Külli Nedir, Ne Demek, Felsefe ve Mantıkta, Anlamı, Hakkında Bilgi

Küllî. Türün altındakifertleri ifade eden lafız ve bu lafzın gösterdiği varlık anlamında felsefe ve mantık terimi.

Sözlükte “bütün, hepsi, tamamı” mâ­nasına gelen Arapça küll kelimesinden nisbet ekiyle türetilmiş olup mantıkta cüzinin karşıt olarak kullanılır. Aristo’nun eserlerinde bu anlamı ifade eden katholou (universal) terimi Arapça’da küllî ile karşılanmıştır.

Anlamlı lafızların küllî ve cüz’î olarak ikiye ayrıldığını kaydeden ilk İslâm filozo­fu Ya’küb b. İshak el-Kindî, varlıkların da yine küllî ve cüz’î şeklinde iki kısma bölünebileceğini belirtir. Ona göre küllî türle­re nisbetle cinsleri, şahıslara nisbetle tür­leri ifade etmektedir. Küllînin duyuların değil aklın konusuna girdiğini söyleyen Kindî. sonsuz olmaları sebebiyle cüz’î olan şeylerin felsefenin konusu olmayacağını, aksine, hakikatinin bilgisi tam anlamıyla kuşatılabilen küllî ve sınırlı varlıkların fel­sefenin alanına girdiğini belirtmektedir.

Fârâbî’ye göre duyularla algılanan nes­neler içerisinde birbirine benzeyenler (mahsûsât) aslında bütününde ortak olan bir anlamda birleşmektedir. Bu anlam birbirine benzer olan bütün nesneleri kapsamakta ve onlardan biri hakkında düşünülen şey diğeri için de geçerli ol­maktadır. Bu düşünülen ve birçok ferde yüklenilen anlama küllî ve genel anlam denilmektedir. Maddî varlık alanını oluşturan fertler ve cüz’î nesneler ilk cevherleri, insan aklının soyutlama yoluyla ilk cevherlerden elde ettiği küllî kavramlar ise ikinci cevherleri ifade eder. Birleştirme ve çokluğu (kesret) birlik (vahdet) haline getirip kavrama şek­lindeki aklî işlemin bir sonucu olarak or­taya çıkan küllî kavramlar aynı zamanda bilginin yapı taşlarını oluşturur.

Fârâbî’nin tanımıyla örtüşür biçimde küllîyi “bir tek anlamla birçok şeye delâ­let eden lafız” şeklinde tarif eden İbn Sînâ’ya göre bir anlamın birçok şeye delâ­leti bilfiil olabilir, bilkuvve olabilir, ne bilfiil ne de bilkuvve olabilir ve buna uygun ola­rak üç tür küllîden söz edilebilir. Birinci tür küllîye örnek olarak insan lafzı göste­rilebilir. İnsanın anlamı birçok kişiye veri­lebilmekte ve bunlardan her birine insan denilebilmektedir. İkinci tür küllîye örnek olarak ise “yedi köşeli ev” gösterilebilir. Şu anda böyle bir ev bir tane olsa bile bu ta­birin varlıkta birçok şey için söylenmesi muhtemeldir. İbn Sînâ, üçüncü tür küllîye örnek olarak da başka bir güneşin olmadığını zorunlu şekilde kabul eden bir kim­senin “güneş” lafzını kullanmasını ver­mektedir. Buna göre bu küllî lafzın anla­mı ne bilfiil ne de bilkuvve olarak bir baş­ka şey tarafından paylaşılabilir. Kindî ve Fârâbî’de olduğu gibi küllîyi akledilir (ma’kül) bir şey olarak gören ve ona ilişkin bilginin gerçek bilgi olduğunu belirten İbn Sina’ya göre küllî. bir şeyin ne olduğunun ve niçin ol­duğunun bilgisini veren bir kavramı ifade etmektedir.

Külıîyi İbn Sînâ gibi tanımlayan Gazzâlî’nin yukarıdaki üçlü tasnif konusunda da İbn Sînâ’yı izlediği görülmektedir. Bu­nunla birlikte Gazzâlî, ontolojik açıdan meseleye baktığında ism-i müşterek olan küllînin iki anlam için kullanıldığını belirt­mektedir. Bu anlamlardan biri zihin dı­şında mevcut iken diğeri dış dünyada mevcut olmayıp sadece zihinde yer al­maktadır. Meselâ “insan” lafzının anla­mının zihin dışında bir karşılığı vardır; bununla birlikte “insanlık”ın sadece zihin­de bir anlamı bulunmaktadır.

İslâm filozof ve mantıkçıları ilk dönem­den itibaren küllîyi zatî ve arızî olmak üze­re iki kısma ayırmışlardır. Zatî küllî, fert­lerinin veya cüzilerinin mahiyetine nisbet edilebilen ya da onların mahiyetine ilişkin olan mânadır. Meselâ “insan”a veya “at”a nisbetle “canlı” gibi. Arızî küllî ise zatî küllînin karşıtı olarak fertlerinin ya da cüzilerinin mahiyetine nisbet edilemeyen mânayı ifade etmektedir. “İnsan”a nis­betle “gülme” buna örnek olarak verile­bilir. Zira gülme lafzının mânası insanın mahiyetine ilişkin olmayıp sadece zâta bir ilintidir. Böylece mantıkçılar zatî olan ni­telik veya mânaları “mukavvim” (varlığın özünü oluşturan), arızî olanı “gayri mu­kavvim” olarak adlandırmışlar ve buna bağlı olarak beş küllîden olan cins, ne­vi ve faslı “zatî küllî”, hassa ve araz-ı âmmı “arızî külir olarak nitelendirmiş­lerdir.

Tek tek nesnelerde bulunan ortak özel­liklerin tesbitiyle oluşturulan küllî kav­ramlar, nesnelerin belli bir grup veya sınıf içerisinde ele alınmasını mümkün kılmak­tadır. Nesnelerin belli bir cins ve tür al­tında toplanabilmesine imkân veren küllî kavramlar içlem ve kaplam ilişkisi içerisin­de ele alınmakta, böylece küllî ya da cüzi oluş ilişkide esas alınan durumlara göre değişiklik göstermektedir. Porphyrios ta­rafından geliştirilen ve “Porphyrios ağa­cı” olarak bilinen hiyerarşik kavram düze­ninde açıkça görülebildiği gibi bir durum­da küllî olan varlık başka bir durumda cüz’î olabilmektedir. Meselâ cisim kav­ramına nisbetle canlı kavramı cüzi iken insana nisbetle canlı kavramı küllîdir. Böylece kavramlaştırmalar yoluyla küllî ve cüz”î varlıkların birbiriyle ilişkisi orta­ya konulmakta ve bütün bir varlık alanı kavramlar düzeni içerisinde anlamlı kı­lınmaktadır.

Filozofların küllîlerle ilgili görüşlerine karşı en ciddi eleştiri Takıyyüddin İbn Teymiyye’den gelmiştir. İbn Teymiyye, nominalist bir yaklaşımla küllî kavramının sa­dece zihnin bir tasarımı olup ontolojik bir gerçekliğinin bulunmadığını, gerçek var­lıklar olarak sadece tek tek varlıklardan söz edilebileceğini belirtir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski