Künye. Arap toplumlarında kişiler için kullanılan ve genelde ebû kelimesiyle yapılan tanıtıcı ibare.
Sözlükte “maksadı üstü kapalı ve dolaylı şekilde anlatma, kinayeli söz söyleme” mânasındaki kinaye ile aynı kökten gelen künye Ebü’l-Kâsım, Ebû Bekir. Ümmü Seleme, Ümmü Zeyneb gibi kişinin daha çok ilk çocuğuna izafetle anılmasını ifade eder. Kişinin İbn Uleyye, İbn Ömer, İbn ammi Resûlillah, İbn Abdülmuttalib, Uhtü Hârûn, Ebû Mûsâ, Ammü Resûlillah gibi anne, baba, dede, kardeş, amca, hala, dayı, teyze vb. yakınlarından birine izafesinin künye olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. Bu tür izafeler daha çok, bir yakınıyla anılmanın kişiyi daha iyi tanıtacağı veya ona bir şeref kazandıracağı düşüncesiyle yapılır. Medih, zem ve vasıf ifade eden izafeler künye değil lakap sayılır. Künye, yazım geleneğinde lakaptan sonra ve isimle nisbeden önce yazılır.
Künyenin menşei hakkında değişik görüşler vardır. İbnü’I-Esîr başlangıcını bir Arap hükümdarının hikâyesine dayandırırken Hüseynî bunun, daha mantıklı bir ihtimalle geçmişte düşmanlıkların hiç eksilmediği Arap yarımadasında kişinin adını gizleme ihtiyacından doğmuş olabileceğini ileri sürmektedir. Künye, fazilet veya uğur getireceği ümidiyle karşıt anlam belirtmek veya kişinin, hayvanın yahut eşyanın tanınan bir özelliğini ifade için de yapılır. Bazan bir kimse çocuğuna meselâ “ebü’l-fazl” künyesini vererek onun faziletli biri olmasını umar. Künye bazan da âmâ için “ebû basîr” (görenin babası). Azrail yahut ölüm için “ebû yahyâ” (hayatın babası) denilmesi gibi aksi anlam vermek üzere kullanılır. İbn Manzûr künyenin, tamamen ismin yerini alarak veya anılması hoş görülmediği zaman gizlenmesi amacıyla yahut saygı ifadesi olarak kullanıldığını söyler. Arap geleneğinde yaş, mevki ve fazilet bakımından üstün olan kimselere künye-leriyle hitap etmek âdaptan sayılır, özellikle emirler bunun aksine davranılması-nı ve kendilerine adlarıyla hitap edilmesini hakaret kabul ederlerdi. Bundan dolayı Kur’an’da Ebû Leheb’in künyesinin zikredilmesi onun kişiliğinin saygınlığına değil adının “puta kulluk” anlamı taşımasına yorulmuştur. Ayrıca kâfir ve müşrikler künyeleriyle meşhur iseler bu şekilde anılmalarında bir sakınca görülmemiştir; nitekim Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib iman etmediği halde künyesiyle tanınıyordu.
Künye kız veya erkek ayırımı yapılmaksızın en büyük çocuğa göre verildiğinden Resûl-i Ekrem. Ebü’l-Kâsım künyesini ilk çocuğu olan Kâsım’dan alırken sahabeden Temîm ed-Dârî kızının adıyla Ebû Ru-kayye şeklinde künyelenmiştir. öte yandan diğer çocuklarından birinin veya birkaçının adıyla künyelenenler de bulunuyordu. Oğlu İbrahim doğduğunda Cebrail’in Hz. Peygamber’e “Yâ ebâ İbrahim” diye hitap ettiği rivayet edilir. Hz. Osman’ın Ebû Amr, Ebû Abdullah ve Ebû Leylâ şeklinde üç künyesi vardı. Hz. Ali’nin asıl künyesi Ebü’l-Hasan olmakla birlikte Resûl-i Ekrem kendisine Ebû Türâb da (toprak babası) derdi; ancak İbnü’s-Salâh bunun künye şeklinde lakap olduğunu söyler. Künye öne çıkan bazı özelliklere, maharet ve kabiliyete göre de veriliyordu; “ebü’s-seyf” (kılıç babası ustası) gibi. Hz. Peygamber, yanlış anlamalara yol açan veya çirkin mânalar taşıyan bazı ad ve künyeleri değiştirmiştir. Önemli bir davayı çözdüğü için Kabilesinde Ebü’l-Hakem künyesiyle anılan sahâbîyi, “Hakem hükmün sahibi Allah’tır” diyerek büyük oğlunun adıyla Ebû Şü-reyh şeklinde künyelemiştir. Aynı şekilde hemen her konuda çok bilgili bir kişi olduğu için yine Ebü’l-Hakem künyesiyle tanınan Ebû Cehil’e “bilgisizlik babası” anlamındaki yeni künyesini de ilâhî gerçeği anlamamakta direndiği için Resûl-i Ekrem takmıştır. Hz. Peygamber, kendi künyesinin kullanılmasını hitapta doğuracağı bazı sakıncalar yüzünden yasaklamıştır. Bu konuda mezhepler arasında ihtilâf çıkmış, Şâfiîler bunu onun hayatta olduğu sürece künyesinin kullanılması ile sınırlarken diğerleri yasaklamayı ad ve künyesinin beraber alınmasına tahsis etmişlerdir. Nitekim bir rivayete göre Resûl-i Ekrem, adını alan kimsenin künyesini ve künyesini alanın adını almasını yasaklamıştır. Ancak on sahâbînin Hz. Peygamberin adını ve künyesini birlikte aldıkları bilinmekte ve onun bu duruma söz konusu kişilerin kendisine olan sevgilerinden dolayı müsamaha gösterdiği anlaşılmaktadır.
Çocuksuz kimseleri ve küçük çocukları künyelemek caiz görülmüştür. Nitekim Resûl-i Ekrem, Abdullah b. Zübeyr’i henüz bebekken dedesinin künyesiyle (Ebû Bekir) künyelemiş,çocuğu olmadığı halde Hz. Âişe künyelenmek isteyince de ona yeğeni Abdullah’ın (Abdullah b. Zübeyr) adıyla Ümmü Abdullah künyesini vermiştir. Ebû Bekir gibi künyeleriyle anılan kimselerin isimleri nadiren kullanılır; çünkü onların künyeleri isimlerinin yerini almıştır. Bu konuda, sahabeden Ebû Hüreyre’nin beslediği bir kedi yavrusu sebebiyle adını unutturacak kadar öne çıkan “kedicik babası” anlamındaki künye ile tanınması meşhurdur.
İbnü’l-Esîr, Kitâbü’î-Muraşşcfda künyenin aslını teşkil eden “eb” (baba) ve “ümm” (anne) kelimelerinin yanında ibn” (oğul), “bint” (kız) ile “zû, zât” (sahip) kelimelerine izafetle türetilmiş çok sayıda künyeyi zikreder. Bunlara “bir şeyin aslı, özü, sahibi, kaynağı, varlık sebebi ve en mahiri” gibi anlamlar verilerek insan, hayvan, bitki, yer. tabiat olayları, hastalıklar ve çeşitli eşya için çoğu zamanla isimleşmiş pek çok künye üretilmiştir: “Ebü’l-beşer” (insanlığın babası. Hz. Âdem); “ümmü’l-kurâ” (karyelerin anası, Mekke); “ebü’l-bu’d” (uzaklıkların babası, uçsuz bucaksız çöl); “ümmü’l-habâis, ümmü’l-âsâm” (çirkinliklerin/günahların anası, içki): “ibnü’s-sebîl” (yol oğlu. yolcu); “ibnü’l-arz” (yer oğlu, garip yolcu); “bint ineb” (üzümün kızı, şarap); “bintü’l-cebel” (dağın kızı, aksiseda); “zü’l-celâl” (ululuk sahibi. Allah), “zü’l-fekâ “zâ-tü’l-hareke” (kendi kendine hareket edebilen cisim); zâtü’r-rie” (akciğer iltihabı, zatürre) gibi.
Hadis İlminde II. (VIII.) yüzyıldan sonra râvi sayısının artıp benzer isimlerin çoğalması râvilerin birbirine karıştırılmasına yol açmış, buna bağlı olarak künye bilgisine ihtiyaç duyulmuştur. Künyeye dair ilk eserlerin Ahmed b. Hanbel, Buharı, Müslim. Nesâî, Ali b. Medînî, İbn Ebû Hatim, İbn Hibbân, Hâkim en-Nîsâ-bûrîve Ebü Bişr ed-Dûlâbî gibi muhad-disler tarafından yazıldığı görülür. Ayrıca tabakat, rical ve tarih kitaplarında râvilerin biyografilerinde künyelerinden mutlaka söz edilir, bazılarında ise bu konuya müstakil bölümler ayrılmıştır. İbnü’s-Salâh râvileri hem künyesi hem ismi olanlar, künyeleriyle tanınıp ismi bilinmeyenler, ismi ve künyesi olduğu halde künye ile lakapla-nanlar. iki veya daha çok künyesi olanlar. ismi bilinen, fakat künyesinde ihtilâf edilenler, künyesi bilinip isminde ihtilâf edilenler, az da olsa hem isminde hem künyesinde ihtilâf bulunanlar, ismi ve künyesinde ihtilâf bulunmayanlar, ismi bilindiği halde künyesiyle meşhur olanlar şeklinde dokuz gruba ayırır. Künye konusunda yukarıda anılanlar dışında İbn Adî, Halîfe b. Hayyât. Muhammed b. Habîb, Ebû îsâ et-Tirmizî, İbn Abdülber en-Ne-merî, Zehebî, Süyûtî, Murtazâ ez-Zebîdî gibi âlimler de eser yazmıştır. Ayrıca ulemâ, edip, şair ve ümerâdan ünlü kişilerin künye ve lakaplarıyla ilgili eserler kaleme alınmıştır; Şeyh Abbas el-Kummî1-nin el-Künâ ve’1-elkâb’ı bu türden bir çalışmadır.
TDV İslâm Ansiklopedisi