Küfür Nedir, Yahudilikte, Hıristyanlıkta Anlamı, Hakkında Bilgi

Küfür. Din adına tebliğ ettiği konularda peygamberi tasdik etmemek, onaylamamak anlamında bir terim.

Sözlükte “örtmek, gizlemek; nankörlük etmek” gibi mânalara gelen küfr (kefr. küfür, küfrân), terim olarak genellikle “Al­lah’tan alıp din adına tebliğ ettiği husus­larda peygamberi tasdik etmemek, ona inanmamak” diye tanımlanır. Küfrü benimse­yene “fıtrî yeteneğini köreltip örten” an­lamında kâfir denilir. “Bilmemek, yadır­gamak” mânasındaki nukr kökünden tü­retilen ve “kabul etmemek, reddetmek, hoş görmemek” anlamına gelen inkâr da küfür karşılığında kullanılmakta olup bu tavrı sergileyene münkir adı verilir. Arapça kâfir veya Farsça gebrden (ateşe tapan) alınıp Türkçe’de kullanı­lan gâvur kelimesi de inanmayanı ifade etmektedir.

Yahudi geleneğinde Ortodoks inancı terkeden sapıklar için yer alan en yaygın terim, “Nâsıralı îsâ’ya inanan” anlamın­daki ma’amin Yeşu notseri ifadesinden türetildiği ileri sürülen minimdir. Tanrı’nın birliğini reddeden, kötülüğün Tanrı’dan bağımsız ilâhî bir başka güce dayan­dığına inanan, Tanrı’yı zalim olarak nite­leyen cismanî dirilmeyi, Mesih’in geleceğini ve İsrail’in seçilmişliği fikrini red­dedenler yanında Sadûkiler, Sâmirîler ve yahudi  hıristiyanlar gibi heretik mezhep­ler de bu kelime ile anlatılmıştır. Kofer (inkâr eden), gereksiz yere sorgulayan ve kutsal metinlerde çelişki bulmaya gay­ret edenler için kullanılırken kofer betkkar terkibiyle dine ait temel bir inancı veya dogmayı (ikkar) reddeden kişi kastedilmiştir. “Değişen, başka dine geçen” mânasmdaki mumar kelimesiyle Tevrat’ın hükümlerinden birini reddeden kimse nitelendirilmiştir. Ayrıca Yunan filozofu Epikuros’un düşüncelerini benimseyenleri ifade eden veya Ârâmîce pkr (kısıtlamalardan serbest olmak) kökünden türeyen epikoros kelimesi ilâhî takdir ve cezayı redde­den, böylece kendilerini Tevrat’ın hüküm­lerine uymamak konusunda serbest his­seden kişileri nitelendirmek için kullanıl­mıştır.

Yahudiliğin gerek kutsal metinlerinde gerekse geleneğine ait literatürde İsrâloğullan’nın dinlerine bağlılıkları, Rab Yahova ile aralarında gerçekleşen ahde sa-dakatleriyle özdeşleştirilmiştir. İsrâiloğul-ları. Yahova’nın sözünü dinleyip onunla yapılan ahde sadık kaldıkları takdirde bü­tün kavimlerden daha üstün tutulacak ve Tanrı’nın kâhinler melekûtu ve mukaddes milleti olacaklardır. Ahdin gereği olarak İsrâiloğullan’nın yerine getireceği görev başta on emir olmak üzere Hz. Musa’nın Rab Yahova’dan getirdiği emirlere uymaktır. On emrin, İsrâiloğullarf nın Yahova’dan başka İlâhlara tapınmamaları şeklindeki uya­rıyla başladığı dikkate alındığında Yahudilikte küfrün, başka tanrı­lara ve putlara tapınmaya kadar varan ahde aykırı tercih ve tavırları kapsadığı görülür. Ahd-i Atîk’te İsrâiloğullan’nın za­man zaman ahdi ihlâl ettikleri ve bu sebeple cezalandırıldıkları belirtilmektedir. Ayrıca Tanrı’nın, ahidlerini bozan İsrâiloğulları’nı önceleri himaye etmediği fakat daha sonra onlara acıyarak kendileriyle ahdini tazelediği anla­tılmaktadır. Yahudi şeriatına göre inan­cını kaybeden bir yahudi ölmeden önce tövbe etmesi mümkün olan bir günahkâr sayılmaktadır. İnkarcı konumuna düşen yahudi tövbe edip tekrar dinini yaşamaya başlamadığı sürece yahudi toplumunun sahip bulun­duğu bazı imtiyazlardan mahrum bırakı­lacaktır.

Hıristiyanlığın temel öğretisini kurtu­luşa erebilmek için îsâ’ya. öğretilerine ve yeryüzünde onun bedenini temsil eden kiliseye intisap etmenin zorunluluğu oluş­turur. Kilise babaları bu inancı. “Kilise dı­şında kurtuluş yoktur” hükmüyle bir dog­ma haline getirmişlerdir. Dolayısıyla bu dindeki küfür anlayışını “Hz. İsa’nın ve ki­lisenin öğretilerini kabul etmemek” şek­linde tanımlamak mümkündür. Bizzat Hz. îsâ kiliseyi tesis etmiş ve kurtuluşun ye­gâne yolu olarak ona bağlanmayı emret­miş, kendi öğretilerini ve vaftizi tebliğ et­mek üzere havarilerini görevlendirmiştir. Havarilerin akidelerinde Petrus’un, “Başka hiçbirinde kurtuluş yoktur” ifadesiyle îsâ Mesîh’e ve öğretilerine imanın gere­ğine ve kilisenin zorunluluğuna vurgu yapılmıştır. Hz. îsâ’ya ve öğretilerine ina­nanlar itaatsizliğe ve İtaatsizlik sebebiyle kurtuluşu kay­betmeye karşı uyarılmıştır. Kilise babalarından Origen’e göre de kilise dışında kalan hiç­bir kimse kurtuluşa erdirilmeyecektir. Ki­liseye tâbiiyet “Tanrı’nın krallığına gir­mek, vaftiz olmak, inanç esaslarını kabul etmek ve kilisenin kutsal birliğine girmek” anlam­larına gelmektedir. Bu sebeple Aziz Cyprian kutsal birlikten ayrılan sapık grupları kilisenin dışında kabul etmiştir. Dolayısıyla vaftiz edilmeyenler, kilisenin öğretilerini benimsemeyenler, sapıklar ve kilisenin otoritesini kabul etmeyenler kili­senin üyesi olmaktan çıkmaktadır. Ancak Katolik öğretisine göre hiç vaftiz edilme­yenlerle sonradan inkâra düşenlerin kili­seyle ilişkileri farklı statülere tâbidir.

Kilise babalarından Hermas’ın, vaftiz edildikten sonra kişinin inancını terket-mesinin affedilemeyeceği şeklindeki gö­rüşü ilk dönemde kilisenin müeyyidesini teşkil ederken İznik Konsili’nden sonra îsâ’nın Öğretilerinden ve kiliseden uzak­laşanların tövbe ederek kutsal birliğe (komünyon) girmelerine izin verilmiştir. Re­form hareketlerinin ardından Katolik ki­lisesi. Ortodoks ve Protestan kiliselerine rağmen kendini kurtuluşun yegâne yolu olarak görmeye devam etmiştir. II. Vati­kan Konsili’nden (1962-1965) sonra kilise yine kurtuluşun evrensel aracı olarak gö­rülmekle birlikte diğer din ve mezheple­rin de olumlu değerler taşıdıkları ve in­sanların kurtuluşuna yardımcı olacakları ifade edilmiştir. Hz. îsâ’nın öğretilerini ve kiliseyi terkedenlerin pişmanlık duyarak tövbe etmeleri halinde tekrar kilisenin kutsal birliğine dahil olmaları mümkün görülmüştür.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski