Yavuz Sultan Selim, Mercidâbık’ta Memlükler’e karşı kazanılan zaferden sonra Halep, Hama, Şam üzerinden güneye doğru ilerleyerek 4 Zilhicce 922’de (29 Aralık 1516) İdrîs-i Bitlisî’nin de aralarında bulunduğu devletin bir kısım ileri gelenleriyle ve askerle birlikte Kudüs’e geldi. Ancak Kudüs, padişahın gelişinden önce muhtemelen Ekim 1516’da Osmanlı yönetimine girmişti. Bu tarihte başlayan Kudüs’teki Osmanlı yönetimi, 1831-1840 yıllarında gerçekleşen Kavalalı Mehmed Ali Paşa dönemi hariç Aralık 1917’ye kadar yaklaşık dört asır devam etti. Kudüs, Osmanlı yönetimi altında hep sancak statüsünde kalmakla birlikte bağlı bulunduğu merkez zamanla değişti. 1516-1831 yılları arasında Şam eyaleti. 1841-186S yıllan arasında Sayda eyaleti ve bu son tarihte Sayda ve Şam eyaletlerinin birleştirilmesiyle oluşturulan Suriye vilâyeti içinde yer aldı. 1872-1917 döneminde ise müstakil mutasarrıflık statüsü verilerek doğrudan merkezî hükümete bağlandı. Malî açıdan önce Halep, 1860’lann ikinci yansından itibaren Şartı defterdarlığına bağlanmıştır.
Osmanlı Devleti, Kudüs’ü yönetimi altına aldıktan kısa bir süre sonra ona atfettiği özel önemi gösterir icraatlara başladı, özellikle Kanunî Sultan Süleyman döneminde büyük imar faaliyetleri gerçekleştirildi. Kubbetü’s-sahre’nin restorasyonuyla başlayan çalışmalar bugün hâlâ ayakta olan surların inşasıyla sürdü. Yapımı beş yılda tamamlanan, uzunluğu 3 kilometreyi, yüksekliği 12 metreyi aşan surların otuz dört kulesi ve yedi kapısı vardır ve bunların altısının üzerlerinde yapım tarihlerini gösteren kitabeleri bulunmaktadır. Sultan Süleyman’ın diğer önemli projesi Beytülahm ve Halîlürrah-mân’dan Kudüs’e su getiren kanalların tamiri, şehir suyunun dağıtımının yapıldığı havuzların yenilenmesinin yanı sıra beşi sur içinde olmak üzere altı çeşmenin inşası olmuştur. Padişahın hanımı Hür-rem Sultan’ın 1551’de yaptırdığı külliye de Kudüs’ün en önemli hayır kuruluşlarındandır. Cami, medrese, han, ribât ve imaretten oluşan külliye Kudüs’teki Osmanlı eserlerinin önde gelenlerindendir. Günümüzde bakımsız bir vaziyette ayakta olan imarette yüzlerce misafir, sûfî. medrese öğrencisi ve fakire yemek dağıtılmıştır. Külliyenin masraflarının karşılanması için büyük bir vakıf kuran Hürrem Sultan, Suriye ve Filistin’de özellikle Remle civarında birçok köy ve geniş araziyi bu vakfa tahsis ettirmiştir. Onun 1558’de Ölümünden sonra Sultan Süleyman, Sayda civarında dört köyün arazisini daha bu vakfa ilâve etmiştir.
XVI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren giderek belirginleşen Osmanlı merkez idaresinin zayıflaması Kudüs’ü de olumsuz etkilemiştir. Bunun en açık göstergesi, genel olarak bölgenin ve özellikle de Kudüs’e ulaşan yolların güvenliğinin zayıflamasıydı. Kutsal mekânlara giden hacılar zaman zaman bedevilerin saldırılarına mâruz Kalmaktaydı. Buna çözüm olarak yollar üzerine çeşitli güvenlik kulelerinin yapıldığı, bölgenin timar ve zeamet sahiplerinin Kudüs, Halîlürrahmân ve Nebî Musa’yı ziyaret eden hacıların güvenliğini sağlamakla görevlendirildiği tesbit edilmektedir.
Osmanlı döneminde Kudüs bölgesi hıristiyanları arasındaki ilişkilerin gergin olduğu görülmektedir. Latin kilisesine bağlı olanlarla Rum ve Ermeni kiliseleri mensupları arasında hıristiyanlarca kutsal sayılan mekânlarla ilgili haklar konusunda sürekli anlaşmazlık çıkmıştır. Bu durum. 166O’lı ve 1670liyıllarda özellikle Latin kilisesi mensuplarıyla Rum Ortodoks hıristiyanları arasında kanlı çatışmalara yol açmıştır. Ortodokslar’ın çoğunlukta olmalarına rağmen Latinler’in Avrupa Katolikleri’nin desteğini almaları bir başka gerginlik sebebi olmuştur. Fransa’nın Latin kilisesi lehine girişimlerini sürdürmesi ve Rum kilisesinin XVIII. yüzyılda Osmanlı merkez yönetimi üzerinde etkisini arttırarak Habeş. Süryanî ve Kıptî kiliselerinin kendisine bağlanmasını sağlaması hıristiyan mezhepleri arasındaki anlaşmazlıkları Körüklemiştir.
XVIII. yüzyılda genel olarak Kudüs’ün şartları daha da ağırlaştı. 1702’de Kudüs sancak beyi tayin edilen Muhammed Paşa’nın vergileri arttırması ve vergi toplamada sıkı davranması Nakîbüleşraf Muhammed Hüseynî’nin öncülüğünde bir isyana sebep oldu ve nakîbüleşraf iki yıl süreyle yönetimi fiilen ele geçirdi. Şam eyalet valisi 1705’te askeri güç kullanarak isyanı bastırabildi.
Yine XVIII. yüzyılda merkezî idarede görülen zaaf Kudüs’te iki yeni gelişmeye yol açtı. Birincisi, sancak beylerinin mahallî olarak güçlü aile mensuplarından tayin edilmesi, ikincisi de Kudüs’te bazı ailelerin prestij ve gücünün belirgin bir şekilde artmasıdır. Bu yüzyılda Kudüs sancak beylerinin çoğu Tûkan ve Nimr ailelerinden seçildi. Aynı şekilde bu dönemde Hüseynî. Hâlidîve Ebü’l-Lutf gibi aileler güçlendi ve Osmanlı yönetimi boyunca Kudüs yönetiminde etkili oldu. Çoğunlukla müftüler Ebü’l-Lutf ailesinden, nakîbü-leşraflar Hüseynî ailesinden, şer’î mahkeme üst görevlileri ve belediye başkanları da Hâlidî ailesinden seçildi. I. Meşrutiyet Meclisi’nde Kudüs’ü temsil etmek üzere Hâlidî ve Hüseynî aileleri yarışmış, seçimi Yûsuf el-Hâlidî kazanmıştır. II. Meşrutiyet dönemi meclisinde ise Kudüs bu aile üyelerinden Ruhî el-Hâlidî ve Saîd el-Hüseynî tarafından temsil edilmiştir.
Kudüs XVIII. yüzyılın sonunda beklenmedik bir tehdide mâruz kaldı. 1798’de Mısır’ı işgal eden Napolyon bir yıl sonra Gazze ve Remle’yi de ele geçirerek Kudüs’ün Akdeniz sahiliyle, ardından kuzeye doğru ilerleyerek Safed’i de ele geçirip Şam ile karayolu bağlantısını kesti. Bu gelişmeler Kudüs halkı tarafından tepkiyle karşılandı. Akkâ’da Cezzâr Ahmed Paşa’-nın Fransız kuvvetlerine karşı galip gelmesi ve Mayıs 1799’da Fransızlar’ın bölgeden tamamen çekilmesi Kudüslüleri rahatlattı.
XIX. yüzyılın ilk çeyreğindeki siyasî gelişmeler Kudüs’ü etkiledi. 1807’de Kudüs’ü de içine alan isyan Sayda Valisi Süleyman Paşa tarafından bastırıldı. Bölgede gelişen Vehhâbî tehlikesine karşı 1810 yılında Sayda Valisi Süleyman Paşa Kudüs sancak beyliği görevini de üstlendi. 1821 ‘deki Yunan isyanı Kudüs’te özellikle Rum Ortodokslar arasında hareketlenmelere yol açtı, ancak yetkililerin sıkı tedbirleriyle çatışma çıkması önlendi. 1825’-te merkezî yönetimin zaafından yararlanmak isteyen Kudüs civarındaki bazı köyler askere gitmemek ve vergi ödememek için bir isyan başlattılar; Remle-Kudüs arasında etkili olan bedevî şeyhlerinden İbrahim Ebû Goş’un da desteğini alarak kısa sürede şehri ele geçirdiler. Sayda Valisi Abdullah Paşa isyancıları ikna ederek 1826 sonlarında sükûneti sağlayabildi.
Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa yönetimi döneminde (1831-1840) Kudüs’te önemli değişiklikler oldu. Onun katı uygulamaları, vergilerin arttırılması, silâhsızlandırma ve mecburi askerlik kararları 1834-1838 yıllan arasında Kudüs merkezli bir dizi ayaklanmaya yol açtı. Aralık 1840’ta Kudüs tekrar Osmanlı yönetimine girdi. 1838’de Kudüs’te ilk konsolosluğu İngiltere açtı; bunu Prusya, Fransa, Avusturya ve Rusya konsoloslukları takip etti. Bu dönemde misyoner faaliyetleri de hız kazandı. 1841de İngiliz-Aİman Protestan piskoposluğu kuruldu, 1845te Grek-Ortodoks patriği İstanbul’dan Kudüs’e taşındı ve 1847’de Latin patrikliği canlandırıldı.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında da Avrupa kökenli kültürel, dinî, siyasî kuruluşlar Kudüs’teki yatırımlarını arttırarak sürdürdüler. Avrupa devletleri bir taraftan azınlıklar lehine baskılarını arttırırken diğer taraftan kendi aralarında nüfuz mücadelesine giriştiler. İngiltere, bilhassa yahudilerin hâmiliğini üstlenmeye çalıştığı gibi Kudüs ve çevresinde bir Protestan hıristiyan nüfusu oluşturdu; Fransızlar Katolik cemaat, Ruslar da Ortodoks gruplar üzerinde etkilerini yoğunlaştırdı. 1870′-lerden sonra yahudi göçünün giderek artması. 1882 ve190S’teiki büyükyahudi göç dalgası Kudüs’ün nüfus yapısını değiştirmeye başladı. Bu gelişmelere paralel olarak XIX. yüzyılın ikinci yarısında özellikle dış kaynaklı yatırımlar şehrin yapılaşmasını sur dışına taşırdı. Yahudiler eski şehrin kuzeybatı ve kuzeydoğusunda, Araplar ise şehrin kuzey ve doğusuna doğru yeni yerleşim birimleri kurdular; sur dışında âdeta yeni bir şehir oluştu.
Osmanlı Devleti, Kudüs’ü birçok yönden derinden etkileyecek olan bu gelişmelere karşı bir taraftan Avrupa’nın müdahalelerini sınırlandırmaya, diğer taraftan da Kudüs şehrini modernleştirmeye çalıştı. 1863’te Kudüs Belediyesi teşekkül etti, sancak yönetimini düzenlemek üzere bir idare meclisi kuruldu. Kudüs Belediyesi şehrin temizliği, kanalizasyon sistemi, aydınlatılması, sokakların tanzimi ve ağaçlandırılması gibi alanlarda önemli hizmetler verdi ve 1891’de belediye hastahanesini hizmete açtı. 1886’da Kudüs polis gücü oluşturuldu. 1900’de Yafa Kapisı’nin yakınma bir sebil, kapının üzerine de saat kulesi inşa edildi. Müze ile Türkçe. Arapça ve Fransızca oyunların sergilendiği tiyatro da diğer kültürel yatırımlardandır.
Siyasî alanda son dönemin en önemli problemi yasa dışı yahudi göçü idi. Osmanlı Devleti, yahudi göçünü ve yahudi-lere toprak satışını engelleme girişimleri çerçevesinde birçok tedbir almasına rağmen mahallî ve milletlerarası kaynaklı sebeplerden dolayı tam anlamıyla başarılı olamadı. Özellikle II. Abdülhamid döneminde Siyonizm ve Filistin’e yahudi göçüne karşı yoğun çabalar sarfedildi. 1. Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti’nin yenilmesiyle Kudüs’ün geleceği de köklü değişikliklere mâruz kaldı.
Kudüs’ün Osmanlı idaresi altındaki gelişme seyri hakkında veriler 1520’lerden itibaren başlar. Bunlardan biri olan nüfus yapısıyla ilgili kayıtlar XVI. yüzyıl boyunca yükseliş seyri takip etmiştir. Memlükler döneminde 10.000 civarında nüfusu bulunduğu tahmin edilen Kudüs. 932 (1525-26) tarihli Osmanlı sayımına göre on mahallede [Bâbü’l-Hitta, Bâbü’l-Kattânîn, Zerâine, Rîşe, Benî Hârİs,Akabe-i Sit. Hâlidî, Şeref, Bâbü’l-Âmûd, Benî Zeyd] oturan 616 hâne [yaklaşık 3100 kişi] müslüman. içlerinde Melkitî, Süryânî ve Ya’kübîier’in yer aldığı 119 hâne (550-600 kişi) hıristiyan ve 199 hâne (1000 kişi)yahudi olmak üzere toplam 934 hâne (4700 kişi) nüfusa sahipti. On üç yıl sonra 945’te (1538-39) nüfus 1168 hâne, yetmiş beş bekâr müslüman. 136 hâne, altmış altı bekâr hıristiyan ve 224 hâne, on dokuz bekâr yahudiden oluşuyordu.[toplam 1528 hâne, 160 bekâr, tahminen 7900-8000 kişi] XVI. yüzyılın ortalarına doğru nüfus en yüksek seviyesine ulaştı. 961 (1554) yılı kayıtlarına göre sekiz mahallede 1987 hâne, 141 bekâr müslüman erkek nüfus yanında, 303 hâne 135 bekâr hıristiyan ve 324 hâne, on üç bekâr yahudi olmak üzere toplam nüfus 13.000 kişiyi geçti. Bu tarihlerde şehirde Döğer Türkmenleri’ne mensup bir grup da yerleşmişti.[1538 de yirmi iki hâne. 1553’te on sekiz hâne] 970’te (1562-63) nüfus miktarı bir önceki sayıma göre biraz azalmayla hemen hemen aynı kaldı.[toplam 2451 hâne, 249 bekâr, tahminen 12.600-12.800 kişi] Sadece müslümanlara yer verildiği anlaşılan 1005 (1596) yılı kayıtlarında 1444 hanenin mevcut olduğu, hıristiyan ve yahudi nüfus verilerinin noksan bulunduğu dikkati çeker. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan müslümanlar içinde Araplar yanında Anadolu, Kuzey Afrika. Hindistan ve Orta Asya ülkelerinden gelen müslümanlar da vardı, özellikle Mağribî olarak geçen grup sayıca kalabalıktı. Hıristiyanlar ise Süryânî, Ya’kübî, Ermeni, Rum, Melkitî. Sırp, Frenk ve Gürcü gruplarından meydana gelmekteydi. Bu yüzyılda yahudi nüfusundaki kısmî artışın sebebi, Osmanlılar’ın İspanya’dan sürülen yahudilerin bir kısmına Kudüs’e yerleşme izni vermeleriydi. Yahudiler 1538’den itibaren üç mahalle halinde kaydedilmişlerdi. 1617’de Kudüs’e gelen Polonyalı Simeon burada on iki hâne yerli Ermeni, yirmi-otuz hâne Kıptî, az miktarda da Rum bulunduğunu; Ermeni, Rum, Frenk ve Sırplar’a ait olmak üzere dört manastırın yer aldığını yazar. 1660′-ta Chevalier d’Arvieux halkın Arap, Türk ve yahudi dışında Frenk, Rum, Ermeni, Mârûnî. Gürcü, Kıptî, Habeş ve Keldânî hıristiyanlardan meydana geldiğini, fakat bunların Arap, Türk ve yahudilere nis-betle çok az sayıda olduğunu belirtir. Şehri 1671’de etraflı şekilde tavsif eden Evliya Çelebi ise iç kalede Türk garnizonunun bulunduğunu ve yetmiş evin mevcut olduğunu, Hz. Dâvûd varoşundaki kırk hâne dışında 1000 evin sur içinde yer aldığını yazar.
XVIII. yüzyılın sonunda da Kudüs’ün nüfusunun 14.000’i aşmadığı tahmin edilmektedir. Volney 1784te şehrin nüfusunu 12.000 ile 14.000 arasında tahmin etmektedir. A. Bonne, XIX. yüzyılın ilk yıllarındaki Kudüs nüfusunun 12.000 civarında olduğunu belirtir.
XIX. yüzyılda Kudüs’ün nüfusuna dair kaynaklar çoğalmaktadır. Osmanlı kaynaklarına göre 1849’da şehirde 6184 müslüman, 3744 hıristiyan ve 1790 yahudi olmak üzere 11.682 kişi yaşıyordu. 1850’den itibaren nüfusta giderek artış görüldü. 1870’te toplam nüfus20.000. 1880’de 30.000 ve 1890’da 40.000 seviyelerine ulaştı. Bu son yıllarda şehirdeki yahudi nüfus sayısı oldukça arttı ve en kalabalık grup haline geldi. 1900’de 10.000 müslüman, 10.000 hıristiyan ve 35.000 yahudi olmak üzere toplam nüfus 55.000’İ buldu. Osmanlı ve Avrupa kaynaklı nüfus rakamları arasında en önemli fark Avrupa kaynaklarında mübalağalı verilen yahudilerin sayısında ortaya çıkmaktadır. Bu farkın bir diğer sebebi de Osmanlı kaynaklarının Osmanlı vatandaşlarını esas alması dolayısıyla Kudüs’teki yabancı uyruklu ve yasadışı olarak orada bulunan yahudileri içermemesidir. Bazan da yahudi nüfusunun kasten abartıldığı görülmektedir. Siyonist teşkilât görevlisi Arthur Ruppin’in 1914 yılı yahudi nüfusunu 45.000 göstermesi bunun açık örneğidir. Aynı yıllara ait Osmanlı nüfus istatistikleri 18.190 yahudi kaydetmektedir.
Ticarî ve ekonomik açıdan Kudüs fazla gelir kaynağına sahip değildi. Şehrin civarındaki tarım arazileri yetersiz ve sanayinin gelişmesi için gerekli miktarda ham maddeden mahrumdu. Ticarî açıdan da önemli ticaret yollarının dışında kalıyordu. Bütün bu olumsuzluklara karşı en önemli gelirleri dinî statüsünden kaynaklanmaktaydı. Hacıların ve turistlerin ziyaretleri el sanatlarına ve ticarete bir canlılık kazandırmaktaydı.
Osmanlı dönemi Kudüs’ünde tekstil ve boyacılık, dericilik, sabunculuk ve metal atölyeciliği dallarında sanayi üretimi dikkat çekmektedir. İthalât ve ihracat açısından bakıldığında sabun Mısır’a, tahıl Mısır, Rodos ve Dubrovnik’e ihraç edilirken Mısır’dan pirinç, Şam’dan elbise ve kahve. İstanbul, Irak ve Çin’den bazı tekstil ürünleriyle halı ithal edilirdi. Kudüs gelirleri arasında vergilerin yanı sıra üç kutsal din mensuplarının bölgeye yaptıkları düzenli ziyaretler sırasında yapılan satışlar ve özellikle hediyelik eşya üretiminden elde edilen gelirler de zikredilebilir. Alman seyyahı Seetzen, 1806’da Kudüs’te faaliyet gösteren esnaf ve tüccar sayısının en az 700 olduğunu belirtmektedir. Kudüs’ün en önemli gelir kaynağı İse İstanbul ve Mısır’dan gönderilen surrelerdir. Dışarıdaki yahudilerin Kudüs’teki dindaşlarına bir nevi zekât gibi gönderdikleri paralarla Avrupa krallıklarının hıristiyanlara yaptıkları malî destekler de Kudüs için önemli gelir kaynaklanndandı.
Kudüs, 1850’lerden itibaren belirgin bir şekilde gelişmeye ve şehrin nüfusu artmaya başladı. İnşaat sektöründe önemli gelişmeler oldu ve işsizlik azaldı. Daha önce ciddi bir gelir kaynağı oluşturan sabun üretimi XIX. yüzyılın İkinci yarısında geriledi. Bu dönemde Kudüs’te satılan hediyelik eşyaların üretimi de Beytülahm’da yapılmaya başlandı. Osmanlılar’ın son döneminde Kudüs’e gelen yahudi sayısındaki artış şehrin ekonomik yapısını fazla değiştirmedi.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında ulaşım sisteminde belirgin bir iyileşme gerçekleşti. 1865te Kudüs telgraf sistemine kavuştu. 1868’de Kudüs-Yafa karayolu ve 1892′-de Kudüs-Yafa demiryolu hizmete açıldı. Bu gelişmeler Kudüs’ün dış dünya ile ilişkilerinin gelişmesine, ziyaretçi sayısının artmasına ve ekonomik açıdan gelişmesine önemli katkı sağladı.
Kudüs’ün eğitim ve kültür hayatı da Osmanlılar döneminde önemini korumuştur. İslâm tarihi boyunca farklı müslüman ülkelerden gelen yüzlerce âlim Mescid-i Aksâ’yı ziyaret etmiş ve bir kısmı Kudüs’te yaşamayı tercih ederek şehrin ilmî hayatına katkıda bulunmuştur. Osmanlı döneminde devralman İslâmî miras korundu. Kudüs ilmî cazibe merkezi olmayı sürdürdü. Şehirde kurulan medreseler vakıflarla desteklendi. Medreselerin etrafı tasavvuf! hayat açısından da canlandı. Mescid-i Aksa ve Şam Kapısı civarında birçok tekke ve zaviye yer almakta, Mevleviyye, Şazeliyye, Rifâiyye veAhmediyye gibi tarikatlar şehrin dinî ve kültürel hayatına belirgin katkı sağlamaktaydı.
XVIII. yüzyıldan itibaren Kudüs medreseleri ve kültür hayatı gerilemeye başladı. Bunun en önemli sebebi medreseleri ve kültürel hayatı canlı tutan vakıfların zayıflamasıdır. Kudüs’teki eğitim kurumlarını ve dinî-kültürel hayatı canlı tutan vakıflar sadece Kudüs ve civarında değil Anadolu. Mısır ve Suriye’de de bulunmaktaydı. Medreselerden başka bir çeşit eğitim kurumu sayılabilecek hankahlar, ri-bâtlar ve zaviyeler de vardı. Bütün bu kurumlarda dinî eğitim hâkimdi. XIX. yüzyılın ikinci yarısında modern devlet okullarının yanı sıra misyoner okullarının da hızla arttığı görülmektedir.
Kudüs’ün eğitim ve kültürel hayatının en Önemli kurumlarından biri de kütüphanelerdi. Bunların en eskisi Mescid-i Aksa Kütüphanesi idi. Burada bulunan kitapların çoğu Haçlılar tarafından yakılmıştır. Bu kütüphanenin kitapları genel olarak Kur’an ve Kudüs üzerine yazılanlardan oluşmaktaydı. Ayrıca Eş-refiyye ve Kâdiriyye gibi büyük medreselerin kendi kütüphaneleri mevcuttu. Memlûk ve Osmanlı sultanlarının Mescid-i Aksâ’ya hediye mushaf göndermeleri âdettendi. Kudüs şer’iyye sicilleri şehrin özel kütüphaneleri hakkında önemli bilgiler içermektedir. Bunlardan birkaçı şöyle sıralanabilir: Muhammed İbn Büdeyr, Hasan el-Hüseynî, Beşîr el-Hâlidî, Kudüs, tarihinin hemen her döneminde inşa faaliyetlerine sahne olmuştur. Özellikle Memlûk ve Osmanlı dönemlerinde yapılan büyük binalar, camiler, medreseler, tekkeler, zaviyeler, ribâtlar ve hankahlar şehrin ekonomik hayatına önemli katkı sağlamıştır. Kanunî Sultan Süleyman zamanında ise tarihinin altın çağını yaşamıştır. Bu dönemde Kubbetü’s-sahre’de gerçekleştirilen inşa faaliyetlerinin dışında Kudüs surlarının yapımı (1536-1540), vakıflar ve günde yüzlerce fakiri doyuran Haseki Sultan İmarethanesi zikredilmelidir.
Manda Yönetimi ve Sonrası. 1917yill Kudüs için bir kader yılı oldu. 2 Kasım’da Balfour Deklarasyonu ile İngiltere yahudi-lerin bölgede siyasî bir varlık oluşturmalarını destekleyeceğini açıkladı. 11 Aralık” -ta da İngiliz askerleri Kudüs’e girdi. İngiliz işgali. Kudüs’teki sadece Haçlı işgaliyle kesintiye uğrayan yaklaşık 1200 yıllık müslüman yönetimini de sona erdirdi.
Aralık 19i7’den itibaren Kudüs giderek İslâmî karakterini yitirmeye başladı. Bu dönemde yerli nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan müslüman ve hıristi-yan Araplar’ın yerine yeni gelen yahudi-ler yerleştirildi. Kudüs 1917-1920 yılları arasında İngiliz askerî yönetiminde kaldı. 1920 San Remo Konferansı’nda İngiltere’nin manda yönetimine verilmesiyle de 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşuna kadar devam edecek İngiliz sivil yönetimi göreve gelmiş oldu. İngiliz yönetiminin yoğun yahudi göçüne izin vermesiyle Kudüs ve daha geniş mânada Filistin 1920, 1928,1929,1933 ve 1936’da bir dizi protesto, silâhlı ayaklanma, grev ve boykota sahne oldu.
