Kudret -Allah'ın Sıfatları- Nedir, Anlamı, Hakkında Bilgi

Kudret. Allah’a nisbet edilen sübûtî sıfatlardan bîri.

Sözlükte “gücü yetmek; bir işi ölçülü ve planlı bir şekilde yapmak, planlamak; kıy­metini bilmek; bir şeyin niteliğini, nice­liğini ve şeklini belirlemek; rızkını daralt­mak” mânalarındaki kudret (kadr) keli­mesi Allah’a nisbet edildiğinde “dilediğini eksiği ve fazlası olmaksızın hikmet çerçe­vesinde yapmak” anlamına gelir. Râgıb el-İsfahânî, kudret kavramının zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmesi halinde her çeşi­diyle aczin O’ndan nefyedilmesi, kula iza­fe edilmesinde ise belli konularda gücü yetme, diğerlerinde âciz kalma mânası taşıdığını söyler. Kudretin zıddı “bir fiili gerçekleştirememe” anla­mındaki aczdir.

Kudret kavramı Kur’ân-ı Kerîm’in 103 âyetinde Allah’a nisbet edilmektedir. Bunların yetmişten fazlası isim, diğerleri fiil şeklindedir ve genellikle “güç yetir­mek, ölçülü ve planlı yaratıp düzenlemek” gibi mânalara gelmektedir. Zât-ı ilâhiyyeye izafe edilen kudret kavramlarından bir kısmı “takdîr” sîgasıyladır. Râgıb el-İsfahânî takdirin iki şekilde gerçekleşe­bileceğini söyler. Biri Allah’ın kudret ver­mesi, diğeri şeyleri hikmet çerçevesinde belli miktar ve biçimde meydana getir­mesidir. Buna bağlı olarak İlâhî fiillerin de iki kategoride tecelli ettiğini belirtmek gerekir. Birincisi tek icatla yarattığı şey­ler olup bunlarda artma veya eksilme yo­luyla kemiyet değişikliği olmaz. Bu tür nesneler ancak 0’nun iradesi dahilinde değişir veya yok olur. gök cisimleri gibi. İkincisi var oluş prensiplerini bi’l-fiil, ken­dilerinden türeyecek nesneleri de bi’l-kuvve kıldığı şeylerdir; meselâ hurma çe­kirdeğinden elma veya zeytin değil hur­manın oluşması, spermden diğer canlılar değil de insanın üremesi gibi. Kur’an’da bazı farklarla kudret anlamında kullanılan kuvvet, vüs” kavramlarıyla mecazi mânalarından biri kudret olan yed kelimesi de zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmiştir. Kudret kavramı çeşitli hadis rivayet­lerinde hem fiil kalıpları hem isim şeklin­de (kader, kadir, kadîr) Allah’a nisbet edil­miş ve genellikle “güç yetirme, planlayıp takdir etme” mânalarında kullanılmıştır. Yuka­rıda geçen kaynaklarda görüldüğü üzere kudret “güç yetirmek; ölçüp biçerek plan­lamak; bir şeyi muhkem ve sağlam yap­mak” anlamlarıyla naslarda kula da nis­bet edilmektedir. Bundan başka kuvvet, takat, vüs’ kavramları da ona izafe edil­miştir.

Naslarda zât-ı ilâhiyyeye çeşitli kelime şekilleriyle nisbet edilen isim veya sıfat­lar yüzlerle ifade edilmekte  bunlardan doksan dokuzunun meş­hur olduğu bilinmektedir. İslâm inancının sistemleştirilmesi esnasında eğitim öğ­retimi kolaylaştırmak ve bizzat insanın da bir ünitesini oluşturduğu evrenin Al­lah tarafından yaratılıp yönetilişini formü­le etmek amacıyla olmalıdır ki âlimler bu sıfatlardan birkaç tanesini tercih etmiş­lerdir. Bu arada Allah’a nisbet edilen sü­bûtî sıfatlardan ilim, kudret ve irade ev­renin yaratılışı için temel kavramlar olup yaratma bu üç sıfatın bir anlamda iş birliğiyle gerçekleşir. “Yaratan hiç bilmez olur mu?[Mülk67/14] mealindeki âyetin de vurguladığı gibi ilim nesne ve olayla­rın üzerinden bilinmezliği kaldıran bir özellik taşır (sıfat-ı kâşife} ve geniş bir ala­na yönelik bulunur. Kudret ise aklın bir şeyin var oluş(vücûd) kavramıyla münase­beti hakkında verebileceği üç hükümden birini teşkil eden “mümkin”in mevcudi­yetini sağlayan bir sıfattır. Ancak ilâhî kudret, ola­bilecek bütün alternatiflere ve bütün za­manlara eşit bir şekilde fonksiyoner ol­duğundan alternatiflerden ayrıca zaman birimlerinden birini tercih edecek bir sıfa­tın da devreye girmesi gerekmektedir ki o da iradedir (sıfat-ı muhassısa). Nitekim Ebü’l-Bekâ el-Kefevî kudreti “mümkin statüsünde bulunan bir şeyin failinden oluşmasını sağlayan sıfat”, Tehânevî de “irade doğrultusunda müessir olan sıfat” diye tanımlamıştır.

Kelâm literatüründe -tesbit edilebildiği kadarıyla- kudretle birlikte yedi sıfata ilk defa yer veren âlim Ebû Hanîfe olmuş onu Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ve Ebü’l-Hasan el-Eş’arî takip etmiştir. Mâtürîdî ilim, kudret ve irade sıfatlarının Kur’an’da ve diğer ilâhî kitaplarda yer aldığını zikret­tikten sonra bunların her biri için aklî ge­rekçeler sıralamış, evreni yaratıp yöneten Cenâb-ı Hakk’ın iradesiz fiil işle­mekle nitelendirilemeyeceğinin delillerini kaydetmenin yanında iradeli yaratıcının kudrete de sahip olmasının lüzumunu be­lirtmiştir. Çünkü kendi yapısında karşıt fonksiyonlu nesneleri barındıran evren­de sürekli biçimde hâkim olan nizam ve ahenk, bu âlemin yaratıcı ve yöneticisinin fiilini kudret ve irade ile işlediğini kanıt­lar; nitekim duyular ötesinin bilinmesi için hareket noktası oluşturan duyulur âlem­de hakiki fiiller böyle gerçekleşmektedir. Eş’arî de duyu­lur âlemle duyular ötesi hakkında istid­lalde bulunarak ilim sıfatını ispata çalış­mış, ardından Allah’ın ilim gibi kudret sı­fatının da bulunduğunu söylemiş ve her iki sıfat için naklî delil getirmiştir.

Mâtürîdî ve Eş’ari’den sonra gelen âlim­lerin bir kısmı kudret sıfatını Allah’ın ev­renin yaratıcısı oluşuna, bir kısmı O’nun kadîm sıfatına dayandırmış, Gazzâlî ve Ebü’l-Muîn en-Nesefî gibi keiâmcılar da Mâtürîdî’de görüldüğü üzere kâinattaki düzen ve âhenge dikkat çekmiştir. Gazzâlî evrenin fevka­lâde düzenine dikkat çekerken insanın dış ve iç organlarının mükemmel yapısı ve iş­leyişini, Nesefî. bütün tabiata hâkim olan sürekli düzenin yanı sıra canlıların yapıla­rındaki estetik ve uyumu, şuurlu canlılardaki temyiz yeteneğini ve diğer varliklardaki şaşırtıcı güzellikleri söz konusu et­mişti.

Allah’ın kadir olduğu konusunda İslâm âlimleri arasında herhangi bir fikir ayrılığı yoktur. Ancak kudretin ifade ettiği mâna ve muhtevanın zât-ı ilâhiyyeye hangi ke­lime kalıbıyla izafe edileceği hususunda Mu’tezile kelâmcılannın farklı telakkileri mevcuttur. Sözü edilen kelâmcılar, Allah’a nisbet ettikleri sübûtî sıfatları sîga bakı­mından da sıfat olarak şekillendirirler. Buna göre. “Allah âlim, kadir ve mürîddir” denilebildiği halde, “Allah ilim, kudret ve irade sahibidir” denilemez. Çünkü Mu’tezile âlimleri ilim, kudret, irade gibi kav­ramların zihinde müstakil birer varlık oluşturduğu ve ilâhî sıfat kategorisinde bulunduğu takdirde kadîm sayılıp tevhid ilkesini zedeleyeceği (taaddüd-i kudemâ) ka­naatindedir.

Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre kud­ret diğer sübûtî sıfatlar gibi ezelîdir; zira Allah’ın sonradan zatî bir sıfat edinmesi kendisinin hadislere mahal teşkil etme­sini doğurur, bu ise ulûhiyyet makamıyla bağdaşmaz. Ancak bu konuda Muham-med b. Kerrâm ve mensupları farklı gö­rüş beyan etmişlerdir.

Kudret sıfatının etki alanı, ona konu teşkil etme niteliği taşıyan ve mümkin statüsünde bulunan her şeydir. Gazzâlî bu konumdaki kudretin etki alanının sonsuz oluşu üzerinde durur ve bunun imkân çerçevesinde bulunmak şartıyla İlim sıfa­tıyla çelişmediğini ispata çalışır. Ayrıca müellif, kelâm literatüründe Ehl-i sünnet’Ie Mu’tezile arasında önemli bir tar­tışma konusunu teşkil eden kulun sorum­lu olduğu fiillere ait kudretiyle ilâhî kudre­tin münasebeti ve elin hareketiyle anah­tarın hareket etmesi örneğinde görüldü­ğü üzere fiillerin vasıtalı olarak birbirini meydana getirmesi meselelerinin ilâhî kudretin alanını daraltmayacağını delil­leriyle birlikte zikreder.

TDV İslâm Ansiklopedisi

 

Daha yeni Daha eski