Kubâdâbâd Sarayı. Beyşehir gölü kıyısında bulunan Selçuklu sarayı.
I. Alâeddin Keykubad tarafından yaptırılmış olup planı bilinen yegâne Selçuklu saray külfiyesidir. İbn Bîbî, sultanın sarayın projelendirilmesiyle yakından ilgilendiğini, hatta bir kroki çizerek odaların yerini bizzat tesbit ettiğini yazar. 1226-1236 yılları arasında gerçekleştirilen inşaatı aynı zamanda mimar ve nakkaş olan Emîr Sâdeddin Köpek’in yürüttüğü ve bu arada külliye içerisinde kendisi için de küçük bir saray yaptırdığı bilinmektedir.
Karşısındaki küçük adada yer alan Kız Kalesi ile birlikte sekiz dönümden geniş bir alanayayılmış bulunan [5200 m2si kıyıda, 3000 m2’si adada] ve önceleri Bizanslılar’dan kaldığı sanılan harabelerin kaynaklarda sözü edilen Kubâdâbâd Sarayı olduğunu ilk defa yazılı belgeler üzerindeki çalışmalarıyla Konya Müzesi Müdürü M. Zeki Oral tesbit etmiş ve arkasından yaptığı sınırlı kazılarla da bunu doğrulayan bulgulara ulaşmıştır. 1965 ve 1966 yıllarında Katharina Otto Dorn (bir ara MehmetÖnderde katılmıştır) ve 1980′-den itibaren Rüçhan Arık’ın yönettiği kazılarla da sarayın ana birimleri ortaya çıkarılmıştır.
Yapılan kazılar sonucunda saray kompleksinin, alçak bir surla çevrili geniş bir alanda kısmen ayakta duran duvarları ve tonozlanyla diğerlerinden ayrılan büyük ve küçük İki asıl sarayla göl kıyısında yer alan iki bölümlü bir kayıkhane ve cami, hamam, fırın, mutfak, depo, asker barınakları gibi çeşitli binalarla büyük bir av parkından oluştuğu kanaatine varılmıştır. SO x 35 m. boyutlarındaki büyük sarayın önünde, göl yönüne doğru dörtgen ayaklarla desteklenen bir duvarın koruduğu 50 x 55 m. boyutlarında bir teras, güney yönünde batı duvarının ortasında taçkapının bulunduğu tahmin edilen taş döşeli bir avlu yer almaktadır. Bu avludan, üç bölümlü bir dehlizle asimetrik yerleştirilmiş değişik büyüklüklerde odaların çevirdiği sarayın ortasındaki ana avluya girilir. Burada duvarlar moloz taşlarla örülmüş ve yer yer muntazam yontulmuş taş bloklarla ve ahşap kalaslarla sağlamlaştırılmıştır. Orta salonda doğu -batı yönünde, arkadaki göl tarafına uzanan salon kısmını öndeki daha büyük bölümden ayıran 35 cm. yüksekliğinde bir set vardır ve bu setin taht salonunu teşkil eden eyvanın tabanı olduğu anlaşılmaktadır. İbn Bîbî’ye göre taht salonu kabul salonuna açılmaktaydı ve aralarında, törenler sırasında sultanı topluluktan ayırmak üzere icabında çekilebilen bir perde bulunuyordu. Tabandaki döşeme tuğlaları 22 x 22 cm. boyutundadır; kabul salonunda ise döşeme olarak çeşitli büyüklükte taş levhalar kullanılmıştır. Taht salonunun bitişiğinde yine tuğla döşeli ve yüksek setli bir salon daha bulunmakta ve güney duvarı ile kısmen batı duvarında orijinal durumlarını koruyan çini sıraları dikkat çekmektedir.
Çevre köylerde bina ve bahçe duvarla-rıyla mezarlıklarda bulunan, harabelerden götürülmüş çoğu mermer yapı taşları ve kazılarda ortaya çıkarılan kısımlar külliye birimlerinin zemin katları kalın, masif ve dışa karşı kapalı kagir yapılar olduklarını göstermektedir. Büyük sarayda rastlanan üstü yassı tuğlalarla örtülü kanal kalıntıları binalarda kanalizasyon sistemi kullanıldığının somut işaretleridir. Kazı sonuçlarına göre yapılan tahminler esas ikamete ayrılan üst katlarda köşklü, cumbalı divanhaneler ve oturma odaları planlandığı, bu mekânlarda dışa, özellikle göle bakan pencerelerin bulun duğu, her odada ayrıca yüklük, dolap, sedir ve ocakların yer aldığı yolundadır. Ele geçen renkli cam parçaları, üst katların pencere açıklıklarında revzen-i menküşların takılı olduğuna işaret etmektedir.
Kazılarda bulunan ve halen Konya Çini Eserleri Müzesi’nde sergilenen stukolarla (alçı kabartma) çiniler sarayın özenle tezyin edildiğini göstermektedir. Kalıpla yapılan stukolar genelde hayvan ve insan figürlüdür. Taht salonunun ve odaların duvarlarını 2 m. yüksekliğe kadar kapladığı anlaşılan çiniler, Anadolu Selçuklu çini sanatının en fazla figür çeşidine sahip koleksiyonunu oluşturmaktadır. Sır üstü ve sır altı tekniklerinde boyanan beyaz, firuze ve patlıcan moru renklerin hâkim olduğu çiniler üzerinde Türk usulü bağdaş kurarak oturan sultan ve maiyeti (tamamı sakalsız), av partisi ve içki meclisi gibi sahnelerin yanında bir kısmı sembolik değer taşıyan çeşitli hayvan figürleriyle mitolojik yaratık tasvirleri çoğunluktadır. Bunlar arasında, klişeleşmiş geleneksel sakalsız tiplerden farklı olarak Alâeddin Keykubad’ı ellerinde nar veya kadeh tutan sakallı bir hükümdar şeklinde tasvir eden örneklerle göğsündeki “es-sultân” yazısıyla onun hükümranlığını sembolize eden çift başlı kartal figürlü örnekler en fazla dikkat çekenlerdir.
TDV İslâm Ansiklopedisi