İngiliz yönetiminde Kudüs köklü demografik, ekonomik ve kültürel değişiklikler yaşadı. Şehir içinde yahudi nüfusu Arap nüfusunu geçti. Ekonomik olarak da Araplar kendi imkânlarıyla, dışarıdan yoğun maddî destek alan yahudilerle mücadele etmek zorunda kaldı. Araplar ile yahudiler arasında dengelerin tamamen altüst olmasının doğurduğu problemleri çözemeyen İngiltere, 1947’de Birleşmiş Milletler’e sunduğu Filistin’i paylaştırma planında Kudüs’e milletlerarası bir statü verilmesini önerdi. 1948 Arap- İsrail savaşında İsrail Batı Kudüs’ü İşgal etti. Ürdün ise eski şehri yani Doğu Kudüs’ü ele geçirdi. Böylece Kudüs Batı ve Doğu olmak üzere ikiye bölündü. İsrail, Ocak 1950’de Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı olarak Batı Kudüs’ü başşehir ilân etti ve parlamento ile birlikte diğer önemli hükümet birimlerini oraya taşıdı. 1948’de 60.000 Arap nüfusuna karşılık yahudi nüfusu 100.000 dolayındaydı. Bu rakam 1967’de 197.000’e yükseldi. 1967 Arap-İsrail savaşında şehrin tamamını işgal eden İsrail, bazan aşın güç de kullanarak şehri yahudileştirme çalışmalarına hız verdi. Yeni yerleşimlerin şehri kuşatıcı şekilde planlanması ve özellikle Doğu Ku-düste yoğunlaşarak bölgenin Arap nüfusunu geride bırakması dikkat çekiciydi. Birleşmiş Milletler’in birçok defa kınamasına ve karşı çıkmasına rağmen İsrail, Kudüs’ün Arap- İslâm karakterini zayıflatma politikalarına devam etti ve nihayet 21 Ağustos 1980’de doğusu ve batısıyla birleşik Kudüs’ün İsrail’in ebedî başşehri olduğunu ilân etti. 1987’de Araplar475.000 kişilik Kudüs nüfusunun % 28’ini oluşturuyordu. Günümüzde nüfusu 600.000’e yaklaşmış olan [2000’li yıllara yaklaşıldığında 557.000] Kudüs şehrinin yaklaşık4 km. uzunluğundaki surların çevrelediği eski kesiminde dar ve dolambaçlı sokakların varlığı ile dikkati çeken bir Ortaçağ şehri, bunun batısında modern cadde ve bulvarlarla farklı bir görünüş arzeden modern şehir yayılır. İsrail Devleti’nin kurulduğu yıllarda Ürdün’e ait olan eski kesimin 0,8S km2’lik yüzölçümüne karşılık yeni kesim, yani İsrail’de kalan kesim 28 km2 genişliğindeydi. Günümüzde modern kesim kuzey, batı ve güneye doğru genişlemesine devam etmiş, her iki kesimin toplam yüzölçümü 100 km2’yi biraz geçmiştir. Bugün Özellikle turizm merkezi olan Kudüs’te ağır sanayi gelişmemiştir. Hafif sanayi kollarından elmas kesilmesi, mobilya yapımı, kimya ve ilâç sanayii, dokuma ve hazır giyim sanayii gelişme yolundadır.
İsrail’in Kudüs ve Filistin’de Araplar’ın haklarını kısıtlayıcı politikaları 1987’de Batı Şeria’da “İntifada”ya yol açtı. 1990’İı yıllarda da Kudüs’ün Arap / İslâmî yapısını değiştirmeye yönelik politikalara devam edildi. Tarihî mekânların yıkılması, Arap gayri menkullerine el konulması, çeşitli sebeplerle Araplar’ın şehri terketmesinin sağlanması gibi politikalar sonucu Kudüs’teki yahudi mülklerinin birkaç kat arttığı görülmektedir.
- Kudüs Şehri, Adı, İsmi, Anlamı, Yahudilikte, İslamda
- Kudüs Tarihi, -Haçlılar Dönemi- Hakkında Bilgi
- Kudüs Tarihi, -İslam Fethinden Haçlılar Dönemine Kadar- Hakkında Bilgi
- Kudüs Tarihi, -Memlükler Dönemi- Hakkında Bilgi
- Kudüs Tarihi, Önemi, -Yahudilik, Hıristyanlık Dönemi- Hakkında Bilgi
TDV İslâm Ansiklopedisi