Kumar Nedir, Ne Demek, İslamda, Neden Haram, Yasak, Hakkında Bilgi

Kumar kelimesi Türkçe’ye Arapça’daki kımârdan geçmiştir. “Şans ve becerinin birlikte veya tek başına söz ko­nusu olduğu bir olay yahut yarışmanın ya da belirsiz bir olayın sonucu üzerine bah­se tutuşma ve bu yolla kazanç elde etme” şeklinde tanımlanabilen kumar, türü ve şekli toplumlara ve dönemlere göre de­ğişiklik gösterse de esas itibariyle haksız kazanç, mal ve zaman israfı, irade zafiye­ti ve toplumsal çözülme gibi bir dizi olumsuzluğa yol açtığı için dinler ve temel ah­lâk öğretileri tarafından yasaklanmış ve kınanmıştır. İslâm dininin temel yasakla­rından biri de kumar yasağıdır.

Hemen her toplumda farklı şekillerde de olsa yaygınlığı bulunan ve insanlık ta­rihinde kökü hayli eskilere kadar uzanan kumar Kuzey Afrika. Mısır ve İran gibi bölgelerin yanı sıra İslâmiyet Öncesi Hicaz-Arap toplumunda da hem eğlence hem kazanç aracı olarak yaygındı. Câhiliye döneminde kumar yoluyla kazanç sağ­lamaktan utanan soylu Araplar onu eğ­lence için oynar ve kazandığını fakirlere dağıtırken çoğunluk kumarı mal kazan­ma amacıyla oynar, hatta kumara olan düşkünlükleri sebebiyle bütün mal varlı­ğını ve aile fertlerini tehlikeye attıkları olurdu. En yaygın usul “meysir” adıyla anılan, üzerinde pay ve risk değerleri ya­zılı, her birinin ayrı ismi olan belirli sayıda­ki ağaç çubukların çekilmesi şeklindeydi ve âdeta kurumsallaşmıştı. Ancak Araplar arasında Akra b. Ha­bis gibi meysiri kınayan ve yol açtığı olumsuz sonuçlara dikkat çekenler de vardı.

İslâm dininde inanç ve ibadet esasları­nın yanı sıra ferdin beşerî ilişkilerinin ve sosyal hayatının belli ölçüler ve düzen içinde olması, kötülüklerden korunması da önemlidir. Bunu sağlamak için de Kur’an’da ve hadislerde davranışlarda hâ­kim olması gereken temel hukuk ilkele­rine ve ahlâkî değerlere sıkça atıfta bu­lunulmuş, kötü davranışlardan belirli ör­nekler yasaklanmıştır. Bu amaca yönelik olarak getirilen düzenlemenin dinî me­tinler kadar insanlığın ortak sağduyusuna ve kolektif şuuruna uzanan kökleri vardır. Kazançta karşılıklı rızânın esas alınması, kötü alışkanlıkların kınanması ve irade eğitimine ağırlık verilmesi, haksız yollarla mal kazanmanın ve zamanı boşa harca­manın, bunun uygulama Örneklerinden biri olarak da kumarın yasaklanması böy­ledir.

Kur’ân-ı Kerîm’de, “Sana şarap ve ku­mar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından büyüktür” açıklaması ile kumar kınanmış.[Bakara 2/219] daha sonra inen bir âyette de kesin bir yasaklama getirilmiştir: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) ve şans okları birer şeytan işi pis­liktir. Onlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, şarap ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istiyor. Artık -bunlardan- vazgeçtiniz de­ğil mi?.[Mâide 5/90-91] Âyette geçen “meysir” kelimesi, ilk planda Câhiliye’de yaygınlığı bulunan kumar âdetine atıf şeklinde görünürse de şarap yasağında olduğu gibi burada örnek üzerinden bir davranış türünün ve ortak illete sahip benzer çeşitlerin yasaklanması kastedil­diğinden İslâm âlimlerinin büyük çoğun­luğu âyetteki meysiri kumar olarak açık­lamıştır, öte yandan Kur’an’da kumarın şarapla birlikte zikredilmesi, içki ve ku­marın insanlığın yakasını kurtarmakta zorlandığı iki temel kötü alışkanlık oldu­ğuna da işaret eder. Dinin amelî hayata ilişkin hükümleri konulurken insan dav­ranışlarında mubah oluş esas alındığın­dan hangi tür davranışların serbest ve helâl olduğunun sayımı yapılmayarak sa­dece sınırlı yasaklamalar getirilmekle ve­ya davranışların sakıncalı yönlerine işaret edilmekle yetinilmiştir. İslâm’da oyun ve eğlencenin ilke olarak helâl görülüp diğer bazı yasaklamalarla birlikte kumar yasa­ğının getirilmesi böyledir. Bunun için de kumar genel serbestlikten istisna edil­miş bir yasaklamadır. Günah ve yasak olu­şu Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoyması, insanlar arasında düşmanlık do­ğurması, zulüm ve haksızlığa sebebiyet vermesi gibi gerekçelerle açıklanmıştır.

Abdullah b. Ömer ve bir grup tabiîn âli­mi, âyette geçen meysir lafzının içeriğini oldukça geniş tutarak kazanma ve kay­betme riski taşıyan her oyunun, çocukla­rın oynadığı ceviz oyununun bile kumar olduğunu söylemiştir. Hanefîler’den Cessâs. âyetteki meysirin satranç ve tavla ile veya her türlü kumar­la açıklandığını kaydettikten sonra onu, bilinmez bir sonuca yahut kur’aya bağlanan her türlü haksız mal kazanımını kusatacak

Hadislerde de kumar, gerek meysir ad­landırmasıyla gerekse o dönemin bazı ku­mar türlerinin ismi verilerek yasaklanmış, kumar aletlerinin ticareti, bu yolla kaza­nılan para ve kumar oynayanlar ağır bir dille kınanmıştır. Bu yasağa esasında teşvik edilen at yarış­larının kumar şeklini alması da dahildir. İslâm hukukçuları ku­marın haram oluşu üzerinde kural olarak ittifak etmekle birlikte âyet ve hadislerin bu kesin tavrını hukukî kalıpta ifade et­meye ve konuya normatif bir açıklama getirmeye çalışmışlardır. Klasik dönem fıkıh literatüründe kuman ifade için mey­sir ve kımâr kelimeleri çok defa eş an­lamlı olarak kullanılmakta olup Cessâs kımârı karşılıklı risk (muhatara) üzerine temlik Serahsî mal kazanımının şansa / riske bağlanması şeklinde Cürcânî ise yene­nin yenilenden bir şey almayı şart koştu­ğu bir oyun türü olarak tanıtır.

Fıkıh literatüründe kumar iki açıdan ele alınır. Bir yönüyle kumar toplum ve Allah hakları, yani genel ahlâkın korunması, münker ve haram bir işin toplumda ya­yılmasının önlenmesi kapsamında ele alınmış, kumar oynama şahitliğin kabu­lünü engelleyen ve kamu düzenini ihlâl ettiği için muhtesip tarafından engellen­mesi gereken kötü bir davranış olarak gö­rülmüştür. Bu açıdan kumar, kişinin adalet vasfını düşüren ve ta’zîr cezasını gerek­tiren bir suç sayılmıştır. Diğer taraftan Özellikle ilk dönem metinlerinde kımâr kelimesi muhatara, garar, cehalet, ayb gibi kelimelerle birlikte kullanılarak bazı hukukî işlemlerin hukuka aykırı biçimde risk ve belirsizlik taşıdığına işaret edil­miş ve işlemin geçersizliği ve adem-i ce­vazı için mesnet yapılmıştır. Bu anlayışın sonucu olarak şahıs haklarının korunmasının öncelik taşıdığı muamelât hukukunda para ve mal değişiminden selem ve şirket akdine, mal bölüşümün-den icâre ve davaya kadar faiz yasağının kapsamına girebilecek veya sonucu be­lirsizlik taşıdığı için gararlı alışveriş ola­rak görülebilecek olan birçok işlem türü, şans ve tesadüfe bağlı bir kazanç İçerdi­ği ölçüde bir tür kumar olarak görülmüş ve yasaklanmıştır. Câhiliye dev­rinde yaygın münâbeze, hasat, mülâmese gibi bazı alışveriş türlerinin İslâm döne­minde yasaklanışının bir sebebi de onla­rın bir nevi kumar oluşudur. Özellikle bu açıdan dinin kumar yasağı, fıkıhta genişletici bir yoruma tâbi tutula­rak rızâ unsurunun yeterince bulunma­dığı hukukî İşlemlerin iptali, haksız ka­zançların ve beklenmedik hak kayıpları­nın önlenmesi, akidlerde bilinmezliğin giderilmesi, açıklık ve güvenliğin sağlan­ması yolunda temel bir argüman olarak kullanılmış, böylece muamelâtta hâkim diğer ilkelerle birlikte borçlar hukukunun genel çizgisini belirleyen bir bakış açısı oluşturmuştur.

Gerek Kur’an gerekse hadislerde ku­mar ilke olarak yasaklanmış, nelerin ku­mar olduğu tek tek sayılmayıp kumar ya­sağı belli birkaç örnek üzerinde gösteril­miştir. Dolayısıyla bundan kumarın yalnız­ca zikredilen çeşitlerinin yasak olduğu so­nucu çıkarılamaz. İslâm dini kumarı ya­saklarken bunun belli nevilerini değil gö­türdüğü sonucu hedef almıştır. Dinin bu yasağının iyi anlaşılabilmesi, hem kumar yasağının dayandığı gerekçelerin bilinmesiyle hem de kumarın yapısal analizinin yapılıp onun benzeri işlemlerden farkının belirlenmesiyle mümkün olur. Nitekim tarihsel süreçte fakihler, Kur’an ve Sünnet’te ilke olarak geçen kumar yasağını kendi dönemlerinde yorumlamaya ve ya­sağın kapsamını belirlemeye çalışırken hem konuya ilişkin dinî emir ve yasakla­rın ortam ve amacını, hem de içinde ya­şadıkları toplumda salgın bir hastalık ha­lini alan kötü alışkanlıkları ve bunların yol açtığı olumsuz sonuçları göz önüne almış­lar, bu zeminde kumar kapsamına soku­labilecek işlem türlerini ve bunların dinî hükmünü açıklamaya çalışmışlardır. Doğ­rudan kumar oyunlarının yanı sıra at ve ok atma yarışı, güvercin uçurma, güreş ve yüzme gibi esasında caiz olan olayların sonuçlan üzerinde bahis tutuşmanın ve bu yolla kazanç sağlamanın caiz görülmeyişi, başta Hanefîler olmak üzere fakihlerin önemli bir bölümünün kur’ayı hak kazandırıcı bir işlem olarak görme­mesi de kumar yasağını ihlâl etmeme en­dişesinden kaynaklanır. Konuya ilişkin olarak belirle­nen ölçü ve yaklaşımlar dikkatle incelen­diğinde İslâm’daki kumar yasağının Câhiliye’deki şekliyle veya sınırlı sayıdaki bir­kaç kişi arasında cereyan eden şans oyu­nuyla sınırlı olmadığı, günümüzde çeşitli isim ve tanıtım altında sürdürülen ve ku­rumsallaşan, ancak önceden belli olmayan bir sonuca ve şansa bağlı olarak müşte­reken bahisleşme içinde kazanmayı veya kaybetmeyi konu edindiği için kumar mahiyetinde olan çekilişler, şans oyunları ve yarış sonuçları üzerinde bahis tutuşma gibi yaygın uygulamaların da bu kapsam­da olduğu anlaşılır. Elde edilen gelirin hayra harcanması veya tertipleyenler ta­rafından kamu yararına pay aktarımı ya­pılması bunların dinî hükmünü değiştir­mez. Kazanan veya kur’a isabet eden şah­sa verilmek üzere katılımcıların her biri­nin ayrı ayrı bedel koyması veya bir bedel vaadinde bulunması kumar sayılırken böyle bir ödeme yahut vaadin üçüncü şa­hıslar tarafından ve tek taraflı olarak ya­pılması katılımcılar bu amaçla ayrıca öde­me yapmadığı sürece kumar sayılmaz. Birincisinde şansa veya bilinmez bir sonu­ca bağlanmış karşılıklı olarak kazanma ve kaybetme söz konusu iken ikincisinde ka­tılımcıların dışındaki bir şahıs veya kurum tarafından yapılmış teşvik amaçlı bir ödüllendirme söz konusudur.

