaylalarla daha güneydeki kışlak mahallerini, Halep Türkmenleri yaylamak amacıyla zaman zaman Yeni İl Türkmenleri’ne komşu yaylaları. Varsaklar Toros dağlan ile Çukurova’yı, Dulkadırlılar ise Diyarbekir’den Niğde ve Çukurova’ya kadar geniş bir alanı yaylak ve kışlak mahalli olarak kullanıyordu. Bütün bu dağınıklığa rağmen her konar göçer topluluğun yaylak ve kışlak bölgesi merkezî hükümet tarafından belirlenmişti. Bu suretle aşiretler arasında muhtemel kavgalar da önlenmişti.
Yörük diye adlandırılan küçük gruplara ise hemen hemen her sancakta rastlanmaktaydı. Dar alanda yaylak ve kışlak hayatı sürdürdüklerinden bazı bölgelerde kışların sert geçmesi sebebiyle kışlak mahallerindeki ağıl ve tabii sığınaklarda hayvanlarını tutmak zorunda İdiler. Bu husus, onlara kış ayları boyunca hayvanlarına yem ve saman bulma mecburiyeti doğurduğundan kışlak mahallerinin etrafında küçük çaplı tarımla da meşgul olmuşlardır. Ağıl ve sığınakların yanına kurulan küçük yerleşmeler zamanla köylere dönüşerek konar göçer faaliyetin sona ermesine yol açmış olmalıdır. Bu bakımdan küçük konar göçer topluluklar büyük teşekküllere nazaran yerleşik hayata daha yakın bir konumdaydılar. XVI. yüzyılda Vize, Yanbolu, Selanik, Naldöken, Dfcabolu, Kocacık, Tanrıdağı, Kesriye bölgelerinde bulunan ve o yerlerin isimleriyle anılan Rumeli yörüklerinin önemli bir kısmı XVIII. yüzyıla kadar yerleşik hayata geçmişti. Osmanlı iktisadî sitemi içinde bir konar göçer hanesinin yerleşik hayata geçmesi “yürüklükten feragat” etme, ya da “Türkmenlik’ten çıkma olarak ifade edilmekteydi.
Konar göçerler arasında geleneksel boy teşkilâtı zamanla önemini yitirmiş olmakla birlikte kabile, aşiret veya cemaat, oymak, oba yahut mahalle gibi kan bağına dayanan sosyal Örgütlenme bulunmaktaydı. Yeni İl, Halep, Varsak ve Dulkadırlı Türkmenleri’nde kabile teşkilâtı varlığını muhafaza ediyordu. Dulkadırlılar Küşne,
Anamaslı, Eymür, Avşar, Cerid; Varsaklar Kuştemür, Kusun, Esenli, Ulaş; Halep Türkmenleri Bayat, Döğer, Harbendeli, İnallı, Beydili, Avşar gibi büyük kabilelere ayrılmışlardı. Kabileler aşiretlere, aşiretler ise oba veya mahalle diye anılan daha küçük gruplara bölünüyordu. Kabilelerin başında boy beyi bulunuyordu. Boy beyleri yaygın olarak en kalabalık ve en güçlü aşiret içinden aşiret ihtiyarları ve kethüdaları tarafından seçilmekte ve merkezî hükümet tarafından bu göreve getirilmekteydi. Böylece aşiret aristokrasisi devletin denetimi altına girmiş oluyordu. Boy beyleri aşiretlerle devlet arasındaki bağı sağlayıcı bir konumdaydı. Aşiretler veya cemaatlerin başında yine aşiretlerin kendi iç bünyelerinden çıkan kethüdalar bulunmaktaydı. Osmanlı arşiv kayıtlarında nadiren de olsa “oymak başı” unvanlı kişilere rastlanmakla beraber bunların kethüdalarla aynı görevi yerine getirdikleri söylenebilir. Konar göçer topluluklar merkezî hükümet adına idari statüsüne göre sancak beyi ya da kadı tarafından yönetilmekteydi. Bu gibi idarî birimlerin sancak veya kaza merkezi yoktu. Kadılar, konar göçerlerin yaylakta veya kışlakta bulundukları sırada en yakın şehir veya kazalarda otururdu. Bazan da aşiretler arasında dolaşarak hukukî meseleleri yerinde çözmeye çalışırlardı. Konar göçerlerin vergilerinin tahsilinden ve merkeze ulaştırılmasından sorumlu olan kişi Türkmen ağası diye de bilinen voyvoda idi. Türkmen ağaları tahsil edilen vergiden % 25’e yaklaşan oranlarda pay alırlardı. Konar göçerlerin temel vergileri yaylak ve kışlak resmiyle âdet-i ağnam idi. Ağnam vergisi XVI. yüzyılda iki koyuna 1 akçe olarak tahsil ediliyordu. Salgın hastalıklar, eşkıya baskınları gibi durumlar sebebiyle koyun sayılarında ciddi azalma meydana gelmesi halinde aşiretlerin müracaatı üzerine vergi tahrirleri yeniden yapılıyordu. Güney Anadolu’da ağnam vergisinin yanı sıra “resm-i ma’z” adıyla keçi vergisi, “resm-i câmus” adıyla su sığın vergisi ödenirdi. Konar göçerlerin sahip olduğu develer eğer taşımacılık için kullanılmıyorsa vergiden muaftı; aksi halde bir deve otuz koyuna denk tutulup vergiye tâbi kılınırdı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da konar göçerlik eden topluluklar ayrıca “âdet-i çobanbeyi” adıyla bir vergi verirlerdi. Bunların dışında bâd-ı hevâ, avarız, sürsat gibi tekâlîf-i örfiyye-ye tâbi idiler. Konar göçerler kendi isimleriyle anılan koyunlar besledikleri gibi büyük sürülerin birine karışmasını önlemek amacıyla her ailenin kendine mahsus bir “en”i de (işaret, damga) vardı. Bazı bölgelerde keçi besiciliği yaygındı. Büyükbaş hayvancılık ise genellikle tercih edilmemekteydi. Konar göçerler ürettikleri nesneleri ya şehir ve kasabalara yaklaştıklarında ya da yaylak pazarlarında yerleşik ahaliye satma imkânı buluyorlardı. Bununla birlikte en önemli müşterileri büyük şehirlerdi. Onlar, celepler vasıtasıyla sevkettikleri koyunlarını kasap-başıların tayin ettikleri narha göre satıyorlardı. Konar göçerler sefer halindeki ordunun et, süt, peynir, tereyağı gibi ihtiyaçlarını ücreti karşılığı temin etmekle de yükümlüydüler. Başta İstanbul olmak üzere pek çok şehirdeki debbâğhânele-rin ham madde kaynağı konar göçerlerdi. Yün ve kök boyalı halı ve kilimler için şehirler önemli bir pazar durumundaydı. Türkmen kilimleri sadece Anadolu’da değil aynı zamanda Avrupa’nın pek çok şehrinde revaçta idi. öte yandan konar göçerler arasında avcı kuşlar yetiştirenler olduğu gibi orman işleriyle meşgul olan ve kereste üretenler, maden işletmeciliği ya da muhafızlığı yapanlar, der-bendlerin muhafazasında görev alanlar da bulunmaktaydı. Konar göçerlerin önemli sayıda develere sahip olmaları Anadolu’da taşımacılık tekelini ellerine geçirmelerine imkân sağlamıştı. Yine sefer halindeki orduda taşımacılık Türkmenler’den temin edilen develerle yapılıyordu. Konar göçerler yurt, alacık, topak ev, kıl çadır, kara çadır gibi çeşitli tür ve evsafta çadırlarda otururlardı. Bununla birlikte bazı kışlaklarda küçük yerleşmeler ve barınaklar yaptıkları da olurdu.
XVII. yüzyılda Osmanlı merkez ve taşra yönetiminde ortaya çıkan aksaklıklar konar göçerlerin hayatını da derinden etkilemiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bulunan Boz-ulus Türkmenleri Orta ve Batı Anadolu’ya kadar dağılmış, Halep ve Yeni İl Türkmenleri Anadolu’nun iç kısımlarına doğru girmeye başlamış, Dulkadırlılar ise başta Bozok olmak üzere Urfa’dan Aydın’a kadar geniş bir alana dağılmıştır. Bu esnada Ege adalanna ve Rumeli’ye de pek çok aşiretin geçtiği tesbit edilmektedir. Merkezî hükümet onları eski yurtlarına döndürmeye muvaffak olamayınca bu defa yeni yerlerinde yeniden idarî yapılandırmaya kavuşturmuştur. Ancak bazı konar göçer toplulukların bir türlü denetim altına alınamaması yüzünden merkezî hükümet XVII. yüzyıl sonlarında bazı aşiretleri Rakka bölgesine mecburî iskâna tâbi tutmuşsa da bunda tam bir başarı elde edilememiştir. Bununla birlikte XVIII. yüzyılın başlarından itibaren gerek kendiliğinden gerekse merkezî idarenin teşviki ya da zorlaması ile konar göçerler yavaş yavaş yerleşik hayata geçmeye başladılar. Muşkara (Nevşehir) ve Arapsun (Gülşehir) gibi köylere tahsis edilen büyük gelirli vakıflar aşiretlerin yerleşmesi için önemli teşvikler sundu, öte yandan bazı konar göçerler iktisadî faaliyet biçimlerini değiştirdiklerinde yoksullaşacaklarından korktukları için iskân teşebbüslerine karşı zayıf direnişler gösterdiler. Bu sebeple merkezî idare tarafından, yerleşik hayata geçmiş olmalarına rağmen bazı aşiretlere yaylalara çıkmaları ve hayvancılık yapmaları için kısmî izin verildi. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Fırka-i Islâhiyye Güney Anadolu’ya geniş çaplı bir iskân gerçekleştirdi.
Günümüzde yeni tarım alanlarının açılması ve iktisadî faaliyet sahalarının genişlemesiyle konar göçerlik tamamen önemini yitirmiştir. Toroslar’da bulunan Bahşişli, Boynuinceli. Sarıkeçili gibi son konar göçer topluluklar da hükümetin aldığı tedbirlerle yerleşik hayata geçmeye başlamışlardır. Anadolu’da görülen Avşar, Eymür, Bayat, Sarılı, Yahyalı, Fakihli. Ağcakoyunlu. Ağıl. Kışlak, Alan gibi yer adları konar göçer hayatın izlerini taşımaktadır.
TDV İslâm Ansiklopedisi