Bazı çeşitleri sınırlı bir beceri ve ustalık içerse de kumar, esas itibariyle şans ve tesadüfe bağlı olarak kazanç elde etme veya kaybetme oyunudur. Önceden belir­siz bir sonuca eşit oranda ümit bağlayan­lardan toplanan mal bu yolla bir veya bir­kaç kişiye aktarılmış olmaktadır. İslâm’da hem helâl kazancın korunması ve haksız yoldan mal kazanmanın önlenmesi, hem de ekonomik imkânların mümkün oldu­ğunca toplumun geniş katmanlarına da­ğıtılması temel ilkelerden biridir. Başka­larının mallarını meşru olmayan yollarla almak ve yemek haramdır. Kur’an’ın, “Mallarınızı aranızda boş ve haksız (bâtıl) yollarla yemeyin, ancak karşılıklı rızâya, gönül hoşluğuna dayalı bir ticaret sonu­cunda yiyin [Nisâ 4/29] mealindeki âyeti de bu ilkeyi ifade eder. Bir başka âyette servetin sadece zenginler arasın­da dolaşmasının olumsuzluğuna dikkat çekilmiştir.[Haşr 59/7] Meşru yollarla yapılmadıktan sonra kumarda olduğu gi­bi tarafların göstermelik rızâları kumarla elde edilen malı helâl duruma getirmez. Aslında kaybeden taraf verdiğine razı gö­rünse bile gerçekte içinde rızâ değil sade­ce derin bir teessür ve pişmanlık, tekrar şansını deneyerek kazanma, hiç olmazsa kaybını telâfi etme hırsı vardır. Bu sebep­le de kumar, oynayanlar arasında gizli bir kin ve düşmanlık doğurur.

Öte yandan kumar, yol açtığı maddî ka­yıpların yanı sıra zamanın ve zihnî enerji­nin boşa harcanması sonucunu doğuran, iradeyi zayıflatan, hatta âdeta yok eden ve kişiyi ailesinden, çevresinden, temel insanî ve dinî görevlerinden çekip uzak­laştıran bir bağımlılık, bir kötü alışkanlık haline de kolayca gelebilmekte, kişiyi yal­nızlığa, çevresiyle uyumsuzluğa sevketmektedir. Âyette kumarın kin ve düş­manlığa yol açtığının belirtilmesinin bir açıklaması da bu olmalıdır.

Kumar ayrıca ekonomik gelişimini ta­mamlayamamış ülkelerde, işsizliğin, fa­kirliğin, sınıflar arası dengesizliğin büyük çapta olduğu toplum ve kesimlerde âde­ta bir umut sömürüsü olarak salgın bir hastalık halini almakta, her defasında hem büyük bir kesim mağdur olmakta hem de hak etmeden, emek vermeden ve alın teri dökmeden zengin olan birkaç problemli kişi daha topluma eklenmek­tedir. Böylece kumar, toplumda sosyal ör­gü ve dayanışmanın zayıflamasında ve bencilliğin ön plana çıkmasında da olum­suz bir rol üstlenmektedir.

Yukarıda temas edilen olumsuzlukların hepsine her zaman yol açmasa ve önce­leri hoş görülebilir oranda sakıncalar içer­se de kumar giderek vazgeçilemeyen bir bağımlılığa götürdüğünden içkiyle mü­cadelede olduğu gibi çoğu zaman titiz ve kapsamlı bir karşı kampanya ile önü alı­nabilmektedir. Ayrıca bütün çabalara rağ­men kumar, diğer birçok kötü alışkanlık gibi her dönemde müslümanlar arasında az veya çok varlığını sürdürmüştür. Bu sebeple İslâm bilginleri öteden beri Kur-‘an’da yasaklanan meysiri, hem kumarı hem de mahiyeti itibariyle kumar sayıla­mayacak bazı basit oyunları içine alacak derecede kapsamlı biçimde yorumlamış­lardır. Kumar sayılmayan bazı oyun ve oyalanmaların kumar mesabesinde tu­tulması da herhalde içki konusunda oldu­ğu gibi, toplumda hızla yayılma ve genç kuşakları etkisi altına alma temayülü gösteren kumarın önlenebilmesi için esasen meşru olmakla birlikte ileride ku­mara dönüşebilecek şekil ve usullerin de peşinen yasaklanması gayretiyle açıkla­nabilir.

Kumarda şans ve tesadüfe bağlı olarak kazanç elde etme amacı ön plana çıkmak­la birlikte oyun, eğlence ve hoşça vakit geçirme yönü de bulunmaktadır. Öte yan­dan İslâm’da oyun ve eğlence, meşruiyet dairesinde kalmak ve harama yol açma­mak kaydıyla yani kural olarak caiz görül­müştür. Böyle olduğu için de haram ve helâl, yani kumar ve eğlence arasındaki ayırıcı çizgiyi belirleme özel bir önem ta­şımış ve müslüman âlimleri Öteden beri meşgul eden bir konu olmuştur. Klasik kaynaklarda tavla ve satranç üzerinde yo­ğunlaşan cevaz tartışmaları gösterilen bu çabanın birer örneği sayılabilir.


Tavla ve Satranç
. Günümüzde daha çok eğlence amacıyla oynanan tavlanın dinî hükmü konusunda ilk dönemlerden iti­baren İslâm âlimleri değişik görüşler be­lirtmiş, bazı hadislerde geçen “nerd”, “nerdeşîr” ve “kiâb” kelimelerini genelde tavla olarak anlayıp açıklamışlardır. Ko­nuyla ilgili olarak Hz. Peygamber’den nak­ledilen belli başlı hadisler şunlardır: “Nerdeşîr ile oynayan, elini domuz etine ve ka­nına batırmış gibidir”, Nerd ile oyna­yan kişi Allah’a ve Resulü’ne isyan etmiş­tir”, “Zar (kiâb) ile oynayan kişi Allah’a ve Resulü’ne isyan etmiştir”, “Nerd İle oynayıp sonra namaz kılmaya kalkan kişi, irin ve domuz kanı ile abdest almış ve namaz kılmış gibidir. Özellikle son iki hadis, sened ba­kımından zayıflığı ileri sürülse de ilk dö­nem âlimlerinin konuya bakışını yansıt­ması açısından dikkat çekicidir.

Satrancın haramlığına dair bazı zayıf hadisler bulunmakla birlikte bu oyunun daha ziyade, muhtemelen İran’ın fethinden sonra sahabe dönemin­de ortaya çıktığı, başta Hz. Ali ve Abdul­lah b. Ömer olmak üzere bazı sahâbîler onu bir tür kumar (meysir) olarak nitelen­dirirken Hz. Âişe, İbn Abbas, Ebû Mûsâ el-Eş’arî gibi sahâbîlerin mekruh, sahabe ve tabiîn âlimlerinden bir kısmının mu­bah saydıkları ve bazılarının ise nerdden daha kötü gördüğü nakledilir.

Özetle ifade etmek gerekirse klasik dö­nem İslâm âlimlerinin çoğunluğu, yuka­rıda başlıcaları anılan hadislerin lafzî de­lâletinden ve sahâbî uygulamasından ha­reketle nerdin haram olduğunu ifade et­mişler, satranç konusuna ise daha mü­samahalı yaklaşmışlardır. Ebû İshak el-Mervezî gibi bazı âlimler nerdin haram değil mekruh olduğu görüşündedir. Zar ile oynamak da sahabe çoğunluğu tara­fından mekruh görülmüştür. İbn Mugaffel ve Saîd b. Müseyyeb, kumara vesile yapılmamak kaydıyla nerdi ve zarla oy­namayı caiz görmüşlerdir.

Genelde Hanefî âlimleri nerd ile sat­rancı aynı hükme tâbi tutmuşlar, bunla­rın kumar veya en azından faydasız oyun olduklarını öne sürerek nerd ve satranç oynamanın mekruh, bir kısmı ise haram olduğunu söylemiştir. Hanefî fakihi Kâsânî bu konuda sert bir tutum sergileyenler arasında yer alır. Ona göre eğer nerd ve satranç kumar ise, “Ey iman edenler! Şa­rap, kumar, dikili taşlar (putlar) ve şans okları birer şeytan işi pisliktir [Mâide 5/90] âyetinden ve, “Sizi Allah’ı anmaktan alıkoyan her şey meysirdir” hadisinden hare­ketle haram olmalıdır. Eğer nerd ve sat­ranç kumar değil de oyun ise bu takdirde, “Kişinin eşiyle, ok ve yayiyla ve atıyla oy­naması hariç her oyun haramdır” hadisinden hareketle yine ha­ram olmalıdır. Ancak Ha­nefî kaynaklarının çoğunda ifade edildiği şekilde tavla ve satrancın kumara vesile kılınmamak şartıyla haram olmadığı, fa­kat zamanı boşa geçirme gibi noktalar­dan hareketle mekruh kabul edildiği söy­lenebilir.

İmam Mâlik, “Haktan sonra geriye sa­pıklıktan başka ne kalır?” [Yûnus 10/32] âyetinden hareketle satranç ve nerdin haram, bunlarla oynamanın bir sapıklık olduğu görüşündedir. Ahmed b. Hanbel’in görüşü de böyledir. Ancak birçok Mâlikî âlimi âyetin baş tarafında, “İşte si­zin rabbinizolan Allah haktır” denildiği­ni, dolayısıyla burada davranışların değil iman ve küfrün söz konusu edildiğini ile­ri sürerek Mâlik’in bu gerekçelendirme­sine katılmaz. Mâlikî fakihi Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, buna ilâve olarak satrancı mu­bah görmenin sapıklık sayılmayacağını, bir şeyi mubahın dışına çıkarabilmek için delilin gerektiğini belirtip nerdeşir hak­kında vâki yasağın Allah’ı zikretmekten alıkoyduğu takdirde satrancı da kapsayacağını ifade eder. Mâlik’in satrancı mekruh gördüğü veya onu nerdden daha kötü ve daha oyalayıcı kabul ettiği rivayetleri de vardır.

Şâfıî nerdi kural olarak haram görür­ken kavramayı keskinleştirmesi, muha­kemeyi güçlendirmesi, savaş taktiklerine ve hilelerine alıştırması bakımından eği­tici olduğunu ve bu yönüyle atıcılık ve bi­niciliğe benzediğini ileri sürerek satrancı nerdden daha sakıncasız görmüş ve oy­namaya ruhsat vermiştir. Ancak konunun toplumsal değer yönüne dikkat çeken Şa­fiî oyun oynamanın ağır başlı ve dindar kimselere yakışmadığını, bu sebeple esa­sında bütün oyunların mekruh olduğunu da belirtir. Şâfıî, bu oyun­lardan herhangi biriyle onu helâl görerek oynayan kişinin şahitliğinin reddedilme­yeceğini, fakat oyun sebebiyle namazlar­dan gafil olunması, bu gafletin namazları kaçıracak derecede artması durumunda, tıpkı unutma veya baygınlık gibi bir du­rum olmadığı halde boş oturup namaza devam etmeyen kişinin şahitliğinin red­dedilmesi gibi namaz vakitlerini hafife aldığı gerekçesiyle bu kişinin şahitliğinin de reddedileceğini ileri sürmüştür. Şafiî fakihi Nevevî satrancın tenzîhen mekruh olduğu görüşündedir. Şîa ve özellikle İmâ-miyye, tavla ve satranç konusunda Sünnî fıkıh ekollerine göre daha katıdır ve bun­ları kumar aleti olarak gördüğünden ku­mar dışı amaçla oynanmasına da cevaz vermez.

Bu konudaki bilgilere topluca bakıldı­ğında satrancı yasaklayan açık bir nassın bulunmadığı, nerd ve satrancın dinî hük­mü ve yasaklık ölçüsünün ne olduğunun fakihler arasında tartışmalı olduğu, ayrıca nerdin mahiyetinde ve nerdeşîr adlan­dırmasının anlam ve kaynağı konusunda farklı açıklamaların bulunduğu görülür. Bir açıklamaya göre nerdeşîr. kendisiyle oynanan taşları bulunan kısa tahtadır. Bazı âlimler nerdin, insanı çalışıp kazan­mayı bırakacak şekilde yıldızlardan me­det umma noktasına getirdiği ve oyunun konuluş esprisinin davranışları yönlendir­me olduğu gerekçesiyle haram kılındığını ileri sürmüşlerdir. Fakat nerd için getiri­len açıklamaların hiçbiri günümüzde tav­la olarak adlandırılan oyunu içerecek ni­telikte ve açıklıkta değildir. Şevkânî’nin nerd ve nerdeşîrin anlamıyla ilgili olarak naklettiği açıklamalar göz önünde tutul­duğunda nerd ve nerdeşîrin günümüzde tavla adıyla bilinen oyundan biraz daha değişik bir oyun olduğu sonucu da çıka­bilmektedir. Bundan dolayı hadislerde geçen nerd ve nerdeşîr kelimelerinin günümüzdeki tav­la oyununu kesin olarak anlattığını söyle­mek pek doğru olmaz. Sonuç olarak İslâm’da kumarın yasaklandığı, maddî ka­zanç ve kaybın şansa ve bilinmez bir so­nuca bağlandığı her türlü bahis tutuşma ve talih oyununun kumar mahiyetinde olduğu, bu öğenin bulunmadığı oyunların ise doğrudan değil kumara vesile olma ve alıştırma yönüyle sakınca taşıdığı görü­lür. Böyle olunca satranç, tavla, iskambil gibi oyunlar ancak kumara alet edilmesi. Allah’a, aileye ve topluma karşı görevleri aksatmaya yol açması gibi bir sonuca gö­türmesi halinde o sonuca paralel bir dinî hüküm alır. Böyle bir ihtimal bulunmadı­ğında ise bunların diğer oyun türlerinden farklılık arzetmediği söylenebilir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski